Saidi Nursi öğretisi ile dünya çapında güç ve otorite kazanan Fetullah Gülen’in, cemaatin temel kaynağı olan Risale-i Nur metinlerinde çarpıtma ve değişiklikler yaptığı ortaya çıktı. Said-i Nursi El Kurdi’nin ölümünden sonra cemaat içinde patlak veren tartışma ve görüş ayrılıklarının geri planındaki temel metinlerde tahrifatlar belgelendi. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Cumhuriyet Savcılığının Risale-i Nur yapıtlarındaki tahrifat iddialarına ilişkin bilirkişi raporlarına yansıyan çarpıtmalara yenileri eklendi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kayıhan İçel, Prof. Dr. Erol Cihan ve Doç.Dr. Köksal Bayraktar gibi isimlerin raporlarında, Sözler, Lemalar, Mektubat, Tarihçe, Mesnev-İ Nuriye, İşarat-Ül İ’caz başta olmak üzere temel Risale-i Nur eserlerinde çok sayıda tahrifat saptanmıştı. Ancak yeni ortaya çıkan tahrifatlar ise özellikle Risale-i Nur’larda “Atatürk”, “Kürt”, “Rejim” ile ilgili çoğu kelimelerin değiştirildiğini su yüzüne çıkardı.
Sözkonusu metinlerde Fetullah Gülen cemaatinin yaptığı çarpıtmalar Said-i Nursi El Kurdi’nin kendini Kürt ve Kürdistanlı olarak tanımladığı parçalar tamamen çıkartılmış. Nursi’nin Kürtlere ilişkin metinlerinde yer alan sosyal ve politik ifadeler ise çarpıtılarak Kürt ve Kürdistan kavramları başka kavramlarla yer değiştirilmiş.
KÜRT NURCULARIN ÇEVİRİLERİ SKANDALI AYDINLATTI
Bu konudaki skandal tahrifatlar, Risale-i Nurların Osmanlıcadan tekrar Türkçe’ye çevrilmesine karar veren Kürt yayıncılar tarafından açığa çıkartıldı. Bu çevirilerde, Fetullahçıların özellikle Kürt kelimelerini, “vatandaş” ya da “Azeri” kavramlarıyla ikame ettikleri belirlendi.
Örneğin Said-i Nursi El Kurdi’nin kitabında yer alan “Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler” ifadesi, “Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim!” şeklinde tahrif edildi. Bununla da sınırlı olmayan tahrifatlar, özellikle rejimin ve sağ siyasi partilerin terminolojisine uygun olarak tashih edildi. Söz konusu çarpıtmanın olduğu kitabın ilgili bölümünde şu farklar yer alıyor:
KİTABIN ASLINDAKİ İFADE: “Ebna-yı cincime (Aynı ırktan olanlar) de burada birkaç söz söylemezsem bence bahis natamam kalır.”
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Vatandaşlarıma ve kardeşlerime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis nâtamam kalır”
KİTABIN ASLINDAKİ İFADE: “Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.”
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beşyüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir.”
KİTABIN ASLINDAKİ İFADE: “Hikmet-i İlahi” denilen makine-i alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum aleme mümted ve müteşaib kanun-u nurani-i ilahinin müessisi olan “hikmet-i İlahi” ufk-u ezelden enguşt-u kaderi kaldırmış size emrediyor ki. Tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi “fikri milliyet” ile tevhid ve meczederek zerratın cazibe-i cüz’iyeleri gibi bir “cazibe-i umumi-i milli” teşkili ile Kürt gibi bir kitle-i azimeyi küre gibi tedvir ederek, şems-i şevket-i İslamiye ve osmaniyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba ile muvazene ve ahenk-i umumiyeyi muhafaza ediniz.
Hem “Milliyet” denilen mazi derelerinde ve hal sahralarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan Rüstem-i zal ve Selahaddin –i Eyyubi gibi Kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren ve hissiyat-ı ulviyenin enmuzeci olan “fikr-i milliyetiniz” size emr-i kat-i ile emrediyor ki. Ta her biriniz umum bir milletin makes-i hayatı ve hami-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve “Hamiyet-i Milliyenin” galeyanıyla ahlak da tekemmül ve teali eder.
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Hikmet denilen makine-i âlemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme uzanan ve dalbudak salan kanun-u nûrânî-yi İlâhiyenin müessisi olan hikmet-i İlâhiye, ufk-u ezelden kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile müteferrik su gibi, katre katre zâyi olan hamiyyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle yani: İslâmiyet milliyeti ile tevhid ve mezc ederek zerratın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile bu kütle-i azîmi, küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba' ile müvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza ediniz.
Hem de İslâmiyet milliyeti denilen mazi derelerinde ve hal sahrâlarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan ve Salâhaddin-i Eyyubî ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zâl gibi ecdadlarınızdan emsalleri gibi dâhî kahramanlar ile bir çadırda oturan bir âile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve hayat-ı ulviyenin enmuzeci olan İslâmiyet milliyeti size emr-i kat'î ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum İslâmın ma'kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâmın ferdî bir misâl-i müşahhası olunuz. Zira maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.”
Bu kısımda Said-i Kurdi’nin “Kürt ve Fikr-i Milliyet” ifadeleri, tamamen “Vatandaş ve İslam milliyeti” tabirleri ile değiştirildi.
Kitabın bu kısmında Kürt dili ile ilgili bölüm ise tamamen çıkarıldı. Burada tahrifat yapılması mümkün olmadığı için komple çıkartılması tercih edilmiş. Said-i Kurdi’nin kendisini Kürt ve Kürdistanlı olarak tanımladığı bölümler de ise tamamen “Bedevi” ve “şarklı”, “vilayet-i şarkıye” gibi terimler ile değiştirilmiş.
DİVAN-I HARBİ ÖRFİ’DEKİ TÜRKLEŞTİRMELER
Said-i Kurdi’nin Şeyh Said ve Dersim katliamı ile ilgi yazıları ise söz ve yorum farklarıyla değiştirilerek başka anlamlar yüklenmiş. Bunun yanı sıra Osmanlı Arşiv belgelerinde tıpkı basım diye basılan kitaplarda da Tıpkı basım değiştiriliyor ve Kubbe Altı Yayınları tarafından Osmanlı tarihi olarak basılan kitapta da özellikle İdrisi Bitlisi ile ilgili kısımlar çıkartıldı.
KÜRT İNKARI, ALİ ŞERİATİ ÇEVİRİLERİNE DE YANSIDI
Ancak Fethullah Gülen’nin Kürtlerin inkarı için yaptığı tahrifatların Said-i Nursi’nin eserleri ile sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Gülen’in, Ali Şeriati’nin kitaplarına dayandırarak yazdığı metinlerde de Kürt yerine başka kavramlar yerleştirildiği ve Türklere ilişkin tenkit ifadelerinin metinlerden atıldığı saptandı.
Fethullah Gülen, bu çarpıtmaları “Prizma 2” adlı yapıtında gerçekleştiriyor. Burada Gülen, “Bir kısım sosyologlara göre Yunan medeniyetinin arkasında da yine Mezopotamya medeniyetinin banileri sayılan “Türkler ve Kürtler vardır.” Bu açıdan bu mevzuda kesin bir kısım deliller ortaya koymamız çok zor olmasına ragmen, “ Türk Milleti” buralardaki temel unsurlardan birisi sayılabilinir” diyor. Burada sosyolog derken kastettiği Ali Şeriati’dir. Ve Şeraiti, “Medeniyet ve Modernizm adlı orijinal eserinde şu ifadeleri kullanıyor: “Yunan medeniyetini de hicret eden KÜRTLER’in kurduğu bir medeniyettir. Kürtlerin Yunana gitmeleri ile başlamıştır. Hepsinden önemlisi ve açıkcası “Çağdaş Amerikan Medeniyetidir. Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ve Fırat arasındaki yörede beynen nehrey. Batı söz etmiyor. Çünkü bundan söz ederse geliştirdiği bütün nazariye bir anda boşa çıkacaktır. Oysa bütüncü bir gelişme seyri vardır. Daha önce dediğimiz gibi, “Yunan medeniyetinin kaynağı KÜRTLERE dayanır. Kürtler iki nehir arasında yaşamaktadır. Mezopotamya, dünyanın kültür, medeniyet ve felsefenin merkezidir. Riyazi bilimlerin ilk gelişme gösterdiği yer bu iki nehir arası bölgedir.”
Cemaatin, Şeraiti’nin yapıtında yaptığı en büyük tahrifat ise Dinler Tarihi kitabında ortaya çıktı. Burada Şeriati’nin “İran Aryailerinin Kavmi üçgeni” başlıklı bölümü işte şöyle çarpıtıldı:
KİTAPTAKİ ORİJİNAL İFADELER: “Aryailer İran da üç büyük kavme bölünüyorlar. Bir kısmı doğuda Horasan’da yerleşmeyi seçerek “Partileri” oluşturdular. Diğer bir kısmı kuzey batıda “AZERBEYCAN’DAN KÜRDİSTANA kadar yerleşmeye karar verip meşhur “Medler”i oluşturdular. Üçüncü kısımda Fars eyaleti etrafında merkez ve güneyde kaldılar. Bunlarda “parsiler”(farslar) olarak isimlendirildiler.”
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Aryailer İran’da üç büyük kavme bölünüyorlar. Bir kısmı doğuda Horasan’da yerleşmeyi seçerek “partileri” oluşturdular. Diğer bir kısmı kuzey batıda yerleşmeye karar verip meşhur “madlar” ı oluşturdualar. Üçüncü kısımda Fars eyaleti etrafında merkez ve güneyde kaldılar. Bunlar da “parsiler” olarak isimlendirildiler.”
RİSALE-İ NUR HAKKINDAKİ MAHKEME KARARLARI
Risale-i Nur Külliyatına ait kitaplar ve okuyucuları, uzun yıllar amansız takip ve tarassutlara maruz kaldı. Türk Ceza Yasası’nın yürürlükte olduğu 1991 yılına kadar olan uzun devrede bu eserler ve okuyucuları hakkında iki bin adedi aşkın davalar açılmıştır.
İçişleri Bakanlığı tarafından Emniyet Müdürlükleri’ne gönderilen 8.5.1985 tarih 91193–179-1 sayılı Risale-i Nur külliyatına ait kitaplar hakkında verilmiş mahkeme kararlarını da belirten ve bu kitapların bulundurulması ve okunmasının suç teşkil etmediğini açıkça ifade eden tamimi son derece dikkat çekicidir. Daha sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından Risale-i Nur eserlerinin yasak kitaplardan olmadığı, bu eserleri toplu okumanın suç teşkil etmediği hakkında verilen 23.9.1999 tarih ve 1999–1960 hazırlık 1999-385 karar nolu takipsizlik kararı mevcuttur.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 1984–173 no’lu takipsizlik kararı şu şekilde veriliyor; “Bu kitapların telif hakkını elinde bulunduran ve İstanbul Cağaloğlu Babıali Cad. No: 29-2’de faaliyet gösteren Sözler Yayınevi tarafından eskiden suç teşkil eden kısımları çıkarmak ve bazı değişiklikler yapmak suretiyle Mart 1984 tarihinde yayınladığı 35 Adet kitaptan ibaret Risale-i Nur Külliyatı’nın gazetelerde reklam yapılması üzerine Genel Kurmay Başkanlığı’nın 21.3.1984 tarih ve 3598-1384 snr (148) sayılı yazılarına Atfen Adalet Bakanlığı 26.3.1984 gün ve Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 1-133-47-1984-19507 sayılı yazıları muvacehesinde bu kitapların her biri hakkında eski tarihlerde ayrı- ayrı verilen takipsizlik ve beraat kararları ile bunların dayandığı bilirkişi raporları da gözünde tutularak….kanun yönünden yeniden incelenme yapılması cihetine gidilmiş ve bunun için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kayıhan İçel, Prof. Dr. Erol Cihan ve Doç.Dr. Köksal Bayraktar bilirkişi olarak görevlendirilmiştir.
Mahkeme bilirkişisi “Risale-i Nurlar değiştirilmiştir” Sözler, Lemalar, Mektubat, Tarihçe, Mesne-i Nuriye, İşarat-Üli’Caz, Asa-Yı Musa, Muhakemat, İman ve Küfür Muvazeneleri, Ayet-ül Kübra, Beyanat ve Tenvirler, Divan-ı Harbi Örfi, El Hüccetüz Zehra, Gençlik Rehberi, Hakikat Nurları, Hanımlar Rehberi, Hastalar Risalesi, Haşir Risalesi, Hizmet Rehberi, İhlas Rsaleleri, İman Hakikatleri, Küçük Sözler, Meyve Risalesi, Miftahül İman, Münazarat, Nur Aleminin Bir Anahtarı, Nurun İlk Kapısı, Otuzüç Pencere, Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri, Sünnet-i Seniye Risalesi, Sünuhat, Tabiat Risalesi, Uhuvvet Risalesi, Yirmüçüncü söz, Zühretünnur
Kısaca özetleri ve nitelikleri nakledilen kitaplar hakkında bilirkişi raporlarına göre suç teşkil etmemektedirler. Örneğin Sözler için “ Kitabın eski baskılarının genellikle 8 bin sahife civarında olduğu hatırlanırsa, eskiden suç unsuru ihtiva eden bazı sahifelerin 1961 yılından sonraki baskılarda kitaplardan çıkarılmış olduğu pek muhtemel olarak ortaya çıkmaktadır. Ve bu kitap baskısı ayrı bir fiil olduğu için mahkeme kararının konumuz yönünden geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır” deniyor.
İLK SANSÜR SAİD-İ NURSİ’NİN ÖLÜMÜNDEN HEMEN SONRA YAPILDI
Ancak Fetullah Gülen’in Risale-i Nur ve diğer yapıtlarda açığa çıkan tahrifatları, Said-i Nursi’nin ölümünden sonra Nur cemaati içerisindeki iktidar kavgaları çerçevesinde uzun bir tarihsel geçmişe sahip. Bu tarihsel geri plan, cemaat içerisinde farklı siyasi konjontürlerde farklı liderler çevresinde yaşansa da, sonunda Fethullah Gülen’in stratejik başarısıyla Gülen Cemaatinin lehine dönüyor. Bu başarı, hem temel Risale-i Nur metinlerindeki tahrifatlar, hem Gülen’in devlet ilişkilerindeki iktidara oynayan üslubu hem de askeri cuntanın Gülen üzerindeki baskısı ile sağlanıyor.
Yapılan araştırmalar, Said-i Nursi’nin ölümü ile birlikte yaşanan kavganın özellikle dershane, gazete ve siyasi partiler arasında gerçekleştiğini su yüzüne çıkartıyor. Buna göre ilk sansür, bizzat Risale-i Nur’un ilk öğrencileri tarafından Said-i Nursi El Kürdinin vefatından sonra yapılmıştı.
“URFA’YA ÖLMEYE GELDİM”
Said-i Nursi El Kürdi 23 Mart 1960 yılında Urfa’da vefat eder. Vefatını duyan sevenleri yurdun dört bir yanından şehre akın ettiler. Zübeyir Gündüzalp, Bayram yüksel, Mustafa Sungur, Tahiri Mutlu, Hüsrev Altınbaşak, Ceylan Çalışkan gibi Nurcuların “Ağabeyler” kesimi, bir yandan cenazeyle, diğer yandan ise şehre gelen Nurcularla ilgilenmekteydiler. Cenazenin nereye gömüleceğiyle ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülüyordu. Bir kısım Nurcular, Üstadın Isparta ve Barla’da çok sürgün kaldığı için buralara defin edilmesini istiyorlardı. Hatta bu yönde başbakan Menderes’e kararlarını ileten Demokrat Partili vekillere Menderes, “Kararı Nurcular versin” diyordu. Ama Nurcuların “Ağabeyler” kanadı Hüsrev Altınbaşak dışında “Evliyaullah öldüğü yere defnedilir” diyerek Urfa’ya gömülmesinden yana tavır aldılar. Zaten Said-i Nursi “Ben Urfa’ya ölmeye geldim” diyerek gömüleceği yeri göstermişti. Yapılan iştişarelerden sonra Urfa’da balıklı Göl’ün yanındaki kabre defnedildi.
AĞABEYLER HAREKETİ KONTROL ALTINA ALIYOR
Said-i Nursi’nin ölümünden sonra Nurcular, cemaatin nasıl yönetileceği konusunu görüştüler. Geniş bir tabana oturan cemaatin dağılmaması için tedbir almak gerekiyordu. Cemaatin başına bir kişinin seçilmesi, en yakınındaki kişilerden bir istişare heyetinin kurulması, “Ağabeylerin” hareketi yönlendirmesi, siyasi bir teşkilat kurması gibi görüşler dile getiriliyordu. Bu tip fikirler ortaya çıkınca Zübeyir Gündüzalp, “Ağabeyleri”, yakınları ve iddia sahiplerini bir araya topladı. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur Cemaati’nin ileri gelenleri Zübeyir Gündüzalp’i hareketin başına getirdiler ve kendileri de onun altında bir iştişare heyeti oluşturdular. Bu dönemde sayıları 750 bini bulan Nurcular onca soruşturmaya rağmen büyük ölçüde bütünlük içinde hareket ettiler. Ölümden sonra toparlanan Nurcular, 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bazı sarsıntılar geçirdiler ve Yazıcılar’ın muhalefetiyle karşılaştılar.
İLK MUHALEFET “YAZICILAR”
Daha, Said-i Nursi yaşarken ayrı bir anlayışı tercih eden “Yazıcılar”, Hüsrev Altınbaşak önderliğinde daha farklı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Said-i Nursi’den sonra “Üstad” olduğunu iddia ediyordu. Eserleri Osmanlıca el yazısıyla yazarak çoğaltma yoluna gitmişlerdi. Altınbaşak, dışındaki “Ağabeyler” ise Latin harfleriyle Risale-i Nur’ları basıp çoğaltma yoluna gidiyorlardı. Bu uygulamayı ise Sadi-i Nursi daha hayattayken ondan izin alarak yapmışlardı. Altınbaşak, daha kıdemli olduğunu iddia ediyor ve diğerlerinin kendisine tabii olmasını istiyordu. Cemaatin yara almaması için “Ağabeyler” görüşmek istiyorlar, ama Altınbaşak, “Hainlerle görüşmem” diyordu. Çeşitli görüşmelerden sonra Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşebileceğini belirtti. 40 senedir dışarı çıkmayarak Kuran Tefsiri ve Cevşen’i yazan Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşmesinde “Ben onların hepsini reddettim” diyerek Kırkıncı Hocayı’da yüz geri etti. Yazıcılar, sayıları az da olsa Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyorlardı. Ege bölgesi onların kaleleri gibiydi. Ege bölgesindeki dershaneleri ziyarete giden Zübeyir Gündüzalp, Bekir Berk ve Mehmet Fırıncı ise çoğu yerde dershanelere alınmadılar.
KİRAZLI MESCİT CEMAATİ VE ÇIKARILAN GAZETE
Zübeyir Gündüzalp daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğine inanıyordu. İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsil etti. Cemaatle ilgili kararlar, açılacak dershaneler, Risale-i Nurların basım işi hep bu evde düzenlendi. Cemaat daha sonraları “Kirazlı Mescit Cemaati” olarak anılmaya başlandı. Bu dönemde basın yayın organlarında Nurculara karşı saldırıların yoğunlaşması ve devletin de bunlardan hareketle Nurcuları tekrardan sıkıştırması bir yayının zorunlu olduğu görüşünü kuvvetlendirdi. İlk görüşme Bugün ve Sabah Gazetelerinin sahibi Mehmet şevket Eygi ile yapıldı ama istenilen netice alınamadı. Daha sonraları ise Hilal Dergisi’ni çıkaran Salih Özcan’ın Zübeyir Gündüzalp’le görüşmesi neticesinde “İttihad” adlı gazete kuruldu. 34 Ekim 1967 yılında yayın hayatına başlayan İttihad’da Salih Özcan gazetenin imtiyaz sahibi, Mustafa Polat gazete müdürü, Mehmet Kutlular ise gazetenin sorumlu yetkilisi görevine getirildi. Tirajı kırkbinlere çıkan gazetenin yazar kadrosu; Hekimoğlu İsmail, Ahmet şahin, Altan Deliorman, Necmettin Şahiner, Tevfik Paksu, Ali Ulvi Kurucu, Abdürrahim Karakoç, Vehip Sinan, Gürbüz Azak gibi isimler vardı.
DEMİREL’İN İKTİDARI-ERBAKAN VE BAŞÖRTÜSÜ
SORUNU
Adalet Partisi’nin 1965 seçimlerinde tek başına iktidara gelmesiyle rahatlayan Nurcuları, Necmettin Erbakan’ın polis zoruyla Odalar Birliği’nden uzaklaştırılmasıyla rahatsız oldular. O dönemde tıp fakültesinde başörtüsüyle okuyan Hatice Babacan’ın derslere alınmaması ise “AP Döneminde Müslümalara zulüm yapılıyor” söylemini Nurcular arasında geliştirdi ve yeni parti kurulması fikri dillendirilmeye başlandı. Tevfik Paksu ve Hüsamettin Akmumcu gibileri muhakkak yeni partinin kurulmasını ve başına Erbakan’ın geçirilmesini isterken “Ağabeylerden” Mehmet Fırıncı “Beddiüzzaman böyle bir hadiseye izin vermiyor” diyerek AP varken başka bir partinin kurulmasına olan karşıtlığını dile getirdiler. Nurcular, “Parti kurmak isteyenler”, “Karşı çıkanlar” ve “Tarafsız kalanlar” şeklinde bölünmüşlerdi. Erbakan’ın Adalet Partisi’ne müracaatı ve geri çevrilmesi parti kurma çalışmalarını hızlandırdı. Bu sıralarda Alparslan Türkeş’in bir hamlesi ise gözlerin ona dönmesine yol açtı
“BAŞBUŞ TÜRKEŞ RİSALE-İ NUR OKUYOR”
Nurcular Erbakan’dan endişelenirken, MHP ciddi bir faaliyetle karşısına çıktı. MHP, İslamcıların desteğini almak için onları partisine davet ediyor oy vermeyenleri ise mason uşaklığı ile suçluyordu. MHP’liler yazıcıların lideri Hüsrev Altınbaşak’la görüşüp onun desteğini almışlardı. Bunun dışında Türkeş’in Nur dershanelerindeki adamları ise “Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını” konuşuyorlardı. Bütün bu gelişmeler karşısında Kirazlı Mescit’te toplanan “Ağabeyler” Türkeş ve MHP’nin gerçek yüzünü ortaya çıkaracak bir broşürün hazırlanması talimatını verdiler. Bekir Berk’in araştırıp, Mustafa Polat’ın yazdığı “Tarihi vesikalar ışığı altında İslami Hareket ve Türkeş” adlı bir kitap ortaya çıktı. Bu aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Kitap, Zübeyir Gündüzalp’in talimatıyla Türkiye’nin dört bir yanındaki dershanelere gönderildi. Kimi yerde MHP ile uğraşmak cemaate zarar verir denilerek karşı çıkıldı. Karşı çıkanlar arasında Fethullah Gülen de vardı. MHP bu konuda sessiz kalmadı ve Sakin Öner önderliğindeki komandolar, İstanbul’da MHP aleyhtarı broşürün basıldığı matbaaya silahlı baskın düzenlediler ve broşürleri alıp götürdüler. Bununla da kalmadılar Nurcuların Adalet Partisi’nden büyük paralar aldığını ilan ettiler. Nurcuların özellikle Ankara kanadının Erbakan’ın yanında yer alması neticesinde ittihat gazetesinde eleştirildi ve AP yanlısı yayına ağırlık verildi.
NURCULAR FETHULLAH GÜLENE KIZIYOR
İttihat Gazetesi’nde yazılar yazan Şule Yüksel Şenler’in Bugün Gazetsi’ne transfer edilmesi ve Mehmet Şevket Eygi ve Necip Fazıl Kısakürek’in Nurcuların gazete politikasını eleştirmesi neticesinde Mustafa Polat’ın Eygi’ye sert bir cevap vermesi üzerine Fethullah Gülen Mustafa Polat’a telefon açarak “ Sağa sola yapılan sataşmaları” eleştirdi. Gülen, böyle devam edildiği taktirde İttihat Gazetesi’ni okumayacaklarını beyan etti. Bu konuşma üzerine Gülen’i Erzurum’dan çocukluk yıllarından tanıyan Polat, Gülen’e çok sert bir cevap verdi. “Bu gazete benim değil Nurcuların gazetesidir. Nurcuların faaliyetlerini senin ağa baban olan İnönü bile durduramadı. Sen hiç bir şey yapamazsın” dedi. Bu konuşmadan sonra Nurcular, Fethullah Gülen’e kızarak, karşı bir tavır geliştirdiler. Nurculuğun dışında bir akım oluşturduğu söylendi ve hakkında çeşitli söylentiler yayıldı. Bu söylentiler bütün Nurcuları kapsayınca Fethullah Gülen etrafında kopmalar yaşandı ama o kendi görüşlerinden taviz vermedi.
TABANIN KAYMASI
“Hak geldi batıl zail oldu” ayetini slogan haline getiren Milli Nizam Partisi’nin kurulması ve bu partiye Nurcuların katılması ve Adalet Partisi’nden 41 kişinin ayrılması ve MHP’lilerin de Nurcu gençlere çengel atması “Nurcu Ağabeyleri” derinden düşündürüyordu. Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunu engelleyemeyen Nurcular, tabanlarının partiye kaymasını önlemek amacıyla günlük bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Bekir Berk’in Yeni Asya adını koyduğu gazete, Demirel’in Boğaz Köprüsü’nün temelini attığı 21 Şubat 1970 tarihinde yayın hayatına başladı. Zübeyir Gündüzalp’in liderliğindeki cemaat bu tarihten itibaren Yeni Asya Cemaati olarak anılmaya başlandı. Gazetede Nurculara MHP’ye kapılmamaları ve AP’den kopmamaları tavsiye ediliyordu.
12 MART MUHTIRASI VE ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İN ÖLÜMÜ
“Sağ-sol çatışması” ülkenin gündemine girmiş ve her gün sağ ve sol kesimden insanlar öldürülmeye başlanmıştı. Bu gelişmeler 12 Mart 1971 muhtırasını getirdi. Türkiye İşçi Partisi ve Milli Nizam Partisi kapatıldı. Bugün ve Sabah Gazeteleri kapatıldı. Yeni Asya Gazetesi ise uyarıldı. Bu dönemde Nurcular çok sıkıntı yaşadılar. Karakollara çekilip dövüldüler ama en acı olay 2 Nisan 1971 tarihinde hareketin lideri Zübeyir Gündüzalp’in vefatıydı. Fatih Camiini mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Fethullah Gülen’den, Osman Demirci’ye ve “Ağabeylere” kadar geniş bir katılım vardı. Zübeyir Gündüzalp’ten sonra kimin lider olacağı tartışmaları yaşandıysa da bu “Meşveretle” aşıldı. Bu toplantılarda Mehmet Kutlular ön plana geçti. Bütün ülke çapında dershane açma, kamp kurma çalışmaları ve yayın evi, kitap çıkarma işine ağırlık verildi. Fakat farklı anlayışlar, Zübeyir Gündüzalp’in ölümünden sonra daha da yaygınlaştı. Mehmet Şevket Eygi’nin gazetelerinin kapatılmasından sonra sağ kesim içerisinde Tercüman Gazetesi, dini çevreler içerisinde ise Yeni Asya Gazetesi, çevrelerini etkileyecek güçteydiler. Daha önce siyasi konulara açıkça girmeme tavrına sahip olan Yeni Asya Cemaati, bu dönemde tamamıyla CHP ve MSP karşıtı, AP yanlısı bir yayın organı haline geldi. Bu dönemde dört Nur gurubuna bağlı elli üç kişi tutuklandı.Bekir Berk açıkça Nurcu olduğunu mahkemede beyan etti. Fethullah Gülen ise Nurcu olduğunu söylemedi. Sonuçta Bekir Berk bir yıl ceza alırken içinde Gülen’inde olduğu diğer kişiler beraat etti.
AP YANLISI GAZETE ÇİZGİSİ YENİ KOPMA GETİRİYOR
Bazı ağabeyler yayın anlayışını eleştirerek, gazetenin okunmamasını tavsiye etmeye başladılar. Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Hüsnü Bayram ve onlarla birlikte hareket eden bazı yeni kuşaklar ve vakıflar gazeteyi almamaya başladılar. Bununla da yetinilmedi Risale-i Nur Külliyatı dışında diğer kitaplarda dershanelere sokulmadı. Hekimoğlu İsmail gazeteden ayrıldıktan sonra Türdav Yayınlarını kurdu ve Sur Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Minyelli Abdullah Romanı ile İslami kesim içerisinde hayli popüler olan Hekimoğlu’nun ayrılmasından sonra da gazete yayın politikasını değiştirmedi. Dini çevrenin en çok kitap üreten, ilk ciddi kitap yayını yapan ve Türkiye’nin her tarafında dağıtım ağı bulunan Yeni Asya, yayıncılıkta tekel oluşturmuştu. Kitap yayınında başarılı olunmasına karşın gazetenin AP bülteni gibi çalışması cemaatte yeni arayışlara ve sıkıntılara neden oluyordu. Cemaatin gazete ve yayınevinden başka “Köprü” Dergisi vardı. Fakat bu dergiye rağmen Adapazarı’nda bir grup Zafer Dergisi’ni yayınlamaya başladı. Kutlular başta olmak üzere “Ağabeyler” derginin kapatılmasını istedi, ama Adapazarı Grubu bunu kabul etmeyerek gruptan ayrıldı ve yeni bir grup kurdu.
FETHULLAH GÜLEN VE İTİRAZLARI
Fethullah Gülen, Yeni Asya’dan farklı olduğunu gazetenin kendisi için yaptığı habere itiraz ederek açıkça gösterdi. Edremit’teki bir kampa yapılan baskını Yeni Asya Gazetesi, “Bir nurcu kampa baskın” şeklinde verince Fethullah Gülen bu olaya karşı çıktı. Mehmet Kutlular ve Mehmet Kırkıncı, Fethullah Hocanın yanına gittiler. Fethullah Gülen kendisinin Nurcu diye nitelenmesinin uygun olmadığını belirtince, Mehmet Kutlular “Biz sizi Nurcu biliyoruz” diye sitem etti. Fethullah Gülen ise “Bilmeniz ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için Nurcu kimliğimi kullanmayacağım” dedi.
Bu tartışmadan sonra ipler tamamen koptu. Fethulalh Gülen vaazlarına devam etti, yeni yurt binaları inşa etti ve 1978 yılında meşhur ağlayan çocuk resmiyle Sızıntı Dergisi yayın hayatına başladı. Özellikle Fethullah Gülen’in konuşmalarının kasetler yoluyla çoğaltılması, tanınmasına yol açtı. Yeni Asya’nın önde gelenleri Fethullah Gülen’i açıkça eleştirmeye başladılar ve yayınlarının dershanelere girişini yasakladılar.
Bununla da yetinilmedi sohbetine giden cemaat üyeleri dışlandı. Başka cemaatlerden taraftar kazanan, maddi ve manevi durumu gittikçe güçlenen fethullah Gülen, Yeni Asya Cemaati’nin siyasi çizgisinin hizmetin önüne geçtiğini belirtip cemaatini ayırdı. Bu ayrılmayla birlikte bazı dershanelerin de Gülen tarafına geçmesi cemaati derinden sarstı. Fethullah Gülen’in en büyük özelliği devletin yanında yer alması idi. Yeni Asya’da devletin yanında görünüyorsa da esas olarak Demirel’in yanındaydı.
Fethullah Gülen Şubat 1980 tarihinde yaptığı bir konuşmada anarşist ve teröristleri devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirtti. Fethullah Gülen Yeni Asya Gazetesi’ne yaptığı itirazların aynısını Milli Selamet Partisi’nin yayın organı Milli Gazete’ye de yapınca hiç beklemediği büyük bir tepkiyle karşılandı. Erbakancılar Gülen’in bu konuşmayı 24 Haziran 1980 tarihinde açık alanda dinletince insanlar Gülen’in de AP’li olduğunu düşünüp ayrılmalarına yol açtı.
12 EYLÜL, GÜLEN’İN ZİRVEYİ ZORLAMASI VE YENİ
PARÇALANMA
12 Eylül askeri darbesinde Yeni Asyacılar askerin “bizi destekleyin” çağrısını reddedince iyice küçüldüler ve Gülen Hareketi güçlendi. Özal döneminde Yeni Asyacılar daha da küçülürken Fethullahçılar daha da büyüdü. Kenan Evren’in “hakiki din temiz dindir, irtica değildir” anlayışı cemaatleri büyük değişimlere yöneltti. Bunların başını bütün Nurcuların saygı duyduğu Mehmet Kırkıncı Hoca çekiyordu. Kırkıncı Hoca’nın 12 Eylül’ün generallerinden Tahsin Şahinkaya ile görüştüğü ve ona tavsiyelerde bulunduğu hatta Evren’e bu nasihatleri içeren mektup yazdığı haberleri Yeni Asya Cemaati’ni büyük bir şoka uğrattı. Anayasa oylamasına “evet” oyu verilmesi gerektiği Osman Demirci ve Mehmet Kırkıncı tarafından dile getiriyordu. Çünkü okullarda zorunlu din derslerinin konulması büyük başarı idi. Bunu ne Demirel ne de Erbakan yapabilmişti. Fethullah Gülen, Mustafa Sungur, Zafer Dergisi ve gruplarda bu şekilde düşünüyordu. Bu durum Yeni Asya Gazetesi’nin kapatılmasından sonra çıkarılan Yeni Nesil Gazetesi’nde sert şekilde eleştirildi. Kırkıncı Hoca Cengizhan’ın hocası ilan edildi ve bununla ilgili bir yazı dizisi yayınlandı.
Yeni Asya grubundan kopan ve başını Mehmet Kırkıncı Hoca’nın çektiği kimselere “Konseyciler” denilmeye başlandı. Konseyciler, Yeni Asya grubunun en nefret ettiği gruptu.
Birbirlerini Demirelci-Konseyci olarak suçluyorlardı. Fethullah Gülen askerce aranmasına rağmen askere methiyeler diziyor ve “Asker tam zamanında yetişmeseydi, bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı” diyordu.
Özal’ın darbeden üç sene sonra iktidara gelmesi ve cemaat kitaplarının Milli Eğitim Bakanlığı talim terbiye kurulunca okullara tavsiye edilmesi Yeni Asya dışında hepsine yaradı. Yeni Asyacılar Özal ve partisini darbenin yan ürünü olmakla suçlayıp Demirel’i savunmaktan taviz vermiyorlardı. Fethullah Gülen fırsatı iyi kullandı, önce Ankara’da yayın yapan Zaman Gazetesi satın alındı. Yazar kadrosu farklı isimlerle takviye edildi. Ama siyasi yasakların kalkması ve Refah Partisi’nin güçlenmesi karşısında Gülen onlara karşı soğuk tavrını devam ettirdi. Demirel’in sert muhalefeti ve sonrasında Özal’ın cumhurbaşkanı olması ve partinin başına Yıldırım Akbulut’tan sonra Mesut Yılmaz’ın geçmesi dengeleri tekrardan değiştirdi. Yılmaz “ ANAP’ın cemaate ve tarikata ihtiyacı yok” diyordu. 26 Kasım 1989 günü İzmir Hisar Camii’nde ve otuz beş camide birden yayınlanan mesajında Gülen, başörtüsü eylemini eleştiriyor, bunun arkasında dinsizlerin ve komünistlerin olduğunu ileri sürerek devlete itaat istiyordu. Gülen’in bu konuşması İslami camiada şok etkisi yaratıyordu.
BİR AYRILMA DAHA
Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, Bekir Berk, Yavuz Bahadıroğlu gibi isimler Mehmet Kutlular’ın cemaati yanlış yönlendirmesinden, neredeyse partinin derneğine dönüştürmesinden ve “Yakın tarih Ansiklopedisi” adı altında Kemalizme, Atatürk’e ve İnönü’ye çok sert eleştiriler yapılmasından şikayetçi idiler. Cemaat artık “Kutlular Grubu” veya Demirelci Nurcular” diye anılır olmuştu. Yeni Asya’da kılıçlar çekilir olmuştu. Bu bölünmede ABD’nin parmağı olduğu bile iddia edildi. Bir sabah Yeni Nesil Gazetesi’ne gelen Mehmet Kutlular’ın karşısında polisleri bulması ve içeri alınmaması ipleri tamamen kopardı. Çünkü gazetenin hukuki sahipleri Bekir Berk, Mehmet Fırıncı ve M. Emin Birici idi. Mehmet Kutlular hemen cemaatten para toplayarak on gün içerisinde Yeni Asya Gazetesi’ni tekrar kurdu ve yanına bir de yayınevi ekledi. Mehmet Kutlular tabana hakim olmuştu. Kısa bir süre sonra Yeni Nesil Gazetesi kapandı ve Yeni Nesilciler şirketleşmeye ağırlık verdiler.
DYP-SHP KOALİSYONU VE BİR AYRILIK DAHA
Yıllardır solu iktidar yapmamak için hep Demirel’i destekleyen Yeni Asya grubu oluşturulan koalisyonla tam bir hayal kırıklığı yaşadı. Sonrasında Refah Partisi’nin İstanbul’da kazandığı seçimler ve ardından cemaatte yeni bir parçalanma daha yaşandı. Burhan Bozgeyik, Mustafa Kaplan, Bünyamin ateş ve Hüseyin Demirel gibi isimler cemaatle yollarını ayırdılar. Fethullah Gülen Grubu ise yurt dışında açtığı okullar ve yurt içindeki dershane ve kolejlerle büyümesine devam etti. Turgut Özal’ın vefat etmesi ve sonrasında Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesi dengeleri tekrardan alt üst etti. Tansu Çiller’in DYP’nin başına geçmesi ve özellikle Fethullah Gülen’le kurduğu yakın ilişki yeni bir dönemin de habercisiydi. Tansu Çiller terörle mücadele yasa tasarısı için Fethullah Gülen’den destek istedi ve bu görüşme iki tarafın oluruyla basına yansıdı. Gülen art arda televizyonlara çıkmaya başladı. İlk röportajı TRT’de yayınlandı.
İSMET KAYHAN