Behdinan -
Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yaklaşık iki hafta önce başlayan
çatışmalar sürüyor. HPG, dün yaşanan çatışmalarda 14 askerin
öldürüldüğünü, 1 gerillanın da yaşamını yitirdiğini duyurdu.
Hakkari’nin
Şemdinli ilçesinde 23 Temmuz gününden bu yana başlayan gerilla
eylemliliğinin onuncu gününde de çatışmalar devam ediyor. HPG basın
irtibat merkezi (HPG-BİM) tarafından yapılan yazı bir açıklama ile dünkü
yaşanan çatışmalara ilişkin bilgilendirme yapıldı.
İlk çatışmada 5 asker öldürüldü
HPG-BİM,
“31 Temmuz günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde öğlen saatlerine kadar
süren çatışmalarda Yukarı Nirkola Boğazında düşmanın 3 askeri, Yukarı
Gumoka alanında birlik komutanı, Masiro Boğazında ise düşmanın bir
askeri olmak üzere toplam düşmanın 5 askeri gerillalarımız tarafından
öldürülmüştür” dedi.
Müdahale gücüne eylem 2 asker öldürüldü
Türk
ordusunun yaşanan çatışmalar müdahale etmek istemesi üzerine
gerillaların eylem gerçekleştirdiğini ifade eden HPG-BİM, “Aynı gün saat
11.00 sularında Şemdinli Merkezinden kobra tipi helikopterler, tanklar
ve akrep tipi zırhlı araçlarla Navreza Köyü çevresine müdahale etmek
isteyen düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem
gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 2
askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür” şeklinde belirtti.
Kirpi araçta 2 asker öldürüldü
Aynı
çatışma alanına yönelik olarak Türk ordusunun tekrardan müdahale etmek
istemesi üzerine gerillaların bir eylem daha gerçekleştirdiğini beliren
HPG-BİM eyleme ilişkin şu bilgileri verdi: “Saat 17.00 sularında tekrar
müdahale etmek isteyen düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız
tarafından bir eylem daha gerçekleştirilmiş, gerçekleştirilen eylem
sonucunda bir kirpi tipi araç tahrip olurken 2 düşman askeri ise
gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.”
Piyade gücü de vuruldu, 5 ölü
Çatışmanın
yaşandığı alana ağır silah ve zırhlı araçlarla müdahale etmek isteyen
Türk ordusunun, piyade olarak da müdahale girişiminde bulunduğu
bildirildi. Türk ordusunun piyade gücüne yönelik gerillaların bir eylem
gerçekleştirdiğini ifade eden HPG-BİM şunları belitti: “Alana piyade
olarak gelmek isteyen düşman askerine yönelik olarak ise gerillalarımız
tarafından gerçekleştirilen eylemlerde ise düşmanın 5 askeri
gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.”
10 dakikalık yolu 7 saatte ilerledi
Gün
boyu yaşanan çatışmalarda Türk ordusunun 10 dakikalık yolu 7 saatte
alabildiğini ifade eden HPG-BİM, alana yönelik olarak Türk ordusunun
bombardımanına ilişkin olarak da “1 Ağustos günü (bugün) sabah
saatlerinde işgalci TC ordusu tarafından alana yönelik olarak kobra tipi
helikopterler, havan ve obüsler ile bombardıman yapılmıştır” dedi.
1 gerilla yaşamını yitirdi
Dün
bütün gün boyu yaşanan çatışmalarda toplam 14 askerin öldürüldüğünü
duyuran HPG-BİM yaşanana çatışmalarda 1 gerillanın da yaşamını
yitirdiğini belitti.
HPG-BİM hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yol
kontrolü yapmak isteyen Türk ordu güçlerine yönelik gerillaların bir
eylem gerçekleştirdiğini duyurdu. Eylem ardından alana yönelik operasyon
başlatan Türk ordusu sonuçsuz bir şekilde geri çekildi.
Hakkari’nin
Şemdinli ilçesine bağlı Riya ve Salara köyleri arasında yol kontrolü
yapmak isteyen Türk ordu güçlerine yönelik olarak gerillaların 30 Temmuz
günü saat 15.00’da HPG gerillaları tarafından bir eylem gerçekleşti.
Gerçekleşen eylem ilişkin bilgi veren HPG-BİM şunları belirtti:
“Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları
tarafımızdan netleştirilemezken, eylem ardından eylem alanı işgalci TC
ordusu tarafından havan ve obüsler ile bombalanmıştır. Eylem ardından
alanda indirmeler yapılarak başlatılan operasyon ise 31 Temmuz günü geri
çekilmiştir.
Oramar’da ağır silahlı eylem
Hakkari’nin
Gever ilçesinde bulunan Oramar karakoluna yönelik olarak HPG
gerillaları tarafından ağır silahlarla bir eylem gerçekleşti.
Gerçekleşen eylem sonucunda karakolda bulunan iki mevzi imha oldu.
Gerillaların
gerçekleştirdiği eyleme ilişkin bilgi veren HPG-BİM şunları belirtti: “
31 Temmuz günü 15.00-16.00 saatleri arasında Hakkari’nin Gever ilçesine
bağlı Oramar karakoluna yönelik olarak gerillalarımız tarafından ağır
silahlar ile bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem
sonucunda düşmanın iki mevzisi imha edilmiştir.”
Uludere’de çatışma
Şırnak’ın Uludere ilçesinde operasyona çıkan Türk ordu güçleri ile HPG gerillaları arasında bir çatışma yaşandı.
31
Temmuz günü saat 17.30 sularında yaşanan çatışmaya ilişkin olarak
HPG-BİM şunları belirtti: “Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Girê Çetan
bölgesinde operasyona çıkan işgalci TC ordusu ile gerillalarımız
arasında 20 dakikalık bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda
düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilememiştir. Çatışma
ardından düşman ölü ve yaralılarını alandan skorsky tipi helikopterler
ile uzaklaştırmıştır.”
Şeladize’ye dört gündür bomba yağdırılıyor
Türk
ordusunun Güney Kürdistan’ın Şeladize kasabasına yönelik olarak 4
gündür yaptığı top saldırıları devam ediyor. Saldırılar sonucu ağaçlık
alanlarda başlayan yangınlar devam ediyor.
Güney Kürdistan’ın
Şeladize kasabasına bağlı alanlara yönelik olarak Türk ordusunun 27
Temmuz gününde beri top saldırısı gerçekleştirdiğine dikkat çeken
HPG-BİM saldırıya ilişkin şunları belirtti: “Medya Savunma Alanlarına
bağlı Şeladizê kasabası sınırları içinde bulunan Çiyareş ile Hakkari’nin
Çukurca ilçesine bağlı Geliyê Zap, Hênê Dağı, Helwesis Tepesi, Samura,
Büyük Garê alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan
ve obüs saldırıları yapılmaktadır. Halen devam eden saldırılar sonucunda
alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.”
ANF
Şemdinli -
HPG gerillalarının 23 Temmuz’da Şemzinan (Şemdinli) ile Gerdiya yolunu
denetime alması ile başlayan eylemler “kuşatma”ya dönüştü ve bugün tam
10. gününde. Günlerdir yaklaşık 30 km’lik yol ve bölgenin kontrolü
HPG’nin elinde bulunuyor. Başbakan Erdoğan ve tutuklu eski Genelkurmay
Başkanı İlker Başbuğ’un birlikte poz verdiği Gediktepe de gerillanın
eline geçti.
HPG, bölgede geliştirdiği harekâtı bir kuşatma
olarak adlandırıyor. Bölge halkı ve bölge idari amirlikleri ise
yaşananları ‘savaş hali’ olarak adlandırıyor. Bölge tam 10 gündür
gerillaların denetiminde ve sürekli çatışma hali var.
Çatışmaların
azaldığı zamanlarda ise güçlerin elinde bulunan (asimetrik de olsa)
tekniğe dayalı savaş devreye giriyor. Türk ordusu son teknoloji ile
donatılan savaş uçakları, tank, obüs ve havan toplarıyla gerilla
mevzilerini hedeflerken; gerilla birlikleri de XPG-9, B-7, DOÇKA, havan
toplarıyla saldırılara karşılık veriyor. Çatışma bölgesine hâkim tepeler
olan Goman, Gostê, Karker tepeleri gerillanın elinde bulunuyor.
Şemzinan merkezine çok yakın bir mesafede bulunan Gostê-Goman-Nêrkola
hattı da gerilla denetiminde. Bölgede bulunan Şemzinan alayı ve
Garê(Tekeli) taburu ile civar köylere konuşlandırılmış olan sınır
karakolları, sürekli gerillanın ağır silah ateşi altında. Adeta
karakollara hapsolan Türk ordusu, karadan hareket edemeyecek durumda.
Köyler boşaltıldı
Türk
ordusunun havadan müdahale çabaları ise zirvelere yerleştirilen hava
savunma bataryalarının yoğun ateşi ile sonuçsuz kalıyor. Öte yandan
bölgede yolun denetimi gerillalarda olduğu için Türk ordusu askeri
sevkiyat da yapamıyor. Türk devleti bütün bu gelişmeler karşısında adeta
afallamış durumda. Öte yandan Türk ordusu gerillalara karşı yaşadığı
çaresizliğin hıncını köylülerden alıyor. Bölgeye yönelik hava
saldırıları, obüs, havan ve tank atışları aralıksız sürüyor. Çatışma
bölgesine yakın olan Nêrkola, Nehrê, Bêgirdê, Navreza köyleri Türk
devleti tarafından boşaltıldı. Türk ordusunun ağır silahlarla ve havadan
gerçekleştirdiği bombardımanda köylülerin alın teri ile ve bin bir
emekle, yılların emeğinin sonucu olan bağ ve bahçeler kül oldu.
TSK’nın elindeki tepeler gerillaya geçti
Türk
ordusunun bombardımanı bu bölgelerle de sınırlı değil. Medya Savunma
Alanları’na yönelik bombardımana da hız veren Türk ordusu, korucu köyü
olan Evliya köyü sırtlarını, Robinus çevresini, Geniş tepe ve Konserve
tepesini de bombalıyor. Burada dikkat çekici bir ayrıntı var: Gostê’nin
doğusuna düşen Geniştepe ile Konserve tepesi bundan önceki yıllarda Türk
ordusu tarafından tutulan tepeler ve bu tepeler şu an gerilla
denetiminde bulunuyor. Özellikle Konserve tepesi (Gediktepe) hafızalarda
yerini koruyor. Bu tepe Garê(Tekeli) taburunun savunma tepesi olarak
kullanılan ve Gedik tepe sınır karakolunun üzerinde bulunduğu tepe. Bu
karakol 2010 yılı 20 Haziranı’nda gerillaların eylemine maruz kalmış,
Türk ordusu bu eylemde büyük kayıplar vermişti. İşte Gedik tepe
karakolunun kurulu olduğu tepe şimdi gerillaların elinde ve Gediktepe
karakolu mazi olmuş durumda.
Gerillalardan, Türk ordusunun Garê
karakolunun savunması için bu her iki tepeyi defalarca tutmak istediği
ancak her defasında gerillaların eylemleriyle kayıp verdiği ve en
sonunda çaresiz bir şekilde tepeleri tutmaktan vazgeçtiğini öğreniyoruz.
Bölgede
şahit olduğumuz, kendi gözlerimizle de gördüğümüz bu gerçek, gerilla
birliklerinin ilerlemesini kanıtlayan somut bir veri oluyor. Şemzinan
kırsalında daha önce Türk ordu güçlerinin elinde bulunan birçok tepe şu
an gerilla denetiminde bulunuyor.
Ordu şaşkın
Yıllardır
Türk ordusunun medya savunma alanlarına yönelik kara saldırısı
planladığı biliniyor. 21 Şubat 2008’de Zap’a yönelik gelişen kara
saldırısında ağır yenilgi alan Türk ordusu; o gün bu gündür Medya
Savunma Alanları’nın bir diğer sınır bölgesi olan Xakurkê alanına
yönelik bir kara operasyonunu gündemine aldı. Yıllardır haritalar
çiziliyor, stratejisyenler, eski ordu mensupları bu haritalar üzerinden
bölgeye nasıl girileceğini tartışıyor. Türk devleti bunları tartışa
dursun, beklenmedik bir gelişme yaşandı 23 Temmuz’da. Günlerdir
operasyon yapılacak denilen bölgeye gerilla birlikleri operasyon
başlattı ve işte Şemzinan kuşatması böylesi bir atmosferde başladı. Bu
gelişme, KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan’ın bir röportajında
“Herkes Türk ordusunun operasyon yapacağını tartışıyor. Ya biz operasyon
yaparsak ne olur?” sözlerini hatırlattı. Kalkan bu cümleleri sarf
ederken Güney Kürdistan’daki Türk ordusunun varlığına dikkatleri
çekiyordu elbette ancak işte Şemzinan- Gerdi hattında gerilla birlikleri
tarafından 30 km’lik kordon boyunca başlatılan harekat, Türk ordusunu
şoke etti. Türk devleti tam 10 gündür bölgede denetimi gerillalara
kaptırmış durumda.
Vur kaç değil vur kal!
İlk iki
günkü çatışmalara bakarak gerillaların Bezelê, Oramar, Ştazan
eylemlerine benzer kapsamlı bir eylem gerçekleştirdiği ve kademeli
olarak her zaman olduğu gibi güvenli üst bölgelerine çekilecekleri
bekleniyordu. Çatışma bölgesine ulaştığımızda ise tablonun hiç de tahmin
ettiğimiz gibi olmadığını gördük. Gerillaların rahatlığı dikkat
çekiciydi. Heci beg suyunu geçip Kuzey Kürdistan topraklarına
girdiğimizde, rehberimiz olan gerillanın kendinden emin “gündüz hareket
edeceğiz” demesi bizi şaşırtırken harekatın kapsamının da ip uçlarını
veriyordu bu cümleler. İşte bu anda yaşananların tam anlamıyla farkına
varıyoruz. Kuzey Kürdistan’da gerillalar gündüz hareket ediyorlar. Yola
iniyor, yol kontrolü yapıyorlar. Karakollara yönelik eylemler
gerçekleştiriyor ve mevzilenmelerini sürekli koruyorlar.
Daha bu işin “lo lo’su” da var
Her
şeyi hesaplamışlar. Türk ordusunun karadan girebileceği bölgeleri
önceden tutmuşlar. Helikopterlerin indirme yapabileceği yerlere tuzaklar
ve hakim tepelere uçak savar bataryaları yerleştirmişler. Sınır
karakollarını denetimde tutacak tarzda mevzilenmişler. İşte bütün bu
hazırlıkların sonucu olarak da tam 9 gündür bölgeyi denetimleri altında
tutmayı başarıyorlar. Burada bulunduğumuz günler boyunca gerillanın hiç
de çekilmeye niyetinin olmadığını anlıyoruz. Uzun süreli bir çatışmaya,
savaşa hazırlıklı oldukları her hallerinden belli. Uykusuzluk,
yorgunluk, açlık, susuzluk… bunları düşünmüyorlar bile. Tek düşündükleri
şey amaçladıklarına ulaşmak! Türk ordusu gerillanın gücünü görecek
diyorlar. Bir başka gerilla “daha bu le le’si işin. Bir de lo lo’su var”
diye espriyi patlatıyor. Neşeleri yerinde ama disiplinden asla taviz
vermiyorlar.
HPG Askeri Konsey üyesi ile görüşme
Gerillaların
başlattığı eylemselliğin bir operasyon, kuşatma olduğunu HPG Ana
Karargah Komutanlığı’ 27 Temmuz’da yaptığı yazılı bir açıklama ile
duyurdu. Bu süreçte çatışma bölgesinde bulunan HPG Askeri Konsey üyesi
Kemal Garzan ile karşılaşıyoruz. Garzan ile hem kuşatmayı hem de Türk
ordusunun içerisinde bulunduğu durumu konuşuyoruz. HPG komutanı gayet
kendinden emin ve kararlı bir şekilde konuşuyor. “Ne pahasına olursa
olsun asla geri atmayacağız” diyor. Garzan’a göre, Şemzinan kuşatması
PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirilen ve ikinci yılına giren
ağır tecridin sonucu.
HPG komutanı, Türk devletinin verdiği
ağır kayıpları ve yaşadığı çaresizliği gizlemeye çalıştığına dikkat
çekerek Türk ordusunun içerisinde bulunduğu acizliği şu cümlelerle
özetliyor: “Türk devletinin ve ordusunun Şemzinan’daki örgütlenmesi
dağıtılmıştır. Türk ordusu Şemzinan merkezinden ve karakollarından
çıkamamaktadır. Her şey kontrolümüz altında.”
Eylemin niteliğine
ilişkin sorularımızı da yanıtlıyor HPG komutanı: “Tamamen gerillanın
inisiyatifinde ve kontrolünde olan bir operasyon geliştirdik ve bu
harekat devam ediyor. Tek düze bir eylem değil bu. Birliklerimiz otuz
yıllık gerilla tecrübesiyle birçok eylem biçimini yaratıcı ve ustalıklı
bir şekilde uyguluyor. Gerillanın gücünü herkes görmüş oldu bu
kuşatmayla.”
Türk ordusunun pozisyonunu soruyoruz gerilla
komutanına. İşte gerilla komutanının çarpıcı ve yorum gerektirmeyen
yanıtı: “Türk devleti karakollara hapsoldu. Ordu ne saldırabiliyor ne de
kendisini koruyabiliyor.” Şemzinan’da son durum bu.
Gerilla bir ilki gerçekleştirdi
Şemzinan
kuşatması, “gerilla isterse bir bölgeyi, hatta bir şehri ele geçirip,
günlerce orada denetim kurabilir mi?” sorusunu düşündürtüyor. Bu durum
Kürdistan gerillasının kat ettiği gelişme düzeyini ifade ediyor. 2008
yılında Zap’ta, 2011 yılında ise Casusan tepelerinde Kürdistan
gerillasının geliştirdiği direniş savunma savaşı bağlamında tarihe
geçerken; Şemzinan kuşatması ise şimdiden bir alanı kurtarma savaşı
anlamında tarihe geçmiş görünüyor. Bu durum, Kürdistan’da silahlı
mücadelenin başladığı tarih olan 15 Ağustos 1984 yılından bu yana
gerçekleşen ilk uzun erimli kuşatma oluyor. Şemzinan kuşatmasının bu
anlamda bir milat olduğunu söylemek mümkün. Şemzinan’da son günlerde
yaşananlar gösterdi ki, gerilla isterse Türk ordusunun elinden bir
bölgeyi alabilir ve günlerce kendi denetiminde tutabilir. Şemzinan
kuşatması şimdiden tarihe geçen ve derslerle dolu bir harekat oluyor.
Peki
bu süreç zarfında(23-31 Temmuz) neler oldu? Kuşatma nasıl başladı,
nasıl devam etti ve gerillalar bölge üzerindeki denetimi nasıl sağladı?
Gerilla pozisyonunu nasıl koruyor? İşte bu soruların yanıtlarını HPG
Basın İrtibat Merkezi’nin(BİM) gün gün verdiği bilgilerde yanıtlamaya
çalışalım.
Gün be gün kuşatma
23 Temmuz:
Gerilla
birlikleri öğle saatlerinde Şemzinan-Gerdiya yoluna indi ve yol
kontrolü yapmaya başladı. Bu duruma müdahale etmek isteyen Türk ordusuna
bağlı iki kobra tipi helikopter gerillaların hava savunma
bataryalarınca püskürtüldü.
24 Temmuz:
Yaşananların
gerillanın son dönemde yoğunlaşan yol kontrollerinden birisi olmadığı
bir sonraki gün anlaşıldı. 24 temmuzda sabah saat 05’te Şemzinan alayına
yönelik gerilla topçu atışları başladı. Saat 09’da gerillalar yeniden
Şemzinan-Gerdiya yoluna indi. Yolda saat 15:30’a kadar kimlik kontrolü
yapıldı. Bu saatte olay yerine müdahale etmek isteyen özel harekat
birliği gerillalarca fark edilip vuruldu. Türk ordusunun özel birlikleri
burada 14 kayıp verdi. Çatışma bir buçuk saat sürdü. Saat 17’de geri
kalan askerler araziye dağıldı. Aynı saatlerde takviye amacıyla çatışma
bölgesine girmek isteyen konvoya yönelik gerillalar bir sabotaj eylemi
yaptı, Türk ordusu 3 askerini kaybetti. Bu eylemden sonra Türk ordu
birliği çembere alınarak saat 19:30’a kadar çatışmalar devam etti.
Çatışma bölgesine müdahale etmek isteyen kobra tipi bir helikopter saat
15:30’da gerillalarca vuruldu, helikopter daha sonra Salara-Bêgozê
köyleri arasında düştü. Çatışma alanı kobra, savaş uçakları ve obüs,
havan toplarıyla saat 20:30’a kadar yoğun bir şekilde dövüldü. Bu
şiddetli çatışmalarda 4 HPG gerillası yaşamını yitirdi. Öğle saatlerinde
saat 12’de Şemzinan merkezinde bulunan komando tugayına ağır silahlı
saldırı akşam saat 19’a kadar sürdü. İlk günkü çatışmalardan sonra
Nehrê, Bêgirdê, Nêrkola, Navreza köyleri Türk ordusu tarafından
boşaltıldı.
25 Temmuz:
30 km’lik alanda başlayan yol
kontrolü gün boyunca devam etti. Gerillalar güzergahı kullanan araçları
durdurdu, kimlik kontrolü ve eylem propagandası yaptı. Saat 12’den 19’a
kadar süren bir taarruz başlatan gerillalar Şemzinan alayını aynı
zamanda ağır silah ateşine tuttu. Gerillalar, Şemzinan tugayını da saat
14’te yarım saat boyunca ağır silahlarla vurdu. Türk ordusu yaşadığı
çaresizlikten kaynaklı çatışma bölgesini gün boyunca ağır silahlarla
vurdu.
26 Temmuz:
Gerillalar sabah saatlerinde yeniden
yol kontrolüne başladı. Şemzinan Gerdiya yolunda Saat 08’de HPG ve KCK
bayrakları asarak asayiş kuran gerillalar, toplanan halka eylemlerini ve
Kürt halkının içerisinde bulunduğu tarihi süreci anlatarak halkı
bilinçlendirme faaliyeti yürüttü. Toplanan araçlar sloganlarla Şemzinan
merkezine doğru ilerledi. Yol kontrolü akşam saat 19’a kadar sürdü. Bu
saatlerde müdahale etmek isteyen iki kobra helikopter gerillaların ağır
silah ateşiyle geri püskürtüldü. Saat 08’de Gever’den Şemzinan’a dört
kirpiden oluşan destek güç gerillalarca Diya horê köyü yakınında sabotaj
eylemine maruz kaldı. Bu eylemde kirpi tipi araçlardan bir tanesi imha
edildi. Bu eylemden sonra gerilla birlikleri ile Türk ordu güçleri
arasında aynı bölgede şiddetli çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda da
Türk ordusu ağır kayıplar verdi.
Şemzinan tugayı bugün de
gerillalar tarafından topçu ateşine tutuldu. Bu eylemde tugaya sekiz
havan güllesi isabet etti. Türk ordusu bu eylemde çok sayıda kayıp
verdi. Askerler tugaya adeta hapsedildi. Aynı saatlerde Şemzinan alayına
yönelik de topçu ateşi devam etti. Aynı gün Goman ve Senala kırsalına
Türk topçusu ağır bir bombardıman gerçekleştirdi. Bombardımanda
köylülere ait bağ ve bahçeler yandı. Türk ordusu ayrıca Geniş tepe,
Karker, Heci beg vadisi ve Goste tepelerini ağır silahlarla vurdu.
27 Temmuz:
Sabah saat 08’den akşam 18’e kadar gerillaların yol kontrolü devam etti. Bu gün herhangi bir çatışma yaşanmadı.
28 Temmuz:
Sabah
saat 06’da Şemzinan alayına bağlı Garê(Tekeli) tepesine yönelik bir
suikast eylemi yapıldı. Aynı tepe gerillalar tarafından ağır silahlarla
vuruldu. Sabah saat 06 ile 08 arasında Türk topçusu Konserve (Gediktepe)
tepesini vurdu. Aynı gün saat 15 ile 19 arasında gerilla birlikleri
Şemzinan tugayını yoğun bir şekilde ağır silah ateşine tuttu. Saat 18’de
başlayan Türk ordusunun topçu ateşi sabah saat 06’ya kadar sürdü. Türk
ordusunun topçu ateşi Goman, Geniş tepe, Hacibeg vadisi ve Nêrkola köyü
çevresinde yoğunlaştı. Bombardımanda bağ ve bahçelerde çıkan yangın
saatlerce sürdü. Saat 15 ile 16 arasında savaş uçakları Nêrkola köyü
vadisini bombaladı.
29 Temmuz:
Sabah saat 05:30’da Türk
ordu birliklerince Gever ve civar bölgelerden çatışma bölgesine
kaydırılan güçle Goman tepesine çıkmak istedi. Ağır silah bombardımanı
eşliğinde Türk ordusu skorsky tipi iki helikopterle gerilla denetiminde
bulunan Goman’a indirme yapmak istedi. Duruma anında müdahale eden
gerilla birlikleri indirme esnasında iki kolu vurdu. Yaşanan kısa süreli
çatışmada bir kol gerillalarca tamamen imha edilirken ikinci kol ile
çatışmalar ise sabah saat 06’dan akşam saat 17:30’a kadar devam etti. Bu
esnada gerilla çemberine takılan ikinci kol da ağır kayıplar verdi.
Çatışmanın sonunda HPG Basın İrtibat Merkezi’nin(BİM) açıklamasına göre
en az 49 asker öldürüldü, onlarcası da yaralandı. Çatışmaların yaşandığı
bir diğer bölge olan Nêrkola boğazına indirme yapmak isteyen skorsky
tipi bir helikopter saat 16:45’te gerillalar tarafından düşürüldü. Aynı
saatlerde Şemzinan tugayı ağır silahlarla ve havan topu ile vuruldu.
Tugayın otomobil garajı ve kamelyasına isabet eden havan topu nedeniyle
yangın çıktı. Türk ordusu gün boyunca savaş uçaklarının yanı sıra obüs
ve havan topları ile Goman, Nêrkola, Evliya, Robinus, Bêgirdê, ve yukarı
Nêrkola köylerini vurdu. Bu bombardımanda yukarı Nerêola’da evler hasar
gördü. Bölgede yaşanan yoğun çatışmalar gün boyunca devam etti.
ANF
MUSTAFA KARASU
Batı Kürdistan’da büyük bir devrim yaşanıyor. Bu devrimin en temel
karakteri ise sosyal devrim ağırlıklı olmasıdır. Zaten Kürt Halk
Önderinin etkilediği her yerde bir sosyal devrim ve kültürel devrim
yaşanmaktadır.
Batı Kürdistan gösterdi ki Kürdistan’ın tüm parçaları
kaynamaktadır. Doğu Kürdistan da Batı Kürdistan’dan farklı değil. Güney
Kürdistan’da askeri işgal kalkmış ve siyasi bir statü oluşmuş bulunsa da
Güney Kürdistan halkında da bir toplumsal dinamizm vardır. Güney
Kürdistan halkı da daha demokratik, daha adil ve eşitlikçi bir Kürdistan
istemektedir.
Tüm parçalar ve yurtdışındaki Kürtler bu kadar dinamik
ve özgürlüklerini istiyorlarsa, çok önemli düzeyde ortak bir ulusal
ruh ortaya çıkmışsa hangi güç bu halkın özgürlük, demokrasi, hak, adalet
ve eşitlik mücadelesini durdurabilir?
Kürt halkı onlarca yıldır tüm
parçalarda özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermektedir. Tüm Kürtler
böyle bir ortamda politikleşmekte ve önemli bir değişime uğramaktadır.
Toplumsal düzeyde Ortadoğu’da hiçbir halk Kürtler kadar duyguda,
düşüncede ve bilinçte değişim yaşamamıştır. Dinamizm ve değişim Kürt
toplumunun bir gerçeği haline gelmiştir. Kürt Halk Önderinin felsefesi,
ideolojik, teorik, politik ve yapılanma konusunda ortaya koyduğu
düşünceler toplumda büyük bir değişim enerjisi ortaya çıkarıyor,
Kürdistan toplumunu değiştiriyor.
Dört parçada yaşanan bu devrimi
herhangi bir dış güç desteklemediği gibi, bu devrimi yaşayan ve
gerçekleştiren halk yoğun bir baskı altında tutulmaktadır. Kürdistan’da
bugünkü yoğun baskılar olmasa, bu halkın nasıl bir toplumsal değişim
gücü olduğunu herkes her gün daha iyi görür. Nitekim Habur’da bu gerçek
çok iyi görüldüğü için ondan sonra bu halka saldırılar artmıştır. Türk
devletinin son yıllardaki saldırılarının nedeni Kuzey Kürdistan halkının
büyük bir ulusal, sosyal, toplumsal ve kültürel devrim yaşamasıdır.
Özellikle toplumsal ve kültürel devrimin karakterinin derinleşerek
sürmesidir. Bu da Kürtleri muazzam bir devrimci ve değiştirici güç
haline getirmiştir.
Batı Kürdistan tüm parçalardan, özellikle Kuzey
Kürdistan’dan etkilenmektedir. Toplumsal ve kültürel olarak Kuzeyin bir
parçası gibidir. Zaten birçoğu Kuzeyle akraba ve aşiret ilişkileri
içindedir. Kuzey Kürdistan’dan etkilenmesi 1979’da Kürt Halk Önderinin
Kobani üzerinden Suriye ve Ortadoğu’ya geçmesinden sonra daha da
artmıştır. Zaten her köyde, her sokakta PKK’nin öncülük ettiği özgürlük
savaşında şehit düşen evlatları vardır. Kürt halk Önderinin yirmi yıl
Batı Kürdistan halkıyla iç içe yaşaması da bu etkileşimi daha nitelikli
hale getirmiştir. Bu yönüyle Batı Kürdistan Kürt Halk Önderinin
düşünsel, örgütsel, yaşamsal ve sorumluluk duygusuyla mayalanmıştır.
Zaten bu nedenle Kürt Halk Önderine çok bağlıdırlar. Batı Kürdistanlı
çocuklar her gün analarından, babalarından, ağabeylerinden, ablalarından
Kürt Halk Önderinin özelliklerini duyarak büyüyorlar. Çünkü Kürt Halk
Önderinin tanıştığı hiçbir aile ve hiçbir kişi bu tanışma anını unutmaz,
unutmamıştır.
Batı Kürdistan halkı tüm parçalardaki halktan daha
politik ve daha duygusaldır. Bizzat Batı Kürdistan’da sert bir politik
mücadele içine girilmemiştir, ancak tüm parçalardaki Kürtlerin
mücadeleleriyle en fazla ilgili olan bir halktır. Bu bir yönüyle de en
küçük parça olma karakteriyle ilgilidir. Çok haklı ve doğru olarak kendi
kurtuluşunu ve özgürlüğünü daha çok diğer parçaların kurtuluşu ve
özgürlüğünde görmüştür. En başta da kaderini Kuzey Kürdistan’daki
mücadelenin gelişmesinde görmüştür. Nitekim Kuzey Kürdistan’daki
mücadelenin gelişmesi ve önemli bir güç haline gelmesi Batı Kürdistan’ı
sürekli canlı tutmuştur.
Diğer parçaların halkı daha çok kendi
parçalarındaki mücadeleyle ilgilenmişlerdir. Hiçbir parçanın halkı Batı
Kürdistan halkının diğer parçalara gösterdiği ilgi ve duyarlılık kadar
bir ilgi ve duyarlılık içinde olmamıştır. Kendi parçasından daha çok
diğer parçalardaki mücadeleyle ilgilenmiştir. Bu durum Batı Kürdistan
halkını kesintisiz bir ulusal duyarlılık içinde tutmuş ve
politikleştirmiştir. Bu açıdan bütün parçalar içindeki en politik halk
Batı halkıdır dersek yanılmış olmayız. Kuzey’deki, Doğu’daki, Güney’deki
gelişmelerle ilgilenince tüm Ortadoğu’yla ilgilenmiş olmakta, bu da
politik bilincini geliştirip derinleştirmektedir.
Diğer yandan diğer
parçalardaki direniş ve isyanların da geri çekilme yeri gibi olmuştur.
Şeyh Sait, Dersim ve diğer direniş ve isyanlardan birçok insan Batı
Kürdistan’a çekilmiştir. Bir Alevi Kürt olan Nuri Dersimi’nin bile Batı
Kürdistan’a geri çekildiği ve mezarının Afrin’de olduğunu söylersek bu
gerçek çok daha iyi anlaşılır. Şeyh Said direnişinin içinde yer almış
birçok Kürt insanı da sonraki yaşamını burada sürdürmüşlerdir. Kahtalı
büyük şair Osman Sabri bunlardan biridir. Osman Sabri, yüreği Kürt Halk
Önderine sevgiyle dolu bir biçimde son yıllarını ve son aylarını
yaşamıştır. Kürt Halk Önderine “erkek, kız Kürt gençlerini bu dağlarda
gördüm ya, artık ölsem de gam yemem” demiştir.
Batı Kürdistan
halkının tüm parçalarda ilgi göstermesi ve tüm parçalardan politik
şahsiyetlerin geri çekilme ve güvenli alanı olması Batı Kürdistan’ı bir
politik merkez haline getirmiştir. Bu iki durum Batı Kürdistan
Kürtlerini politik ve duyalı kılmıştır. Şu andaki büyük devrimin böyle
bir arka planı vardır.
Batı Kürdistan’ın ayağa kalkışını hiç kimse
küçümsememelidir. Batı Kürdistan halkındaki yurtseverlik parçacılığı
aşmış, Kürdistan genelini kapsayan bir yurtseverliktir, bir bilinçtir.
Bu açıdan böyle bir devrimi örgütleyecek, sürükleyecek ve başarıya
götürecek bir potansiyeli vardır. Belki sert mücadele pratiğine doğrudan
girmemiştir; ancak diğer parçaların sert pratiği ve tecrübesinden uzak
değildir. Çünkü tüm parçalar içindeki direnişler içinde yerini almıştır.
Duygusallığı böyle devrim anlarında aynı zamanda büyük bir avantajdır.
Devrimler aynı zamanda coşkuyla, heyecanla başarılacak süreçlerdir.
Türk
devleti ya da başka bir güç Batı Kürdistan halkını tehdit edebilir;
ancak Batı Kürdistan halkı politik karakteri ve örgütlenmeye
yatkınlığıyla tüm bu tehlikeleri ve saldırıları boşa çıkaracak bir halk
gerçekliğine sahiptir. Yurtseverlik bilinci yüksektir. Saldırılardan
ürkerek geriye çekilecek bir halk değildir. Herhangi bir işgalde
beklenmedik bir direniş gösterecektir. Genç, kadın, erkek, yaşlı, hatta
çocuklar bile direnecektir. Türkiye belki tehdit ediyor, ama tehdit
ettiği halkı tanımıyor.
Batı Kürdistan halkı bütün parçalar için can
ve emek verdiği için tüm Kürdistan halkı da Batı Kürdistan için
duyarlıdır. Batı Kürdistan’a sahip çıkmak tüm parçalardaki halkın
yurtseverlik görevi olduğu kadar onuru, namusu ve vefa borcudur. Batı
Kürdistan halkına tüm parçalardaki halkımız sahip çıkarak işgalcileri
Batı Kürdistan’a girdiğine pişman ettirecektir. Kürtleri eskisi gibi
görmek kafayı kuma gömmektir. Tayyip Erdoğan hala Kürtlere 50 yıl önceki
Kürtlermiş gibi davranıyor. Artık İsmail Beşikçi hocanın dediği gibi
bir jandarma gördüğünde köyünü bırakıp kaçan Kürtler yoktur. Baskılara
bağışıklık kazanmış, özgürlüğünü ancak bedel vererek kazanacağına
inanmış bir Kürt halk gerçekliği vardır.
Batı Kürdistan halkına
yönelik bir saldırıda tüm Kürtler ayağa kalkacaktır. Hiçbir güç küçük
parçadır, kolay lokmadır diyerek üzerine gider teslim alırım
diyemeyecektir. Böyle düşünüldüğü an Batı Kürdistan için görülmedik bir
sahiplenme yaşanacaktır. Batı Kürdistan halkı da politik bilinci ve tüm
Kürdistan parçalarının verdiği desteğin moraliyle büyük direnecektir. Bu
açıdan Tayyip Erdoğan’ın tehditleri sadece bir ürkütmeyi içeren boş
laflardır. Türk devletinin bir işgali belki de Kuzey ve Güney
Kürdistan’ın kurtuluşunu birlikte getirecektir. Kamişlo bastırılmak
istendiğinde Nusaybin, Cizre, Kızıltepe, İdil, Silopi başta olmak üzere
tüm Kürdistan ayağa kalkacaktır. Türkiye isterse bir denesin!
Davutoğlu
gitmeden önce Güney Kürdistanlı siyasi güçleri de tehdit etmiştir.
Onları da bu yolla ürküteceğini sanmaktadır. Herkese yaptığı tehdidi
Kürtlere de yapmaktadır. Güneye yaptığı bu tehdit ve şantaj da boşa
çıkacaktır. Hiçbir Kürt gücünün Türk devletinin taleplerini kabul etmesi
mümkün değildir. AKP kendi aklına göre Güneyli siyasi güçleri tehdit
ederek Kuzey’de yaptığı oyalamayı burada da yapacak, böylece Batı
Kürdistan halkının siyasi statü kazanma mücadelesini geriletecek ve
sonra da işbirlikçisi Suriyeli güçlerle bastıracaktır. Biz Güney
Kürdistanlı siyasi güçlerin ve liderlerinin bu tehdit, ürkütme ve geri
adım attırma politikalarına gereken cevabı vereceğini düşünüyoruz. Çünkü
hiçbir Kürt siyasi gücü itibar kaybını göze almadan Batı Kürdistan
konusunda herhangi bir güce taviz veremez ve boyun eğemez.
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
AHMET KAHRAMAN
Türk kamuoyu vicdanı, nabzı gücün avuçları içinde devinip, onun
işaretiyle pıt pıt atan bir yer yüzü tuhafıdır. Çok az bulunan
benzerlerinin dışında, eşine rastlanmayan şekilde, kendi çocuklarına
karşı da yadsımasız, duyarsız bir tuhaflık, bu.
Kendi çocuklarına
karşı dedim. Bu nasıl insan ve evlat sevgisidir ki, haksızlığını
bildikleri bir savaşa kurbanlık niyetine sürülen oğullarının ölümüne
sevinenler var. Kurtlar, kuşlar, böceklerin bile canlarını yavrularına
siper ettiği kainatta, bu ruh hali tabiatın güdüleriyle de açıklanamaz.
İnsanı
hayvandan ayıran özellik, güdülerin de üstünde olan sevgiyse, nasıl
açıklanır, bu sevgi? İnsani değerlere ne oldu? Irkçılıkla zehirlenmiş
ruhlarında yuvalanmış Kürt kini, evlat sevgisini de mi, altına alıp
yaktı, bitirip kül etti, bilemiyorum.
Oysa, Amerikalı analar, babalar
çocuklarını Vietnam savaşında öldürtüyor diye Başkan Nixon’ın kapısına
dayanmış, Rusya’da, oğulları Afganistan ve Çeçenistan savaşında olan ve
olmayan bir milyon insan, Kremlin’e yürümüştü.
Yahudiler Tel Aviv ve
Küdüs’te, İsrail hükümetine karşı ayaklanmış, pilotlar "masumların
kanına girmeyiz" diyerek Filistinlileri bombalamayı boykot etmişlerdi.
Türk kamuoyunun vicdanı olan medya da bu olayları takdir etmişti.!!!
Kürdistan
işgal altında bir ülke ve direnenlere karşı uçakların, helikopter, top
ve tankların kullanıldığı bir savaş alanıdır, bugün. Bu nasıl vicdan ki,
çocukları da orada öldüğü halde, Türk kamu vicdanı bombardımanları
takdir suskunluğunda.
Körleşmiş, ölmüş vicdanların suskunluğunu ben
sayıp, dökmeyeyim. Nasıl bir kine bulanıp kirlendiğini, alın bir "Türk"
olan Aslı Aydıntaşbaş’ın yazısından okuyun:
"Kamuoyu, çıldırmış
vaziyette. Suriye’yle ilgili kafa karışıklığının geldiği son noktada,
‘eyvah, işin altında Kürtler de çıktı’ naraları arasında medyamızda
sorumsuzca kendisini dışa vuran bir ‘Kürt fobisi’. Bir ülke düşünün ki,
İran, Irak ve Suriye’den kat kat fazla Kürt nüfusa sahip, ancak
Kürtler’den hepsinden fazla korkuyor. Üstelik bu fobi, Suriye bağlamında
bile olsa, her telaffuz edilişinde, milyonlarca Kürt vatandaşımızı
derinden derine incitiyor, dışlıyor.”
Yunanca kökenli olan Fobi,
korkunun kontrolden çıkıp, düşmanlığa dönüşmesidir. Her kin kirli, fobi
taşıdığı ırkçı zehirle büsbütün kirlidir. Kürt kırımında mehter davulu
olarak öncü, işlenen insan suçlarınına da kül serpip, gizlemeye
çalışandır. Başkasının acısından abat olmayı umup, talanla geçinenlerin
vicdanı budur.
Kamu vicdanı dün de, Doğanşehir’in Sürgü kasabasında
yalnız buldukları Kürtlere linç saldırısındaydı. Zalimin dini varmış
gibi "Allahu ekber” diye bağırıp, İstiklal marşlarını nara yerine
kullanarak.
Oysa Kürtler, bir başka diyardan, Yunanistan,
Bulgaristan, Makedonya, Bosna, Sırbistan, Gürcistan "Orta Asyalar"ından
kopup gelen yurtsuzlar değildir. Kendi yurtlarında, hakları ve sahip
olmaları gereken hukuk ve insani özgürlüklerden yoksun, dört bir yandan
namluyla çevrilmiş, onurları yaralı esirlerdir.
Haysiyeti olan
herkesin anlayıp, kabul edeceği gerçekle, Kürtler el konulmuş
şereflerinin davasındadır. Haysiyetlerine bakın ki, nerede bir Kürt
varsa hedefleridir.
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün
televizyonda, "utanma, haya diye bir duygu vardır, yer yüzünde” dedirten
bir söylemle, ''Kürtlerin, Suriye’de bir tek köye hakimiyetlerini bile
risk göreceklerini'' söylüyor, "buna izin vermeyiz” diyordu.
Bu, ırkçı
tehdidi en başta Kürtler, herkes duydu. 40 milyonluk Kürt kitlesini can
düşmanı ilan etmek, sonra dönüp, içeridekileri kandırma cambazlığıyla
"kardeşlerim” demek, ancak bunların izanı ve ırkçı ahlak ölçüleriyle
açıklanabilir.
Kürtler açısından, bir kere daha iyi de oldu.
Irkçılığın topyekün hücumu, bunların sayesinde hep birlikte direnişe
dönüşüyor, çünkü. Bu açıdan Kürtler, din bezirganlarına kızacaklarına
müteşekkir olmalılar. Topyekün hücum mu, al sana bütün parçalarda,
topyekün bütünleşme ve onun sonucu olarak ırkçı vandallığa karşı
direniş...
Türk ırkçılığı, komşu rejimlerle zaman ayarlı işbirliği ve
karşılıklı destekle Kürtlere saldırıyordu. İran’da, Şah’tan sonra Mollalar,
Irak’ta Baas rejimiyle iş ve güç birliği yaparak.
Ülkesinin Hatay
bölgesini Türklere kaptırmış Suriye rejimi bile daha sonra, bu yarasını
unutup cepheye katıldı ve köşeleri Kürt düşmanlığı olan kare
tamamlanınca, artık Kürtleri yer yüzünden silmek kolaydı. Türk devleti,
onun için hücumlarına "Sandviç harekatı" adını veriyordu. Onlarla eş
güdümlü olarak, ötekiler saldıracak, Kürtler arada kalıp ezilecek, bir
daha dirilmemek üzere tarihten silinecekti.
Ama olmadı. Ortadoğu,
birçok hesabın topaç gibi döndüğü bir alan, çıkarların paylaşılamadığı
kurtlar sofrasıydı. Aynı çayırda otlayan kuzular, ertesi gün dışardan
esen beklenmedik bir rüzgarın etkisiyle, gırtlaklaşan kurda
dönüşebiliyorlardı.
Nitekim öyle oldu. Irak’daki Arap ırkçılığı
petrol kuyularında boğuldu. İran Pers ırkçılığı dört yanı kuşatılmış
halde, başının çaresine bakma derdiyle meşgul.
Çünkü, Britanyalı
gazeteci Robert Fiks’in anlatımıyla, Suriye bahane ve sıçrama tahtası.
Etrafı temizlendikten sonra, İran’a hamle edilecek. Türk devleti de
mahlede piyon.
Suriye, Türk devletinin taarruzlarıyla harabeye çevrildi.
Kürt
düşmanlığı üzerinde inşa edilen kare tarumar olmuş, Türkler, tek başına
kalmış, etrafı sarılmış yalnız kurt misali, nereye, hangi cepheye
saldıracağını bilemeyen bir şaşkındı…
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Şemdinli'de onbinlerce askerin harekete geçirilmesi ve havadan
saldırıların yoğun bir şekilde sürmesine rağmen gerillanın geniş bir
alandaki denetimi yaklaşık on gündür sürüyor. Bağlar (Nehri) Köyü’nün
Çem (Navrezan) ve Rüzgarlı (Rubunus) mezralarında devam eden çatışmalar,
ilçe merkezine de sıçradı. İlçe merkezine 1 km kala tankların geçişi
sırasında gerillalar tarafından uçaksavarlarla tanklara ateş açıldı.
Bölgede çatışmalar şiddetlenirken, çıkan çatışmanın ardından bir havan
topunun, Günyazı Köyü’ne bağlı Yiğitler (Qleşk) mezrasında bir kişinin
evinin kilerine düştüğü öğrenildi.
Hakkari’nin Şemdinli İlçesi
Bağlar (Nehri) Köyü’ne bağlı Çem (Navrezan) ve Rüzgârlı (Rubunus)
mezralarında 24 Temmuz’da başlayan çatışmalar halen devam ediyor.
Bölgeye sabahın erken saatlerinde tank sevkiyatı yapıldı. Tanklar
hareket ederken, ilçe merkezine 1 km mesafede bulunan Derisiber Tepesi
yakınlarında HPG'liler tarafından tanklara uçaksavarlar ve ağır
silahlarla yoğun ateş açıldı.
Açılan ateşin ardından ilçe
merkezine 1 km mesafede yoğun çatışmalar yaşanmaya başladı. Çatışma
sırasında Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanlığı ile 3. Dağ ve Komando
Tabur Komutanlığı’ndan çatışmanın yaşandığı bölgeye, havan ve obüslerle
top atışı yapıldı. Yerel kaynaklar, çatışmaya bölgesine giden kobra tipi
helikopterlere de HPG'liler tarafından ateş açıldığını kaydetti. Tank
ve helikopterlerin açılan ateş nedeniyle darbe aldığı belirtilirken,
tankların çatışma bölgesine ilerleyişinin durduğu bildirildi.
İlçe
merkezinde sürekli insansız hava araçları (İHA) gezinirken, yapılan top
atışları sonucu Günyazı Köyü’nün Yiğitler (Qleşk) mezrasına bir havan
mermisinin isabet ettiği belirtildi.
Yiğitler mezrasında Mahmut
Kaplan adlı kişinin evinin kilerine isabet eden havan topu maddi hasara
neden olurken, bölgede obüs ve havan atışları nedeniyle yangın çıktı.
Yangında, İbrahim Kaplan adlı köylüye ait otların da yandığı kaydedildi.
Öte yandan ilçedeki Hayal (Xiyal) Köprüsü’ndeki arama noktalarına da,
çok sayıda özel harekat timi sevk edildi.
ANF
Dizinin bu bölümünde Bronz Çağı imparatorluklarının neden
ortaya çıkıp çöktükleri ve bu çelişkili toplumsal yapının neden uzun
zamanlar kendini tekrar ettiği irdeleniyor.
Bronz
Çağı imparatorlukları ortaya çıktılar ve yıkıldılar. Akad İmparatorluğu
(Irak’ta kurulan), milattan önce 2190 civarında, ortaya çıkışından 140
yıl sonra aniden yıkıldı. Mısır’daki Eski Krallık’ın yıkılışı da bundan
kısa bir zaman önce, milattan önce 2250 dolaylarında aynı anilik ile
gerçekleşmişti.
Erken Bronz Çağı uygarlığı neden başarısız oldu? Detay mevcut değil,
ancak Mısır kaynaklarında kıtlık, devletin parçalanması, batıdan Libyalı
akıncıların ve doğudan da Nübyeli akıncıların baskını görülüyor. Buna
karşın net olmayan şey bunların gerçekleşmesinin neden gerektiğiydi.
Neden piramit inşacılarının bir zamanlar güçlü olan merkezileştirilmiş
devleti artık halkını besleyemiyor, otoritesini sürdüremiyor ve
sınırlarını koruyamıyordu?
Bu ortaya çıkış ve yıkılış şekli tekrar eden bir şeydi. Erken Bronz Çağ
krizinin yarattığı kargaşadan yeni imparatorluklar doğmuştu. Milattan
önce 1600-1200 yılları arasında Doğu Akdeniz bir kez daha rakip
imparatorluklar arasında bölündü –Yeni Krallık Mısır’ı, Anadolu
Hititleri (Türkiye), Kuzey Mezopotamya’daki (Irak) Mitanniler ve Miken
Yunanlıları.
Söz konusu Geç Bronz Çağı jeopolitik sistemi, milattan önce 12. yüzyıl
süresince şiddetli saldırı ve ihtilaf ortasında çöktü. Savaş durumuna
geçmiş Eski Krallık firavunları, Libyalılardan ve “tüm topraklardan
gelen kuzeylilerden” eşgüdümlü saldırıları kayda geçmişler. Bahsi geçen
ikincisi daha tehlikeli. Bu farklı etnik yapılardan oluşan “deniz
insaları”, büyük korsan filoları oluşturmuşlar. III. Ramses, “Bu
insanların hepsi birden ilerlemekteydi. Hiçbir ülke onlara karşı
koyamaz” demişti.
Denizci ve savaşçı olarak rakipsiz olan Yunanlılar bu deniz insanlarının
arasındaydı. Homeros’un İlyada ve Odessa’sı muhtemelen milattan önce
1190 civarında gerçekleşerek ağızdan ağza aktarılan gerçek olaylara
dayanmaktadır. Şiirler bu olayları efsanevi kahramanların gözüpeklik
öykülerine dönüştürmüştür. Truva Savaşı ile ilgili gerçeğin özü, yağmaya
kararlı olan Yunan korsanlarca gerçekleştirilen büyük bir deniz
saldırısı olduğu izlenimini uyandırıyor.
Bu nedenle Geç Bronz Çağı imparatorlukları, Erken Bronz Çağı
imparatorluklarına olduğu gibi yıkıldı. Ve Akdeniz’in ötesine,
uygarlığın farklı zamanlarda geliştiği başka yerlere baktığımızda
aynısını görürüz –ortaya çıkış ve yıkılış.
Mohenjo-daro ve Harappa’daki İnduş uygarlığı milattan önce 1900’lerde
yıkıldı. Büyük Mohenjo-daro şehrinin aniden ve şiddetle öldürülen üst
düzey insanlarından kalan gömülmemiş şeyler arasında kazıcılar bulundu.
Milattan önce iki binlerdeki Shang’dan milattan sonra 1644-1911’deki
Manchu’ya kadar Çin tarihi bütün bir emperyal hanedanlar dizisinin
rastgele periyotlarla, bazen asırlar süren, bölünme ve savaşla
sonuçlanan ortaya çıkış ve düşüşüne şahittir.
Bu süreç boyunca Çin uygarlığı çok muhafazakâr ve temelde değişmezdi.
Sosyo-ekonomik düzen nesilden nesile, hanedandan hanedana tamamen
kendini tekrarladı. Çin, antik uygarlığın döngüsel yoluna uç bir örnek
sağlıyor.
Bu nedenle, karşılaşacağımız iki tarihsel sorun var. Antik uygarlıklar
neden ortaya çıktı ve yıkıldı? Ve bu çelişkili toplumsal yapı, uzun
zaman dilimleri boyunca neden tamamen kendini tekrar etti?
Antik dünya, tekniğin durağanlığı ile nitelenmiştir. Çeşitli zamanlarda
insanlar mevcut üretim biçiminin çelişkilerini, onu dönüştürerek
atlatmıştır. Küresel ısınma, Geç Paleolitik avcılarının bel bağladığı
büyük av hayvanlarının yaşam alanlarını tahrip etmiştir. Buna yanıt
–Neolitik Devrim- tarımın ve stok artışının benimsenmesi yoluyla
üretkenlikte, üründe ve nüfusta devasa artış elde etme olmuştur.
Toprak yorgunluğu ve nüfus baskısı daha sonra bu Erken Neolitik üretim
biçimi için kriz yaratmıştır. Kentsel Devrim’de çelişkiler, arazi
ıslahına, sulama planına ve toprağın sürülmesine dayalı ikinci bir büyük
ileri atılım ile çözülmüştür.
Ancak Kentsel Devrim sonraki ilerleme için ayak bağı da getirmiştir: bir
yönetici sınıfın varoluşu. Bunun doğuşunun haritasını daha önce
çizmiştik. Bunun köklerinin uzmanlaştırılmış dini, askeri ve siyasi
görevlerde, ilkel bir ekonomik sisteme içkin kıtlık ve
emniyetsizliklerde olduğunu belirtmiştik. İlk yöneticiler, toplumsal
rolleri kendilerine kıt kaynaklar üzerinde hâkimiyet veren kişilerdi.
Neden yönetici sınıfın, yeni fikirler için engel olması gerekmiştir?
Kuşkusuz, artı değeri yükseltmek amacıyla tekniği geliştirmek onların
çıkarlarına değil mi? Evet ve hayır. Toplumsal hayattaki tüm şeylerde
olduğu gibi karşıt baskılar vardı.
Yeni yönetici sınıflar, kürsülerinde endişeyle oturdular. Kendi
aralarında bölünmüşlerdi; aile aile, şehir şehir, kabile kabile ve
imparatorluk imparatorluk. Büyük aileler, içerideki hasımlara karşı
sadık kişilerden ve muhafızlardan oluşan maiyetler oluşturmuşlardı.
Yabancı düşmanlara karşı ordulara ve büyük kalelere ihtiyaçları vardı.
Yöneticiler, sömürüldükleri için potansiyel isyankâr olan ve bu nedenle
zor ve aldatmanın dikkatli bir karışımıyla sindirilmeleri gereken halk
kitlelerinden de kopuklardı.
Zor, soylu maiyet ve devlet güçleri tarafından ortaya koyulan tehdit
anlamına geliyordu. Aldatma, yöneticilerin asli bir rol oynadıkları ve
kamu yararına hareket ettikleri yönündeki ideolojik sav anlamındaydı.
Güç ve aldatmanın her ikisi de, arkeolojik belgelerde başat olan kocaman
heykellerde cisimleşmişti.
Mısır’ın Eski Krallık dönemi piramitlerini ele alalım. Bu piramitler,
ebediyete kadar yaşamaları beklenen tanrı-kralların mezarlarıydı.
Bunlar, yöneticinin korkunç ve göz korkutucu bir çehreye yükseltildiği
yanlış bir ideolojinin anıtlarıdır. Piramitler, halka konumlarını
öğretmek üzere tasarlanmıştı. Sınıf savaşında ideolojik birer
silahtılar.
Bu nedenle Bronz Çağı seçkinleri denetimlerindeki artı değeri gelişmiş
tekniğe ve daha yüksek üretkenliğe yatırmadılar. Kaynakları askeri
rekabette, prestij anıtlarında ve tabii ki lüks yaşam biçiminde israf
ettiler. İktidar, propaganda ve ayrıcalık –üretkenlik değil-, Bronz Çağ
köylülerinin emeğiyle yaratılmış artı değeri tüketti.
Bu süreç birikimseldi. Zenginin açgözlülüğü hiçbir zaman tatmin
olmuyordu. Daha önceki anıtların ihtişamı, kendinden sonra gelen
tarafından gölgede bırakılacak bir standart koyuyordu. Yöneticiler
saraylarının lükslüğü, mezarlarının görkemi, büyük şehirlerinin sanat ve
mimarisi konularında rekabet içindeydi.
Hepsinden öte, genişleyen ve çarpışan çekişme biçimi olarak askeri
rekabet yoğunlaşmıştı. Geç Bronz Çağı dünyasında ağır çekim bir
silahlanma yarışı saptanabilir. Milattan önce 1200 yılında, yine
milattan önce 1600 yılına nazaran daha fazla asker, daha iyi silahlanmış
ve daha güçlü savunan kaleler varmış gibi görünüyor. Dünya, daha da
askerileşmiş hale gelmişti.
Teknik durgundu ama artı değer tüketimi yükseliyordu. Savaş, anıtlar ve
lüks, köylülere yönelik daha yüksek sömürü oranı ve yoksullaştırma
anlamına geliyordu. Tepedeki aşırı birikim, sistemin tarımsal
temelindeki bozulma ile yansıyordu.
Geç Bronz Çağı’nın mağrur savaşçı efendileri, ekonomik maliyetleri
sürdürülemez hale gelmiş asalak seçkinlerdi. Milattan önce 12. yüzyılda
dünyalarının çökmesinin en derin sebebi budur.
Ancak bu, iç çözümü olmayan bir sorundu. Durgun teknik, sosyo-ekonomik
muhafazakârlık anlamına gelmekteydi. Eski toplumun içinde büyüyen yeni
güçler yoktu. Bun nedenle tercih, istilacıların barbarlığı ile eski
(başarısız olmuş) emperyal uygarlığın yaşama dönmesi arasındaydı.
İnsanlık bir kez daha çıkmazdaydı. Ancak bu kez, sınıfların ve
devletlerin varlığı, insan yaratıcılığı ve ilerlemesine karşı aşılması
zor engeller inşa etmişti.
http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6201-a-marxist-history-of-the-world-part-8-crisis-in-the-bronze-age
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Kaynak: http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_31.html
Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz...