Kurnaz tilki dört ayağından tuzağa düşermiş. Kendini Türk siyasetinin
kurnazı sayan AKP de dört ayağından tuzağa düşeceğe benziyor. Son
dönemlerde yaptığı hesaplar bir bir bozuluyor. Bu gidişle AKP’nin
sonunun pek de hayırlı olmayacağı anlaşılıyor.
Son iki ay içinde yaşanan şu olaylara bakalım. Önce 12 Haziran genel seçimleri oldu. Bu seçimde AKP’nin hesabı neydi? Yüzde on seçim barajına dayanarak BDP’yi seçim dışına itmek, kaset skandallarıyla MHP’yi barajın altına düşürmek, sonuçta Meclis’i iki partili hale getirerek milletvekili sayısını dört yüze tırmandırmak! Böylece tek başına anayasa yapabilir güce ulaşarak siyasal yapıyı AKP’nin iktidar hegemonyasına göre yapılandırmak!
Peki bu hesap tuttu mu? Hayır, tutmadı. Yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi gibi, AKP’nin bu hesabı da Diyarbakır’dan, Van’dan, Hakkari’den döndü. AKP 12 Haziran seçiminin kazananı olmadı, tersine seçimi kaybetti.
Sonra seçimle kazanamadığını hukuk darbesiyle kazanmak amacıyla muhalefet partilerine yönelik siyasal irade kırma operasyonunu geliştirdi. YSK eliyle Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürdü. Mahkemeler eliyle tutuklu milletvekillerinin tahliyelerini önledi. Böylece başta BDP olmak üzere muhalefet partilerini tepkilendirmeye, yanlış karara, boyun eğmeye yöneltmek istedi. “Tükürdüğünüzü yalayacaksınız” diyerek onların iradesini kırmaya ve AKP’ye karşı aktif muhalefet yapamaz hale getirmeye çalıştı. Böylece iradesiz muhalefet karşısında yeni anayasayı istediği gibi yapabilmeyi umut etti, bunun hesabını yaptı.
Peki ya bu hesap tuttu mu? Hayır, bu hesap da tutmadı. CHP konusunda belli bir sonuca ulaşsa da, AKP’nin bu hesabı da BDP ve DTK’den döndü. BDP Meclis’i boykot ederek AKP hesabını bozarken, DTK de demokratik özerkliği ilan ederek AKP’nin hesabını bozdu. Öyleki AKP demokratik özerkliği reddederek yeni bir anayasa yapamaz duruma düştü.
Böyle karmaşık siyasi hesaplar içindeyken, AKP hep İmralı’ya dayanarak bir şeyler yapabileceğini ve Kürtleri oyalayabileceğini sandı. İmralı görüşmelerini sıklaştırarak PKK Lideri üzerinden PKK’yi ve Kürtleri oyalama ve idare etme hesabı yaptı.
Tabii öncekiler gibi AKP’nin bu hesabı da tutmadı. AKP oyalamaya ve zaman kazanmaya çalışırken, PKK Lideri ciddi tartışmalar yürütüp sonuçları karar protokolleri haline getirerek hükümete sundu. Böylece AKP’yi Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konusunda karar vermeye zorladı. AKP ciddi bir karar vermeyince de şimdi artık “çekildiğini” ve “bu biçimde daha fazla bir şey yapamayacağını” belirtiyor. Barışın arabulucusu olabilmek için koşullarının düzeltilmesini istiyor. “Sağlık, güvenlik ve özgür hareket edebilmek gerekir” diyor. Böylece AKP’nin oyalama hesabı da bozulmuş oluyor.
Seçimden, BDP’den, İmralı’dan hesabını yaptığı sonucu alamayınca, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Yeni stratejiler gelecek” açıklaması çerçevesinde bu kez gündeme İran saldırısı geldi. İran eliyle Kandil üzerinden PKK’ye yönelik kapsamlı askeri saldırı geliştirerek, PKK’yi merkezden ve gerilla cephesinden imha ve tasfiye etmeyi hesapladı. ABD’nin onayı ve YNK’nin de gizli desteği ile PKK’ye karşı İran’la birlikte kapsamlı bir askeri saldırı başlattı. Böylece Kandil ve Xakurkê’yi düşürmeyi, PKK yönetimini dağıtmayı ve gerillayı ezmeyi hesap etti.
Peki bu hesap tuttu mu? Son gelişmeler AKP’nin bu hesabının da tutmadığını ve Kandil’de bozulduğunu gösteriyor. Çünkü PKK direndi ve İran Kandil’e giremedi. Dahası ağır kayıplar vererek kısmen geri çekilmek zorunda kaldı. En azından şimdiye kadar ulaşan bilgiler böyle. İran çekilmese bile PKK’nin direneceği ve Kandil’in İran tarafından ele geçirilemeyeceği anlaşılıyor. Bu da AKP’nin hesaplarının bozulması anlamına geliyor.
AKP’nin baştan beri bir de TSK’ye yönelik hesapları var. Daha doğrusu Ordu-PKK çatışmasına dayanarak siyaset yapma gerçeği sözkonusu. Dolayısıyla bu çatışmayı sürekli canlı tutup tahrik ediyor. Ordu ile PKK’yi çatıştırarak ikisini de güçten düşürmeyi ve böylece kendi iktidar gücünü artırmayı hesap ediyor. Savaş rantçısı yani. Dikkat edilirse 1980-2002 arasında Ergenekon-PKK çatışması ortamında rantçılık yaparak kendini palazlandırdı. Muhalefette yaptığı bu işi, son dokuz yıldır da iktidarda olarak yapıyor. Hem orduyu PKK ile çatıştırıyor, hem de “Başarısız oldunuz” diyerek tutuklayıp yargılıyor. Böylece orduyu ele geçirme ve engel olmaktan çıkarma hesabı yapıyor.
Belli ki son aylarda da AKP’nin bu hesabı yoğunlaştı. Bir yandan İran’ı, Kandil üzerinden PKK’ye saldırtırken, diğer yandan da orduyu sınır ötesi operasyon temelinde PKK’ye saldırtmayı planladı. Bu temelde baştaki generalleri yıpratarak, kendine yakın olanları TSK’nin başına geçirmeyi hesapladı.
İşte şimdi bu hesap sonucunda orduda ve devlette deprem yaşanıyor. En üstteki ordu yönetimi, AKP ile yaşadığı bu iktidar mücadelesi sonucunda istifa etmiş bulunuyor. Bu yönetim başarısız mı kaldı, yoksa AKP hesaplarına alet olmak mı istemiyor, şimdilik belli değil. Fakat bu istifaların hükümetle çatışma sonucunda olduğu tartışmasız. Yani bu sonuç da AKP açısından pek hayra alamet gözükmüyor. Işık Koşaner yönetimi PKK’ye karşı savaşın yükünü tümden AKP’ye yıkmış görünüyor.
Açık olarak görülüyor ki, AKP’nin son dönem hesapları bir bir bozuluyor. İzlediği politikalar tek tek boşa çıkıyor. Geriye Başbakan Erdoğan’ın “Eski özel harpçıları göreve çağırma” kararı kalıyor. Belli ki izlediği politikalarda başarısız kalan Tayyip Erdoğan, şimdi umudunu özel savaşı derinleştirmeye bağlıyor. Erdoğan’ın Çillerleştiği yönündeki görüş bu biçimde giderek doğrulanmış oluyor.
Başbakan Erdoğan Çillerleşirken, gerçeğini anlamak açısından şu soruları sormamız gerekiyor: 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından Necmettin Erbakan hapis yatarken Tayyip Erdoğan neredeydi? 1982 Kasımı’nda darbe anayasası halkoyuna sunulurken Tayyip Erdoğan ne oyu verdi? Kenan Evren anayasasına “evet” mi dedi, yoksa “hayır” oyu mu kullandı? 1991-1995 arasında Kürtlerin “Hizbulkontra” dediği güç on yedi bin “faili meçhul” cinayet işlerken Tayyip Erdoğan neredeydi ve ne yapıyordu? Bu Hizbulkontra denen “özel harekatçılarla” Tayyip Erdoğan’ın bir ilişkisi var mıydı?
Öyle ya, Tayyip Erdoğan gerçeğini iyi tanımamız için bu soruların cevabını bilmemiz gerekiyor. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın bu cinayet şebekesi ve katil sürüsünü göreve çağırması bu kuşkumuzu daha da anlamlı kılıyor. Ne bilelim, belki de eski mesai arkadaşlarını göreve çağırıyordur! Bu kadar rahat hareket ettiğine ve özel savaşa umut bağladığına göre, bizim de böyle düşünmemiz normaldir.
Fakat görünen o ki, Başbakan Erdoğan için çıkmaz derinleşmekte ve çember daralmaktadır. Özel Harp Hitler’e, Franko’ya, Saddam’a, Kenan Evren’e fayda getirmedi ki Tayyip Erdoğan’a fayda getirsin! Eğer bu oyunlardan vazgeçmezse başına çok kötü şeylerin gelebileceğini Tayyip Erdoğan bilsin! Kurnaz tilki misali yani!...
Son iki ay içinde yaşanan şu olaylara bakalım. Önce 12 Haziran genel seçimleri oldu. Bu seçimde AKP’nin hesabı neydi? Yüzde on seçim barajına dayanarak BDP’yi seçim dışına itmek, kaset skandallarıyla MHP’yi barajın altına düşürmek, sonuçta Meclis’i iki partili hale getirerek milletvekili sayısını dört yüze tırmandırmak! Böylece tek başına anayasa yapabilir güce ulaşarak siyasal yapıyı AKP’nin iktidar hegemonyasına göre yapılandırmak!
Peki bu hesap tuttu mu? Hayır, tutmadı. Yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi gibi, AKP’nin bu hesabı da Diyarbakır’dan, Van’dan, Hakkari’den döndü. AKP 12 Haziran seçiminin kazananı olmadı, tersine seçimi kaybetti.
Sonra seçimle kazanamadığını hukuk darbesiyle kazanmak amacıyla muhalefet partilerine yönelik siyasal irade kırma operasyonunu geliştirdi. YSK eliyle Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürdü. Mahkemeler eliyle tutuklu milletvekillerinin tahliyelerini önledi. Böylece başta BDP olmak üzere muhalefet partilerini tepkilendirmeye, yanlış karara, boyun eğmeye yöneltmek istedi. “Tükürdüğünüzü yalayacaksınız” diyerek onların iradesini kırmaya ve AKP’ye karşı aktif muhalefet yapamaz hale getirmeye çalıştı. Böylece iradesiz muhalefet karşısında yeni anayasayı istediği gibi yapabilmeyi umut etti, bunun hesabını yaptı.
Peki ya bu hesap tuttu mu? Hayır, bu hesap da tutmadı. CHP konusunda belli bir sonuca ulaşsa da, AKP’nin bu hesabı da BDP ve DTK’den döndü. BDP Meclis’i boykot ederek AKP hesabını bozarken, DTK de demokratik özerkliği ilan ederek AKP’nin hesabını bozdu. Öyleki AKP demokratik özerkliği reddederek yeni bir anayasa yapamaz duruma düştü.
Böyle karmaşık siyasi hesaplar içindeyken, AKP hep İmralı’ya dayanarak bir şeyler yapabileceğini ve Kürtleri oyalayabileceğini sandı. İmralı görüşmelerini sıklaştırarak PKK Lideri üzerinden PKK’yi ve Kürtleri oyalama ve idare etme hesabı yaptı.
Tabii öncekiler gibi AKP’nin bu hesabı da tutmadı. AKP oyalamaya ve zaman kazanmaya çalışırken, PKK Lideri ciddi tartışmalar yürütüp sonuçları karar protokolleri haline getirerek hükümete sundu. Böylece AKP’yi Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konusunda karar vermeye zorladı. AKP ciddi bir karar vermeyince de şimdi artık “çekildiğini” ve “bu biçimde daha fazla bir şey yapamayacağını” belirtiyor. Barışın arabulucusu olabilmek için koşullarının düzeltilmesini istiyor. “Sağlık, güvenlik ve özgür hareket edebilmek gerekir” diyor. Böylece AKP’nin oyalama hesabı da bozulmuş oluyor.
Seçimden, BDP’den, İmralı’dan hesabını yaptığı sonucu alamayınca, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Yeni stratejiler gelecek” açıklaması çerçevesinde bu kez gündeme İran saldırısı geldi. İran eliyle Kandil üzerinden PKK’ye yönelik kapsamlı askeri saldırı geliştirerek, PKK’yi merkezden ve gerilla cephesinden imha ve tasfiye etmeyi hesapladı. ABD’nin onayı ve YNK’nin de gizli desteği ile PKK’ye karşı İran’la birlikte kapsamlı bir askeri saldırı başlattı. Böylece Kandil ve Xakurkê’yi düşürmeyi, PKK yönetimini dağıtmayı ve gerillayı ezmeyi hesap etti.
Peki bu hesap tuttu mu? Son gelişmeler AKP’nin bu hesabının da tutmadığını ve Kandil’de bozulduğunu gösteriyor. Çünkü PKK direndi ve İran Kandil’e giremedi. Dahası ağır kayıplar vererek kısmen geri çekilmek zorunda kaldı. En azından şimdiye kadar ulaşan bilgiler böyle. İran çekilmese bile PKK’nin direneceği ve Kandil’in İran tarafından ele geçirilemeyeceği anlaşılıyor. Bu da AKP’nin hesaplarının bozulması anlamına geliyor.
AKP’nin baştan beri bir de TSK’ye yönelik hesapları var. Daha doğrusu Ordu-PKK çatışmasına dayanarak siyaset yapma gerçeği sözkonusu. Dolayısıyla bu çatışmayı sürekli canlı tutup tahrik ediyor. Ordu ile PKK’yi çatıştırarak ikisini de güçten düşürmeyi ve böylece kendi iktidar gücünü artırmayı hesap ediyor. Savaş rantçısı yani. Dikkat edilirse 1980-2002 arasında Ergenekon-PKK çatışması ortamında rantçılık yaparak kendini palazlandırdı. Muhalefette yaptığı bu işi, son dokuz yıldır da iktidarda olarak yapıyor. Hem orduyu PKK ile çatıştırıyor, hem de “Başarısız oldunuz” diyerek tutuklayıp yargılıyor. Böylece orduyu ele geçirme ve engel olmaktan çıkarma hesabı yapıyor.
Belli ki son aylarda da AKP’nin bu hesabı yoğunlaştı. Bir yandan İran’ı, Kandil üzerinden PKK’ye saldırtırken, diğer yandan da orduyu sınır ötesi operasyon temelinde PKK’ye saldırtmayı planladı. Bu temelde baştaki generalleri yıpratarak, kendine yakın olanları TSK’nin başına geçirmeyi hesapladı.
İşte şimdi bu hesap sonucunda orduda ve devlette deprem yaşanıyor. En üstteki ordu yönetimi, AKP ile yaşadığı bu iktidar mücadelesi sonucunda istifa etmiş bulunuyor. Bu yönetim başarısız mı kaldı, yoksa AKP hesaplarına alet olmak mı istemiyor, şimdilik belli değil. Fakat bu istifaların hükümetle çatışma sonucunda olduğu tartışmasız. Yani bu sonuç da AKP açısından pek hayra alamet gözükmüyor. Işık Koşaner yönetimi PKK’ye karşı savaşın yükünü tümden AKP’ye yıkmış görünüyor.
Açık olarak görülüyor ki, AKP’nin son dönem hesapları bir bir bozuluyor. İzlediği politikalar tek tek boşa çıkıyor. Geriye Başbakan Erdoğan’ın “Eski özel harpçıları göreve çağırma” kararı kalıyor. Belli ki izlediği politikalarda başarısız kalan Tayyip Erdoğan, şimdi umudunu özel savaşı derinleştirmeye bağlıyor. Erdoğan’ın Çillerleştiği yönündeki görüş bu biçimde giderek doğrulanmış oluyor.
Başbakan Erdoğan Çillerleşirken, gerçeğini anlamak açısından şu soruları sormamız gerekiyor: 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından Necmettin Erbakan hapis yatarken Tayyip Erdoğan neredeydi? 1982 Kasımı’nda darbe anayasası halkoyuna sunulurken Tayyip Erdoğan ne oyu verdi? Kenan Evren anayasasına “evet” mi dedi, yoksa “hayır” oyu mu kullandı? 1991-1995 arasında Kürtlerin “Hizbulkontra” dediği güç on yedi bin “faili meçhul” cinayet işlerken Tayyip Erdoğan neredeydi ve ne yapıyordu? Bu Hizbulkontra denen “özel harekatçılarla” Tayyip Erdoğan’ın bir ilişkisi var mıydı?
Öyle ya, Tayyip Erdoğan gerçeğini iyi tanımamız için bu soruların cevabını bilmemiz gerekiyor. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın bu cinayet şebekesi ve katil sürüsünü göreve çağırması bu kuşkumuzu daha da anlamlı kılıyor. Ne bilelim, belki de eski mesai arkadaşlarını göreve çağırıyordur! Bu kadar rahat hareket ettiğine ve özel savaşa umut bağladığına göre, bizim de böyle düşünmemiz normaldir.
Fakat görünen o ki, Başbakan Erdoğan için çıkmaz derinleşmekte ve çember daralmaktadır. Özel Harp Hitler’e, Franko’ya, Saddam’a, Kenan Evren’e fayda getirmedi ki Tayyip Erdoğan’a fayda getirsin! Eğer bu oyunlardan vazgeçmezse başına çok kötü şeylerin gelebileceğini Tayyip Erdoğan bilsin! Kurnaz tilki misali yani!...
Adil BAYRAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder