1 Temmuz 2010 Perşembe

Endüstrinin Sanat ve Spor Dünyası

Kapitalist modernitenin kendisi için temel güç olarak kullandığı, sermaye alanı alarak örgütlediği ve bir sektöre dönüştürdüğü sanat ve spor

Kapitalist modernitenin kendisi için temel güç olarak kullandığı, sermaye alanı alarak örgütlediği ve bir sektöre dönüştürdüğü sanat ve spor konumunun içler acısı olduğunu görmek durumundayız. Özellikle bu toplumsal, sosyal etkinlikleri toplumu uyuşturan, yozlaştıran alanlara dönüştürmesi korkunç bir toplum kırıma ve sürüleşmeye yol açmıştır. Spor, sanatın yoğun yaşanan çelişkilerin yumuşatılıp aslında en ciddi, en yoğun eleştirilerin bu yolla yapılıp, sorunların aşılarak toplumda refahın, huzurun, estetiğin, canlılığın ve barışın yaşanmasının rolünü oynayacağı yerde, tam tersi kabalığın, tek renkliliğin, huzursuzluğun ve korkunç bir savaşın hem de sanal dünya yaratılarak şiddetle yürütüldüğünü ve içinin boşaltıldığını görmek durumundayız. Sanat, spor ve seks aracı ile kapitalist tekelci sistem en çok kadını kullanıp düşürmektedir.
Başta kültür-sanat alanını endüstri alanına dönüştürerek, sadece kar amaçlı gelişen, hiçbir kültürel değer taşımayan, toplumu uyuşturan, yozlaştıran ve şekilsizliği, biçimsizliği yansıtan, hiçbir estetik değer taşımayan adına da sanat veya kültür denen edepsizliği (biçimsiz, şekilsiz, estetikten yoksun) topluma yansıtan, dayatan sistemin amacı görülmeli. Yine kullandığı araçlarla topluma nüfuz eden, erken yayan ve yerleşen özelliği iyi görülmeli. Bu anlamda medya yolu çok etkili kullanılarak toplumsal yaşamın tümünü denetimine almakta ve tüketim toplumu da diyebileceğimiz bir toplum biçimini oluşturmaktadır. Bir ideoloji olarak etkinliğini geliştiren, toplumun tüm hücrelerine yerleşen tüketim ideolojisi, toplumu tüketen, hücrelerini kurutan, felç olmuş bir gerçeği yansıtmaktadır. Toplumun kendisine, öz değerlerine, geleneğine yabancılaşma durumu kapilasit tekelci kültürün kendisini toplumun tüm gözeneklerine yerleştirmesi ve bu anlamda toplumu esir almasıyla gerçekleşti. İçinin boşaltılması için ne gerekliyse yapıldı. Kapitalist kültür ve yaşam biçimi manevi değerleri tüketip, ahlaki ve politik toplum izlerini tümden silme ve toplumu felsefesiz, ideolojisiz, geleceksiz bu anlamda ütopyasız bırakma amacı güdüyor.
Söz konusu sistem, modernite kılığına girerek en çok kullandığı, nesne konumuna indirgediği kadın ve gençliği temel hedefleri olarak belirledi. Toplumda en dinamik, değişime açık ve daha esnek bir yapı potansiyeli taşıyan gençlik ve kadın sisteme dâhil edilerek kullanıma ve hizmetine koşturuldu. Özellikle kadının kullanım biçimi sistem açısından önemliydi. Neden çünkü en etkili araç konumundaydı. Yaşamın merkezi, canlılığın, renkliliğin, özgürlüğün teminatı kadın tüketim araçlarının içerisinde en başta geleni ve en etkili olanı olmak durumundaydı. Medya kullanılarak kadın bedeninin pazarlanması üzerinden gelişen kapitalist kültür, kadını öyle bir konuma getirdi ki kadın eliyle kurulan, anlam bulan, yaşam olanağı, soluğu alan toplum kadının kendi eliyle yozlaştırılan, tükenmeyle karşı karşıya getirilen bir pozisyonda buldu kendisini.
Öyle ki çok çelişkili yanlar açığa çıkaran, bir yandan namus adına uğruna cinayetler işlenen bir diğer taraftan sınırsız bir kullanım alanı olarak kullanıldı. Toplum yaşamında kadına yönelik çok farklı ve zengin yine aynı zamanda ince ağlarla örülmüş baskı, şiddet, kullanma biçimleri vardır. Burada medya, sistemin en etkili aracı olarak kullanılmakta, toplumun ruhunu, beynini uyuşturan bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır. Medya silahıyla sürüleşmiş ve tüketici bir toplum ve insanlık gerçeği yaratılmıştır.
Kapitalist tekelci sistemde kadın, kadın olduğundan dolayı insanlığa sığmayacak muamele ve uygulamalara maruz kalmıştır. Bu uygulamaların en trajik yanı ise, dayatılan aşağılanmaların kültür ve kadın eliyle gerçekleştirilmek istenmesidir. Zaten günümüz kültürünün en tiksindirici ve itici yanı da budur. Bugün kadın bedeninin her bir parçasının bölünerek, parçalanarak, reklâm malzemesi olarak pazara ve piyasaya sürülmesi, cinsel obje olarak kullanılması bile kadına kabullendirilmiş, ‘kendimi daha iyi nasıl sunarım, en gözde nasıl olurum’ yarışını veriyor. Medya yoluyla reklâmlarda izleyici kesimi kazanmak özelliklede erkeklerin cinsel bakışı doğrultusunda tanıtımı yapılan ürünle hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen kadın sadece bir fon malzemesi olarak yoğun kullanılmaktadır. İçeriği olmayan kliplerde, söz ayrı, anlam ayrı ama kadın görüntüleri apayrı şeyleri ifade eden aslında bomboş, hiç ifade ve anlam taşımayan ucube şeyler sanat, müzik adına piyasaya sürülmektedir.
Yine her gün okumak için alınan günlük gazetelerin tiraj artırmak için açık seçik fotoğraflar, kullanılan kadın hikayeleri medya tarafından dayatılan bir durumdur.
Kadın vücudu daha çok televizyona yöneltilirken toplumu, kendisine de bu yolla magazin kültürüne mahkûmiyeti ve aynı zamanda erkek egemen toplumdaki rolünün de ezberi, sürekli sağlama yöntemi gelişmektedir. Yaşadığımız toplum gerçekliği ‘kadına nasıl iyi eş olurum, efendime nasıl daha iyi hizmet ederim’, kendisinin doğal güzelliği dışında, bakımlı kadın maskesiyle, kendimi daha iyi nasıl sunarım gerçekliği dışında başka bir yoğunlaşmaya, uğraşa müsaade etmiyor. Bir babanın, kocanın veya erkek evlat varlığıyla tanımlanmaya muhtaç bırakılan kadın, çoğu zaman da bu varlıkların oluşturduğu sistemin, zihniyetin kurbanı oldukları gerçekliliğini görmekten uzaktır. Tam tersi içinde bulunduğu durum ve bütün bunlar kadının doğallığıymış gibi yansıtılması, özüne aitmiş havası verilmesi sistemin yürüttüğü ve çoğunlukla da başarı elde ettikleri ama kadınların görmekte geciktiği oyunlarıdır.
Tabi en az kadın kadar, bu yaşananlardan kendisine düşen payı alan toplumun en önemli kesimi de gençliktir. Özelikle dinamik yapısını kendi hizmetine almak isteyen sistem, gençliği temel ayağı olarak (kadından sonra) ele alıp işletmektedir. Özellikle bilinçli sanal dünya oluşturarak sistemin en çarpık, yoz yaşamını gençliğe dayatan, diğer adı da ölüm olan yaşam biçimi yaygınlaşmış, hücrelere nüfuz etmiş bir konuma ulaşmıştır. Sanat ve spor başta olmak üzere cinsellikte dâhil, toplumun en dinamik kesimi bu olgularla uyuşturulup sistem çarklarına hapsedilmektedir. Gençlik özellikle bu sıraladığımız üçlüye mahkûm olmuş, cinsellik çarpık biçimlerde hortlatılarak enerjisi boş ve ahlaktan yoksun olan bir alana yönlendirilmiştir. Sapıklık diyebileceğimiz ölçülere ulaşan, cinsel daha doğrusu güdüsel yaşama hapsedilmiştir. Yaşanan korkunç tecavüz olayları, ensest ilişkiler, cinayetler başka nasıl ifadelendirilecekler? Her anlamda baştan çıkarma mekanizmalarına dönüşen bu üç alan, toplumu yıkıma götüren temel alanlar olmaktadır.     
Tabi sanatın, kültürün ve sporun öz tanımı, içeriği bu değildir. Bu kapitalist tekelci zihniyetin ve sistemin içini boşaltarak, kendi esas işlevinden uzaklaştırarak, toplumu sömüren, yozlaştıran, halk kültür ve geleneğinden uzaklaştıran oyunlarıyla bu konuma gelmiştir. Bu durumda, büyük bir ahlaki çöküntüyü yaşayan kültür – sanat, yaşamın her alanına da bu ahlaksızlığı yaymakta ve korkunç bir dayatma içerisinde bulunmaktadır.
‘Kültür insanlığın tarih boyunca yarattığı maddi ve manevi değerlerin tümüdür.’ Yani toplumların üzerinde yeşerdiği kök, yaşam biçimi ve var oluş gerekçesidir. Toplumsal, sosyal ilişkiler yumağıdır kültür. Kültürsüz bir toplum, başsız bir bedeni, yüreksiz bir varlığı ifadelendirir.  Bu topluma daha doğrusu toplumsallaşmaya aykırı bir durumdur. Toplumsal ilişkilerden dile, giyim kuşamdan yemeğe, sanatın bütün dallarından spora ve yaşamın tüm alanlarında var olması gereken toplumun öz kimliğidir. Yaşamsallığı gerektiren vazgeçilmez temel bir alandır kültür. Yaşamsal alandır. Toplumsal varlık alanıdır. Toplumsallığın kendi gücünü kültürleşmeden aldığını anlamlandırdıkça, bu gerçeği kavram dışında bu biçimde yaşayıp özümsedikçe kültür kendini var edecek her tür sömürüye, talana karşı ayakta kalacaktır. Toplumsal oluşumun sürelilik kazanması için bu temel oluşumlara yoğun ihtiyaç vardır.     
Kültür öyle bir olgudur ki topluma en erken nüfuz eden, kendisini hemen anlaşılır kılabilen, dili güçlü öyle ki yasaların dilinden daha etkili ve daha güçlü bir yapıya sahiptir.
Bu aynı zamanda spor içinde geçerlidir. Genelde spor asıl işlevinden uzaklaştırılmış ve özü boşaltılmış bir etkinlik olmuştur. Sistemin rekabet yaklaşımları sporu metalaştıran ve sporcuyu da bu metalaşmanın bir parçası haline getirdiğini günümüz açısından değerlendirebiliriz. Spor denince insanın aklına kazanmaya kilitlenmiş, oyunu oyun olarak değil de savaş alanı olarak değerlendiren, zevk almaktan uzak, iyi ve güzel oyun anlayışından kıt, ahlaki olarakta içi boşaltılmış bir durum haline gelmiştir. Şike, kumar, mafya, küfür olmuş spor. Oysa insanın ilk hareketi, eğilip taşı alması ve onu fırlatması, tohumu toprağa ekişi ve zamanının da biçmesi kısaca hareketin tümü spordur. Hareketin kendisi canlılıktır. Yaşam belirtisidir. Hasat zamanı şölenlerde yapılan danslar zamanla ritmik olarak gelişip farklı hareketler doğurmuş ve bu şenliklerin bir parçası özellikle de sanatsal içeriği ağırlıkta olan büyük parçasını oluşturmuştur. Bir şenlik, kutlama, toplumsal etkinlik olarak başlayan zamanla daha da geliştirilen ve farklı dallara bölünmüştür ama hiçbir zaman ırkçılık, faşistlik, halkları birbirine düşüren ve şiddet eğilimini yayan bir role çağımızda görüldüğü kadar bürünmemiştir. Tarihsel olarak bakıldığında da bu özünde yoktur.
Spor, tarihsel olarak incelendiğinde özünde barışı müjdeleyen bir role sahiptir ve bu özelliği özellikle mitolojilerde çokça geçmektedir. Belerefon ve kimere efsaneleri sade bir dille bu durumu anlatır. Olimpios kentinde her yıl bir çift genç kız ve erkeği kurban etmek isteyen kimere canavarını öldüren, kanatlı atına atlayarak mızrağıyla onu yedi kat yerin dibine gömen Belerefon adlı kahramanın kazandığını, canavarı öldürdüğünü, artık yaşadıkları yerlerde sükûnetin barışın, huzurun geldiğini bir meşaleyle ta Olimpios a kadar koşarak haber verirler.   Bu olaydan sonra, Belerefon adlı kahramanın anısına her yıl aynı tarihte olimpia halkı meşaleli koşu yarışmasını ve olimpiyat yarışmalarını düzenlemeye başlarlar. Tarihsel olarak baktığımızda bile sporun şiddetten çok barışı, kardeşliği, huzuru müjdeleyen bir rolü vardır. Kapitalist yarış mantıktan uzak, kar sağlama arcı olmamış, holiganları oluşmamış bir karakterist yapıya sahiptir. Bu gün baktığımızda sporun hiçbir tarihsel özelliğinden eser kalmamıştır. Sistemin en değme aracı olmuş, toplumu kansere sürükleyen, etrafında olup bitenleri görmeyen, değerlendirmeyen bu anlamda uyuşmuş toplumu yaratmıştır. Toplumda şiddet eğilimini yaygınlaştıran, adeta öl-öldür mantığını geliştiren ve yaygınlaştıran bir role soyunmuştur.
Şimdi spor bu konumdayken, tarihsel rolüne nasıl kavuşturulacak? Bu dönüşümü hangi zihniyet geliştirecek? Bunun araçları neler olacak? En önemlisi de hangi güçler gerçekleştirecek?

Ferze Zilan

AA 11 Arabı nasıl PKK'li yaptı?

Anadolu Ajansı bugün yayınladığı bir haberde Suriye güvenlik güçlerinin PKK'ye “büyük bir darbe” vurduğunu ileri sürerek Halep, Qamışlo, Afrin, Haseke ve Rakka kentlerinde eş zamanlı yapılan operasyonda 400 PKK'linin gözaltına aldığını iddia etti.

Haberin yalan olduğu belliydi. Ancak zahmet edip yine de araştırma gereği duyduk. Çünkü Hürriyet, Vatan, Zaman ve diğer gazeteler sırayla bu yalanı verdiler. Tabi büyük bir gazetecilik başarısı göstererek bütün dünya medyasını atlatarak…

ENFERMASYON BAKANLIĞI: HABER YALAN

Suriye Enfermasyon Bakanlığı’na telefon ile ulaştık. Kendimizi tanıttık, AA’nın 400 Kürt hikayesini sorduk. Bakanlık yetkilileri Suriye’de bir gözaltı operasyonu olmadığını belirterek, haberin sallama olduğunu söylediler.

Suriye Kürdistan’ında örgütsel ve siyasi faaliyet yürüten PYD Partisi’nin Halep’teki yetkililerinden Mustafa Ebu Hasan’a da aynı soruları sorduk. Ebu Hasan biraz şaşırdı. Acaba ‘benim mi haberim yok’ der gibisinden. 15 dakika sonra ‘tekrar arayın’ dedi.

Kendisi bu 15 dakika içinde Afrin, Qamişlo, Haseke’deki arkadaşlarıyla konuşmuş. ‘Var mı oralarda bir şey’ diye… Ebu Hasan, 400 Kürdün haberini hemen yalanladı, son bir ayda tek bir gözaltı yok… Ancak çok önemli bir bilgi daha verdi. O da iki hafta önce Taraf Gazetesi’nin de sürmanşetten duyurma ihtiyacı hissettiği öldürüldüğü iddia edilen 11 PKK’linin aslı astarını anlattı. Aslında onlar PKK’li değil, Kilise 7 kilometre ötede olan tek bir Kürdün yaşamadığı Azaz köyündeki Araplar. Azaz’da iki aşiret arasında çatışma çıkmış iki taraftan da 11 Arap ölüyor. Ama AA ‘boşver ha Arap, ha PKK’lı’ diye yazmış işte…

BİZİ DEĞİL BELKİ BAZI TÜRKLERİ KANDIRABİLİRLER

PYD yetkililerinden Mustafa Ebu Hasan ANF’ye söyledikleri şöyle: ‘’Son dönemlerde Türk basınında Suriye’deki Kürtleri hedef gösteren haberlerin sayısı artıyor. Anlamış değiliz. Suriye’nin evet Kürtlere yönelik baskıları var. Arap Kemeri yeniden bazı bölgelerde canlandırılmak isteniyor. 300 bin kimliksiz Kürt var. Kürtlerin ev satın almaları, ticaret yapmaları vs. yasak. Bunları biliyorsunuz. Ancak 400 Kürdün gözaltına alındığı haberi yalan.

Türkiye acaba Suriye’yi Kürtlere karşı kışktırmak mı istiyor. Yoksa Türkiye’deki kamuoyunu mu tatmin etmek istiyor? Suriye’de 400 Kürdün gözaltına alınması 11 kişinin burada öldürülmesi mümkün değil. 400 kişi gözaltına alınacak biz burada sessiz sessiz oturacağız. Kimi inandırabilirler. Suriye ile hiçbir zaman silahlı çatışmaya girmeyen PKK’nin 11 elemanı öldürülecek. Dünya basını bunu görmeyecek. 400 kişi gözaltına alıncak kimse bu haberini yapmayacak. Sadece Ankara’dan yapılacak… Çocuk mu kandırıyorlar. Bizi kandırmazlar, ama belki bazı Türkleri kandırabilirler.

11 ARAP NASIL PKK’Lİ OLDU?

Örneğin iki hafta önce Kuzey Suriye’nin Azaz köyünde iki Arap aşiretinin kavgası sonucu yaşanan ölümler PKK’li diye gösterildi. Kilise 7 kilometre olan bu köyde tek bir Kürt bile yaşamıyor. Araplar birbirlerini öldürmüşler. Ama bunları Kürt, hatta daha ileri giderek PKK’li diye yansıtıyorlar. Bugün sabahta Türk basınında çıkan haber üzerine bütün kentleri ardık. Hiçbir şey yok. Son bir ayda tek bir gözaltı yok. Dün Halep ve Derik’te Zilan’ın ölüm yıldönümü için yürüyüşler yaptık. Polis bile gelmemişti yürüyüşlere.’’’

ABD bastırdı, Türkiye-İsrail gizlice görüştü

Türkiye ve İsrail’li yetkililerin ABD Başkanı Barack Obama’nın baskısı üzerine dün gizlice görüştükleri ortaya çıktı. İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman’ın bilgisi dışında gerçekleşen görüşme İsrail’de krize neden oldu.

Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Crown Plaza otelinde gerçekleştirilen gizli görüşmeye Türkiye adına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail adına ise Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Benyamin Ben Eliezer katıldı. Yaklaşık 2.5 saat süren görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden tesisi ele alınırken, yeniden buluşma tarihinin de belirlendiği bildirildi.

İsrail Haaretz gazetesine konuşan bir yetkili, görüşmeyi doğrularken, gizli görüşmenin ABD Başkanı Barack Obama’nın baskısı sonucu gerçekleştiğini söyledi.

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’dan gizli tutulan görüşme, Lieberman ile Başbakan Benyamin Netanyahu krize neden oldu.

Dışişleri Bakanı Lieberman, yayınladığı bir açıklamada, "bu görüşmenin, Dışişleri Bakanlığı'nın bilgisi olmadan gerçekleşmiş olmasını çok önemsiyoruz. Bu, teamülleri hiçe sayan bir hakarettir. Başbakan ile Dışişleri Bakanı arasındaki güvene yönelik büyük bir darbedir" denildi.

Başbakan Netanyahu ise, gizli görüşme hakkında ‘teknik nedenlerden dolayı’ dışişleri bakanını bilgilendirmediğini açıkladı. Netanyahu, Türk basınında yer alan ‘İsrail istedi’ söyleminin aksine, Türk yetkililerinin Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Benyamin Ben Eliezer ile gizli görüşme talebinde bulunduklarını, başbakan olarak bunu engelleme için bir neden görmediğini kaydetti. Netanyahu ayrıca dışişleri bakanı Lieberman’ın iki ülke arasında son haftalarda yaşanan ilişki geliştirme girişimlerinden haberdar olduğunu belirtti.

Sabah saatlerinde İsrail radyosuna konuşan Lieberman, Başbakan Netanyahu’nun koalisyon hükümetinde kriz yaşanmasını önlemek üzere yapmış olduğu görüşme teklifini reddetti. Lieberman, “Başbakanlık bürosu bu konuda farklı davranmalıydı, en azından benimle danışmalıydı” dedi.

Lieberman, Netanyahu hükümetinin en büyük koalisyon ortağı "İsrail Evimiz" partisinin lideridir.

İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler, İsrail ordusunun 31 Mayıs günü Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırarak 8’i Türkiye vatandaşı 9 kişiyi öldürmesiyle bozuldu. Türkiye İsrail’e ‘haydut devlet’ yakıştırmasında bulunarak, olaydan dolayı özür dilemesini istemesine karşın, bu ülkeyle asker-ticari ilişkilerde yaptırım uygulamaya yanaşmadı. İsrail ise olaydan dolayı özür dilemeyerek, kenti denetiminde olayları inceleyecek bir komisyon oluşturmakla yetindi.

AA ve DHA'dan 'dev yalan' kampanyası

Başta Anadolu Ajansı ve Doğan Grubu olmak üzere Türk medyasında Kürtlere karşı yeni bir yalan ve ihbar kampanyası başlatıldı.

AKP hükümetinin medyaya yönelik uyarıları ardından, başta asparagas haberciliğiyle ünlü resmi devlet ajansı AA ile Doğan Medyası, Kürtlere karşı “dev yalan” ve “ihbar” kampanyası başlattı.

MEDYADA TEHLİKELİ İHBAR HATTI

Kimliği ikametgahı ve çalıştığı işyeri adresi belli olan Pelşini Bilen hakkında önce 30 Haziran günü Takvim gazetesinde, bugünde diğer bir çok basın organında asılsız “canlı bomba” haberi yapıldı. Kürtleri hedef alan bu ihbar İl Emniyet Müdürlüklerine ‘Acil’ koduyla gönderilen yazı ve fotoğrafa dayandırıldı.

HÜKÜMET İLE KOORDİNELİ YALANLAR

Türk hükümeti Ankara, Washington, Hewler ve Brüksel hattında Kürtlere karşı yeni bir diplomasi trafiğine başlayarak, Kürt karşıtı cepheyi genişletmek istediği bir sırada, Türk medyası da hükümetle koordineli bir şekilde Kürtlere karşı yalan haber kampanyasına yeni bir boyut kazandırdı.

AA’NIN SURİYE YALANI

Anadolu Ajansı bugün yayınladığı bir haberde Suriye güvenlik güçleri PKK'ye “büyük bir darbe” vurduğunu ileri sürerek Halep, Kamışlı, Afrin, Haseke ve Rakka kentlerinde eş zamanlı operasyon gerçekleştirerek 400 PKK'liyi gözaltına aldığını iddia etti. Aynı haber Hürriyet gazetesi ve sözde habercilik yapan diğer medya tarafından da sorgusuz sualsiz, hiçbir kaynağa dayandırmaya gerek duymadan verildi. Hürriyet’e göre Suriye’de “dev operasyon” yapılmış. Bu da ancak hiçbir inandırıcılığı olmayan ‘dev gibi’ görünse de ‘küçük bir yalan’ kadar kıymeti olmayan, ancak tamamen Kürt karşıtlığı üzerine kurulu bir pozisyon olarak değerlendirilebilir.

AA’nın servis ettiği bu haberin hiçbir dayanağı yok. Suriye yetkililerinin bu yönlü bir açıklaması olmadığı gibi, Kürt kaynaklar da hiçbir şekilde bu iddiaları doğrulamıyor. Güneybatı Kürdistanlı Kürt siyastçi Mustefa Elî de, 200 Kürdün gözaltına alındığı yönündeki haberleri yalanladı.

Aynı ajans, Suriye’de uzun bir süredir Kürtlere karşı alınan sert tedbirleri de yeni kararlarmış gibi vermekten geri durmuyor. AA’ya göre Haseke’de PKK’ye lojistik destek sağlayan Kürtlere karşı sert yaptırım uygulama kararı alınmış.

AA’YA TARİH DERSİ

Ancak direktiflerle yazabilen bu haber ajansına Suriye’de Kürtlerin içinde bulunduğu koşulları anlatmanın bir yararı olmayacak ancak yine de şu hatırlatmaları yapmakta fayda var. Haberde bahsedilen kararlar yeni olmadığı gibi, doğrudan Kürtleri hedef alan bir uygulama olduğu açık. Suriye’nin Arap kemeri politikası 1960’lı yıllara dayanıyor ve o dönemde PKK yoktu. 1962 yılındaki nüfus sayımı sonrasında 300 bini aşkın Kürt kimliksiz bırakılırken, bunlardan 225 bini vatandaşlık haklarından yoksun bırakıldı. 1962 sayımının ardından kimliksiz bırakılan Kürtlerin, mal varlığına da el konulmuştu.

Son yıllarda Arap kemeri yeniden canlandırılarak, sertleştirildi. Bu da yeni bir durum değil. Suriye rejimi Arap Kemeri politikası çerçevesinde 2008’de Kürtlerin kendi topraklarında gayrı menkul alıp satımını yasakladı. 10 Eylül 2008’de Kürt karşıtı yeni bir yasa çıkarıldı. 49. Maddeye göre, Güney Batı Kürdistan’da hiç kimse mülklerini satamayacak veya yenisini inşa edemeyecek. Suriye devleti sınırını boydan boya ve 25 km derinliği kapsayan alan içinde gayrimenkul alım-satımı yasaklayan 49. madde, Arap Kemeri projesi çerçevesinde 1963’te çıkarılmıştı. Yeni düzenleme ile yasanın ilk halinde belirtilen 10 km derinlik 25 km ye çıkarıldı.

Bu yasa özellikle Cizire, Afrin, Qamışlo, Derik gibi Kürt bölgelerinde Kürtlerin aleyhine uygulamaya konuldu. Kürtlerin verimli topraklarının ellerinden alınması ve yabancı duruma düşürülmelerinin amaçlandığı yasa ile birlikte Kürt bölgesinde Kürtler ne evini ve toprağını satabiliyor ne de başkası alabiliyor.

Türk medyası 15 ve 16 Haziran tarihlerinde de Kamışlı, Afrin, Haseki ve Halep kentlerinde düzenlediği eş zamanlı operasyonlarda 11 PKK’linin yaşamını yitirdiğini iddia etmişti. Bu bilgiler de hiçbir kaynağa dayandırılmadan servis edilmişti. Kürt hareketi bu bilgileri yalanlamıştı.