13 Ekim 2012 Cumartesi

Halep Hesaplaşma Merkezi

Halkların birlikte yaşadığı mozaik kentlerden Halep, artık korkunç ve trajik manzaraların sahnesi haline geldi. Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ve çok kimlikli yapısıyla yarım yüzyılı aşkındır BAAS diktatoryası altında demokrasi özlemiyle yaşayan kent, artık belirsiz bir kaosun ortasında çatırdıyor.

Yaklaşık 18 aydır Suriye’de yaşanan iç savaşın merkezi; ikinci ve büyük endüstri kenti Halep'tir. Son üç aydır rejim güçleri ile karşıtları arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Her günün bilançosu; onlarca ölüm, yüzlerce yaralı, bir o kadar göç…

Ben de kentteki savaşın acı gerçekliğinin son aylardaki tanığıyım.

SAVAŞIN KADERİNİ BELİRLEYECEK

Suriye iç savaşının kaderini şu an Halep’te yaşanan şiddetli savaş belirleyecek. Suriye rejimi, bunun için son aylarda tüm gücüyle bu kente saldırıyor. Suriye rejimi, savaş uçakları, saldırı helikopterleri, tankları, obüs ve havan toplarıyla gece gündüz silahlı rejik karşıtlarının yerleştiği bölgelere bomba yağdırıyor. Selahaddin, Haydariye, Bıstan Başa, Mesekkin ve Henano saldırıların en yoğun olduğu bölgeler. Uluslararası güçlerin desteklediği rejim karşıtlarının, saldırıları da devam ediyor. Artık çatışmalar, Halep kent merkezi ve Halep Kalesi civarına da sıçramış durumda.

Bugün itibariyle Halep’in yüzde 90'ı şavaş alanıdır.

FİYATLAR SAVAŞLA TIRMANDI

Savaş doğası gereği yaşam koşullarını da olağanüstüleştirdi. Halep'te yaşamının bedeli, kadar yaşayabilmenin fiyatı da oldukça ağır. Litresi 50 Suriye lirası olan benzin fiyatı, şimdi 150 liraya çıktı. Aynı oran mazot fiyatları için de geçerli; taksi fiyatlarına/taşımaya yansıması da cabası.

En büyük sorunlardan biri de ekmek. Yanlış okumadınız, ekmek bulmak… Tanesi 20 lira olan ekmek, şimdi 60 liradan satılıyor. O da her zaman bulunmuyor. Tüm gece fırının önünde sıra bekleyip, şafak sökerken eve ekmeksiz dönenler de var.

Elektrik kesintisi de; daha doğrusu elektriksizlik büyük dert. Kesintiler on saati bulabiliyor. Telefon ve internet bağlantısı ise on günde bir kez ya var ya yok.

Halep'te her şey pahalı ama ucuz olan bir şey var. Malesef insan yaşamı! Savaşın dili ve gerçeği işliyor Halep'te. Ne hesap veren, ne de soran var. Ne yasalar, ne de yasalara uyan var...

KÜRT BÖLGELERİ YPG KONTROLÜNDE

Halep’te 600 binin üzerinde Kürt nüfusu var. Kürtler on yıllar önce BAAS rejiminin ayrımcı politikaları ve ambargoları neticesinde buraya yerleşmişler. Kürt nufüsunun yüzde doksanı Şêx Meqsûd ve Eşrefiyye bölgelerinde yaşamakta. Örgütlü olan Kürtler, çatışmaların başlamasıyla kendi sistemlerini aktifleştirip savunma gücünü geliştirdi. Buna rağmen rejim ve destekçilerinin saldırı ve provokasyonlarına maruz kaldı. Bugüne kadar onlarca Kürt yaşamını yitirse de, çatışmaların Kürt bölgelerine sıçraması engellendi. Yine de onlarca aile en güvenli bölge olarak gördükleri Batı Kürdistan'a göç etti. Kürt bölgelerinin savunması da YPG (Yekîneyên Parastina Gel) güçleri tarafından yapılmakta. Bölgedeki tüm giriş ve çıkışlar YPG güçlerinin kontrolünde.

TEK MUHATAP MALA GEL

Kürt bölgeleri olan Şêx Meqsûd ve Eşrefiyye, çatışmalardan etkilense de örgütlenme çalışmaları sürüyor. Savaşın acıları, zorlukları karşısında daha da birleşerek, bağımsız ve özerk duruşlarını korudular. Burada yaşanan sorunların tek muhatabı 'Mala Gel' yani Halk Meclisi. Yaşanan toplumsal sorunların çözüm yeridir Mala Gel. Gece-gündüz kapıları açık olan Mala Gel'e günün yirmidört saati halk akın eder. Şikayetler gelir, başvurular yapılır. Siyasi, ekonomik vb. her türlü sorun tartışılarak çözüme kavuşturulur. Burayı ziyaret eden Kürt, Arap, Türkmenlerden Mala Gel ile ilgili görüşlerini alma fırsatım oldu. Oldukça memnunlar.

SAVAŞTA YOLCULUK

Halep’e girmek kadar çıkmak da büyük sorun. Özellikle Halep’ten Kürt kenti olan Kobanê'ye gitmek istediğinizde yolda başınıza gelebilecekleri düşünmeden edemezsiniz. Son ayların çatışma merkezlerinden biri olan Bıstan Başa’dan yol gider Kobanê'ye. Bistan Başa’dan geçerken yol boyunca yakılan arabalar, bombalanmış binalar, etrafa saçılmış herşey ve halen bir yerlere gitme imkanı bulamayan, masum ve tedirgin yüz ifadeleriyle ve bir saat sonra başına gelebileceklerden habersiz bakan insanlar görünür. İşte bu hayalet manzaraların ortasından geçene kadar ecel terleri dökmemek elde değil.

Önünüzde bekleyen silahlı gruplar ve tepenizde dolaşan savaş uçakları eşlik eder size. Kazasız belasız Kobanê'ye ulaştığınızda yeniden dünyaya gelmiş gibisiniz. İki saat süren Halep-Kobanê yolunda bazen altıya varan 'Ceyş-î- Hür' yani Suriyeli silahlı muhalif güçlerin kontrol noktaları bulunmaktadır. Özerk Batı Kürdistan kenti Kobanê sınırlarından sonra YPG yani 'Halk Savunma Birlikleri' kontrol noktaları yer alıyor.

HALEP-EFRÎN YOLU

Diğer bir Kürt kenti olan Efrîn’e gidiş gelişlerde de aynı sorunlarla karşılaşıyor insan. Halep–Efrîn arasında bulunan Handan, Haretan, Daret Aza aylar süren çatışmaların ardından şu an rejim karşıtlarının kontrolünde. Sözkonusu bölgelerin yüzde sekseni boşaltıldı. Normal şatlarda otobüsle kırkbeş dakika süren Halep-Efrîn yolu, şimdi bir buçuk saate çıkmış durumda. Anayolun ulaşıma kapatılması nedeniyle arabalar oldukça dolambaçlı yollardan gidip-gelmek zorunda kalıyor.

Halep’ten Efrîne giderken kentin çıkışında ilk olarak rejimin kontrol noktasından geçiliyor. Hemen beşyüz metre ötesinde muhalif grupların kontrol noktaları bulunmakta. Özerk Batı Kürdistan kenti Efrîn sınırına ulaşılıncaya kadar en az silahlı muhalif grupların dört kontrol noktasından geçiliyor. Halep-Efrîn yolu Kobanê yolu kadar risk taşımasa da orada savaş uçaklarının ne zaman üzerinize bomba yağdırıcağını kestiremezsiniz. Zaman zaman bu yoldan geçen araçlar da savaş uçaklarının saldırılarına maruz kalıyor.

YAŞAMAK VE ANLATMAK...

Savaşı yaşamak ve anlatmak çok farklı şeyler. Gözlerimin kaydettiği, tanık olduğum acı ve trajik yaşam manzaralarını olduğu gibi yazıya dökmem mümkün değil. Harabeleşen şehir ve parçalanan bedenleri anlatamam. Bu korkunçluklar içinde Suriye’nin geleceğinin nasıl olabileceğini kestiremem. Yalnız şu kadarını biliyorum; uluslararası güçlerin Suriye üzerindeki iktidar çatışması kızıştıkça, bedelini buradaki halk daha ağır ödüyor/ödeyecek...


ANF

Suriye’de Oluşan Yeni Politik Dengeler

Esad’ın iktidarda kalması, Şiilerin politik zaferi olarak Ortadoğu’da güçlerin yeniden dizayn edilmesi şeklinde karşımıza çıkacaktır. Bu bakımdan kabile devletleri özelliğine sahip olan Körfez devletleri, Suudi Arabistan eksenli federatif bir tek devlete yöneleceklerdir. Şiilerin politik etkinliği karşısında bu oluşum, kaçınılmazdır.

Suriye’deki politik gelişmeler küresel kapitalist güçlerin bölgesel stratejileri bakımından bize önemli bir fikir veriyor. Suriye’nin önemi öylesine arttı ki, dün çatışma ve rekabet halinde olanların yarın yeni ittifak güçleri haline gelmeleri sürpriz sayılmamalıdır. Bütün politik veriler, Suriye’nin bir Libya ve bir Mısır olmadığını ortaya koymuş bulunuyor. Çünkü Suriye politikası, esasen küresel-emperyalist güçlerin stratejik çatışması haline geldi. Bu bakımdan hem uluslararası, hem de bölge ilişkilerinde politik denklem yeniden şekilleniyor. Gelinen aşamada Suriye’de olası gelişmeleri birkaç yönden yeniden analize ihtiyaç olduğu anlaşılıyor.

Küresel güçlerin Suriye politikasının uzlaşma eğilimi


Uluslararası güçlerin Suriye üzerinde devam eden bölgesel politikalar giderek bir dengeye oturmuş bulunuyor. ABD ve Rusya arka planda yürüttükleri diplomatik görüşmelerde giderek bir anlaşmaya doğru evirildikleri anlaşılıyor. Özellikle ABD ve AB’nin muhaliflere olan desteğinin giderek minimum düzeye düşmesinin önemli bir faktörü de, Rusya-Çin ittifakı ile ABD-AB ittifakı arasında yapılan pazarlıkların giderek sonuç vermeye başlamasıdır. Bu noktada ABD’nin Rusya ile kaçınılmaz olarak uzlaşmaya doğru gittiğini gösteren önemli veriler bulunuyor. Bunun en somut örneği de Suriye toplarının Akçakale’ye düşmesi sırasında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “siyasal çözümü ön plana çıkartması” gerektiğine yönelik açıklaması, politik hamlelerin ipuçlarını verdi. Ayrıca Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin de “Suriye’ye yönelik uluslararası bir askeri müdahaleye karşı olduğunu” açıklamış olması, küresel güçlerin Suriye konusunda izledikleri politikaların giderek benzeşmeye başladığını gösteriyor.


Biliniyor ki, Rusya’nın Akdeniz’i kontrol eden tek askeri üssü Suriye’dedir. Bundan vazgeçmeyecektir. Esad sonrası politik denklemde bu askeri üssün hiçbir güvencesinin olmayacağını biliyor. Bu bakımdan Suriye eksenli Rusya’nın bölgesel politikasının başarısız olması, bölgesel denklemi önemli oranda etkiler. Suriye politikasındaki başarısı, onu Ortadoğu’da çok daha ciddi bir güç yapacağı gibi İran ve Suriye’den sonra Şii Irak yönetimiyle geliştirdiği askeri ilişkiler son derece dikkat çekici bir konuma geldi. Ayrıca, Rusya’nın çok belirgin olmasa da Türkiye ile olan ilişkilerine giderek bir mesafe koymaya başlaması, Putin’in Ekim ayı içerisinde yapacak olan Türkiye ziyaretini iptal etmiş olması, politik ilişkilerin giderek gerginleşmeye başladığını gösteriyor.

AB’nin Suriye politikası bir bütünlük oluşturmuyor


ABD ise özellikle karşı karşıya olduğu ekonomik krizin etkileri nedeniyle uluslararası ilişkilerde askeri müdahalelerin içerisinde doğrudan yer almak istemediği anlaşılıyor. Ayrıca ABD seçimleri de bu sürecin ek bir faktörü olarak değerlendirilse de ABD’nin dış politikası, geçmişte olduğu gibi büyük askeri müdahalelere pek sıcak bakmıyor. ABD’nin ekonomik gücündeki gerileme ve 15 trilyon Dolarlık dış borcu nedeniyle, askeri müdahalelere dolaylı katılım sağlamayı, daha çok müttefik ve eksen ülkeler üzerinde bir müdahaleyi esas almaya başladı. AB’nin Suriye politikası bir bütünlük oluşturmuyor. Savaş yanlısı bir politika izleyen Fransa’nın eski mandalarına sahip olması arzusu pek etkili olmadı ve aktif savaş politikasından geri adım attı. Aynı şekilde İngiltere’de askeri müdahalenin sonuç vermeyeceğini gördü ve Suriye politikasında belirli değişikliklere yöneldi. Avrupa’nın ekonomik gücü olan Almanya ise başından beri askeri müdahaleye sıcak bakmıyor. Ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya olan AB’nin Suriye politikası, uluslararası bölgesel ilişkilere göre yeniden dizayn edildi. Ayrıca ABD ve AB’nin Suriye politikasına etkileyen ama basında çok fazla yer edinmeyen bir başka faktör de, Suriye’de nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Hıristiyan toplumunun kanaat önderlerinin tutumları oldu. Suriye Hıristiyanlarının çok önemli bir kesimi Esad’tan yana tutum aldılar. Vatikan üzerinde AB ve ABD’nin Suriye politikasını etkilemeyi başardılar.


Bütün bu veriler, küresel sermaye güçlerinin, Suriye politikası nedeniyle bütünlüklü olarak karşı karşıya gelemeyecekleri ve savaş içerikli çatışmalı bir durum yaratmayacaklarını ortaya koyuyor. Bu bakımdan Rusya’nın askeri üssünün bulunduğu bir ülkeye, NATO müdahalesini beklemek politik bir saflık olur. Türkiye’nin NATO’nun 5.maddesinin işletilmesi talebi hiç bir zaman gerçekleşmeyecektir. 


Buna karşılık Esad rejimini geçiş sürecini hızlandırması için Rusya çok daha fazla bir baskı oluşturacaktır. BM Güvenlik Konseyi içerisinde yer alan bütün küresel-emperyalist güçler yeni bir Suriye politikası üzerinde uzlaşıya varacaklardır. Bu kaçınılmaz bir durumdur, aksi takdirde, Suriye’de derinleşecek bir iç savaş bütün bölge ülkelerini kapsayacak düzeyde olması, küresel sistemin stratejik çıkarları bakımından önemli riskler oluşturacaktır. Özellikle enerji yataklarının kontrolü, işletilmesi ve taşınmasında ortaya çıkacak önemli riskler, dünya küresel ekonomisini çok ciddi oranda etkileyeceği biliniyor. Bu durumu hiçbir güç ve uluslararası tekel göze alamaz. Bu bakımdan şu veya bu ölçüde bir denge politikasıyla sürecin aşılmasını sağlayacaklardır.

Bölge ülkelerin politikalarında olası değişiklikler


Bölge ülkelerinin oluşturduğu politikalar, küresel güçlerin belirlediği stratejiye paralel olarak gelişiyor. Ancak her ülkenin kendine özgü bir kısım bölgesel çıkarları da sürecin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu ülkelerden ilk sırayı İran alıyor. İran, Suriye iç savaşanın aktif bir taraftarıdır. Suriye ordusu ile birlikte binlerce devrim muhafızı, muhaliflere karşı savaşıyor. Devrim muhafızları Irak üzerinden çok yoğun bir şekilde Suriye’ye aktarıldı. Muhalifler bakımından önemli bir geçiş sahası olan Lübnan bölgesi de Hizbullah tarafından denetlenmeye başlandı. Binlerce Hizbullah militanı, Esad rejimini desteklemek için Suriye’de savaşa dahil olmuş bulunuyorlar.


İran ve Hizbullah aynı ideolojik kökene sahip olmaları bir yana, Suriye’de politik denklemin değişmesi iki güç içinde çok önemli askeri ve politik sorunlara yol açacaktır. Hizbullah’ın güçlenmesi ve bölgesel ilişkilerde aktör olmasını sağlayan en önemli faktör, Suriye’nin vermiş olduğu aktif destektir. Bu damarın kesilmesi, bir bakıma Hizbullah’ın kuşatılması anlamına gelecektir. İran için durum çok daha stratejiktir. Esad’ın yenilgisinin politik sonuçları İran için çok daha sarsıcı olacaktır. Molla rejimi bu gerçeğin farkındadır. Bu bakımdan Suriye sorununu Türkiye gibi kendi iç politikası olarak görmekte ve savaşan gücüyle doğrudan taraf olmaktadır. Son iki aydır, Esad askeri güçlerinin başarılı bir noktaya gelip inisiyatifi ele almasının önemli bir faktörü de binlerce devrim muhafızının savaşın aktif gücü olmasıdır.


İkinci ülke Irak’tır. Şiilerin denetiminde olan Irak yönetiminin Suriye politikası çok belirgin olmazsa da esasen İran’a yakın olduğu biliniyor. Bu bakımdan Esad rejimine vermiş olduğu lojistik destek, askeri destek kadar çok önemli bir etkiye sahiptir. Hem askeri, hem de gıda maddelerinin geçişi bakımından önemli bir işlev gören Irak’ın Suriye desteğiyle ABD’den çok Rusya’ya yakın durduğu anlaşılıyor. Maliki rejiminin Rusya ile 5 milyar Dolarlık silah anlaşması yapması, Rusya’nın bölgesel gücünün artması bakımından bir veri olarak algılanabileceği gibi, bunun arka planında Suriye politikasının önemli bir rol oynadığı biliniyor. Şii İran ve Irak ile Sünni Suriye denklemi ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu bakımdan Irak’ın Suriye politikası İran’ın bir benzeri olup Rusya ile ittifakın çok daha güçlenmesine yol açmaktadır.


Mısır, Müslüman Kardeşler iktidarını istiyor

Üçüncü ülke Mısır’dır. Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler, aynı şekilde Suriye’de de kendi ikizleri olan ‘Suriyeli Müslüman Kardeşleri’nin iktidarda olmasını oldukça arzulamaktadırlar. Ancak Mısır’ın yeni yönetimi, ülkesindeki iç politik dengelerin yerli yerine oturmaması nedeniyle aktif bir müdahil güç olmak istemiyor. İran ile ilişkilerin yeniden kurulması, İsrail ile geleceğin belirsizliği ve Libya’daki politik istikrarsızlık gibi faktörler nedeniyle Mısır yönetimi, Suriye’ye askeri bir müdahaleye karşıdır. Ancak Esad rejiminin de gitmesinden yana bir politika izliyor. Bunun bugünkü politik koşullar içerisinde hemen gerçekleşmeyeceğinin farkındadır. Bu bakımdan daha reel bir politika izliyor. Değişimin zaman alacağının farkında olup barışçıl geçiş sürecinden yana görünüyor. Böylelikle bölge ülkeleri arasında daha dengeli bir politika izleyerek politik etkinliğini arttırmaya çalışıyor. Mısır, Arap dünyasının gelecek lideridir.


Dördüncü ülke ise Suudi Arabistan’dır. Suudi rejimi, Suriye’deki rejimin değişmesini en çok isteyen devletlerden biridir. Çünkü bütün çabası, Şii hareketinin yayılmasını durdurmaktır. Bölgesel ilişkilerde Şiilerin toplumsal ve politik güçleri çok daha aktiftirler. Özellikle Bahreyn, Katar gibi ülkelerde Şiilerin etkin güç olmaları, Arabistan’da nüfusun yüzde 25’ine oluşturmaları Krallığı tedirgin eden önemli bir faktördür. Bu bakımdan Esad rejiminin değiştirilerek Sünni bir gücün gelmesi, bir bakıma Şii yayılmacılığını engellemeye ve kendi iktidarını korumaya yönelik bir politik hamle olarak görüldü. Arabistan gibi Katar, Bahriyen de, Esad rejimine karşı savaşan İslamcı grupları destekleme kararı aldılar. Farklı ülkelerden savaşan Selefiler başta olmak üzere İslamcı militanların Suriye’ye girişini örgütlediler, askeri ve ekonomik destek sundular. Suudi Krallığının bu politikası özellikle ABD, İngiltere ve İsrail’i ciddi oranda rahatsız etti. ABD’nin CIA şefleri, Kral’ın kulağını çekerek uyardılar. Arabistan rejimi, özellikle ağır silahlar vermek gibi taleplerini geri çekti. Ekonomik yardımı da belirli bir düzeyde tuttu. Bu durum özellikle El Kaide gruplarını çok ciddi oranda hayal kırıklığına uğrattı. İslamcı gruplarda, bir bakıma S. Arabistan tarafından kandırıldıkları ve satıldıkları duygusunu oluşmuş bulunuyor. ABD’nin uyarısıyla, Suudi Krallığı, ilk dönemlerde olduğu gibi Suriye’de çok aktif bir rol oynamayacaktır.


Esad’ın iktidarda kalması, Şiilerin politik zaferi olarak Ortadoğu’da güçlerin yeniden dizayn edilmesi olarak karşımıza çıkacaktır. Bu bakımdan kabile devletleri özelliğine sahip olan Körfez devletleri, Suudi Arabistan eksenli federatif bir tek devlete yöneleceklerdir. Şiilerin politik etkinliği karşısında bu oluşum, kaçınılmazdır. Bu bakımdan Suudi Krallığı için Suriye’deki politik gelişmenin sonuçları oldukça önemlidir.

İsrail, Türkiye ve Arabistan politikaları benzeşiyor


Beşinci ülke İsrail’dir. Ortadoğu’da hiçbir dostu bulunmayan tek ülke olarak bölgedeki gelişmelerden en çok etkilenecek ülke İsrail’dir. Mısır’da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi, İsrail’in bölgesel politikalarına önemli bir darbe vurdu. 1976’dan beri Suriye ile fiilen savaş halinde olan İsrail, özellikle Hamas ve Hizbullah’a aktif destek veren Esad rejiminin gitmesini istiyordu. Ancak Ortadoğu’da ortaya çıkan bugünkü politik hamlelerin İsrail’in de yararına olmadığı anlaşılıyor. Bölgesel denklem içerisinde birbirinin karşıtı olan ülkeler arasında dolaylı ittifaklar oluştu. Örneğin Esad’ın gitmesi konusunda İsrail, Türkiye ve Arabistan politikaları birbirine benzeşmeye başladı. Eski müttefiki Mısır ise İran ile yıllar sonra en üst düzeyde diplomatik ilişki kurarak, İsrail’e açık bir mesaj yolladı.


İsrail, son bir yıldır, sessizliğe bürünmüş bulunuyor. Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda sadece İran eksenli açıklama yapıyor. Düne kadar Esad’ın gitmesini isteyen İsrail yönetimi, bu konuda da artık fikir beyan etmiyor. Çünkü yerine kimin geleceği konusundaki belirsizlik, İsrail’in güvenliği bakımından ciddi bir sorun oluşturacaktır. İsrail yönetimi, mevcut gelişmelerin İsrail’in stratejik güvenliği bakımından ciddi sorunlara yol açtığını görmeye başladı. Bu nedenle, zayıf bir Esad yönetiminin kendi çıkarlarına daha uygun olacağı politikası tartışmaya açıldı. İlle de Esad gitmeli politikası, yüksek bir sesle dillendirilmiyor. Ayrıca İsrail’in stratejik uzmanları bölgesel değişimin İsrail için de kaçınılmaz olduğunu sıklıkla vurgulamaya başladılar. Ancak bu değişikliğin sınırları nereye kadar olacaktır. Bu henüz netleşmiş değil? Amerikan seçimlerinin sonuçları bu bakımdan önemseniyor.

AKP devleti, ne yapacağını bilmiyor


Altıncı ülke ise Türkiye’dir. Suriye konusunda başını belaya sokan, sıfırlanan bir dış politika izleyen ve bütün dengeleri kendi alehine çeviren AKP devleti de, ne yapacağını bilmiyor. Sivil yolcu uçaklarına müdahale edecek kadar zıvanadan çıkmış bulunuyor. Türkiye’yi sürecin hamisi yapan ABD, İngiltere ve Fransa geri adım atarak AKP’yi ve Erdoğan’ı çıplak bıraktılar. Türkiye, Suriye rejiminin değişeceğinden çok emin olduğu için de kartlarını çok açık oynadı ve kaybetti. AKP’nin dış politikasının ana unsuru, olası bir Kürt oluşumunu engellemekti. Bunun en kestirme yolu da askeri bir operasyonda aktif görev almaktan geçtiğini hesapladı. Bu kez evdeki hesap çarşıya uymadı. Rusya ve Çin, Suriye’ye yönelik en basit bir operasyona dahi izin vermediler. Suriye’nin iç politik denkleminde Kürtler, Özerkliklerini fiili olarak ilan ettiler. Türkiye’ye sadece izlemek kaldı. 


AKP Hükümeti, olası bir iktidar değişikliğinde Sünni kartına oynadı. Alevi-Sünni çatışmasını körükledi. Bu da ters tepti. Attığı her adımda başarısız olan Türk devleti, bu kez Suriye’yi uluslararası İslamcı hareketin çatışma alanı haline getirdi. Bunu da çok belirgin bir biçimde uyguladı. El Kaide güçleriyle ittifak yaptı. Binlerle ifade edilen İslamcı militanlar, MİT ve Dışişleri bakanlığının ortak organizasyonuyla, sınırdan Suriye’ye geçirildi. Bu gelişme özellikle ABD’yi kaygılandırdı. Obama, hem beyzbol sopasını Erdoğan’ın kafasını indirme tehdidinde bulunda, hem de CIA ve Genelkurmay Başkanlarını Türkiye’ye göndererek, bizzat Erdoğan’ın kulağını çektirdi. AKP devleti, El Kaide militanlarına yönelik belirli kısıtlamalara gitmek zorunda kaldı. Suriye Özgür Ordusuna (ÖSO) silah desteğini azalttı. ÖSO’nun yönetim merkezinin de, zorla Halep yakınlarına taşınması sağlandı. Bir bakıma Esad askeri güçlerinin önüne bir yem olarak sundu. Hatta Türkiye’nin bölgedeki ele geçen MİT elemanlarına karşılık önemli bazı subayları Suriye’ye teslim etti.


AKP devletinin hem Kürt hem de Suriye politikası toptan iflas etti. Bunun çaresizliği içinde daha çok saldırganlaştı. Yenilgi psikolojisiyle çıkartılan ‘Tezkere’nin politik ve askeri bir değeri olmayıp, güçsüzlüğünü gizleme taktiğidir. Bu sürecin ortaya çıkarttığı temel olgu, Türk devletinin politik ve askeri olarak ne kadar güçsüz ve çapsız olduğunun toplum tarafından anlaşılması oldu. Öyle ki, gerillanın denetiminde bulunan ‘Gedikli Tepe’ye 7 taburla saldırıp eli boş dönen Genelkurmay Başkanı, Hatay sokaklarında çocuklar gibi bağırıyor; ‘Yıkılmadık ayaktayız.’


Türkiye bundan sonra, Ortadoğu’da yalnızlıklara oynayacaktır. Suriye eksenli Ortadoğu politikası iflas eden Erdoğan’ın İslam dünyasının lideri olma hayali de böylelikle suya düştü. Kürtler karşısında ayacağı yenilgi de onun bütün ideallerini de söndürecektir.


 DEVAM EDECEK

DR. MUSTAFA PEKÖZ