KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin Kürt siyasetçilere yönelik politikasının değişmemesi halinde, KCK Yüksek Adalet Divanı’nın suçlu bulduğu AKP’lileri tutuklayabileceklerini açıkladı. Karayılan, KCK Yüksek Adalet Divanı’nın konuyla ilgili kararını şimdilik durdurduklarını ancak Mart ayından sonra bu konudaki politikaların netleşeceğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Erdoğan’ın BDP’ye yönelik suçlamaları, eylemsizlik kararının sona erdirilmesine yönelik tepkiler, Kürt halkının somut talepleri, Öcalan için "ev hapsi" tartışmaları ve Yüksekova’da yaşanan provokasyonları ANF’ye değerlendirdi. Karayılan, sürecin nasıl yumuşayabileceği konusuna da değinirken, KCK Yüksek Adalet Divanı’nın hukuksal girişimleri konusunda önemli açıklamalarda bulundu. Mart ayında gerginlik ve taşkınlık istemediklerini vurgulayan Karayılan, Kürt sorunun çözümü için Öcalan’ın da koşullarının düzeltmesi gerektiğini belirtti.
BAŞBAKAN CUNTA YASASINA SARILIYOR
* Başbakan Erdoğan, BDP’yi birkaç milletvekili fazla çıkarmak için savaş yanlısı olmakla suçladı. Bu suçlama konusunda neler belirtebilirsiniz?
- Asıl böyle hesaplar içerisinde olan Başbakan’ın kendisidir. Israrlı bir biçimde seçim barajını düşürmemesinin altında hangi hesaplar yatmaktadır? CHP’den tutalım, çok daha farklı siyasi çevrelere, sivil toplum kuruluşlarına kadar geniş yelpazede yer alan bir kesim, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu seçim barajının düşürülmesini istemedi mi? İstedi. Başbakan neden bunda diretti? Çünkü Başbakan’ın milletvekili sayısı hesabı var; Kürdistan’da yirmi-otuz milletvekilini bedavadan almaktadır. Bunun hesabını yaptığı için Başbakan, cunta döneminin yasasına sarılıyor. Yeri geldiği vakit demokrat kesiliyor, ileri demokrasiden bahsediyor, cunta yasalarına karşı olduğunu söylüyor ama yeri geldiğinde de bu biçimde cunta yasalarına sarılıyor. Kenan Evren’in getirdiği yüzde onluk seçim barajına bu kadar sarılmasının nedeni nedir? Ancak şu an bunu BDP’ye yüklemeye çalışıyor. Savaş olacak da BDP oy alacakmış! Bu doğru değil. Diyelim ki seçim barajını düşürmüyor.
ADIM ATSAYDINIZ YUMUŞAMA OLURDU
Peki, KCK davasından yargılanan siyasi tutukluları neden bırakmıyor? Kürt halkı ısrarla bir buçuk yıldan beri bütün meydanlarda bunu haykırmadı mı? Eğer siz halkı biraz dikkate alıyorsanız, bu sese neden kulak vermediniz? Çıkıp, Mısır’da, şurada-burada iktidarın halkı dinlemesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ama Kürt halkı da yıllardan beri bir şey söylüyor. Kendi siyasi temsilcilerini, hiçbir zaman silaha bulaşmamış, illegal faaliyette bulunmamış, siyasi temsilcilerinin, gazetecilerinin bırakılmasını istiyor, bu da size bağlı bir şeydir. Eğer bu konuda bir adım atsaydınız, yumuşama olurdu. Seçim barajını kaldırsaydınız yumuşama olurdu. Demek ki durum öyle değildir. Gerçekleri tersine çevirme durumu söz konusudur. Oy ve milletvekili hesabı yaparak süreci geren ve bunun için kan dökmeyi de göze alan ama bunu karşı tarafa yüklemeye çalışan Başbakan’ın kendisidir.
TUTUKLAMALARA SON VERİLMELİ
Şurası bilinmeli ki halkımızın istemleri meşru istemlerdir. Öncelikle anadil hakkını istiyor. Anadil hakkı çağımızda dünyanın her tarafında tanınan bir hak ve insan hakları çerçevesinde ele alınan bir haktır. Halkımız bunu istiyor. Adil paylaşım ve adil seçim istiyor. Seçim barajının yüzde on barajı biçiminde muhafaza edilmesi halkımızın siyasal iradesinin Türkiye gündemine yansıması önünde bir engeldir. Bunun için halkımız bunun kaldırılmasını istiyor. Bununla birlikte çağımızda gelişmekte olan yerinde yönetim anlayışıyla öz yönetim istiyor. Yani kendi kendini yönetmek istiyor. Legal yasal siyasetçilerinin özgürce siyaset yapmasını istiyor. Yürütülmekte olan tutuklamalara son verilmesini istiyor. Tutuklananların özgürleşmesini istiyor. Bunlar sömürgeci uygulamalar sonucu halkımızın önüne konulmuş baskıcı engellerdir. Adil seçimin olmaması, anadil yasağının olması Kürt siyasetçilerinin özgürce siyaset yapmaması, sömürgeci bir uygulama değil de nedir? Günümüzde nerede bu tür yasaklamalar vardır? Ama bugün Kürdistan’da bunlar uygulanmaktadır.
EYLEMSİZLİK SÜRECİNİ SONLANDIRAN BİZ DEĞİL, AKP HÜKÜMETİDİR
* Bazı çevreler eylemsizliğin sonlanmasına tepki gösteriyorlar. Bununla birlikte Diyarbakır’da bazı sivil toplum örgütleri de "PKK’ye neden çağrı yapılmıyor?" diye hazırlanan metne imza atmadılar. Bu çevrelerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Her şeyden önce eylemsizlik sürecini sonlandıran biz değil, AKP hükümetidir. Bunun iyi bilinmesi gerekir. AKP hükümeti yürüttüğü politikalarla eylemsizliğin sürdürülme koşullarının ortadan kaldırılmasına neden olmuş ve eylemsizlik sürecini anlamsızlaştırmıştır. Biz de bir toplumuz, bir halkız ve bir siyasi hareketiz, Kürt yasal demokratik örgütlenmelerinden gerillasına kadar geniş bir yelpazede mücadele yürüten bir halk hareketiyiz. İki yıldan beri ileri sürdüğümüz sıradan, yapılabilecek isteklere karşı bu kadar lakayt yaklaşan ve hep tersini uygulayan, kendi politikasında ısrar eden, inkar ve imhayı bu biçimde sürdürmede kararlı davranan bir anlayış, eylemsizliğin sonlandırılmasından sorumlu anlayıştır. Bu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor.
BİZ SAVAŞ DEĞİL, SİYASET YAPIYORUZ
Biz savaş değil, siyaset yapıyoruz. Karşı taraf bizi her biçimde köşeye sıkıştırarak, sonuç almak istiyor. Hem bizim yarattığımız zeminden istifade edip, yüzde ellinin üzerinde oy almak istiyor, hem de bizi marjinalleştirip tasfiye etmeyi hedefliyor. İşte eylemsizliği bu siyasi anlayış sonlandırmıştır. Kürdistan’daki bütün yurtsever kesimler, demokratik çevreler, sivil toplum kuruluşları bu gerçeği görmelidir. Eğer birileri bu gerçeği hala görmüyorsa ben onların samimiyetinden şüphe duyarım. Samimi ve vicdan sahibi olan her bir Kürdistanlı yurtsever bu gerçeği mutlak surette görmek durumundadır. Yıllardır biz bu sorunu barışçıl yöntemlerle çözmek için yapmadık şey bırakmadık. Ama karşımızdaki güç ısrarlı bir biçimde inkar zihniyetini ve tasfiyeyi dayatıyor. Biz bu dayatmaların karşısında eylemsizlik sürecini daha fazla sürdüremezdik.
AMED’DE TOPLANSINLAR, ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİ SUNSULAR
Bununla birlikte, biz Mart ayını bir geçiş süreci olarak belirlemiş bulunuyoruz. Henüz her şey bitmiş değildir. Önderliğimiz de son görüşmesinde bu konuda bir çerçeve vermiş ve bir çağrı yapmıştır. Biz de buradan söylüyoruz: ‘Neden PKK’ye çağrı yapmıyorsunuz’ diyen çevreler buyursunlar, Amed’de toplansınlar. Çözüm önerilerini bize de sunsunlar, hükümete de sunsunlar. Kim çözüm önerilerini kabul etmiyorsa, ona karşı tavır alsınlar. Biz çözüme varız ama inkar siyasetine tasfiye politikalarına asla yol vermeyeceğiz. Süreci barışa evriltmek için zaman vardır. Buyurun, devreye girin, diyoruz. Ama "biz devreye girmeyeceğiz, hükümetin yaptığı her şeye göz yumacağız, PKK’nin her davranışını eleştireceğiz, bir eylemi varsa ona karşı çıkacağız" deniliyorsa, bu tarafgirliktir. Bunun adı sorunun çözümünden yana olmak, yurtsever olmak değildir. Bazı çıkarlar uğruna etkili bazı odaklara mesaj verme duruşudur. Bu anlamda o sözü edilen sivil toplum kuruluşlarını ikili duruşa son vermeye çağırıyorum: Eğer samimi ve dürüstseniz bu yaklaşımlarınıza son vermelisiniz; artık gerçekleri görmeniz gerekiyor. AKP istediği için herkes toplanacak, çağrı yapacak; ancak AKP hiçbir şey yapmadığı zaman, tavır konulması gereken yerde hiçbir şey yapılmayacak. Bu adaletli bir yaklaşım değildir. Aslında biz ve kamuoyu, böylelikle bazı çevrelerin yaklaşımını daha iyi anlamış olduk.
BU BİR SINANMA DÖNEMİ
Kendisine ben Kürdüm, yurtseverim diyen bazı şahsiyetlerin ve kuruluşların sınanma dönemi yaşanıyor. Bu dönem, herkesin gerçeğini biraz da açığa vuran bir karaktere sahip bir dönemdir. Bu açıdan biz herhangi bir biçimde ikili veya devletin Kürt halkını hiçe sayan farklı politikalarına pirim veren duruşları kaale almayız. Şunun anlaşılması lazım: Biz bir gücüz. Binlerce fedaimiz hazırdır. Yüz binlerce sempatizanımız vardır. Milyonlarca insanımızın büyük beklentileri vardır. Sanki biz saklanmış silahları çıkarıp, bazılarına silah sıkmışız veya silahla tehdit ediyoruz gibi yaklaşılıyor. Oysa nasıl ki Türk devletinin dayandığı bir silahlı gücü varsa, bizim de 30 yıldan beri, yenilmezliğini kanıtlamış bir fedai silahlı gücümüz vardır. Bu güç, faşist cuntanın yok edici politikalarına karşı direnerek, örgütlenmiş bir güçtür. Herkesin bunu bilmesi gerekir. Gerilla gerçeği bir Kürdistan gerçeğidir. Kimse bunu görmezlikten gelemez. Biz uluslararası komploların ve bütün çevre devletlerin birleşerek yenemediği, tasfiye edemediği, kendi özgücüne ve toplumsal gücüne dayanan bir silahlı, siyasi güç durumundayız. Devlet bir güçse biz de bir gücüz. Ancak biz sorunu, savaşla değil, barışla çözmek istiyoruz. Bunun için barışçıl politikaları önemsiyoruz. Bunun bu biçimde anlaşılması büyük önem taşımaktadır.
NEWROZ’DA GERGİNLİK VE TAŞKINLIĞI DOĞRU BULMUYORUZ
Sonuç olarak, biz Newroz ve Mart süresi boyunca gerginliğin ve herhangi bir taşkınlığın olmasını doğru görmüyoruz. Kürt siyaset kurumu da "Bölge her an patlayabilir", "bölge pimi çekilmiş bir bomba gibidir" gibi sözler yerine, bu önemli sürecin doğru değerlendirilmesi üzerinde durmalıdır. Bu süre içerisinde olumlu adımlar atılırsa bu sürecin seçimlere kadar devam etmesi söz konusu olur. Bu konuda samimi yaklaşım olursa biz çözüm için tartışmaya açığız. Ancak sürece yayma ve oyalama taktiklerine artık yol vermeyeceğiz. Kürt halkını iradesizleştirme, büyük bir emekle oluşmuş olan Kürt değerlerini gözden düşürme politikalarına prim verilemez. Kürdistan’daki tüm kesimlerin ortaya çıkmış olan çözüm koşullarını doğru değerlendirmesi çok çok önemlidir. Ben bu önemli dönemde özel savaş politikalarına ve AKP’nin çıkarcı, düşürücü tuzaklarına dikkat edilmesi gerektiğini, hiçbir gücün bu politikaların kurbanı olup, halk nezdinde itibarını düşürmemesinin önemli olduğunu belirtmek istiyorum. Ama ekonomik çıkarlarını, halkımızın çıkarlarından üstün tutan, işbirlikçi bazı kesimlerin olabileceğini, bunlara karşı da halkımızın uyanık olması gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Herkes ne ise, kendini olduğu gibi ortaya koyarsa hiçbir sorun olmayacaktır. En kötü şey, bazılarının iki yüzlü davranıp oynamasıdır. Böyle iki yüzlü olanlara karşı tüm yurtsever, demokratik kesimlerin tavır alması, dürüstlüğün en temel ilkesidir. Halkımızın iki yüzlü davranan, kirli çıkarları uğruna kutsal değerleri çiğneyen kesimlere karşı tutum alması önemlidir.
BAZI YAZARLARIN UKALACA DEĞERLENDİRMELERİ
* Eylemsizliğin sonlandırıldığı bir dönemde Sayın Öcalan için ev hapsi tartışmaları başladı. Mevcut durumda hükümet yetkilileri bu taleplere retle karşılık verdi. Hükümetin tavrının yanı sıra, Öcalan’ın ‘denetimli serbestlik’ dediğiniz bir konuma getirilmesinin Kürt sorununun çözümü açısından rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Geçmişte Kürt halkının isyanlarına liderlik edenler Türkiye Cumhuriyeti tarafından idam edilmişlerdir. Hatta şimdi bile mezarlarının yerleri bilinmemektedir. Eğer Türk devleti Kürt halkıyla toplumsal bir uzlaşma temelinde yaşamak istiyorsa çağdaş Kürt isyanının lideri olan Önder Apo’yu her biçimde muhatap almak ve sorunu bu temelde köklü çözmek zorundadır. "Ben sizi kabul ediyorum ama liderliğinizi kabul etmiyorum" gibi bir yaklaşımı Kürt halkı yutacak değildir. Bu bir isyan hareketiyse bu isyan hareketinin bir lideri var, bu sorun bu temelde gündeme getirilmiş, sorun çözülecekse burasıyla çözülür. Bu konuda en bariz örnek olan Güney Afrika örneği başta olmak üzere, dünyada birçok örnek vardır.
Bazı yazarlar tarafından "köşk yapalım, köşk de ancak seçimden sonra olur" gibi ukalaca değerlendirmeler yapılıyor. Ama biz kimseden köşk istemiyoruz. Biz, taleplerimizin ciddiye alınmasını ve gereklerinin yerine getirilmesini istiyoruz. İşte "kanunlarımız vardır, kanunlarımıza göre hüküm giymiştir, yasalarımız gereğince ev hapsine almak mümkün değildir" denilmektedir. Yeri geldiği vakit, kişiye özel kanun çıkarılmakta, yeri geldiğinde ise "kanunlarımız vardır, kişiye özel çıkaramayız" denilmektedir. Bir kere şu bilinmelidir; Önder Apo’nun oradaki statüsü mahkum statüsü değildir; Önder Apo’nun oradaki statüsü bir halkın önderidir ve muhataplık statüsündedir. Bunun doğru ele alınması gerekir. Buna doğru yaklaşılmadıkça, sorunun çözümü de mümkün olmayacaktır. Kaldı ki Başbakan da kendi ağzıyla söylemiştir "devletin heyeti kendisini muhatap alarak, görüşmüş ve görüşmektedir, bu diyaloglar hala sürmektedir" demiştir.
ÇÖZÜM VE UZLAŞI OLACAKSA ÖCALAN’IN KOŞULLARI DÜZELTILMELİ
O bir Kürt halk önderidir. Bir mahkum değildir. Onun mahkumiyeti tüm Kürt halkının mahkumiyeti anlamına gelmektedir. Bu açıdan eğer süreç yumuşatılmak isteniyorsa ve çözüme doğru götürülmek isteniyorsa belirttiğimiz hususlardan bir tanesi de Önderliğimizin koşullarının iyileştirilmesi ve çözüm sürecine aktif katılımının sağlanmasıdır. Bazı kurumlar bunu "ev hapsi" biçiminde yorumladılar ya da kendi önerileri olarak sundular. Olabilir, biz buna bir şey demiyoruz.
Eğer bir çözüm olacaksa ve toplumsal uzlaşma olacaksa, zaten Önderliğimizin özgürleşmesi gerekmektedir. Ama öncelikli olarak çözüme aktif katılabilecek koşulların yaratılması, çözümün hızlanması için her bakımdan gereklidir. Bir kere önderliğimiz bizzat bu hareketin kadrolarıyla temasa geçmeden, bizzat ikna çalışmalarını yürütmeden, bu kadar militanın hepsini ikna etmek ve sürece dahil etmek düşünülemez. Bu açıdan eğer sorun çözülmek isteniyorsa soruna basit yaklaşmamak, köklü, ciddi ve samimi yaklaşmak gerekiyor. Bu nedenle biz devlet ve hükümet yetkililerinin bu konuya ilişkin verdiği cevapları tutarlı görmediğimiz gibi, bizler için herhangi bir geçerliliği de yoktur. Eğer sorunu çözmek istiyorlarsa sorunun muhatabıyla daha rahat koşullarda süreci götürmeyi düşünmeleri gerekiyor. Ama bazılarının yapmış oldukları ve "sanki biz önderliği ev hapsine almak için bu mücadeleyi yürütüyoruz; ev hapsine girse her şey duracak, girmezse savaş olacak" gibi yorumlar da çarpıtmadır. Ne önderliğimiz tek başına kendisi için öncelikli olarak böyle bir şey istiyor, ne de biz hareket olarak böyle bir şey istemiş bulunuyoruz. Ama bu aynı zamanda sürecin ilerlemesi için yapılması gereken ön koşullardan birisidir, bu da bir gerçektir. Dolayısıyla konuyu çarpıtmadan doğru ele almak burada büyük önem taşımaktadır.
* Daha önce bazı açıklamalarınızda "Kürdistan’da Kürtlerin ulusal çıkarlarına karşı suç işleyen kişiler" hakkında hareketiniz tarafından dava açıldığını söylemiştiniz. Yeni dönemde bu konuda bir gelişme olacak mı?
-AKP hükümetinin yürüttüğü çok haksız, tek taraflı, sadece kendini eksen alan politikaları ve saldırıları vardır. Kürdistan’da siyasal zeminde iki rakip var; biri devletin gücüne dayanan AKP’dir, bir diğeri de BDP’dir. AKP’nin polisleri gidiyor, BDP’nin örgütlerini, belediye ve il başkanlarını tutukluyor, orayı boşaltıyor, ardından AKP gidip bu boşluktan yararlanıyor, örgütlenme ve propaganda yapıyor. Bu kadar haksızlık ve hukuksuzluğa kim tahammül edebilir? Hangi vicdan bunu kabul edebilir? Hangi vicdan bunu kaldırabilir? Iğdır belediye başkanı Mehmet Nuri Güneş tamamen sahte, düzmece olan bir senaryo ve iftirayla tutuklandı. Onu KCK genel davasına dahil edemediler. Sahte bir senaryo geliştirdiler. Tutukladılar ve şimdi sekiz yıl cezaya çarptırıldı. Peki, bu neyin nesidir? Iğdır’ ı BDP kazandığı vakit yani Mehmet Nuri Güneş Belediye başkanı olduğu vakit, başbakan yardımcısı Cemil Çiçek "artık Ermenistan sınırına dayandılar" demişti. Farklı bazı AKP’li çevreler daha farklı şeyler söylediler. Şimdi Mehmet Nuri Güneş’e karşı geliştirilen bu komployu, biz Cemil Çiçek’in bu mesajından ayrı ele alabilir miyiz? Alamayız. AKP, Kürt halkına ve Kürt siyasetine karşı büyük bir vicdansızlığı geliştirmektedir. Bunu onurlu, şerefli, haysiyetli hiçbir Kürt kabul edemez.
KÜRT SİYASETÇİLERİ SERBEST BIRAKILMAZSA SUÇ İŞLEMİŞ AKP’LİLERİ TUTUKLARIZ
AKP siyasetini Kürdistan’da temsil etme iddiasında olan kişilerin çoğu biz hem Kürdüz hem de Kürt halkının temsilcisiyiz demelerine rağmen hiçbir biçimde Kürt halkının çıkarlarını, ulusal kimliğini savunmamaktadırlar. Büyük bir yalan söylemektedirler, sahtekarlık yapmaktadırlar ve bunlar Kürt halkına, Kürt ulusal değer yargılarına karşı suç işlemektedirler.
Bunlara karşı KCK Yüksek Adalet Divanı bir hukuksal dava sürecini başlatmıştır. Bu dava süreci devam etmektedir. Bazıları hakkında ifadeye çağırma ve tutuklama kararlarını almıştır. Eğer AKP hükümeti Kürt siyasi temsilcilerine karşı politikasını değiştirmez ve bu biçimde tutuklamaya devam ederse o zaman biz de Kürdistan’da topluma karşı suç işlemek konumunda olan çeşitli partiler veya AKP’de bulunup da suç işleyen kişileri tutuklamak durumunda kalacağız. Onlar tutukluyorsa o zaman Kürdistan savunma güçleri de suç işleyenleri tutuklama hakkına sahip olacaktır. Eğer AKP hükümeti bu politikasından vazgeçmez ve bunu devam ettirirse o zaman savunma güçleri de mahkemenin hakkında tutuklama kararı çıkardığı kişileri bu biçimde tutuklamak suretiyle gereken hukuki işlemleri yapacaktır. Bizim de yasalarımız vardır. Ve hukukumuz vardır.
ŞİMDİLİK KCK ADALET DİVANININ KARARLARI İDARİ OLARAK DURDURULDU
Herkes kendi hukukunu işletecekse bu karşılıklı gelişmek durumundadır. Biz şimdilik KCK Yüksek Adalet Divanı’nın kararlarını idari olarak durdurmuşuz. Yoksa HPG birçok yerde adam tutuklamaya çalışacak. Durumun netleşmesiyle birlikte Mart ayından sonra bu konudaki politikamız da netleşecektir.
YÜKSEKOVA’DAKİ PROVOKASYONLAR
* Son haftalarda sık sık provokatif gelişmeler yaşanıyor. En son Yüksekova’da sivil bir polis bir işyeri önüne bomba koymak isterken halk tarafından yakalandı. Hem bu girişimler, hem de halkın provokasyonlar karşısında artan duyarlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Halkımızın, özellikle de Gever’de yaşayan yurtsever halkımızın tavrı takdire şayan bir tavırdır, olumlu bir yaklaşımdır. Gever halkının en son sergilediği tutum Kürt halkının artık kendi kendini savunabilecek bir düzeye geldiğini gösteren bir örnek tutumdur. Fakat biliyorsunuz ki devlet ikinci bir Şemdinli olayını yaşamamak için -olayın aslı Şemdinli olayı benzeridir- olayı tamamen çarpıtmıştır. Sözümona o polisler birisini yakalamış da halk onun için müdahale etmiş, biçiminde yansıtılıyor ama işin özü öyle değildir. Yani devlet çok usta bir biçimde kendi basın-yayın organlarını da kullanarak, olayı çarpıtmıştır. Ama biz olayın nasıl olup olmadığını biliyoruz. Esasında geçen yıl, iç işleri bakanı Beşir Atalay’ın Şırnak ve Hakkari’de yaptığı geziler ardından devletin buradaki yüzü, çehresi, uygulamaları, politikaları her şey değişti. Yani daha sinsi, daha amansız, teslim almaya dönük bir politika haline döndü. Yani devletin Hakkari ve Şırnak’taki politikası olağanüstü hal yasasını da aşan çok daha derin bir psikolojik savaş politikasıdır. Gençliği düşürme ve yozlaştırma, insanları birbirine düşürme, para ve pulla çeşitli çevreleri kazanarak yapabildiği kadar ajanlaştırmayı yapma, koruculuğu bir biçimde kendi çıkarları doğrultusunda kullanma vb. yöntemlerle hançer timi ya da daha değişik sindirme örgütlerini geliştirme politikaları gündeme girdi. Eskinin JİTEM’i şimdi farklı bir biçimde örgütlenmektedir.
ÖZ SAVUNMA GÜÇLENDİRİLMELİ
Halkın sindirilmesine dönük hükümetin burada özel bir politikası vardır. Gever’deki bu olay da bu politikanın bir sonucu olarak cereyan etmiştir. Daha önceden orada Mezit diye bir kontra örgüt ilan edilmişti. Bu örgüt bildiriler dağıttı. Bilindiği gibi daha önce TİT vb. isimler adı altında bu tür kontra birimleri faaliyet yürütmekteydiler. Şimdi de böyle bir isim ortaya atılmış. Yani belli ki AKP hükümetinin Şırnak, Hakkari ve Gever halkından intikam alma arzusu doğrultusunda bu birimler hareket ediyor. Bu açıdan tüm halkımız bu tür saldırılara karşı Gever’de olduğu gibi öz savunmasını güçlendirerek, cevap vermelidir. Sadece Gever’de değil, diğer tüm yerlerde halkımız artık bu tür saldırılara karşı kendisini koruyabilmelidir. Aksi takdirde bu tür olayları geliştirerek, sonuç almak isteyeceklerdir. Daha önceleri gelip bombayı koyanlar olmuştu. Onlar kurtuldular. Ama bu kez halkımız devreye girdi, açığa çıkardı fakat devlet hemen sahiplendi ve olayı kapattı. Kendi polisi olduğunu açıkça ilan etti. Bu gösteriyor ki AKP hükümeti gerektiğinde kirli yöntemlere ağırlık verecektir. Yani paranın-pulun, duyguların sonuç vermediği yerde bu tür sindirme uygulamalarıyla sonuç almak isteyecektir.
DENİZ KENDAL / GÜLİSTAN TARA-ANF