DTK’nın Demokratik Özerklik ilanından sonra yandaş basının ve tüm egemen ulus şovenizmiyle şerbetlenmiş yazarların değerlendirmelerini okuyunca insan pes diyor doğrusu. Demokratik Özerkliğe öyle yaftalar buluyorlar ki, bilmeyenler buna amiyane deyimle şapkadan tavşan çıkartmak derler. Buna, Kürt halkının demokratik siyasi iradesini ve öz yönetimini kabul etmemek için bin dereden su getirmek de denebilir.
Demokratik
Özerklikle PKK Kürdistan'da kendi derebeyliğini kurmak istiyormuş!
Demokratik Özerklikle otoriter bir rejim kurulacakmış. Devlet Kürtleri o
kadar çok seviyormuş ki buna müsaade etmezmiş! Kürtleri böyle bir
otoriter rejim altına sokmamak için Demokratik Özerkliği kabul
etmiyorlarmış. Utanmazlığın pişkinliği ancak bu kadar olur.
Şu
anda Kürdistan'da 3000 tane siyasi tutuklu var. Bunların içinde 6
milletvekili, 10 belediye başkanı da bulunuyor. Demokratik siyasete bu
kadar yönelimin olduğu bir yerde demokrasiden söz edilebilir mi? 3000
siyasi tutuklu dışında zindanlarda yatan diğer binlerce siyasi tutsaktan
söz etmiyoruz bile.
AKP hükümeti döneminde polis ve askerin vurduğu, ama
hesap sorulmayan, hatta dava bile açılmayan yüzlerce faili meçhul kalan
cinayet var. Buna rağmen insanların gözünün içine baka baka “AKP
hükümeti döneminde faili meçhul kalan hiçbir cinayet olmamıştır”
yalanını söylüyorlar. Sadece 2006 Mart’ında Başbakan “çocuk da olsa
kadın da olsa gereğini yaparız” emrini verdiği için yarısı çocuk 15 Kürt
insanı polis kurşunuyla yaşamını yitirdi. Birçok gösteride polis, asker
ya da korucu silahından çıkan kurşunla ölenler faili meçhul kaldı.
Kürdistan'da polis için sokak terörü serbesttir. Hatta
bizzat içişleri bakanlığından emirle sokak işkencesi yapılıyor.
Sokaklarda Kürtlere haddi bildiriliyor. Böyle yapılıyor ki halk
demokratik eylemlere katılmasın. Bu saldırılarda çocukların analarına,
anaların çocuklarına sarıldığı birçok görüntü ekranlara yansıdı.
Kuşkusuz Türk televizyonları bunları “devletin PKK ile mücadelesine
destek vermek için” görmezlikten geliyor.
Metin
Lokumcu Hopa’da, bir yaşlı insan da Bismil’de gaz bombalarının etkisiyle
yaşamını yitirdi. Bu insanların niye öldüğünü yandaş basın, kendine
liberal ya da demokrat diyen AKP kuyrukçuları ya da yağdanlıkları hiç
araştırdı mı? Kürdistan'daki gaz bombalarının etkisi artsın diye
içindeki zehir yoğunluğu arttırılmıştır. Dünyanın başka yerlerinden
kullanılandan çok daha yüksek zehir oranıyla bu gaz bombaları yapılıyor.
Yerli üretime geçilmesiyle birlikte zehir oranı yüksek tutuldu. Bunun
sonucu ikisi Kürt, bir Hopalı öğretmen üç insan gaz etkisiyle öldüler.
Bu gaz bombası terörünü kim yapıyor? Tabii ki yandaş basın ve AKP'yi
yağlayan bir kısım liberallerin görmezlikten geldiği AKP polisi!
Cizre’de
birkaç tane çocuk yaşta gençler bir yurda Molotof atıyorlar. Bir gencin
yüzü yanıyor. Bunu yandaş basın ve liberal bilinen yazarlar haftalarca
işlediler. Ancak bir buçuk yaşındaki Mehmet bebek polisin gaz
bombalarıyla öldürüldüğünde bunların değerlendirme yaptığını görmedik.
Bu ölümleri görürlerse AKP'nin “ileri demokrasi” demesinin altındaki
devlet terörünün ortaya çıkacağını bilmektedirler.
Bunlar güncel
baskılardır. Bir de devletin sistemli politikası ve bu politikanın
getirdiği baskılar var. Bu devlet Kürtleri asimile etmek ve
Türkleştirmek için bugüne kadar görülmedik baskılar yapmıştır. Bugün de
hala Kürtlerin kimliğini yasal güvenceye kavuşturmayarak, anadilde
eğitimini ve çok dilliliği kabul etmeyerek, Kürt halkının siyasi
iradesini ve öz yönetimini ifade eden Demokratik Özerkliği reddederek bu
halk üzerinde dünyanın hiçbir yerinde olmayan baskı ve zulmü
uygulamaktadırlar.
Bugün dünyada Türk devleti kadar bir halk
üzerinde bu düzeyde inkârcı ve soykırımcı politikalar uygulayan başka
bir devlet yoktur. Türk devletinin hala stratejik amacı Kürtleri asimile
edip Türkleştirmektir. Asimilasyon’un bittiği koca bir yalandır.
İnkârın bittiği de koca bir yalandır. Bugün Kürt’ten söz ediliyor,
Kürtçenin kullanımı konusunda kimi alanlarda yumuşamalar yapılmıştır.
Bunlar inkâr ve asimilasyonu ortadan kaldırmak için değil, aksine 21.
Yüzyılda iletişim bilişim araçlarıyla yürütülen asimilasyon ve inkâr
politikalarını rahatlıkla sürdürmek için devreye konmuştur. Kuşkusuz
Kürt halkının mücadelesi onları zorlamasaydı bu gevşemeler de olmazdı.
Ancak bu gevşemeler yeni siyasi egemenlik, inkâr ve asimilasyon
politikalarını örtmek ve meşruiyet kazandırılmak için yapılıyor.
Bugün
dünyada Kürtlere uygulanan bu acımasız politikaya benzer politika
uygulayan başka bir ülke var mı bilemiyoruz. İran bile Kürdistan
kavramını kullanırken Türkiye hala bu kavramın kullanılmasını tehlike ve
bölücülük olarak görüyor. Hiçbir gün bir AKP’linin Kürtlerin yaşadığı
coğrafyaya Kürdistan dediğini duydunuz mu? AKP'nin Kürtleri temsil
etmeyeceğinin nedenini bundan daha iyi ortaya koyan veri olabilir mi?
Güney Kürdistan'a bile hala Kürdistan diyemiyorlar.
Kürtler Demokratik Özerklik ilan edip uygularız
deyince “bedelini öderler” cevabını veriyorlar. Şimdilerde liberal
takınan bir zamanların Türkçüsü Mümtazer Türköne’nin sen vergi vermez,
Demokratik Özerkliği uygularsan soğukkanlı bir ejderha olan devlet de
harekete geçer diyerek Kürtleri tehdit ediyor.
Uşak ruhlu
Sayın Galip Ensarioğlu’na bir şeyler söylemek lazım. Kürt Özgürlük
Hareketi'ne yalvararak yurtsever işadamlarının desteğiyle ticaret odası
başkanı oldu. Bugün KCK davasından yatanların desteğiyle ticaret odası
başkanı olmak için rüşvet bile verdiği söyleniyor. Şimdi devlet ihalesi
almak, ticari alanda işlerini düzeltmek için AKP'ye görülmedik bir
yardakçılık yapıyor.
Bu zatı muhterem de Demokratik Özerklik ilan
edilemezmiş, ama gücün varsa uygula diyormuş. Uygulasınlar sözünü de
esasta olarak alay etmek için söylüyor. Çünkü Kürtlerin biz kendi
kendimizi yönetiriz demesi bu ucube kişilik için saçmalıkmış. Kendisi
saçmalayıp zırvalarken bir halkın demokratik iradesini Demokratik
Özerklik ilanına tam da egemen ulus şovenist kafalılar gibi saldırıyor.
Böylece daha fazla göze girecek, daha fazla ihale alacak. Kürt Özgürlük
Hareketi'nin sırtından zenginliğine zenginlik katacaktır. PKK'ye eskiden
küfredenler de PKK ve Apo rantından nemalanırdı. Şimdi bu rantı
yiyenlerin ismi ve cenahı değişmiştir.
Sayın Ensarioğlu,
Kürdistan Türk devletinin ve onun siyasi aktörlerinin tapulu malı
değildir! İşgal etmişler, askeri ve siyasi zorla hâkim olmuşlar diye
Kürdistan'da her şeyi yapmayı hak etmemişlerdir. Cemil Çiçek “biz bu
toprakları zorla aldık, bizim dışımızda kimse bu topraklar adına
konuşamaz” diyor. Siz de bu zihniyeti uşaklığı içselleştirmiş birisi
olarak dillendiriyorsunuz. Aranızdaki tek fark sizin Kürt olmanızdır.
Sen
Türk devletinin ve AKP hükümetinin Kürtler ve Kürdistan üzerinde her
türlü uygulama tasarrufu olduğunu, bunun meşru hakları olduğunu
söyleyebilirsin. Ancak 1924 yılından beri böyle bir meşruiyetleri de
hakları da yoktur. Sadece Kürt inkârcısı anayasalar, bunun yarattığı
siyasi sistem ve askeri güçle Kürdistan'da zoraki bir tasarrufta
bulunuyorlar.
DTK
demokratik özerkliği ilan ederek yapılacak yeni anayasanın nasıl
demokratik olacağını ortaya koymuştur. 1924 yılından beri
gerçekleştirildiği gibi Türk egemen zihniyetinin kendisine göre bir
anayasa yapamayacağını ilan etmiştir. Bu, aynı zamanda Kürtlerin
demokratik bir anayasanın nasıl olması gerektiğini ortaya koymasıdır.
Kürtlerin buna hakkı da vardır. Bunu hem uygulayacaklar hem de Türk
devletinin anayasal statüye kavuşturmasını isteyeceklerdir. Bu hem
demokratik istemdir hem de aktif demokratik mücadeledir.
Mustafa Karasu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder