4 Haziran 2010 Cuma

Serdar'ın Pentagon anısı!

Yıl 2002. Temmuz'un 19'u. Hürriyet gazetesini alanlar, entelektüel birikimini pornografinin sınırlarında nöbete çıkaran, zekasına tutukluluk yaptırarak hileli bir mevzilenmede debelenen Serdar Turgut'un 'Bilmem anlatabiliyor muyum' yazısıyla karşılaştı. Tam 8 yıl önce yani Hürriyet Gazetesinin Washington temsilcisi olduğu 1994 yılından bir anısını aktarıyor.

Bir gün Serdar, o zamanlar sıkça görüşmeye başladığı bir görevliyle buluşmak üzere Pentagon'a gider.
Biraz erkence gittiği için Pentagon'un koridorlarında azıcık dolaşır ve daha sonradan belirtildiği üzere, katiyen girmemesi gereken bir odaya dalıverir.
İçerde biraz sonra buluşacağı arkadaş, Talabani ve Barzani'nin Washington temsilcileriyle hummalı bir toplantı halindedir.
Haritalar filan da açılmış ortalara.
Serdar'ı görünce hayli bozulurlar, ancak hepsini tanıdığı için tınmıyor.

Doğal olarak toplantıları zamansız sona ermiş ama Serdar hınzırlık yaparak dışarı çıkmayıp toplantının devam etmesini önler.

Talabani'nin temsilcisi de Dr. Barham Salih'tir.
Serdar'ın buluşacağı arkadaşı Harold Rhode ve eşlik edenlerden biri de Alan Makovsky.

Serdar, hikayesine artık arkadaşının ön dıyla devam eder. Haroldcuğunun kariyer planlamasını nasıl ördüğünü ve tebdili kıyafetle Türkiye gezilerini anlattır. Şaşırmayın, çook samimiler ya ondan biliyor. Harold sonunda Pentagon'un Ortadoğu işlerinden sorumlu yetkilisi olur.

Türkiye sevgilerinden en ufak şüphesi olmayan Serdar'ın arkadaşı ve onun arkadaşları maalesef Kürtler ile ilgili de bir plana sahipler. Ancak Serdar, 2002 yılında, "Bunun ne olduğu konusunu ben bilemem; çünkü başta da dediğim gibi girmemem gereken toplantıya girdiğimde ne yazık ki konuşmalarını yarıda kesmişlerdi, fazla bir şey öğrenemedim açıkçası" diyor.

Zaten içinden çıkamadığı için "Falan filan, işte böyle" deyip yazısını şu soru cümlesiyle bitiriyor: Bilmem anlatabiliyor muyum?

Al sana komplo işte

Yıl 2004. Şubat'ın 25'i. Akşam gazetesini alanlar yıllarca Genel Yayın Yönetmeni güzellemesi yapan Serdar Turgut'un Genel Yayın Yönetmenliğinin cicim devresindeyken revize edilmiş ve ambalajı değişmiş bir anısını okumak zorunda kalırlar. 'Bu da komplo teorisini hak etti doğrusu!' başlığındaki yazısında kahramanımız Serdar, bu kez kitabevinde raflar arasında dolaşır.

Pat diye Yalçın Küçük'ün iki kitabı karşısına çıkar.

Serdar'ın birikimini pornografi fonundan absürd mizaha tahvil ettiği gibi Veli ile soyadı benzerliğini Ergenekon yatağından çiftleştiren Yalçın'ın kitapları satın alınır.

Yalçın'ın kitapları İsrail ve yahudi düşmanlığıyla bezenmiş komplo teorileri, etnik seçerler vs tahminleriyle dolu olduğu için epey okunuyormuş. Serdar biraz şaşırmış ama o da ne? Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan Yalçın Küçük söyleşinde bir 'tespit' Serdar'ın dikkatine mazhar oluyor. Küçük '..ben Barzani ve Talabani'nin İbrani kökenli olduğunu, orada kurulmakta olan devletin bir Kürt Judaik devlet olduğunu söylüyorum' diye konuşmuş.

Tanrım Serdar'ın aklına mukayat ol, çünkü ikinci yazı hemen ertesinde önüne geliyor. Sedat Ergin'in 'İsrail'in Kürt Devleti'ne Bakışı' yazısı...

Ordan alınlarını tamamlayan Serdar, 'Sevgili okurlar' diye biz gariban okurlara seslenerek kararını, "Bunca gelen açık istihbarattan sonra benim yeni bir komplo teorisi üretmeden durabilmem mümkün değil" şeklinde paylaşıyor ve hemen ekliyor: "1994 yılında Washington'daki Pentagon'da yanlışlıkla girdiğim odada Talabani'nin sağ kolu şimdiki Dışişleri Bakanı Barham Salih ve Barzani'nin adını unuttuğum temsilcisi Amerikan yetkiliyle oturmuş haritaları açmış Kürt devletini konuşuyorlardı. O yetkili de gayet tabii ki İsrail'i ikinci vatanı olarak seven dinine son derece bağlı Harold Rhode'du."

Serdar, yazısını, Yalçın Küçük'ten aşırdığı üfürüklerle sürdürüp, inanmamış gibi yapıyor, komplo teorisi diye mim koyuyor fakat "Eğer doğruysa o zaman Büyük Ortadoğu Projesi bence budur ve bu bence projelerin anasıdır" diyor. Ve yine bizi iki yıl önceki sorusuyla titretiyor: Bilmem anlatabiliyor muyum?

Teorisi değil komplo!

Yıl 2010. Haziran'ın 2'si. Habertürk gazetesini alanlar, 8 yıl önce ilk kez okudukları, 6 yıl önce revize edilmiş ve şimdi HT kalitesiyle tamamen değişen Serdar Turgut'un anısına maruz kalırlar. Artık teorisi yok komplo var ve İsrail-PKK işbirliği yeni Serdar'ın kesin sunumudur.

Aktüel gelişmeleri kendi penceresinden okuyucusuna aktaran Serdar, "Ben bugün komplo diye anlatılan olayların yarın tarih bilgisi diye anlatılabildiğini bildiğimden komplo teorilerini bir noktaya kadar ciddiye alırım" diyor ve "İsrail-PKK işbirliği ve Kuzey Irak’ta bir Yahudi devleti kurulduğu teorisini, biraz sonra anlatacağım olay nedeniyle daha da ciddiye almaya başladım" diye ekliyor.

İki kez anlattığını tekrarlayacak olan Serdar, 'noktasına virgülüne kadar doğru' diyerek okuyucuyu ikna ediyor!

Serdar Türkiye’ye komplo hazırlandığını gözleriyle görmüş.

Olay ABD’nin başkenti Washington’da geçiyor(Ne tesadüf?)

O dönemde çalıştığı gazetenin Washington temsilcisi(ilginç!).

En iyisi aradan çekileyim:

"Türkiye’ye karşı komplonun hazırlanışını gördüğüm gün, Pentagon’da istihbaratçı olarak çalışan kişiyle randevum vardı. İlk önce odasına gittim. Oda arkadaşı, 'Bir grup misafiri vardı, aşağı katta kafeteryanın yanında bir odaya gittiler' dedi.

Ben de aşağıya indim.

O günlerde özellikle istihbarat konularında Amerikan devleti içinde Türkiye’ye bakan hemen hemen tüm personel Yahudi’ydi. ABD göçmen ülkesi olduğundan hepsi de Amerika’nın çıkarlarının yanı sıra İsrail’in de çıkarlarını koruduklarını açıkça söylerlerdi.

Pentagon’da görmeye gittiğim kişi de fanatik bir Yahudi’ydi... Neyse Pentagon’da o gün kahvemi aldım, bulundukları odanın kapısını bir tıklatıp içeriye dalıverdim.

Şimdi sıkı durun. Manzara şuydu:

İstihbaratçı masaya oturmuş ve önüne bir harita açmıştı.

Haritada Türkiye ve Kuzey Irak görülüyordu. Unutmayın, Irak savaşının başlamasından 20 yıl öncesini anlatıyorum. Adam etrafındakilere, Kuzey Irak’a çizdiği bölgede sınırlarının bir bölümü Türkiye’nin güneydoğusuna da taşan yeni bir ülkeyi anlatıyordu.

Masada onu dinleyenler, Barzani’nin Washington temsilcisi (adını hatırlamıyorum), Talabani’nin temsilcisi Behram Salih ve PKK Washington temsilcisiydi.

Bugünlerin kaderi o günlerde, Pentagon’un ikinci katında bir odada öyle çizildi."

Anı da anıymış yani!

Serdar Turgut'un Pentagon anısının geçirdiği evrim böyle. Pentagon'daki turun güzergahları; arkadaşının yapısı; masa ve üzerindeki haritanın ölçeği; masanın etrafındakilerin Serdar ile ilgili tavırları değişime uğruyor, sürekli gelişiyor. Anı sabit durmaktan sıkılıyor. Son halinin en bariz değişimi ise modaya olan duyarlılığı ve masanın kenarına bir sandalye daha iliştirilmesi. Ee yıl 2010 ve İsrail ile problem var, üstelik PKK de eylemlerine başlamış, 'manidar' bulunmuş, Serdar ne yapsın?.. Kolayına kaçmış ve iliştirdiği masaya PKK Washington temsilcisini oturtmuş. Bu kadar basit işte.

Adını sen koy Serdar

Serdar Turgut hazretleri, bu üç yazının ardından ilave yapmanın anlamı yok. İdollerin olan Ron Jeremy seni cezalandırsın ardından Rocco Siffredi'ye havale etsin, ordan hayranı olduğun Uzakdoğu'nun sidikli banyosunda kırklan dersem ne yazar.

Seni Rana'nın haysiyeti ve Alp'ın onuruna havale ediyorum.

Bari bunların hatırı için toplumsal meselelerde kalem oynatırken yalandan kaçın.

İnsaflı ol.

http://tuncelfikret.blogspot.com/

Fethullahçı itiraflar,Israil ve Iskenderun..

Hemen anladılar.

Önce aceleyle ağızlarından kaçırdıkları 'İskenderun ile gemi baskını arasında 'manidar' bağ' olduğuna dair sözlerin...

'Ulusal menfaatlerine' nasıl 'zarar' vereceğini gördüler...

'PKK ile İsrail arasında bağ' kurmanın, İskenderun'daki çatışmanın arkasında İsrail'in olduğunu iddia etmenin, Türk bölgesel emperyalizminin ABD ile olan stratejik ittifakına ters düştüğünü, böyle bir iddianın yolu 'savaş ilanına' açtığını anladılar...

İyi de, hem Bakan Çelik, hem de 'yeni damat' gibi utangaç, sıkılgan CHP Başkanı neden İsrail'i PKK ile irtibatlandırmaya kalktılar.

Çünkü onlar, yani 'ılımlı, liberal muhafazakar İslamcılar' ve 'laik, hem de Alevi Kılıçdaroğlu gibiler, bu 'iki olayın eşzamanlılığından', Müslüman kamuoyunu Kürtlere karşı kışkırtmak için yararlanmaya kalktılar. Onlar, İsrail'li katillerin döktükleri kanı, Kürtlere karşı kullanarak, aslında dertlerinin İsrail'in barbarlığı olmadığını gösterdiler.

El çabukluğu ile, İsrail saldırısını ikinci plana atarak önemsizleştirmenin ve halkın haklı tepkisini, savaşı tırmandırma pahasına PKK hedefine yöneltmenin telaşına düştüler.

Sonra ne oldu?

Akıllar başa geldi.

İçişleri Bakanı 'İstenderun ile gemi baskını'nı 'paralel' olarak ele aldıklarını, ama bunların arasında 'bağ' kurmadıklarını açıkladı.

Böylece, bütün 'yandaş' medyaya da yön vermiş oldu: 'Paralel' ele alın, 'bağ' kurmayın.

'Paralel ele alın' direktifi, 'Müslüman kamuoyunun İsrail'e karşı öfkesini Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı çevirin' demekti.

'Bağ kurmayın' direktifi ise, 'İsrail'le sürtüşmeyi düşük yoğunlukta tutun, gelecekte yeniden ABD-İsrail-Türkiye eksenini imkansız hale getirmeyin' demekti.

Özetle, İçişleri Bakanı demek istiyordu ki, bizim için İsrail'in vahşetiyle mücadelemizden daha önemli olanı 'PKK'ye karşı mücadelemizdir.'

Nitekim, Fethullahçı Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, bizim içişlerine ait direktifi yorumlamamızı gereksiz kılacak açıklıkta, cemaatin 'İsrail saldırganlığını' ikinci plana atma gayretini açığa vurdu. O, dünkü makalesinde şöyle yazıyordu:

'PKK'nın başlattığı terör, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yönelik terör saldırısından daha önemli.'

Evet. Tastamam böyle. İsrail'le 'beklenmedik' kriz, Fethullahçı çevreyi telaşlandırmıştır. Kontrollü krizin kontrolden çıkacağı korkusu bacaları sarmıştır. Fethullahçılar, krizin kontrollü bir şekilde yürütülmesinden yanadırlar; ABD ve İsrail'e karşı 'tatlı-sert muhalefet' oyunuyla, Arap, Fars Müslüman aleminde 'ılımlı İslam' hegemonyasını amaçlamaktadırlar. Bu oyunun, öncüleri arasında 'radikal İslamcıların' olduğu 'Gazze'ye yardım' eyleminin kanlı sonucuyla bozulmasından telaşa kapıldılar. Şimdi bütün güçleriyle krizi 'makul' bir sınırda tutmak için, halkın öfkesini İsrail'den Kürtlere karşı çevirmenin yollarını arıyorlar. O nedenle onlar, içerdeki savaşı derinleştirmeye, her türlü barışçıl öneriyi çürütmeye çalışıyorlar.

Nitekim, 'PKK'nin başlattığı terör, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yönelik terör saldırısından daha önemli' diye yazabilen Türköne, AKP'nin PKK'yi muhatap almamasını, alırsa seçimlerde kaybedeceğini de yazdı.

Böylece Fethullahçılar için İsrail'in saldırısı 'önemsiz' olduğu gibi, TSK ile PKK arasında süren savaşta dökülen kanlar da, 'kaybedilecek oyların' yanında 'önemsiz' ilan ediliyordu.

Bütün bunlar, Fethullahçı hareketin, Said-i Kürdi'yi 'Türkleştirmesinden' de anlaşılacağı gibi, İslam'ın 'birliği' anlamında 'ümmetçilikten' ziyade, Türkçü, milliyetçi özünü de ortaya koymaktadır.

'PKK'nin başlattığı terör, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yönelik terör saldırısından daha önemli' sözleri, hem AKP'nin hem de Fethullahçı çevrenin 'Türk-İslam sentezi' denilen dünya görüşlerini en açık, en kesin ve en mükemmel şekilde özetlemiştir.

Her şey açık.

Türk diplomasisinin ABD ve İsrail'le oynadığı 'düşük yoğunluklu diplomatik sürtüşme', beklenmedik şekilde amacına ters düşen tehlikeli bir oyuna dönüşmüştür.

Tıpkı 'düşük yoğunluklu savaş'ın da hızla 'orta yoğunluklu savaşa' dönüşmekte oluşu gibi...

Türk bölgesel emperyalizmi bölgede nüfuz alanlarının paylaşılması için militarist bir yolda hızla yürüyor. Kürt sorununda tek bir kararla savaşı durdurabilecekken, savaşın devamında ve yayılmasında ısrar ediyor. Bunu da hasmını 'ya teslimiyet, ya ölüm' ikilemine hapsederek yapmaya çalışıyor.

Kürt savaşı, Ortadoğu devletlerini ve İsrail'i de içine çeken bir krize dönüşmüştür.

Bölgesel nüfuz savaşları kapımızdadır ve Fethullahçı yazar nasıl 'PKK'nin başlattığı terör, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yönelik terör saldırısından daha önemli' diyerek, gerçek görüşünü dile getirmek zorunda kalmışsa, bütün bu 'düşük yoğunluklu diplomatik sürtüşmelerin' ve 'düşük yoğunluluktan orta yoğunluğa tırmanan savaşların' altında yatan nedeni de, yine bir Fethullahçı yazar, Star gazetesinde dile getirmiştir.

Yazımızı, Star yazarı Nasuhi Güngör'ün şu sözleriyle bitirelim:

'Türkiye, dünyada kendisine yeni nüfuz alanları elde eden ve bunların eski sahiplerini ürküten bir ülkedir.'

* Kaynak: Günlük Gazetesi