16 Ağustos 2011 Salı

Somali: Tarım-Tahıl Ülkesinden Açlığa



Sümme radednahu esfele safiliyn
(Tiyn suresi, 5. ayet)

Sen iğrençsin hücrem, bu düzen gibi
(Mamak Cezaevi duvarlarından)

Etiyopya'dan sonra şimdi de Somali açlıkla gündemde. Hani Türkiye için övünerek söylüyoruz ya "kendi kendine yetebilen ülkelerden biri" diye, a ha bu Somali de onlardan biriydi, tahıl ve tarım ülkesiydi.

Daha bir kaç yıl önce uluslararası sermaye aynı Somali'de Su Ticaretini devletin elinden alıp Özel Sektöre (yani Kapitalistlere) devrederken, Amerikan Petrol Devleri (10'dan fazla şirket) Somali'yi zapt ederken, IMF yardımının şartları Somali Tarımını bitirirken, (yani tüm bunlar aslında göz göre göre oynanan iğrenç bir oyunken) ne Somali seferine çıkmak üzere olan ulu hakan, devletlu padişahum Recep Tayyip ERDOĞAN'dan "olur mu yahu böyle şey" lafı duyduk, ne de şimdi iğrenç "yardımlaşalım" çığlıklarıyla ortaya düşen emperyalist devletlerden. Hiçbiri de hâlâ 'hayvanların rejimi kapitalizm'e, yani bu iğrenç düzene toz kondurmuyor, "yardımlaşalım" kandırmacasına devam ediyor.

Biz (sıradan vatandaşlar) ise Somali deniz korsanlarına lanet okumakla meşguldük o sıralar, ''ne oldu da bu adamlar o sularda korsanlık yapmaya sürüklendiler'' diyen kimse yoktu tabi. "Açız be aç, sizde var, bizde yok, ölmek üzereyiz, 'olan olmayana verecek kardeşim' mi diyor bu adamlar acaba, aynı durumda biz de olsak, o son raddeye gelsek, çocuğumuz 14 kiloya düşse yol keser miydik" diye soran da. Pis eşkiyalar, ne olacak, korsanlık ne kötü şey ayoool, değil mi ama!!!

(Buradan sonrası Haiti'deki deprem için "yardımlaşalım" çığlıkları üzerine yazdıklarımın aynısı, arada bir fark yok çünkü. İşin asıl garip tarafı da tüm insanlığın bir yerlerde açlıktan ölen birilerinin olmasını depremle, tsunami ile, yani "doğal afet"le bir tutması, o kadar az sorgulaması)

Yardım: Sömürüyü gizlemenin, "insanlar isterse her şey bu düzen içinde bile çok güzel olabilir" yalanının kamuflaj kelimesi.
 
"Ne yardımı ulan? Kim kime niye yardım ediyor? Kim neyini kime veriyor? Hangi şey kimin, ne zamandandır onun? 'Bu benim' ne demektir? Bir insan 'bu benim' deme hakkını nereden bulur? Daha da fecisi, herkes bunu nasıl doğal karşılar? Fakir ne, zengin ne, hele hele 'fakir ülke' ne, 'zengin ülke' ne? Kim hesaplamış tüm dünyada "mal bölü can" formülünü de dağıtmış bunları? Beni bu suça ortak etmeyin, ahirette bu sorulara cevap veremem" diyemeyen kafaların, bu soruları aklından bile geçirmeyenlerin ütopyası.
 
"Şeriat'ta mal - ya senindir ya benim,
Tarikatta mal - hem senindir hem benim,
Hakikatte mal - ne senindir ne benim,
Marifette: Sen de yoksun, ben de yokum, mal da yok!"
sözü gelsin aklına ey insanlık,
gelsin de utan şu halinden...
 
"Ne yapılabilir ki başka?" değil mi? "Ne yapılabilir ki?"... "Devrim" desek? En azından 150 yıldır cevap bu. Ama Batı felsefesinin iğrenç, uydurma, rezil, yalapşalap, insana en aykırı (kısaca saçma-sapan) "humanizm" düşüncesini bize sosyalistlik, sufilik, demokratlık, müslümanlık (daha da kötüsü 'insan sevgisi') vb. şeyler sandırdığı (o rezilliğin bu güzelliklerin yerini almasına izin verildiği) müddetçe bu cevap işlemeyecek, onu da biliyorum.

"Biz insanı en adi bir mekâna (sümme radednahu esfele safiliyn) fırlattık" ayet-i kerimesi aynı şeyleri anlatıyor olsa gerek.
"Sizler de insansınız, bu suç yalnız benim değil" diyen şair de.

Lanet gelsin.
Lanet gelsin.
 




AKP'nin Küçük Muhabirleri

AKP'yi eleştirmek en tartışılmaz suç oldu. Yardakçılar hiç utanmadan AKP'nin 'yıpratılması' çabalarından müşteki... "Gazetecilik, halk adına verilmiş bir sıfat olan ‘bekçi köpekliği’ni, kuyruk sallamak ve önüne geleni, özellikle meslektaşlarını ısırmak sanmak değildir," diye yazan Yıldırım Türker, AKP'li gazetecilerin Kürtlere yönelik komplolarını yazdı...
 
 
AKP iktidarının ‘ustalık’ döneminin asal farkı, bütün ürküttükleri ve yandaşlarıyla birlikte Kemalist devlet aygıtlarının çökertilmesi sonrası yeni düşmana, Kürtlere karşı açık bir seferberlik ilanıyla işe girişmişliğidir.

Kemalist
Kişilik Bozukluğu’ndan mustarip kurum ve kişiler Kürt sorununun telaffuz edilmesini bile yasaklamış, onu bunu devlete ihbar ederek, hedef göstererek iktidarını sürdürmeye çalışırken o zamanın iyi kalpli mütedeyyin kesimi kimi hedef gösterilen liberal kalemleri de himayesi altına almıştı. AKP’nin iklimi belirleyen kesimi ümmetçi bir refleksle din kardeşi Kürtlerin sözünün dolaşıma girmesi için mahcup da olsa bir gayrete girmişti.

Bir
zamanlar Genelkurmay ve İzmirli kadınlara rağmen Kürt sorununu tartışma arenasına çekerek en korkunç tabuya balta sallayan, milliyetçi uğultuya pabuç bırakmayıp demokratik bir siyaset alanı yaratmaya niyetli görünen AKP, şimdi eski hasmının diline sarılmış, dehşet günlerine kronometre tutuyor.

Çünkü
bu memlekette devlet mangal başına oturup iyice bir ısınan, milliyetçiliğin harıyla pişmiş olarak milliyetçi dille karşımızda zuhur ediverir.

TSK’nın
muteber muhbirlerinin yerini şimdi AKP’nin tazecik muhbirleri aldı. Andıçlar artık karargâhlarda değil, gazete binalarında yazılıyor.

Üstelik
AKP’nin tartışmayı kışkırttığı, yasakların fiilen kaldırıldığı bir alanda rahatlıkla at koşturuyorlar.

KCK
davası tutuklularının tutuklanma gerekçelerini iyice bir inceleyin. Başbakan’ın seçim öncesi konuşmalarından farklı bir şey bulamayacaksınız. Orada burada hapse tıkılıveren adsız sapsızlar da hiçbirimizin yazdığından fazla bir şey söylemiş değiller.
Dolayısıyla
AKP, demokratik açılım adı altında herkesin yüreğine su serperek serbest bırakmış olduğu sözü, şimdi rahatlıkla bir numaralı hasmı olan Kürt siyasetçilerine ceza kesilmesi için kullanıyor.
MHP-TSK-CHP
milliyetçiliğinin bekçiliğini üstlenmiş, küçük yardakçılarının işaret ettiklerine mim koyuyor.

Mertlik
meselesi
 
Başbakan
, Nuray Mert’i bizzat meydanlardan küçük Samastlara işaret ederek örgütlü bir linç hareketini resmen başlatmış oldu.
Mert
ve Temelkuran, takıntılı Stasi memuru kılıklılarca ısrarla ve durmadan hedef gösteriliyor.

Bu
muhbirler bir zamanlar demokrat kesimle dirsek temasında olmayı güvenceli bulan yeni nesil Yeni Türk gazeteciler.
Milletvekili
adaylığını türban farkıyla kaçıran biri, adeta ‘yöneticilerimiz uyuyor mu?’ çığlıkları atarak her iki gazeteciyi de ‘Kandil muhibbi’ ilan ediyor. Onları hapse tıktırmadan içi rahat etmeyecek.

Harbiliğiyle
tanınan bir başka şöhret, ablaları olarak küçük muhbirlerin yanı başında kişisel düşmanlığının öcünü alma çabasında, aynı insanları hedef gösteriyor. Alçaklığa doyamıyorlar.
AKP’yi
eleştirmek, hükümete muhalif olmak neredeyse en tartışılmaz suç oldu.

Yardakçılar
hiç utanmadan AKP’nin ‘yıpratılması’ çabalarından müşteki. TSK’nın halledilmesindan sonraAKP’nin yıpratılmasını’ isteyen hainler, TSK’yı yıpratmaya çalışanların yerine geçti.
Doğal
olarak da kimileri her halükârda hain, her halükârda hedefte kalıyor.

TSK’nın
da AKP’nin de andıçlarında rastlanabiliyor aynı isimlere.
Şu
an AKP hükümeti, bir göz kırpımıyla binlerce insanı hapse yollayabileceğini, Ergenekon’dan değilse PKK muhibliğinden istediğinin başını yakabileceğini bilmenin verdiği şevkle daha temiz bir savaşla herşeyi halletme hazırlığında.

Kaldı
ki PKK ile Ergenekon’un bacanak olduğunu iddia ediyor bu küçük muhbirler. Hiç bir attıkları boşa gitmesin diye.
Kardeşler
, bu günler de geçer. Her alçaklığınız kayda düşüyor.
Okumadıysanız
, Umur Talu’nun 4 Ağustos yazısından bir bölümü buradan okuyun bari.

"..Öyle bir megalomani…Öyle bir narsisizm…Öyle bir fesat, kin, saldırganlık. Ah özellikle ‘sonraki kuşaklar’ nasıl böyle oldu; kalpleri bir yandan megalomanyadan, bir yandan sadistçe saldırganlık ve kötülükten nasıl böyle beslendi? İlk öğretmenleri kimdi?

Nasıl
bir medya patronluğu, idareciliği hepsi de eğitimli olan bu çocukları nasıl hızla devşirip kalplerini buruşturarak bir arenada birbirinin üstüne sürdü? Devlete sahip çıkanlar, hükümete sahip çıkanlar, vicdanları ve akıllarını, insanla ve meslekleriyle ilişkilerini bu mülkiyet ilişkisine ipotekleyenler nasıl bu kadar çoğaldı?
(gazetecilik) Sadece ona buna yanaşmak, yanaşmalık gazıyla dalaşmak, gazetecilikten başka her şeye bulaşmak değildir….Yanındakini, karşıdakini dirseklemek, tokatlamak piyasaya, zamaneye münasip düşebilir ama…Gazetecilik, halk adına verilmiş bir sıfat olan ‘bekçi köpekliği’ni, kuyruk sallamak ve önüne geleni, özellikle meslektaşlarını ısırmak sanmak değildir…. Nasıl oldunuz be çocuklar…Ne çabuk oldunuz! Tut ki şöhret oldunuz…Değer mi peki! Değdi mi?"

Radikal

Direniş Vakti

Ne yazmalı? Bu kadar acayip olayın yaşandığı bir ortamda böyle soru mu olur denebilir. Ülkemizde acayip ve tehlikeli olaylarını bolca yaşandığı doğrudur. Fakat bunları yazmanın ne anlamı ve değeri var? Yazmak neyi karşılıyor, neyi gerçekleştiriyor? Belki de boşuna mürekkep ve kağıt tüketmekten öteye bir karşılığı yok. Demekki “Söz bitti, sıra eylemde” sözüyle böylesi anlar ifade ediliyor.

Yaşadığımız acayip olaylardan birkaçına bakalım. Avukatları PKK Lideri Abdullah Öcalan ile iki haftadır görüşemiyor. Ya da görüştürülmüyorlar demek daha doğrusudur. Bunun sonucunda Kürtler, yaşlısı genci, kadını erkeğiyle patlama noktasında. “Can güvenliğinden endişe ediyoruz” diyorlar.


İmralı görüşmelerinin karar aşamasına geldiğinin duyurulduğu bir ortamda peki bu durum neyin nesi? Zaten dört tarafımızı savaş sarmış ve ülkemiz NATO üssü haline getirilmiş. Bir de Kürtleri tahrik ederek AKP nereye varmak istiyor? Bununla Kürtlerin iradesini kırıp Kürt direnişini bastırabileceğini mi sanıyor? Eğer öyle sanıyorsa kendinden önceki onbir hükümetin pratiğine baksın. O zaman belki biraz anlar gerçeğin ne olduğunu!


AKP’nin Kürt tahriki İmralı’da avukat görüşmelerini engellemekle sınırlı da değil. Diyarbakır’daki ucube “KCK Davası”da aynı çizgide devam ettirilmeye çalışılıyor. Dahası 12 Eylül dönemini andıran bu sözde yargılama Diyarbakır dışında başka bir yere taşınmak isteniyor. Davanın akıllı savcısı böyle bir talepte bulunmuş, “Sanığın Kürtçe olduğu düşünülen bir dille konuştuğu” ibaresini yazdırmaktan yorulan hakimleri de bunu tartışıyormuş!


Alın size hem acayip hem de tehlikeli bir olay işte! Farz edelim ki mahkeme böyle bir karar aldı, o zaman bunun sonucu ne olur? Bu, Kürtleri isyana teşvik etmek değil de nedir? Böyle bir durumu Kürtler rıza ile karşılarlar mı? Zaten mevcut sözde dava dünyaya anlatılamıyor, bu durumda yerinin değiştirilmesi anlatılabilir mi?


AKP hükümeti bunu da mı Kürtlere karşı bir saldırı aracı yapmak istiyor? Eğer böyleyse, ciddi bir yanılgı bu. 12 Eylül faşizmi diz çöktüremediki zindanda Kürtlere, AKP faşizmi diz çöktürebilsin. Kürtler bu konuda çok tecrübeli ve eğitilmiş durumdalar. 1982 Diyarbakır zindan direnişinin yaratıcısı oldular çünkü. AKP hükümeti bunu daha anlamamışsa, Kenan Evren’den sorabilir ne olduğunu!


Olaylar sadece Kürtlerle mi ilgili ve siyasi mi? Hayır, sosyal görünümlü acayip olaylar da yaşanıyor. Örneğin “Kadın katliamı” diye ifadelendirilen olaylar her geçen gün artıyor. Gerçektende kadına yönelik insanın kanını donduran vahşi cinayetler işleniyor. Sözde karısı, bacısı, kızı; yani lafa göre en sevdiği! Fakat bir anda bakıyorsun insan kültürünün kabul etmeyeceği yöntemlerle katledilmiş. Kısaca bu alanda yaşanan tam bir toplumsal cinnet durumu!


Peki toplum böyle bir cinnet durumunu niye şimdi yaşar hale geldi? Kadın üzerindeki erkek egemen baskı neden cinnetlik olaylar düzeyine ulaştı? Bu durumun ülke yönetimiyle, yani AKP’nin hükümet ediş tarzıyla hiç bağı yok mu? Elbetteki var! Olmaz olur mu hiç! AKP’nin ülkemizi sürüklediği felâket, derinleştirdiği bunalım ve kriz durumu buna yol açıyor. İşte ve yaşamda bulamayınca öfkesini kadından çıkarıyor! Gücü yeten yetene yani! Her ne kadar AKP sözcüleri “hukuk” ve “demokrasi” deseler de, ülkede orman kanunu işliyor!


AKP yönetimi altında yaşanan acayip olaylar çeşit çeşit. Bir de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu vakası var. Yaptığı açıklamada “Şam hükümetine önce güvenlik siyasetinin kabul edilemeyeceğini, önce demokratikleşme olması gerektiğini ilettiğini” söylüyor! Bu sözleri dinlerken kuşkusuz insan şaşırıyor. Başkasından duysa kesin inanmaz! Acaba Suriye Devlet Başkanı A. Davutoğlu’na ne söylemiştir? İnsan bunu merak ediyor.


Belli ki Ahmet Davutoğlu’nun Milli Güvenlik Kurulu kararlarından haberi yok! Veya kendini yöneten Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hiç dinlememiş! Bunları bilseydi herhalde böyle konuşmazdı. Ne Şam hükümetine bunları söyler, ne de kamuoyuna açıklardı. Herhalde dinleyenleri, bunları anlamayacak kadar ahmak yerine koymuyordur. Davutoğlu’na tek cümleyle şunu sormak gerekiyor: Neden Türkiye’de önce güvenlik siyaseti olabiliyor da, Suriye’de olmuyor? Bugün AKP’nin üstüne basa basa dillendirdiği ve en zalim yöntemlerle uyguladığı siyaset nedir? Bir Dışişleri Bakanı’nın içinde yer aldığı hükümetin siyasetini bilmemesi mümkün mü!?


Ne var ki Ahmet Davutoğlu bilmiyor veya bilmiyor görünüyor. Belki de toplumu “Ahmak ve sürü” yerine koyması böyle konuşup davranmasına yol açıyor. Kendini Türkiye’nin ve AKP’nin en akıllısı olarak gören ve yıllardır hükümet stratejisini çizen biri böyle yaparsa, başka ne yapmaz ki!


İşte ülkemizde yaşananlar özetle böyle! Bizde acayip olaylar dizi dizi! AKP yönetimi altında zaten başka şey de beklenemez. AKP’ye yüzde elli oy veren bir toplumun yaşayacağı başka olaylar da olamaz. Açık ki AKP ülkeyi geri dönülmesi zor bir felaketin içine atıyor. AKP yönetimi altında gittikçe artan ve yayılan bir toplumsal cinnet yaşanıyor. Bu durumda yazsan ne olacak, yazmasan ne olacak!


Belli ki söz bitmiş, vakit direniş vakti! AKP’nin çok hileli ve zalimce yürüttüğü soykırıma karşı Kürtler direniyor! Erkek egemen AKP yönetiminin desteğindeki kadın soykırımına karşı kadınlar ve özgürlük bilinci edinen erkekler direniyor! Birbirleriyle dayanıştığı ölçüde bu direnişlerin başarı kazanacağı anlaşılıyor. Ülkemizin ve toplumumuzun geleceği de AKP hegemonyasına karşı gelişen bu direnişlerin başarısına bağlı görünüyor.


Belliki gün direniş günü! Özgürlük için, demokrasi için, eşitlik için, adalet için, kardeşlik için! Hem Ergenekoncu hegemonyadan, hem de AKP hegemonyasından kurtulmak için! Ne demiş Mazlum Doğan: Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür! O halde haydin hep beraber direnişe! Nede olsa Ağustos direniş ayı!

Adil BAYRAM

Acem Oyunu

Ortak sınırötesi operasyon için anlaştıkları bildirilen Türkiye ile İran, özel savaş haberlerine ağırlık verdi. Dün ‘Karayılan yakalandı’ iddiası tekrar edildi. Ancak KCK yetkilileri iddiayı kesin bir dille yalanlayınca hesaplar boşa çıktı.

PSİKOLOJİK SAVAŞ HABERLERİ

Sınırötesi ortak operasyon için anlaştıkları belirtilen İran ile Türkiye şimdi de ortak özel psikolojik savaş haberlerine yöneldi. TRT’nin önceki gün ortaya attığı “İran Karayılan’ı yakaladı” iddiası KCK tarafından yalanlanmasına rağmen dün de sürdürüldü. İran haber ajansları ile Türk medyası  İranlı yetkililere dayanarak iddiayı tekrarladı.

YENİ BİR OYUNUN PARÇASI

Hükümet yetkililerinin de doğrulayamadığı haberler ikinci kez KCK tarafından yalanlandı. ANF’ye konuşan KCK yetkilileri, iddiayı kesin bir dille yalanladı. Roj TV de akşam saatlerinde Karayılan ile yapılan röportajı yayınladı. Bütün bu psikolojik savaş haberleri “yeni bir oyunun parçası” olarak değerlendirildi.

İran da yalanladı

Karayılan’ın yakalandığına dair habere bir yalanlama da İran’dan geldi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aradığı İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’den “Karayılan yakalandı bilgisi bizde yok” yanıtını aldı.



Yalandan kim ölmüş ki!


Son dönemlerde PKK aleyhine psikolojik savaş haberlerini yoğunlaştıran Türkiye’deki medya yine sınır tanımadı. İki gündür hükümete bağlı bağlı resmi haber kanalları TRT ve Anadolu Ajansı eli ile kamuoyuna yalan haber bombardımanı yapıldı. TRT ve Anadolu Ajansı, iki gün arayla KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın İran güçleri tarafından yakalandığı haberlerini servis etti.


İlk büyük yalan Cumartesi günü akşam üzeri TRT’den geldi. TRT “İran resmi haber ajansına” dayandırdığı “haberinde” Karayılan’ın yakalandığını duyurdu. Türk medyası da haberi flash olarak geçti. ANF’ye konuşan KCK yetkilileri haberi kesin bir dille yalanladı. İran’a ait haber servislerinde de söz konusu haberin yer almaması ise dikkat çekti.


Senaryolar anında yazıldı


İkinci büyük yalan ise yine devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı’ndan geldi. TRT’nin, “İran Karayılan’ı yakaladı” haberinin yalanlanmasının üzerinden 24 saat geçmeden bu kez de Anadolu Ajansı, “İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaadin Burucerdi’nin Karayılan’ın yakalandığını açıklandı” şeklinde haberi abonelerine servis etti. İran resmi haber ajansı Fars’a dayandırılan haberde, “Burucerdi’nin Karayılan’ın yakalandığını teyit ettiği” duyuruldu. Bunun üzerine bütün medya anında haberi flaş olarak geçti ve “analizciler” televizyonlara akın edip bol bol savaş, “PKK’yi bitirme” senaryoları yazdı.


Ya tutarsa hesabına...


Daha senaryolar yazılırken KCK yetkilileri ve Murat Karayılan’dan yalanlama geldi. Karayılan’ın Roj TV’ye yaptığı yalanlama ve ANF’ye konuşan KCK yetkililerin açıklamalarına rağmen medya Anadolu Ajansı’nın yalan haberimi manşette tutmaya devam etti. Hükümet yetkilileri ise “henüz bize bilgi ulaşmadı” şeklindeki açıklamalarla “sessiz” kalma yoluna gitti.


Kaynaktan kurudular


Çok geçmeden Anadolu Ajansı’nın habere dayanak yaptığı Burucerdi’den konuya ilişkin açıklama geldi. Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi’yle görüşen Burucerdi, kendisinin böyle bir açıklama yapmadığını söyledi. Yalanın ömrü kısa sürünce hükümet yetkilileri de sessizliğini bozmak zorunda kaldı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İranlı meslekdaşı Ali Ekber Salihi ile yaptığı telefon görüşmesinde, Salihi’nin kendilerinde Karayılan’ın yakalandığına ilişkin bir haber olmadığını söylediğini açıkladı.

 
‘Uzmanlar’ın senaryosu hazır

Önce TRT, ardından Anadolu Ajansı’nın ortaya attığı ve ömrü birkaç dakika süren yalanı televizoynlara değerlendiren “konunun uzmanları” adeta “güler misin ağlar mısın” dedirtti.


Fikret Bila:
“İran bu operasyon ile Türkiye ile ilişkilerini yeni bir zemine çekerek son dönemde Ankara’nın Suriye’ye karşı aldığı tavrı yumuşatmak istiyor olabilir. İran, Karayılan’ı Türkiye’ye teslim edip Suriye’ye yapılacak bir askeri operasyonu engelleme hesapları yapıyor olabilir.”

Fatih Çekirge:
“Yakalanmış ibaresi önemli. Çatışma ile yakalanmadığı izlenimi veriyor. Çok özel bir operasyon ile yakalanmış olabilir. Kandil’e yönelik böyle bir operasyonda İran’ın Irak ile temasa geçmesi lazım. Böyle bir durumda Irak hükümeti işbirliği yapmış herhalde. Çatışma olmadan yakalandıysa acaba İran ile anlaşarak mı teslim oldu. Çünkü verdiği son röportajda daha uzlaşmacı mesajlar vermişti. Eğer doğru ise İran çok önemli bir koz ele geçirdi.”

Atilla Sandıklı:
“İran’ın operasyonları son dönemde artırmıştı. Bu baskının sonuç verdiği görülüyor. Çok iyi gizlenen bir ‘terör’ liderini ele geçirdi. Bunu Türkiye’nin yapması gerekmez miydi? Bence bu Türkiye’nin eksikliğidir. Zaten İran’ın bu baskısı karşısında Karayılan, en son, ‘Bundan sonra PJAK İran’a karşı eylem yapmayacak PKK, sınırınızı koruyacak açıklaması yapmıştı.”
 
Bıkmadınız mı?

Kürt sorununda, devletin izlediği politikalarda, inkar ve imhanın dışında bir yola yer verilmiyor. Bu nedenle şiddeti, işkenceyi ve ölümü esas alan her yöntem, büyük acılar çektirdikten sonra toplum duvarından devlete geri dönüyor. Sonuç alınmayınca da, aynı yöntemler farklı araçlarla sürdürülmekle birlikte, artık en ufak kıpırdamalardan umut eder duruma gelmiş durumda. Binlerce köyün yakılıp yıkıldığı, milyonlarca kişinin yerlerinden göçertirildiği, binlerce kişinin faile meçhul cinayetlerde katledildiği ve 25 sınır ötesi operasyonun yapıldığı 30 yıllık çatışmalı süreçte istediğini elde edemeyen devlet, toplumun tüm kesimlerinin, sorunun ancak diyalog yolu ile çözülebileceği uyarısını dikkate almıyor. Bugüne kadar gazetecilik ilkelerini ayaklar altına alan ve savaş dilini kullanan medya ise, resmi makamların söylemleri dışında çıkmadıklarını itiraf etmek zorunda kaldı. 30 yıllık çatışmalı süreçte, devletin her dönemde başvurduğu ve Kürtleri inkara dayanan yeni oyun planları ve basının dezenformasyonunun sonuç almadığı, daha çok kaybettirdiği ortaydayken, çözümün en çok tartışıldığı bir dönemde hükümetin açıklamaları ile Türkiye ve İran’ın operasyon için anlaştığı haberleri, “yeni bir oyun planı mı devrede ve hala ders çıkarılmadı mı?” sorusunu akıllara getirdi.

Denenmedik yol kalmadı

Kürt sorununun çözümü için girişimlerin başlatıldığı ve bu yönlü görüşmelerin yapıldığı 1990’lı yıllarda, çözüme karşı başlatılan inkar ve imha konseptleri her dönemde yeni araçlarla devreye konuldu. Kürt siyaseti ayrıştırılmaya çalışılırken, 40 bin insanın yaşamını yitirmesine, 4 bin köyün yakılıp yıkılmasına, 3 milyon kişinin yerlerinden göç ettirilmesine ve 17 bin faili meçhul cinayetin işlenmesine neden olan tüm bu planlarlar sonuç vermedi. Kürtler arasında ise daha fazla dayanışma ortaya çıktı.

Şekil değiştirilmiş politika

2002 yılında iktidara gelen AKP ise, mağduriyet politikasını yürüterek, söylemde “özgürlükçü” ve “farklılıkları kabul eden” bir tavır sergilerken, pratikte ise baskılarını sürdürdü. AKP hükümeti, sorunu çözmek yerine “Tek başına çözemem, bunun destek verilmesi gerekiyor, daha güçlü olmam lazım” anlamına gelecek söylemlerle hem Kürtlerden hem de toplumun diğer kesimlerinden oy alarak iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştı. Aynı zamanda devletin tüm kademelerinde örgütlenerek, yerine sağlama alırken, Başbakan’ın “Devlet geçmişte yanlış yapmıştır. Kürt sorunu vardır, benim de sorunumdur” şeklinde 2005’te yaptığı açıklamaların tersine, bugün milliyetçi ve Kürtleri inkar eden söylemler söz konusu. Bu politikanın sonucu olarak da Kürtlere yönelik baskıların dozajı da artmış durumda. Binlece Kürt siyasetçisi tutuklanarak, Kürtler iradesiz bırakılmak istenirken, her fırsatta “bölündüler, Öcalan’ı da dinlemiyorlar” şeklindeki açıklamalarla kırılma yaratılmak isteniyor. KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan’ın İran’da yakalandığı haberleri de buna örnek olarak gösteriliyor.

Demirtaş: ''Asıl Siz Faşizmle Aranıza Mesafe Koyun''

BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Erdoğan'ın BDP ve DTK'yi hedef alan konuşmasına dikkat çekerek, "PKK'ye güç getiremedikleri her yerde intikamını BDP'den alıyorlar" dedi. "Asıl siz faşizmle aranıza mesafe koyun. Yoksa siz zarar görürsünüz’’ diyen Demirtaş, DTK’ye olası bir operasyonun ise facia olacağını söyledi.

Başbakan Tayip Erdoğan'ın BDP ve DTK’yi hedef alan açıklamalarını değerlendiren BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, yaşanan ölümlerden BDP'yi sorumlu tutmanın çaresizlik ve acizlik olduğunu ifade etti, PKK'nin her ateşkes ilan ettiğinde BDP'nin katkısının olduğunu ve operasyonların durması için çağrı yaptığını hatırlattı.

BDP'nin yaptığı çağrılar karşısında Erdoğan'ın "Operasyonlar durmaz, asker silah bırakmaz" diyerek tehditlerde bulunduğunu belirten Demirtaş, "BDP'nin yaptığı çağrı son derce insancıl bir barış çağrısıydı. Israrla askeri operasyonlar daha fazla olsun diye kışkırttılar. Barış için en çok çabalayan BDP mi yoksa diğer partiler mi? Herkes elini vicdanına koysun. BDP barışa giden doğru yolu gösterdi" dedi.

PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın çözüm için hazırladığı yol haritasına dikkat çeken Demirtaş, "Başbakan'ın elinde barışın yol haritası var. Ona baksın" diye konuştu. "Diğer partiler gibi savaşı mı kışkırttık? Çarpıtmadır ve acizliktir. BDP demokratik bir sistemde şiddetle arasına net bir mesafe koymuştur. Mücadele yöntemi PKK'den ayrı bir örgüttür. Meclis'te grubu olan siyasi bir partidir. Bir ülkenin Başbakanı olarak çıkıp terörist ilan ederseniz, demokrasi açısından zerre kadar ilginiz yoktur" dedi.

'ASIL SİZ FAŞİZMLE ARANIZA MESAFE KOYUN'

Başbakan'ın sık sık dile getirdiği "Terörle aranıza mesafe koyun" sözüne atıfta bulunan Demirtaş, "Asıl siz faşizmle aranıza mesafe koyun. Yoksa siz zarar görürsünüz. Bugüne kadar yürüttüğümüz çağrılar anlam bulmamış olsaydı, bu ateşkes dönemlerinde binlerce insan yaşamını yitirirdi. Ölümler durmuşsa bu BDP'nin de bir katkısıdır. Yaşanan siyasi gerilimi BDP değil, AKP'nin çözümsüzlük siyaseti bu noktaya getirmiştir. Şiddet ne kadar tırmanırsa tırmansın siyasetin dili bu kadar tehditkâr olmamalıdır. 50 yıl daha savaş sürse 100 bin kişi de ölse dönüp dolaşacak yer siyasi çözümdür. Başbakan daha vicdanlı ve gerçekçi davranmalıdır. Etrafındaki muhalefet partilerin kışkırtıcılığına gelmemelidir. Tüm bunlara rağmen tehditlerle sonuç alacağım diyorsa yanılıyorlar" dedi.

Başbakan Erdoğan'ın Ramazan ayının bitmesiyle birlikte "artık sabretmeyeceklerini ve çok farklı şeylerin olacağını" açıklamasına dikkat çeken Demirtaş, "1925'ten bu yana Dağkapı Meydanı'nda dar ağaçlarına mı yatmadık, 12 Eylül darbesinde işkence tezgâhlarına mı çekilmedik, 1990'lı yıllarda ensemize kurşunlar mı sıkılmadı, mahkemelerde mi yargılanmadık? Hangi yöntem kullanılmadı ve çözüm oldu? Hangisi siyasi irademizi teslim aldı ki şimdi tehdit yöntemiyle alacaksınız. Kabadayılıkla bu sorun çözülmez. Bir siyasi partiye yönelik böyle bir dil, İsrail'in Filistin'e karşı kullandığı dile benziyor. Esat rejimine reform çağrısı yapıyor ama kendi ülkesine bunu dile getirenleri susturmaya çalışıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" ifadesinde bulundu.

'BDP'Yİ BAŞKASIYLA KARIŞTIRMASIN'

"Başbakan'ın bize yönelik söylemini değiştirmesini tavsiye ediyoruz" diyen Demirtaş, "Bir yandan ölümler olurken siyaset birbirini suçlarsa işin içinden çıkamaz. Biz eksikliğimizi görüyor, aktör olacağımızı belirtiyoruz. Aynı zihniyeti muhataplarımızda da görmek istiyoruz. Ergenekon ile çetelerle karıştırmasın bizi. Biz haklıyız, biz meşruyuz. Tehditle hukuk dışı yöntemlerle bizi yola getiremez, dize getiremezler. Başkalarıyla karıştırmasın. Bu dünya Sultan Süleyman'a da kalmadı. Kendini dev aynasında görüp 'ezerim bitiririm' anlayışıyla bu ülke yönetilemez" şeklinde konuştu. Adım adım BDP'nin siyaset dışına itilmeye çalışıldığını ifade eden Demirtaş, "BDP'nin bir şans ve fırsat olarak görülmesi lazım. Hala elinin tersiyle itiyorsa kafasındaki çözüm değildir" dedi.

ÇÖZÜM VE DİYALOG ARAYIŞIMIZ SÜRECEK’

"Başbakan'ın yapacağı en akılsızca iş baskıyı arttırmak olur" diyerek sözlerini sürdüren Demirtaş, "Umarım öyle olmaz, bundan herkes zarar görür. Çözüm arayışı olmalıdır. Siyaset sınırları içinde demokrasiyi geliştirmek olmalıdır" diye konuştu. AKP'nin PKK karşısındaki başarısızlığın intikamını BDP'den almaya çalıştığını dile getiren Demirtaş, "PKK'ye güç getiremedikleri her yerde intikamını BDP'den alıyorlar. İl, ilçe başkanlarımızdan, yöneticilerimizden alıyorlar" dedi. Demirtaş, "Bu çatışmanın bitmesi için herkes bu ateşe bir damla su dökmelidir. Ama inancı, ideolojisi gereği Allah rızası için herkes bir damla su dökmelidir. Fazlasıyla benzin döken var. Yangını büyütmeleri değil, o damla suyu halkından esirgememelidir. Kabadayılık çözüm olsaydı Külhan Rıza Osmanlı da padişah olurdu. Aynı yöntemle cevap vermeyeceğiz. Çözüm ve diyalog arayışımız sürecek" ifadesini kullandı.

Basın mensuplarının "Eksikliklerimiz var dediniz, nelerdir" sorusunu Demirtaş, "BDP siyasette daha etkili bir yol yöntem ve dil kullanabilir. Geçmişte örgütsel modelimizi hep tartıştık. Siyaset peşinden sürüklenen değil kendi gündemini yaratarak sürükleyen, daha faal olma konusunda tartışma yürüttük. Önümüzdeki kongrede bu konuda bir adım atılacak. Çözüm politikalarını anlatmak konusunda eksikliklerimiz oldu. Kendimizi dev aynasında görmüyoruz. Halkın partisiyiz. Eksikliklerimiz mutlaka olmuştur" şeklinde cevap verdi.

‘ERDOĞAN ÖZERKLİĞİ BİLMİYOR’

Basın mensuplarının Başbakan'ın Özerklik ve DTK'yi hedef alan konuşmasını hatırlatması üzerine Demirtaş, "Başbakanın Özerkliği bilmediğini düşünüyorum. Bir belediye başkanlığı yapmış bir Başbakanın 'belediyeler zaten özerktir' demesi Özerkliği bilmediği anlamına gelir. Bu konuda arkadaşlarımla Bakanlar Kurulu'na brifing vermeye hazırım. Oturup tartışabiliriz. AKP bu tarzını birkaç yıl daha sürdürsün Türkiye bölünmüş olacaktır. Bilmiyorsanız konuşmayın, öğrenin ya da tartışalım. Ön yargılı müdahale etmek doğru değildir" yanıtını verdi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile ilgili basında çıkan iddialara ilişkin de Demirtaş, "Şöyle bir şey duyduk ama o da doğru mu? 'Karayılan yakalandı haberleri üzerine bazı AKP'li milletvekili adayları YSK'ya koşmuş' onun yerine bizi alın' diye. Onu teyit edemedik. Biz doğrusu geri kalanı hepsi asparagas. Psikolojik savaş haberleri bunlar" dedi.

PKK'nin Ramazan ayında eylemlerini arttırmasına ilişkin sorulan soruyu yanıtlayan Demirtaş, "İslam alemi için Ramazan ayı diğer aylara oranla daha kutsal bir aydır. Hepimizin arzusu Ramazan boyunca ölümlerin yaşanmamasıdır. Herkes daha dikkatli olmalıdır. Askeri operasyonların durmaması PKK'nin misillemeler ile eylemlerine devam etmesine neden oluyor. Ölenler açısında hiçbir fark etmiyor. Duracaksa kökten durmalıdır. PKK eylemlerini durdurmalıdır, devlet askeri operasyonları durdurmalıdır. İki taraf da bu çağrılara dikkat etmelidir. Devlet askeri operasyonları durdurmadıkça PKK de misimle yapıyor. Ölümlerin engellemenin başka yolunu biliyorsa Başbakan çıkıp açıklasın" diye konuştu.

'DTK'YE OPERASYON FACİA OLUR’

Demirtaş, DTK'ye ilişkin soruyu da şöyle yanıtladı: "Alternatif bir parlamento grubu kurmamışız. Bu tartışmaların hepsi yanlıştır. DTK sivil bir halk meclisidir. Bir platformdur. Tüzel kişiliği olması da gerekmiyor. Sadece Kürtlerden de oluşmuyor. Bizi eleştirenler de var. Kendi sorunlarımızı nasıl çözebilir diye insanlar tartışıyor. Yasadışı ilan etmek halkın iradesine saygı duymamaktır. Sivil bir bileşen olarak partiyi aşan bir platformdur. Bunun ne yasadışı ne de hukuk dışılığı vardır" dedi. Demirtaş, DTK'ye yönelik bir operasyonun facia olacağını söyledi.

BDP'nin boykot kararına ilişkin de Demirtaş, yeni bir gelişmenin olmadığını, gelişme olmadıkça kararlarını tartışmaya açmayacaklarını söyledi. Demirtaş, boykot kararının yanında çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi. BDP'nin çözüm için her zaman kapılarını açık tuttuğunu dile getiren Demirtaş, "Başbakan'ın bir ifadesi vardı 'sıkılı ellerle tokalaşılmaz' aynı şeyi biz söylüyoruz. Başbakan'ın bu tavrıyla nasıl diyalog oluşturabiliriz ki. Neden kendi ülkesine bakmıyor. Bizim için iyi şeyler yapmadı. İyi niyet görmedik. Biz kapılarımızı asla kapatmayacağız" ifadesinde bulundu.

Demirtaş, PKK Lideri Abdulah Öcalan ile görüşmelerin engellenmesine ilişkin soruyu da şöyle yanıtladı: "İntikamcı bir tarzdır. Heyetlerinizi gönderip görüşme yaptığınız bir aktörle şu anda görüşmeyi engelliyorsunuz. Heyet istediği zaman gidecek, ailesi, avukatı, aydınlar, yazarlar gidemeyecek. Bu şekilde nasıl bir diyalog sürdürebilinir merak ediyorum. Önünü açın, sadece heyet değil aydınlar, yazarlar da gitsin. Röportaj yapmak isteyenler de gitsin. Dış dünya ile bağlantısı özgür koşullarda sağlansın. Çözümden bahsedilecekse İmralı sistemi değişmelidir."