1 Ağustos 2012 Çarşamba

Türk Irkçılığının Topyekün Hücumu

AHMET KAHRAMAN

Türk kamuoyu vicdanı, nabzı gücün avuçları içinde devinip, onun işaretiyle pıt pıt atan bir yer yüzü tuhafıdır. Çok az bulunan benzerlerinin dışında, eşine rastlanmayan şekilde, kendi çocuklarına karşı da yadsımasız, duyarsız bir tuhaflık, bu.

Kendi çocuklarına karşı dedim. Bu nasıl insan ve evlat sevgisidir ki, haksızlığını bildikleri bir savaşa kurbanlık niyetine sürülen oğullarının ölümüne sevinenler var. Kurtlar, kuşlar, böceklerin bile canlarını yavrularına siper ettiği kainatta, bu ruh hali tabiatın güdüleriyle de açıklanamaz.

İnsanı hayvandan ayıran özellik, güdülerin de üstünde olan sevgiyse, nasıl açıklanır, bu sevgi? İnsani değerlere ne oldu? Irkçılıkla zehirlenmiş ruhlarında yuvalanmış Kürt kini, evlat sevgisini de mi, altına alıp yaktı, bitirip kül etti, bilemiyorum.


Oysa, Amerikalı analar, babalar çocuklarını Vietnam savaşında öldürtüyor diye Başkan Nixon’ın kapısına dayanmış, Rusya’da, oğulları Afganistan ve Çeçenistan savaşında olan ve olmayan bir milyon insan, Kremlin’e yürümüştü.


Yahudiler Tel Aviv ve Küdüs’te, İsrail hükümetine karşı ayaklanmış, pilotlar "masumların kanına girmeyiz" diyerek Filistinlileri bombalamayı boykot etmişlerdi.


Türk kamuoyunun vicdanı olan medya da bu olayları takdir etmişti.!!!


Kürdistan işgal altında bir ülke ve direnenlere karşı uçakların, helikopter, top ve tankların kullanıldığı bir savaş alanıdır, bugün. Bu nasıl vicdan ki, çocukları da orada öldüğü halde, Türk kamu vicdanı bombardımanları takdir suskunluğunda.


Körleşmiş, ölmüş vicdanların suskunluğunu ben sayıp, dökmeyeyim. Nasıl bir kine bulanıp kirlendiğini, alın bir "Türk" olan Aslı Aydıntaşbaş’ın yazısından okuyun:


"Kamuoyu, çıldırmış vaziyette. Suriye’yle ilgili kafa karışıklığının geldiği son noktada, ‘eyvah, işin altında Kürtler de çıktı’ naraları arasında medyamızda sorumsuzca kendisini dışa vuran bir ‘Kürt fobisi’. Bir ülke düşünün ki, İran, Irak ve Suriye’den kat kat fazla Kürt nüfusa sahip, ancak Kürtler’den hepsinden fazla korkuyor. Üstelik bu fobi, Suriye bağlamında bile olsa, her telaffuz edilişinde, milyonlarca Kürt vatandaşımızı derinden derine incitiyor, dışlıyor.”


Yunanca kökenli olan Fobi, korkunun kontrolden çıkıp, düşmanlığa dönüşmesidir. Her kin kirli, fobi taşıdığı ırkçı zehirle büsbütün kirlidir. Kürt kırımında mehter davulu olarak öncü, işlenen insan suçlarınına da kül serpip, gizlemeye çalışandır. Başkasının acısından abat olmayı umup, talanla geçinenlerin vicdanı budur.


Kamu vicdanı dün de, Doğanşehir’in Sürgü kasabasında yalnız buldukları Kürtlere linç saldırısındaydı. Zalimin dini varmış gibi "Allahu ekber” diye bağırıp, İstiklal marşlarını nara yerine kullanarak.


Oysa Kürtler, bir başka diyardan, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Bosna, Sırbistan, Gürcistan "Orta Asyalar"ından kopup gelen yurtsuzlar değildir. Kendi yurtlarında, hakları ve sahip olmaları gereken hukuk ve insani özgürlüklerden yoksun, dört bir yandan namluyla çevrilmiş, onurları yaralı esirlerdir.


 Haysiyeti olan herkesin anlayıp, kabul edeceği gerçekle, Kürtler el konulmuş şereflerinin davasındadır. Haysiyetlerine bakın ki, nerede bir Kürt varsa hedefleridir.


Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün televizyonda, "utanma, haya diye bir duygu vardır, yer yüzünde” dedirten bir söylemle, ''Kürtlerin, Suriye’de bir tek köye hakimiyetlerini bile risk göreceklerini'' söylüyor, "buna izin vermeyiz” diyordu.


Bu, ırkçı tehdidi en başta Kürtler, herkes duydu. 40 milyonluk Kürt kitlesini can düşmanı ilan etmek, sonra dönüp, içeridekileri kandırma cambazlığıyla "kardeşlerim” demek, ancak bunların izanı ve ırkçı ahlak ölçüleriyle açıklanabilir.


Kürtler açısından, bir kere daha iyi de oldu. Irkçılığın topyekün hücumu, bunların sayesinde hep birlikte direnişe dönüşüyor, çünkü. Bu açıdan Kürtler, din bezirganlarına kızacaklarına müteşekkir olmalılar. Topyekün hücum mu, al sana bütün parçalarda, topyekün bütünleşme ve onun sonucu olarak ırkçı vandallığa karşı direniş...


Türk ırkçılığı, komşu rejimlerle zaman ayarlı işbirliği ve karşılıklı destekle Kürtlere saldırıyordu. İran’da, Şah’tan sonra Mollalar, Irak’ta Baas rejimiyle iş ve güç birliği yaparak.


Ülkesinin Hatay bölgesini Türklere kaptırmış Suriye rejimi bile daha sonra, bu yarasını unutup cepheye katıldı ve köşeleri Kürt düşmanlığı olan kare tamamlanınca, artık Kürtleri yer yüzünden silmek kolaydı. Türk devleti, onun için hücumlarına "Sandviç harekatı" adını veriyordu. Onlarla eş güdümlü olarak, ötekiler saldıracak, Kürtler arada kalıp ezilecek, bir daha dirilmemek üzere tarihten silinecekti.


Ama olmadı. Ortadoğu, birçok hesabın topaç gibi döndüğü bir alan, çıkarların paylaşılamadığı kurtlar sofrasıydı. Aynı çayırda otlayan kuzular, ertesi gün dışardan esen beklenmedik bir rüzgarın etkisiyle, gırtlaklaşan kurda dönüşebiliyorlardı.


Nitekim öyle oldu. Irak’daki Arap ırkçılığı petrol kuyularında boğuldu. İran Pers ırkçılığı dört yanı kuşatılmış halde, başının çaresine bakma derdiyle meşgul.


Çünkü, Britanyalı gazeteci Robert Fiks’in anlatımıyla, Suriye bahane ve sıçrama tahtası. Etrafı temizlendikten sonra, İran’a hamle edilecek. Türk devleti de mahlede piyon.


Suriye, Türk devletinin taarruzlarıyla harabeye çevrildi.


Kürt düşmanlığı üzerinde inşa edilen kare tarumar olmuş, Türkler, tek başına kalmış, etrafı sarılmış yalnız kurt misali, nereye, hangi cepheye saldıracağını bilemeyen bir şaşkındı…


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA 

Hiç yorum yok: