17 Eylül 2010 Cuma

Onlarin Sayesinde-3


Ülkede çalışamaz hale getirilen kimi gazeteci arkadaşlarımız yaşamını dağlarda sürdürmeye karar verdi. Bu onların tercihiydi ve bize bir şey demek düşmezdi. Her ölüm erkendir; mücadelede toprağa düşen her can, insanı acıtır ama oradan gelen kimi ölüm haberleri bizi daha fazla sarstı. Birlikte gazetecilik yaptığımız kimi arkadaşlarımızın dağlardan gelen ölüm haberleri, bizi en çaresiz bırakan haberlerdi...

GURBETELLİ ERSÖZ

Gurbetelli Ersöz - Özgür Gündem
Gare Dağı - 8 Ekim 1997

Gurbetelli Ersöz 1965 yılında Elazığ'ın Palu ilçesinde doğdu. Çukurova Üniversitesi Kimya Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1989 yılında tutuklandı, 1993'te cezaevinden çıktı. Cezaevinden çıktıktan sonra Özgür Gündem gazetesinde gazeteciliğe başladı ve kısa sürede gazetenin genel yayın yönetmenliğine kadar yükselerek, Türkiye'nin ilk kadın genel yayın yönetmeni oldu. Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığı Özgür Gündem gazetesi, Dünya İnsan Hakları Günü'nde (10 Aralık 1993) polis tarafından basılarak çalışanları gözaltına alınıp tutuklandı.

1994 yılında cezaevinden çıktıktan sonra, bir süre daha gazetecilik çalışmalarını yürüten Ersöz, artan baskılar üzerine mücadelesini dağlarda sürdürme kararı aldı ve 1995 yılında gerillaya katıldı. 8 Ekim 1997 yılında Gare Dağı'nda Türk ordu güçleriyle KDP peşmergelerinin ortak düzenlediği bir operasyonda bir grup arkadaşıyla şehit düştü. Gerillada bulunduğu 1995-97 yılları arasında tuttuğu günlük 'Gurbet'in Güncesi' olarak yayınlandı. Adına her yıl kadın gazetecilik ödül törenleri düzenleniyor ve 2000 yılından beri kendi adına açılan basın okulu faaliyetlerini sürdürüyor.

SİNAN CEMGİL KAHRAMAN

Sinan Cemgil Kahraman - Özgür Politika
Botan - 14 Eylül 1998

Dersim'in Hozat ilçesi Kızılmezra köyünde 1973'te doğan Sinan Cemgil Kahraman, uzun bir süre Özgür Politika'da Enver Polat ile birlikte çalıştıktan sonra katıldığı gerillada şehit düştü. Ozan Cömert ve Şenge Kahraman'ın çocuğu olan Sinan Cemgil Kahraman, 1991 yılında Avrupa'da mücadeleye katıldı. Enver Polat ile birlikte bir süre çalıştığı Özgür Politika'da editörlük yapan Kahraman, 14 Eylül 1998'de Botan alanında Qatoyê Marînos Dağı'nda çıkan çatışmada yaşamını yitirdi.


MEHMET ŞENOL

Mehmet Şenol - Özgür Gündem
Kulp - 30 Ağustos 1994

Mehmet Şenol, 1967 yılında Diyarbakır'ın Kore Mahallesi'nde doğdu. Annesi erken yaşta ölünce, üç ağabeyi ile birlikte 'hızlı' büyüdü. Ticaret Lisesi'nden mezun olan Mehmet Şenol, gazeteciliğe 2000'e Doğru dergisinin Diyarbakır bürosunda Faysal Dağlı'nın yönetimi altında başladı. Mehmet Şenol, Diyarbakır'da 'kırık' diye tarif edilen delikanlı kişiliklerden biriydi; seyyar ciğercilik de yapmış biri olarak gazetecilikte çok önemli bir özellik olan halkla ilişkileri son derece gelişkindi.

Faysal Dağlı ve kimi diğer arkadaşlarımızın ardından Mehmet Şenol da, 1991 yılı yaz aylarında Yeni Ülke'ye katıldı. Hafız Akdemir'in öldürülmesi üzerine Özgür Gündem yönetiminin 'sükunet' çağrısına karşı çıkan Mehmet Şenol, bir süreliğine Van bürosuna gönderildi. Daha sonra geldiği Diyarbakır'da, silah taşıdığı için tutuklandı ve iki ay cezaevinde kaldı. Bir sabah, Hasan Özgün ile gazete balyalarını bayilere dağıtırken üç kişinin silahlı saldırısına uğradı; saldırıdan yara almadan kurtuldular.

Özgür Gündem, 10 Aralık 1993 günü basıldı ve tüm bürolarından 200'e yakın kişi gözaltına alındı. Tesadüfen büroda olmayanların ve hemen serbest bırakılanların başına geçen Mehmet Şenol, gazetenin yoluna devam etmesini sağlayanlardan biriydi. 30 Ağustos 1994 günü Hazro ile Kulp arasında dağlara doğru giden 11 kişilik bir grup, Reşanê köyü civarında tuzağa düşürüldü. Kurşunlanan, bombalanan bedenlerin birisinin cebinden Özgür Gündem tanıtım kartı çıktı. İsim hanesinde Mehmet Şenol yazıyordu...

ENVER POLAT

Enver Polat - Özgür Politika
Besta - 11 Nisan 1998

Bingöl'ün Kiğı ilçesi Kuruca köyünde 1965 yılında doğan Enver Polat (Selçuk Şahan) 1984 yılında mücadeleye katıldıktan sonra, Kasım 1982'den beri Avrupa'ya yayınlanmakta olan Serxwebžn'da çalıştı. Özgür Politika gazetesinin kuruluşunda da yer alan Enver Polat, 11 Nisan 1998 günü, Besta'da şehit düştü. Özgür Politika'nın dizi araştırma ve aktüalite sayfalarını A. Kadir Konuk ile birlikte hazırlayan Enver Polat, kendi adıyla yazı yazmadı, künyede yer almadı ama gazetenin asıl yöneticisiydi.

1996 yılı kışında gerillaya katılan Enver Polat, askeri eğitimini bitirir bitirmez, Zagros'a gitti ve kadro okulunda eğitimler verdi. 1997 kışında Zap'ta yapılan toplantıların ardından, baharla birlikte, bir grup gerillayla Botan'a gitti. Daha Botan'a ulaşmasının üzerinden bir hafta geçmeden, 11 Nisan 1998 günü, içinde yer aldığı grup bombalandı. O'nun da bulunduğu tepeye uçaklar tam 37 kazan bombası bıraktı. Operasyonun ardından ölenlerin isimleri belli oldu. Aralarında Enver Polat da vardı...

ENGİN KİŞİN

Engin Kişin - Özgür Halk
Ağrı - 28 Eylül 1999

Engin Kişin, 1978 yılında Bingöl merkez Dallıtepe (Cafran) köyünde doğdu. İlkokulu köyde, ortaokulu Bingöl'de okudu. Lisede okurken, ağabeyi Tekin Kişin'in gerilla komutanı olması nedeniyle sık sık gözaltına alındı ve işkence gördü. Liseyi İzmir Kemalpaşa'da 1993 yılında bitirebildi. Bir süre Özgür Halk'ın İzmir bürosunda çalıştı. Daha sonra derginin İstanbul ve Ankara bürolarında da bulunan Engin Kişin, 1995 yılı sonlarında tercihini dağlardan yana yaptı. Bingöl, Erzurum, Muş ve Diyarbakır bölgesinde bulundu.
Bu süre zarfında biri omuzundan biri ayağından olmak üzere iki kez yaralandı. 1999 yılındaki 'sınırötesine' çekilme kararı gereği Bingöl-Diyarbakır dağlarından yola çıkan gruplarla sınırı geçmek üzere iken Ağrı'nın Sinekli Yaylası'nda bir pusuya düştüler. Yaralanan bir kadın gerillayı götürmek için geri dönen Engin, 28 Eylül 1999 günü onunla birlikte şehit düştü. Engin'in babası o dönem cezaevinde olduğu için annesi ve yakınları Ağrı'daki çatışma bölgesine gitti ve günlerce verilen mücadele sonunda cenazeyi teslim aldılar. Engin Kişin, doğduğu köyde toprağa verildi.

AYFER SERÇE

Ayfer Serçe - Fırat Haber Ajansı
Urmiye/İran - 18 Temmuz 2006

Fırat Haber Ajansı (ANF) muhabiri Ayfer Serçe (Şilan Aras), Türkiye-İran sınırındaki Kelêreş bölgesindeki İran köylerinde kadın intiharları üzerine araştırma yaptığı sırada İran ordu güçleri tarafından öldürüldü. Uzun yıllar Kürt medyasında çalışan Ayfer Serçe, Mezopotamya Haber Ajansı (MHA) ve ardından ANF'nin Ermenistan muhabirliğini yapıyordu. Ermenistan'da üç yıl süren gazetecilik çalışmalarının ardından Güney Kürdistan'a geçen Ayfer Serçe, gazetecilik görevini iki yıldır burada sürdürüyordu. Fırat Haber Ajansı ve çalışma arkadaşları, yayınladıkları mesajda, Ayfer Serçe'nin yaşamını yitirmesinden büyük üzüntü duyduklarını belirterek, Tahran hükümetini kınadılar. Ayfer Serçe'nin cenazesi İran'dan alınarak doğum yeri olan Urfa'nın Viranşehir ilçesine getirilmek istendi; ancak İranlı yetkililer cenazeyi iade etmediği gibi, bu konuda herhangi bir açıklama yapmayı da reddettiler. Ölümün duyulması ardından Ayfer Serçe'nin Viranşehir'deki ailesine taziye ziyaretleri yapıldı.

HALİL UYSAL

Halil İbrahim Uysal - Med TV
Besta - 1 Nisan 2008

İzmirli bir babanın ve Ağrılı bir annenin ilk çocuğu olarak 1973 yılında Almanya'da dünyaya gelen Halil İbrahim Uysal (Halil Dağ), 1994 yılında Avrupa'da ilk Kürt televizyonu olan Med TV'nin kuruluş çalışmalarında yer aldı. 1995 yılının 1 Nisan günü bir röportaj çalışması vesilesiyle Ortadoğu topraklarında Öcalan ile tanıştı. O'nunla yaptığı bu röportajı 'Benim ilk anlamlı çalışmam' olarak tanımlayan Halil İbrahim Uysal, daha sonra PKK içinde kalmaya karar verdi. Bu kararından sonraki tüm yaşamı, üç gerilla arkadaşıyla birlikte öldürüldüğü 1 Nisan 2008 gününe kadar dağlarda sürdü. İlk dönemlerinde dağlarda gerillaları, gerilla yaşamını fotoğraflayan Uysal, süreç içinde kısa film denemeleri yaptı. 2006 yılında Kürt kamuoyu tarafından çok beğenilen 'Beritan' filmini çeken Uysal, gerilla yaşamını anlatacak 'Ağrı Dağı'na Yürüyenler' adlı projesi için bir süreden beri Bölge'de bulunuyordu.

Halil Uysal'ın çektiği ve yayınlanan filmleri şunlardır: Nepaniya Ržye Me, Firmeskên Ava Zê -Zap'ın Gözyaşları, Tirej (2002), Eyna Bejnê - Boy Aynası (2002), Dema Jin Hezbike (2003), Beritan (2006) ve Ein Lied für Zagros - Zagros için bir şarkı (2007).

Sürgünde öldüler

İşim gereği, Avrupa'ya sık sık giden biriyim. Oraya her gittiğimde, sürgünde yaşamak, oradaki medya organlarında çalışmakta olan gazeteci arkadaşlarımı da görürüm. Onların her geçen yıl biraz daha asılan suratları, benim de içimi acıtır. Avrupa, buralardan ışıltılı bir yer gibi görünür ama soğuk, kasvetli, aslında size 'düşman' insanların arasında sürdürülmeye çalışılan bu yaşam aslında hiç de kolay değildir

BURHAN KARADENİZ

Bahattin Karakütük - Roj TV
Glaskow - 10 Ocak 2005

Burhan Karadeniz, 1973 yılında Diyarbakır'da doğdu. Gazeteciliğe Yeni Ülke gazetesinde 1991 yılında başlayan Burhan, daha sonra geçtiği Özgür Gündem gazetesinde muhabir olarak çalışırken, 5 Ağustos 1992 günü saat 08:30 civarı uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralandı. Ensesinden aldığı tek kurşunla önce Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı, daha sonra da Ankara'ya götürüldü. Kendisini ömrünün sonuna kadar tekerlekli sandalyeye mahkum eden bu saldırıya uğradığında henüz 19 yaşındaydı.

Genç yaşına rağmen kontrgerilla ve faili meçhuller üzerine defalarca manşetlik haberler yaptı. Birçok tehdit aldı; ancak tehditlere -Diyarbakır'da vurulana kadar- aldırmayarak işini yaptı. Burhan Karadeniz, arkadan kurşunlanmış, ensesinden aldığı kurşun yarasıyla felç olmuştu. O günden sonra tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmeye başladı. Ama yine de gazeteciliği bırakmadı. Sürgünde yaşadığı Almanya'da (1993), Özgür Politika gazetesini yayına hazırlama çalışmalarına katıldı.

Med TV yayına başladığında kitap tanıtımları yaparak 'Mavi Vazo' programını hazırladı. 1998'de de gerilla yaşamını anlatan 'Sžretên Jiyane' adlı bir program ekledi çalışmalarına. 22 Mart 1999'da Med TV kapanınca Özgür Politika'da kültür-sanat sayfasında yazmaya başladı. Medya TV açıldığında tekrar televizyonda çalışmaya başladı ve 'Haber Arası' adlı programı yaptı ve sundu. Kürdistan Gazeteciler Birliği -YRK'nin de kurucu üyelerindendi. Geçirdiği bir kaza sonucu, Almanya'nın Bochum kentinde 2003 yılında yaşamını yitirdi. Daha sonra getirildiği Diyarbakır'da toprağa verildi.

BAHATTİN KARAKÜTÜK

Burhan Karadeniz - Özgür Gündem
Bochum - 24 Mart 2003

Mersin'de 1966 yılında doğan Bahattin Karakütük, Mersin TED Koleji'nden mezun olduktan sonra 1984'te ODTÜ Fizik Bölümü'nü kazandı. Ankara'da Özgür Gündem gazetesine diplomasi muhabiri olarak girerek, Özgür Basın dünyasına adım atan Bahattin Karakütük, 1992'den ölümüne kadar Kürt medyasındaki aktif çalışmasını aralıksız olarak sürdürdü. Ankara'da muhabir olarak çalışırken, tehdit almaya başladığı için Avrupa'ya gitmek zorunda kalan Karakütük, Avrupa'da yayınlanan Kürt gazetelerinde diplomasi muhabirliği ve araştırmacı gazetecilik yaptı.

Bahattin Karakütük, aynı zamanda Med TV, Medya TV ve ROJ TV'ye de çeşitli belgesel ve programlar hazırladı. En son olarak Özgür Politika ve Özgür Gündem'de köşe yazarlığı yapmakta olan Karakütük, ROJ TV'de yayınlanan Rojname programının da yapımcılığı ve sunuculuğunu yapıyordu. Özgür Gündem'de yayınlanan son yazısında, sıla özleminden söz eden Bahattin Karatük, sürgünde yaşamaya dayanamayarak İskoçya'nın Glasgow kentinde yaşamına son verdi. Öldüğünde 40 yaşında olan Karakütük evli ve iki çocuk babasıydı. Son yıllarda, her gün geçtiğimiz Kumrular Caddesi, özellikle soğuk kış günlerinde Baha'yı hatırlatır bizlere...

DEVAM EDECEK

Hüseyin AYKOL

Onlarin Sayesinde-2


Kayıpsın diyorlar...

Gazeteci ve dağıtımcı arkadaşlarımız hep arkadan yaklaşan katillerin kalleşçe saldırılarıyla öldürüldü. Ancak en az bunlar kadar kalleşçe olan bir başka yöntem ise, kaybetmeydi. Aslında kaçıranlar, gözaltına alıp, 'bizde yok' diyenler malum kişilerdi. Tarih onları asla unutmayacak ve affetmeyecek.

İster trafik kazasında ölsün, isterse bombalanarak öldürülmüş olsun, görevlerinin başında yaşamını yitirdikleri için onları şehit olarak görüyor; onların kahramanca yükselttiği bayraklarını yere düşürmemeye söz veriyoruz.

Bugün dev bir Kürt medyası varsa, bunu büyük ölçüde onların sayesinde başardık. Yani yaşamı pahasına gazetecilik yapan ve bizlere örnek olan arkadaşlarımız olmasa, biz buralarda olamazdık


FERHAT TEPE

Ferhat Tepe - Özgür Gündem
Bitlis - 28 Temmuz 1993

Ferhat Tepe, Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiriydi. Bitlis şehir merkezinde bulunan evinden 28 Temmuz 1993 günü çıkarken sivil giyimli ve telsizli kişiler tarafından kaçırıldı. Kaçırılmadan kısa bir süre sonra Tepe'nin babasının evine telefon eden bir kişi, Ferhat Tepe'yi, Türk İntikam Tugayı (TİT) adına kaçırdıklarını ve Tepe'nin bırakılması için, dönemin DEP Bitlis İl Başkanı olan babası İshak Tepe'nin partisinden istifa etmesini, 1 milyar lira para getirmesini ve örgütün kaçırdığı dört Fransız turistin serbest bırakılması gerektiğini söyledi.

İshak Tepe, kendisine telefon eden kişiye ait sesin, dönemin Tatvan Tugay Komutanı Korkmaz Tağma'nın sesine benzediğini belirterek bu isim üzerinde dururken, Tuğgeneral Tağma'nın Bölge halkına yönelik uygulamalarına dikkat çekiyordu. İshak Tepe'nin telefondaki sesin Korkmaz Tağma'nın sesine benzediği iddiası boşuna değildi. Zira İshak Tepe, bu olaydan bir süre önce, siyasetçiler ile kentin ileri gelenlerinin çağrıldıkları bir toplantıda Korkmaz Tağma ile tartışmıştı ve tehdit edilmişti.

Nitekim, 18 yaşındaki genç muhabir Ferhat Tepe, 8 Ağustos 1993 tarihinde Elazığ'da, Hazar Gölü'nün Sivrice kıyısında bir balıkçı tarafından ölü olarak bulundu. Ancak gerekli duyuru yapılmadığı için cesetten kimsenin haberi olmadı ve Ferhat Tepe'nin cenazesi, kimsesiz olduğu öne sürülerek ve basından kaçırılarak Elazığ Belediyesi tarafından, Elazığ Asri Mezarlığı'na gömüldü.

Bir süre sonra, ailesinin ve gazetenin olaydan haberi olunca, ceset buradan çıkarılarak teşhis edildi, büyük bir araç konvoyu eşliğinde Bitlis'e götürüldü ve Ferhat Tepe, doğum yeri Bitlis'te binlerce kişinin katıldığı bir törenle toprağa verildi. Ferhat Tepe'nin cesedine yapılan otopsi sonucunda, yoğun işkence yapıldığı, vücudunda sigara söndürüldüğü ve boğazı telle sıkılarak boğulduğu anlaşılmıştı.

Kayıp olduğu süre içinde Ferhat Tepe'yi gördüklerini söyleyen tam 14 tanık çıktı. Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde aynı günlerde gözaltına alınan HEP Bismil İlçe Başkanı Mümtaz Çerçel'in de aralarında bulunduğu 14 tanık, Tepe'yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığı'nda gördüklerini söylüyorlardı. Ferhat Tepe cinayetini aydınlatmak isteyen avukat Epözdemir, Ferhat Tepe'nin kaçırılmasından üç ay sonra 25 Kasım 1993 günü katledildi.


ERSİN YILDIZ

Ersin Yıldız - Özgür Ülke
İstanbul - 3 Aralık 1994

Gazetenin merkezi ve iki bürosu 3 Aralık 1994 günü sabaha karşı aynı anda bombalandı. Merkez büroda Ersin Yıldız öldü, 23 kişi de yaralandı. İstanbul ve Ankara'da bulunan diğer iki büroda o saatlerde kimse olmadığı için sadece maddi zarar meydana geldi. Gazete bürolarımızın bombalanması emrinin dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından verildiği ortaya çıktı. Çiller, yasalarla yayını engellenemeyen gazetemizin bertaraf edilmesini istemişti.

Özgür Ülke'nin bürolarına yönelik saldırılarla ilgili, İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin 31.01.2000 ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 16.03.2000 tarihli kararlarında devletin sorumluluğu vurgulanırken, gerek bu olaya gerekse 1990 ile 2000 yılları arasında meydana gelen olaylara ilişkin yargısal süreçte hiçbir ilerleme sağlanamadı. TBMM'nin 12.11.1996 tarihli kararıyla kurulan 'Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları ile Susurluk'ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlatılması Komisyonu'nun raporunda birçok kez Özgür Ülke gazetesi ile benzer yayın politikası izleyen muhalif basına ve gazetecilere yönelik saldırılara değinildi; ancak çoğu ölüm ve sakatlanmalarla sonuçlanan yüzü aşkın olay 'faili meçhul' kaldı.


NAZIM BABAOĞLU

Nazım Babaoğlu - Özgür Gündem
Siverek - 12 Mart 1994

1974 Siverek doğumlu Nazım Babaoğlu, Urfa Ticaret Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Gündem gazetesinde çalışmaya başladı. Gazetede çalışırken bir ara İstanbul'da bulunan gazetenin merkezinde kaldı. Orada gazetecilikle ilgili pratik çalışmalara katıldı. Sonra tekrar muhabir olarak Urfa'ya geri döndü. Nazım artık gazetenin muhabiri idi. Görevi gereği haber peşinde koşuyordu. Şehir merkezi, ilçe ve köylere gidiyordu nerde bir haber varsa Nazım ordaydı.

Bir gün gazetenin Urfa bürosuna bir telefon geldi. Acil olarak önemli bir haber için bir muhabirin gelmesi isteniyordu. Telefon eden gazetenin Siverek'te irtibatta olduğu Murat Yoğunlu idi. Bu tanıdığın telefonu üzerine Nazım, 12 Mart 1994 günü Siverek'e gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ertesi gün gazetenin temsilcilerinden Bayram Balcı Nazım'ın babası İbrahim Babaoğlu ile birlikte Valiliğe gidip, dönemin Valisi Ziyaettin Akbulut'a durumu bildirdiler. Ardından Siverek'e gittiler. Emniyet amirliğine, kaymakamlığa ve savcılığa yaptıkları müracaatta, yetkililer söz birliği yapmışçasına hep aynı sözleri telaffuz ettiler: Bizde değil, haberimiz yok...

Oysa gazeteye ve aileye tanıklar bizzat gelerek Nazım'ı Siverek'te nerede ve nasıl gördüklerini izah ediyorlardı. Bu tanıkların verdiği bilgi dahilinde toplanan delillerle suç duyurusunda bulunuluyor; ancak savcılar bir türlü harekete geçmiyorlardı. Sonradan öğrenildi ki verilen suç duyurusu için verilen dilekçeler de savcılıkta kayıp edilmiş, kayıtlara geçilmemişti. Nazım'ın kaybedilmesi, birbirini tamamlayan zincirin halkası gibiydi. Her kurum kendine verilen rolü başarıyla oynuyorlardı. Bu konuda çok tecrübeleri olduğu belliydi.

12 Mart 1994'te kaybolan Nazım Babaoğlu'nun cesedi şimdiye kadar bulunamadı. Dönem, Başbakan Tansu Çiller'in 'Ya bitecek, ya bitecek!' dediği dönemdi ve Urfa'da Vali Teyfik Ziyaettin Akbulut (günümüzde AKP Tekirdağ Milletvekili ve İçişleri Komisyonu Başkanı), Urfa Emniyet Müdürü Mehmet Cebe, Salih Tuzcu ve Urfa Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Fidanboy'un sorumlu olduğu dönemde Urfa'da 300'un üzerinde siyasal cinayetler işlendi.


SAFYETTİN TEPE

Safyettin Tepe - Yeni Politika
Bitlis - 29 Ağustos 1995


Safyettin Tepe, Yeni Politika gazetesinin Batman muhabiriydi.

Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiriyken gözaltına alınıp kaybedilen amcaoğlu Ferhat Tepe ile ilgili araştırma yapıyordu.

1995 yılı Ağustos ayında Batman'da gazete bürosundan gözaltına alınarak Bitlis'e götürüldü. Birkaç gün sonra da Bitlis Emniyet Müdürlüğü'nde 'intihar etti' denilerek cesedi ailesine teslim edildi. Yapılan otopside, kendisine işkence yapıldığı ortaya çıktı. Safyettin öldürüldüğünde, 27 yaşındaydı.



VOLKAN ERYİĞİT

Volkan Eryiğit - DİHA
Adana - 19 Mart 2004

Volkan Eryiğit, 2 Şubat 1976 günü Van'ın Edremit ilçesinde dünyaya geldi. Ancak babasının memur oluşu yüzünden birçok ayrı yerde yaşamak zorunda kaldı. Bu yüzden ilkokulu Adana'da, ortaokulu Artvin'de, liseyi ise Zonguldak'ta okudu. Açıköğretim Fakültesi Turizm-Otelcilik bölümünden mezun olduktan sonra, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne bağlı Ahlat Meslek Yüksekokulu'nda Bilgisayar Programcılığı bölümünü bitirdi.

Üniversite bittikten sonra çalışmak için İstanbul'a gitti. Daha sonra Adana'ya dönen Volkan, 1998 yılında HADEP Gençlik Kolları'nda çalışmaya başladı. Buradaki çalışması, 2002 yılına kadar sürdü. Ardından Dicle Haber Ajansı'nda muhabir olarak çalışmaya başlayan Volkan Eryiğit ve Evrensel gazetesi muhabiri Hasan İşler, Demokratik Güç Birliği'nin seçim konvoyunu, SHP'ye ait bir seçim otobüsü üstünde izlerken, 19 Mart 2004 günü, Adana'da geçirdikleri kazada öldüler.

Sabancı Merkez Camii'nde düzenlenen cenaze törenine, ölen gazetecilerin aileri ve yakınlarının yanı sıra DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan, Dicle Haber Ajansı çalışanları ile çok sayıda yurttaş katıldı. Konuşmaların ardından, Volkan Eryiğit'in cenazesi ise Küçükoba Mezarlığı'nda toprağa verildi.


NESRİN TEKE

Nesrin Teke - Özgür Halk
Diyarbakır - 9 Temmuz 2000


Diyarbakır'da 1981 yılında doğan Nesrin Teke, Özgür Halk dergisinin Diyarbakır büro temsilcisiydi.

'Güneşimizi Karartamazsınız' eyleminde 9 Temmuz 2000 günü yaşamını yitirdi. Annesinin gözü önünde kendisini yakan Nesrin, annesine 'Eylemimin anlamını daha sonra anlayacaksın!' demişti.

Tedavi için götürüldüğü Adana Ortadoğu Hastanesi'nde ölen Nesrin'in cenazesi Diyarbakır'a getirildi. Nesrin'in anısına sadık kalan annesi Nezahat Teke, 'Barış Anneleri İnisiyatifi'nde savaşın sona ermesi için çalışıyor.



METİN ALATAŞ

Metin Alataş - Azadiya Welat
Adana - 4 Nisan 2010


Metin Alataş, Mardin'in Dargeçit ilçesinde 1976 yılında doğdu. Ailesi 1980'li yıllarda ekonomik nedenlerle Adana'ya göç eden Metin, 1990'lı yıllarda katıldığı gençlik çalışmalarında iki kez tutuklandı ve yaklaşık 3.5 yıl cezaevinde kaldı. İki yıl kadar Özgür Halk dergisinde çalışan Metin, daha sonra geçtiği Azadiya Welat gazetesinde on yıldır çalışıyordu.

3 Nisan 2010 günü dağıtım yaptığı mahalleden saat 14:00 civarında ayrıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Metin Alataş, 4 Nisan günü Hadırlı Mahallesi'nde bir portakal bahçesinde ağaca asılı halde bulundu. Alataş'ı bulan bahçe sahibinin polise haber verdiği, polisin de Azadiya Welat gazetesinin Bölge baskısının yapıldığı Aslan Matbaası'na haber verdiği belirtildi. Matbaa yetkililerinin de gazetenin bürosunu araması üzerine olaydan haberdar olan gazete çalışanları ile Alataş'ın ailesi ve çok sayıda kişi, adli tıbbın önüne gitti.

Metin Alataş'ın cenazesi 6 Nisan günü binlerce kişinin katıldığı törenle defnedildi. Cenaze töreninde konuşan Azadiya Welat temsilcisi Ali Kalik, Alataş'ın ölümünün sıradan bir ölüm olmadığını söyledi. Törende konuşan BDP İl Başkanı Zeki Karataş, Alataş'ı tehdit edenlerin ölümünden sorumlu olduğunu belirterek, 'Bu barbarlıktır, halk bu barbarlığa cevap verecektir. Halk olarak, kendimizi korumalıyız' dedi. Cenaze Adana Adli Tıp morgundan alındıktan sonra konvoyla Dağlıoğlu Demokrasi Kültür Evi'ne getirildi. Güzergahta bulunan esnaflar da kepenk kapatarak, yürüyüşe katıldı. Küçükoba Mezarlığı'na doğru yola çıkan cenaze aracına binlerce kişi yürüyüşle eşlik etti. Alataş'ın tabutuna yol boyunca karanfiller atılırken, yürüyüşte Azadiya Welat gazetesi, Musa Anter ve haber izlerken geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitiren Volkan Eryiğit'in fotoğrafları da taşındı.

İKİ HUSUS HAKKINDA

Aysel Malkaç kocaya kaçmış

Bunca özverili, bunca kahramanca tarihimiz içinde canımızı sıkan iki hususa da değinmek ve bunu da tarihe not düşmekte yarar var. Böylesi iki şeye de muhatap olduk maalesef.

Özgür Gündem gazetesinde çalışırken, 7 Ağustos 1993'te gittiği haberden bir daha dönmeyen ve bir daha izine rastlanamayan gazeteci Aysel Malkaç, 2004 yılı Haziran ayında Almanya'da ortaya çıktı. Uğruna açlık grevleri bile yapılan Malkaç, 'Dünyada gözaltında kaybedilen ilk kadın gazeteci' diye tanımlanıyordu. Ancak Malkaç'ın Yunanistan'a gittiği, bir süre burada yaşadıktan sonra Rızgari örgütünden biriyle evlenerek, siyasi mülteci olarak Almanya'ya yerleştiğini öğrendiğimizde başta insan hakları yetkilileri olmak üzere hepimiz şoke olduk. İkinci evliliğini yaptığı belirlenen Malkaç'ın Alman iç istihbarat örgütü tarafından sıkı bir şekilde korunduğu da öne sürüldü.

Aysel Malkaç, İnsan Hakları Derneği'nin 'kayıp listesi'nde yer alan ilk kadın gazeteciydi ve adı kayıplara karşı mücadelede önemli bir yer tutuyordu. Nitekim İHD İstanbul Şubesi Başkanı Eren Keskin, 3 Haziran 2004'te Aysel Malkaç hakkında yaptığı açıklamada şöyle diyordu: '10 yıldır bizler insan hakları savunucuları olarak Aysel Malkaç için suç duyurularında bulunduk, açlık grevleri yaptık, sokaklarda oturduk, yürüdük, dayak yedik, gözaltına alındık. Oysa bugün Aysel Malkaç'ın yaşadığı iddia ediliyor. Öncelikle insan hakları savunucuları olarak kayıp olarak bildiğimiz bir insanın yaşıyor olması ne olursa olsun sevindiricidir. Ancak eğer Aysel Malkaç yaşıyorsa haksızlık yapmıştır. Öncelikle gazeteci arkadaşları ve daha yüzlerce kayıp insanımızın anılarına haksızlık etmiştir.'

Mecit Akgün'ü kim öldürdü?

Öldürülen gazeteciler listesinde bulunan Mecit Akgün için kimileri Yeni Ülke muhabiri diyor. Oysa gazetenin genel yayın yönetmeni olarak benim böyle görevlendirmem söz konusu olmadığı gibi, imzalı herhangi bir haberi de bulunmuyor gazetelerimizde. Nusaybin'in Çölova köyü yakınlarında, 2 Haziran 1992 günü bir direğe asılı olarak bulunan Mecit Akgün'ün ağzında paralar, üstünde 'Muhbirliğin sonu budur' diye özetlenebilecek bir bildiri bulunduğu söyleniyor. Bildirideki imza ise PKK'dir. Ancak bu konuda, Bekaa'dan yapılan herhangi bir açıklamayı da duymadık.

Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nun kamuoyuna açıklanmayan 12 sayfalık bölümünün 75-77-78. sayfalarındaki kimi ifadeler ise şöyledir: 'Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen devlet, Behçet Cantürk'le baş edememiştir. Yasal yollar yetmemiş, neticede Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havava uçurulmuş, Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışmasına girilmemiştir: Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Sistem nasıl çalışmalı, sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır? 'Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz' itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Hafız Akdemir... Yahya Orhan... Mecit Akgün... Burhan Karadeniz... (o zaman ölmemişti) Halit Güngen... İzzet Keser... Cengiz Altun... Çetin Ababay... Bunların tamamı OHAL Bölgesi'nde falili meçhul cinayetler sonucu ölmüşlerdir.'
DEVAM EDECEK

Hüseyin AYKOL

Okçuoğlu: Ekonomistler ne işe yarar?

Okçuoğlu: Ekonomistler ne işe yarar?Politik ekonomi uzmanı Dr. İbrahim Okçuoğlu, ekonomide yüzde 10.3'lük büyümeyi ve Çin benzetmelerini değerlendirdi. Okçuoğlu, Güngör Uras, Mustafa Sönmez ve İzzetin Önder'in değerlendirmelerine karşı çıktı, “Bazen, bu ekonomistler ne işe yarar diye düşündüğüm oluyor” dedi.

    Bazen, bu ekonomistler ne işe yarar diye düşündüğüm oluyor. Özellikle gerçeği olduğu gibi söylememe durumu söz konusu olduğunda. Saflar belli: Burjuva medyada yazıp-çizenler, ekonomik veriler kötü çıkınca kahroluyorlar, iyi çıkınca yüzlerinin güldüğü yazılarından anlaşılıyor, ama daha iyi çıkınca da uçuyorlar: Örneğin “İlk çeyrekte Çin’in gerisinde kalan Türkiye gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH), bu kez beklentilerin üzerine çıktı ve yüzde 10.3 büyüyerek Asya devini yakaladı” diyerek uçabilirsiniz (15.09.2010 tarihli Milliyet'ten). Güngör Uras'ın kalbi ekonominin seyrine göre ayarlanmış; “Ayşe Hanın Teyze”sine gelişmeleri anlatmak için bayağı uğraşıyor, ama bu arada da ekonominin her kötü gidişinde kahroluyor, iyi gidişinde de seviniyor; bunu okurlarıyla da paylaşıyor. Ayrıca ekonominin seyri profesöre çiklet alın, ekonomi canlansın reklamı yaptırıyor. Bunların sayısı çoğaltılabilir. Yaptıklarını normal karşılamak lazım; nihayetinde nerede durdukları, kimin için yazdıkları belli. Öyle yazmasalar, işten atılırlar.
Sol liberal, sosyal demokrat oldukları belli olanların değerlendirmeleri ise muhalif olunduğunu bir daha açıklamanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Baz yılı ve ayı şöyle alınırsa sonuç böyle olurmuş, aslında bu söylendiği derecede bir büyüme değilmiş vs. vs. Yani sorumlu kurumlar, bu durumda TÜİK (Bu kurumlar, sahibinin sesidirler), büyüme oranlarını abartmak ve küçülme oranlarını önemsizleştirmek için baz yılını ve ayını keyfi olarak tespit ediyorsa, bu teşhir edilmelidir. Bu kurumun baz yılı ve ayı tespiti uluslararası yöntemlerden farklı değildir (OECD de 2005=100 üzerinden hesap yapıyor). Örneğin, Temmuz ayında sanayi üretiminin büyüme oranını abartmak için, sanayi üretiminin daha önceki en düşük olduğu ayı baz olarak alıyorsa ve bu genelleme üzerinden hareket ediyorsa veya sanayi üretiminin dibe vurmuş durumunu saklamak için keyfi bir baz ayı veya yılı seçiyorsa bunların bilimsel olmadığı açıklanır ve herkes kendine göre bir yöntem üzerinden birtakım sonuçlara varır. Baz olarak alınan bir 2005 yılı var; bütün aylar ve yıllar 2005 yılına göre hesaplanmış. O kadar isteniyorsa, isteyen istediği ayı veya yılı baz olarak alır ve bu ay ve yılın verisini=100 yapar ve kendine göre değerler bulur. Ama bu değerler de 2005 değerlerine göre yapıldığı için sonuç değişmeyecektir. Şayet bir kandırma, aldatma varsa, soruna uzun dönem bazında bakıldığında bu çabuk anlaşılır. Verilerle oynamak kısa vadeli çıkarlar için işe yarayabilir. Ama uzun vadede gerçeğin üstü kapatılamaz. İstatistik bir bilimdir ve öyle ele alınmalıdır. Bu, meselenin bir yönü. Sorunun diğer yönü de gerçeği kabullenmede çekilen zorluktur. Herhalde bir biçimde düzene muhalif olmanın beraberinde getirdiği bir “olmazsa almaz”ın ifadesidir bu zorlanma. Gerçeğin ifade edilmesiyle bu ekonomi ne küçülür ne de büyür. Ama insanların neyle karşı karşıya olduklarını öğrenme hakkı vardır. Ekonomistler yaptıkları açıklamalarla sınıf mücadelesinin sorunlarını da dile getirmiş oluyorlar. Onların açıklamalarından siyasal sonuçlar çıkartanlar oluyor. Önümüzdeki dönemde sınıf mücadelesinde şu veya bu olgular ön plana çıkacak veya çıkmayacak babında siyasal değerlendirmelerle işçi sınıfına ve emekçi yığınlara hitap ediliyor. Bir ekonomist yaptığı açıklamanın bu yönünü de düşünmek zorundadır. Veriler düşüncemize uymayabilir. Bu durumda nesnel gerçeklik zemini terk ediliyor ve gönül neyi doğru buluyorsa ona göre bir değerlendirme yapılıyor. Bunun sayısız örnekleri vardır; “çöktü, çöküyor, battı, batıyor” edebiyatı böyle bir anlayışın ürünüdür. Şimdi bazı verileri ortaya koyalım.
2001'de ekonomi dibe vurdu; örneğin sanayi üretimi yüzde 8,7 oranında küçüldü. 2001 yılının ilk yarısında burjuva medyada battık psikolojisi hakimdi, ikinci yarısında durum değişmeye başladı. Ne oldu? 2001'de yüzde 8,7 oranında küçülen sanayi üretimi 2002'de yüzde 9,5 oranında büyüdü.
Sol liberallerden devrimcilere kadar uzanan yelpazede yapılan nedir? Küçümsemek! Devleti küçümsemek, ekonomiyi küçümsemek, yerli sermayeyi küçümsemek, her şeyi yabancı sermayeye bağlamak; yerli olan ne varsa küçümsemek. Bir devrimcinin, bir bilim adamının, sol liberal de olsa, demokrat da olsa bir ekonomistin görevi küçümsemek midir? Yoksa nesnel gerçeklik neyse onu görüp ona göre hareket etmek midir, politika oluşturmak mıdır? Küçümsedik de ne oldu? Bundan siyasal bir kazancımız mı oldu? Küçümsediğimiz için daha çok işçi, emekçi mi örgütledik? Küçümsediğimizden dolayı insanlar örgütlenmek için kuyruğa mı girdiler? Bu soruları istiyorsanız abartma ile bağlam içinde de sorabilirsiniz. Peki doğruyu söylemekle bir şey mi kaybederiz? Bir yanımız mı eksilir? Bilimsel olmaktan mı çıkarız? Yoksa düşmanı övmüş mü oluruz? Gerçeği yontmak neye yarar? Örneğin sayın Prof. İzzettin Önder ekonomideki son durumun baz etkisiyle açıklanamayacağını bilmiyor mu? Veya baz etkisinin bir kandırmaca olduğunu ve oldukça kısa vadeli bir kandırma olduğunu bilmiyor mu? Baz etkisinden dolayı ancak ve ancak oranın daha büyük çıkacağını ve bunun da reel büyümeyle bir ilgisinin olmadığını; baz etkisinden dolayı maddi değerlerin üretiminde hiçbir değişmenin olmayacağını; kandırmaca baz etkisi yüzde 15 ve gerçek baz yüzde 10 olsa da sonuçta üretimin bu oranlara göre değişmeyeceğini; neyse o kadar olacağını bilmiyor mu? Örneğin sayın Mustafa Sönmez, günümüzde ekonomide büyümenin mutlaka istihdam oluşturmadığını bilmiyor mu? Veya “büyüme sıcak para girişi ile oluyor” derken dünyayı kasıp kavuran şu kriz sürecinde Türkiye gibi bir ülkeye sıcak paranın girmesinin veya panik içinde çıkmamış olmasının ekonominin dinamikliğiyle bir ilgisinin olup olmadığını bilmiyor mu? Mutlaka biliyordur, ama muhalif olmak küçümsemek anlamına gelir. Yoksa değil mi?
Kimin ne dediğinden bağımsız olarak ekonominin seyrini grafikleştirirsek... Bu ekonomi büyük bir ihtimalle bu yılın sonunda, aynen 2001 sonunda olduğu gibi, krizden çıkacaktır. Krizden çıkmaması için olağanüstü gelişmelerin olması gerekir. Krizden çıkmak için üretimin kriz öncesi ulaştığı en yüksek noktanın aşılması gerekir. Yani Mayıs 2008'deki yüzde 123,4 noktasını aşmak gerekir. Temmuz 2010'daki büyüme oranı yüzde 119,9. Arada çok büyük bir fark yok; sadece 3,5 puanlık bir fark. Bütün göstergeler bu yönde. İster sıcak parayla, isterse de “soğuk” parayla olsun ekonomide yaşanan canlanma inkar edilemez. M. Sönmez büyümeyi şöyle açıklıyor: Yani bir büyüme var ama sıcak parayla büyüyor; bir büyüme var ama cari açık gibi bir sorun yaratıyor vb. Burjuva ekonominin diyalektiğinde, mantığında olanı anlamadan temel eleştiri konusu yaparsanız zor durumda kalırsınız: Sayın M. Sönmez'in yerinde olsam, 'yani bir büyüme var ama sıcak parayla büyüyor; bir büyüme var ama cari açık gibi bir sorun yaratıyor' diyeceğime şöyle derdim: “Bir büyüme var ama sömürüye dayanıyor”! Kapitalizmde büyümeyi veya küçülmeyi anlatıyorsunuz. Kapitalist ekonomi, kendi çelişkileri içinde baskıya, talana, sömürüye dayanarak büyümüyor mu? Peki bunun yerine ekonominin nasıl büyüdüğünü de belirterek (çok gerekliyse) büyüme gerçekliği açıklansa ve ona göre politika tespit edilse ne olur? Yoksa bundan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar zarar mı görürler?
Sonuç itibariyle:
Ekonomik ve siyasi yaşamı bilinçli olarak takip etmeye başladığımdan bu yana bu devlet ve ekonomi hep küçümsendi. Sonuçları belli. Biz küçümsedikçe darbe yapıldı. Derme-çatma ekonomi, montaj sanayi dedikçe, o küçümsenen ekonomi (ve böylece devlet de) dünyanın en güçlü 16. veya 17. ekonomisi oldu. Peki biz nerede duruyoruz? Bu gerçeği görerek hareket etmek hata mı olur? Yoksa ne olur? Burjuvaziyi övmek mi olur? Yoksa muhalifliğimiz ciddiye mi alınmaz? İsterseniz Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Stalin'in, Komünist Enternasyonal'in veya Marksist ekonomistlerin, yıkılması için mücadele ettikleri ülke ekonomilerini nasıl ayrıntılı araştırdıklarına, gerçeği olduğu gibi analiz ederek işçi sınıfı ve emekçi yığınları neyle karşı karşıya oldukları üzerine nasıl aydınlattıklarına bir bakın. 

İBRAHİM OKÇUOĞLU