PKK’nin geri çekilme kararı pek çok gazeteci açısından da bir milât
oldu. Her şeyden önce, günaşırı Kandil’le telefon görüşmeleri hayatımıza
dahil oldu. Telefon rehberlerimize “Roj” diye bir isim eklenirken,
Roj’dan gelen SMS’ler ya da rojkandil account’lu e-mail’ler aslında
“normalleşmeye” doğru giden yolda hayatımıza giren yeni ayrıntılardı.
Diyarbakır Newroz’uyla başlayan, Kandil’de yapılan basın toplantısıyla
süren süreç sonrası Kürt alanını izleyen gazeteciler için “yenilik”ler
bunlarla sınırlı değildi elbette. Geri çekilme sürecini izleme
talebimize ilişkin yanıtı yine Roj’dan beklerken, bundan sonrasını
HPG’nin koordine edeceğini öğrendik. Artık telefon rehberimizde yeni bir
isim verdi: Umut.
Umut, bekleyişimizi sürdürdüğümüz Erbil’den Duhok’a geçip ondan haber beklememizi istedi. Bu kez dar bir gazeteci grubu seçtiklerini anlattı. Hazırlıklar bitince bize ulaşacaklardı. Kandil’deki gazeteci kalabalığının yarattığı sıkıntı yüzünden böyle bir karar alınmıştı muhtemelen. Bizi hemen de arayabilirlerdi, ertesi gün de, üç gün sonra da. Macera ve gerilim dolu bir filmin içine düşmüş gibiydik. Duhok’ta işhanından bozma Mazi Otel’de beklemeye başladık. İlk gün geceyarısına kadar telefonu sık sık kontrol ederek, ekranını görecek şekilde karşımıza koyarak bekledik. Sabaha karşı uykuya daldığımızda telefonumuz henüz çalmamıştı, ama biz Umut’u epeyce aramıştık. Yüz yüze geldiğimizde bunu anımsayıp güleceğimizi bilmeden.
Malûm telefon, artık beklemenin keyfini çıkarıp Duhok’un en iyi restoranını keşfettiğimizde geldi. Siparişi vermiş, yemeği beklerken bütün Güney Kürdistan lokantalarında önden verilen çorbamızı kaşıklamaya başlamıştık ki, telefonumun ekranında isim belirdi: Umut. Aksansız Türkçesiyle “hadi geliyorsunuz, neredeyseniz şoför sizi alacak” der demez masaya gelen yemekleri hızla bitirdik. Neredeyse kanat takıp otele vardığımızda Geverli şoförümüz Mamoste de bizi almak üzere yola çıkmıştı. Bir oğlu gerillada olan Mamoste, PKK’ye yardım-yataklıktan ve üyelikten, artık sayamadığı kadar hapis cezasına çarptırılınca, çareyi kaçmakta bulmuştu. Birkaç yıl sonra da eşi ve çocuklarını getirmişti. Aslında Türkçe biliyordu, ama mecbur kalmadığı durumlar dışında konuşmuyordu. Herhalde yedi yıl hapis yattığı Türkiye hapishaneleri ve yargılandığı duruşma salonları hariç en çok biz Türkiye’den giden gazeteciler yüzünden Türkçe konuştu. Ancak kendi adıma, onun sayesinde Kürtçe egzersizi yaptığımı da söylemem lâzım.
Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra, Mamoste birini aradı ve bir Ezidi köyünde beklemeye başladık. Tam o sıralarda Metina’da olduğumuz süre boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan yağmur da şiddetini artırıyordu. Yaklaşık 15 dakikalık bekleyişin ardından, hızla yol almaya başladık. Beş dakika sonra üzerlerinde haki giysileriyle PKK gerillalarının ete kemiğe büründüğü noktaya ulaşmıştık. Bizi bekliyorlardı. Metina’ya ilk varan gazeteci grubu olarak bundan sonrasını PKK’lilerin kullandığı dört çekerli jiplerle sürdürdük. Ormanın derinliklerinde ilerliyorduk. Jipler daha önce sıkça geçtiği için “gerilla yolu” olarak tabir ettikleri yolda, ağaçların arasından orman canlısı çevikliğinde ulaştığımız yer ise, gazeteciler için kurulan kamp alanıydı. Kamp alanında bizler için kurulan kameriyede önce güvenlik nedeniyle telefonlarımız alındı, isimlerimiz yazılarak tek tek zarflandı ve bir UPS kutusuna konuldu. Gerilla Sinan’la o zaman tanıştık, telefonlarımızı alan Sinan’dı. Daha sonra orada kaldığımız günler boyunca en çok “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” üzerine Sinan’la sohbet ettik, birlikte türküler söyledik. Aslen Batmanlıydı, ama Batman’ı hiç görmemişti; Mardin’de doğmuş, İstanbul’da büyümüş, oradan da gerillaya gitmişti. Sosyal medyayı çok iyi kullanan, çok iyi fotoğraflar çeken, bize dağlarda çektiği çiçeklerin, hayvanların fotoğraflarını gösteren Sinan, gülümseyen gözleriyle hep aklımda olacak.
Semaverde kaynatılan çaylar eşliğinde başlayan sohbetlerimiz, diğer gazetecilerin de katılımıyla şenlikli bir meclise dönüşürken, herkes olabildiğince çok gerillayı dinlemek ve aslında kendisini anlatmak istiyordu, gördüğüm kadarıyla. Pek çok gazeteci, “atlatma” tabir edilen durumu hissetmekten öte, tarihî bir ânın tanıkları olduğumuzun farkındaydık. Bir yandan içinde bulunduğumuz bakir doğa, bir yandan bize çay dolduran, yemekler taşıyan gerillaların uzanıp dokunabileceğimiz yakınlıkta olması, diğer yandan ne zaman geleceğini bilemediğimiz ilk çekilme grubunu göreceğimiz saatlerin giderek kısalması… Heyecan verici o kadar şey vardı ki…
Yaklaşık 30 kişilik gerilla grubuyla Metina Dağları’nın arasındaki derin vadide, bizim için ihlal ettikleri ateş yakmama yasağını çiğneyerek “kamp ateşi” başında ettiğimiz sohbetlerde, bizim kadar onlar da meraklıydı elbette. İsim sorup sormama tereddüdünü aştıktan sonra, her birimizin ilk sorusu şuydu: “Ne zamandır buradasın?” Her yaştan kadın ve erkek gerillalar bütün sorularımıza anlayışla cevap verirken, “ne zaman” sorusuna verdikleri yanıt da ilk birkaç saatten sonra değişti. “Bu soruya yanıt vermemiz doğru olmaz” cümlesi, “2 yıl, 5 yıl, 15 yıl” gibi cevaplara dönüşmeye başladı. Onlar da Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayanların kendileri hakkında ne düşündüğünü merak ediyorlardı. Ve gazetelere, TV’lere yansıyan haberlerin Türkiye halkının sahici hisleri olmamasını umarak soruyorlardı sorularını. Yanıtın olumsuzluğu barışa dair umutlarını azaltıyor muydu, bilmem, ama kendilerine ve “her biri bir gerillaya dönüştü” dedikleri Kürt halkına duydukları güveni söylemeden geçmek olmaz.
Zor ikna edilenler
Metina’daki ilk gecemizde neredeyse hiç uyumadık. Onlarla ne kadar vakit geçirirsek, ne kadar çok şey konuşursak, ne kadar dinler, ne kadar anlarsak, o kadar daha iyi anlatırız diye düşündük. Grubun ne zaman geleceğini biliyorlardı, ama güvenlik nedeniyle bizimle paylaşmamayı tercih ettiler, saygı duyduk. Uyumamızı önerirlerken, hareketli geçeceği belli olan ertesi güne enerjimizin kalmasını istiyorlardı. Bizim için kurulan çadırlar için çok uğraştıkları belliydi. Tek kişilik, iki kişilik ve daha fazla insanın kalacağı büyük çadırlara konulan battaniyeler o güne özel olarak satın alınmış, ambalajları bozulmadan çadırlara yerleştirilmişti. Altımıza iki, üstümüze iki battaniye serip sırt çantalarımızı da yastık yaparak iki saatlik uyku için çadırlara geçtiğimizde, bir yandan burnumuza dolan harika kokular, diğer yandan pek çok yeni duyguyla uykuya daldık. Sabaha karşı 04:30’ta uyandırıldığımızda gördüğümüz genç gerillaların hazırladığı mükellef kahvaltı sofrası hem mahcubiyet vericiydi hem de disiplin açısından takdir edici. Kahvaltıdan sonra jiplerle sınırın sıfır noktasına doğru hareket ettik. Gözlerimiz dört bir yanımızı çevreleyen Metina dağlarında, grubun hangi noktadan giriş yapacağını birbirimizden önce görmeye çalışıyorduk. Yarım saatlik bekleyişten sonra grup Çukurca’nın öte tarafından göründüğünde fotoğrafçılar zoom’larını son sınırına kadar kullanıp deklanşöre basmaya başladı. Evet, barış için atılan adımlar nihayet menziline varmıştı.
Wan eyaletinden gelen Beytüşşebap grubu, yedi günlük süren yürüyüşün sonunda oldukça yorgun görünüyordu. Üstleri başları çamur içindeydi. Onlarca dere geçmişler, karlı dağları aşmışlar, gündüzleri uyuyup geceleri kilometrelerce yürüyerek Metina’ya varmışlardı. 15 kişilik gruptan konuştuğumuz hemen herkes aynı şeyi söylüyordu: “En güçlü olduğumuz anda çekildik. 2013’te büyük bir atılım için hazırlanıyorduk. Bizim elimize silahı önderliğimiz verdi, bizi dağlara o gönderdi, silahımızı ancak o alabilir, dağları ancak onun sözüyle terkederiz.” Kürt coğrafyasının ve Türkiye metropollerinin değişik yerlerinden PKK’ye katılmışlardı. Kimi Mersin’den, kimi Diyarbakır’dan, kimi Şırnak’tan. Geride bıraktığımız yılın büyük kısmını eğitimle geçirirken, geri çekilme kararını radyodan dinlemişler, önce inanmak istememişlerdi. Murat Karayılan’ın söylediği “zor ikna edilenler”le karşı karşıya olduğumuz belliydi. Buna rağmen, barış için hayatlarını geçirmek ve belki de vermek üzere çıktıkları dağlardan çekilirken hepsi “şimdi siyaset zamanı” diyordu. Bundan sonrasına ilişkin sorularımıza yanıtları neredeyse aynıydı: “Kürtlerin ve Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü gerçekleşmeden silah bırakmayız. Ancak o koşulda silah bırakır, siyasî mücadele için topraklarımıza döneriz.”
Tam bu noktada şunu söylemek lazım: Geri çekilen PKK’lilerin devlete güven duyduğunu söylemek zor, hatta neredeyse imkânsız. İnsansız hava araçlarının hareketliliği, korucuların çekilme sırasında arazide olması gibi pek çok etken bu güvensizliği pekiştiriyor. Yine de gözleri hükümetin kendi adımlarına vereceği karşılıklarda. Anayasada Kürt kimliğinin tanınması konusunda tavizsizler. Aldıkları siyasî eğitimi gün gelip halkın içinde pratiğe geçirmek konusunda ise belirgin bir heyecan taşıyorlar. Enteresan bir şekilde, bir “ulus devlet” hayalinden çok, Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda kapitalizmle mücadele edeceğini anlatıyorlar ve bu konuda PKK tarihinin model olduğunu öne sürüyorlar.
Dağlardan “sistem”e
İlk grubun geri çekilmesini görüntüledikten sonra haberlerimizi geçmek üzere Duhok’a geçtiğimizde, bir an önce Metina’ya dönmek üzere acele ediyorduk. Pek çok gazeteci ilk günden sonra geri dönme kararı almıştı, ancak biz ikinci günü de görüntülemek istiyorduk. Hazır otele dönmüşken, çamura ve ise bulanan giysilerimizden kurtulup hızlıca banyo yaparak Metina’ya doğru yola çıktık. Bu kez, Kürt basınından birkaç gazetecinin dışında, bizim dışımızda gazeteci kalmamıştı. Akşam yemeği saatini beklerken, barışa ilişkin uzun sohbetler ettik. Hiçbirinin “eve dönmek” gibi bir niyeti yoktu. Dağlarda yaşamaya, dağların özgürlüğüne, ortak hayata alıştıklarını anlattılar. İlk gün akşam yemeğinde kuzu eti, pilav, salata ikram etmişlerdi. İkinci gün, saatlerce uğraşarak mevsim sebzeleri kızartması sundular bize. Birlikte televizyonlardan geri çekilme haberlerini izlerken, masaya meyveler, kuru yemişler, cipsler, çaylar, kolalar geliyordu. Sanki dağ başında bir PKK kampına değil, yan komşuya misafirliğe gitmiştik. Her şey o kadar doğaldı. Sadece üstü kapalı olan kameriyede, dışarıda bazen şiddetini artıran yağmur ve doluya rağmen, geceyarısına kadar oturduk. Yağmurun dindiği anlarda hemen harlanan ateşin başında vücudumuzu ısıtmaya çalışarak Türkçe, Kürtçe şarkılar-türküler söyledik. İkinci grubun geliş saatini beklerken, birlikte geçirdiğimiz son saatleri olabildiğince dolu geçirmeye çalışıyorduk karşılıklı.
Sabah 04:30’ta ikinci grubu karşılamak üzere yola çıktığımızda, bu kez öncekinden farklı olarak biraz yürüdük. Bu sırada gerillalardan kaymamak için yere nasıl basmamız gerektiğini de öğrendik. Ayağın yan tarafıyla toprağa basınca, ıslak çimenlerden kayılmıyormuş. Bunu iki kez düştükten sonra öğrendiğimi de söylemeliyim. Grubun sınırdan içeriye gireceği yere yaklaştığımızda, beklemeye başladık. Bu arada şu ayrıntıyı unutmadan ekleyeyim: İki karşılama noktasına da gıda, çay tedarikiyle gidildi. Hemen gelenlere ikram etmek üzere odun ateşinde çaydanlığın sapına büyük bir sopa geçirilerek, gerilla usûlü çay yapılmaya başlandı. İstanbul’a dönüp fotoğrafları anneme gösterdiğimde, bunun Kürtlerin yaylalara çıkarken yıllardır sürdürdüğü bir gelenek olduğunu öğrendim. Çayın hazır olduğu dakikalarda ikinci gerilla grubu da ulaşmıştı. Zaten telsizle sürekli iletişim halindeydiler. Dokuz gündür yolda olan ikinci gruba dinlenmeleri için daha uzun zaman verdik, röportajlar için beklemeye başladık. İkinci grupta yer alan 18 yaşındaki iki gerilla, PKK’ye birkaç ay önce katılmıştı. İfadelerinden pek de gelmek istemedikleri anlaşılıyordu, zaten daha sonra bunu teybimize de anlatmakta bir beis görmediler. Aralarından Ruken Berivan ise en büyük hayalini “Önderliği görmek” olarak tarif ediyordu. Sadece “Önderliği” istediği için dönmüştü, yoksa dağları asla terketmezdi. Kucağında tuttuğu silahıyla, bir ağaç gölgesinde bunları anlatıyordu. “Kürdistan özgürleşmeden sistemin içine girmem” diye konuşuyordu.
Metina’daki son saatlerimizde ikinci gruptakilerle uzun sohbetler ettik. Ayrılma saatimiz gelip çattığında, bizi iki gündür ağırlayan grup Şahan’ın önderliğinde tören pozisyonu aldı ve her biriyle tek tek vedalaşarak Metina’dan ayrıldık. Ayrılırken, geride dağlarda bıraktıklarımızın yaşamda kalma ihtimallerinin güçlü olması, bizim için belki de mutluluk verici tek şeydi.
Gerilla portreleri
Dersimli Roza… Almanya’da büyümüştü, ablası PKK’liydi. 1999’daki geri çekilmede hayatını kaybedince, ablasının yerine o gelmişti gerillaya. Anadili gibi bildiği Almancasıyla zaman zaman Almanca bilen gerillalarla laf arasında Almanca konuşuyordu. Kucağında laptop’uyla Medya Savunma Alanları’ndan PKK sitelerine haber geçiyordu. İlk geldiği günlerde zorlandığını, ama şimdi o günlere gülüp geçtiğini anlatıyordu. Türkiye’ye döndükten sonra Dersim’e geçeceğimi öğrenince “anneme selam söyle” dedi, annesinin Almanya’dan Dersim’e tatile geleceğini duymuştu. Ama ne annesinin adını söyledi, ne de ben sordum.
Maraşlı Umut… Hakkâri dağlarının adı çok dillendirilen komutanı. Henüz 30’larında. Kürtçeyi gerillaya geldikten sonra öğrenmiş. Hakkında tam 34 idam kararı var. “İtirafçı olursam affederler mi acaba?” diye kahkahalarla anlatıyor hakkındaki idam kararlarını. Keskin bir gözlem yeteneği olduğu her halinden belli. Geri çekilmeyi HPG Ana Karargâhı adına o koordine ediyor. Zaman planlamasında dakika sektirmiyor; yemek saati belli, kalkma saati belli, yola çıkma saati belli. Biz de hafif yollu gerilla düzenine uyum sağlamaya çalışıyoruz.
Mardinli Sinan… Kafasında şapkasıyla diğerlerinden farklı. S’yi peltek söyleyen haliyle bir çocuk kadar sevimli, derin entelektüel bilgisiyle bir akademisyen kadar donanımlı. Bir erkek olarak, Kürtler dahil hiçbir halkın kadınlar özgürleşmeden gerçek anlamda bir özgürlüğe kavuşamayacağına inanıyor. Ve bununla ilgili bir kitap üzerinde çalışıyor. Teknolojiye, fotoğraf sanatına son derece hâkim. Fotoğraf çekmeyi gerillada öğrenmiş.
Şahan… Grubun en yaşlılarından. Bize PKK hareketini, gerilla hayatını, geri çekilmeye ilişkin hislerini anlatırken “biz silahı çok sevdiğimiz için burada değiliz” diyor. Yaklaşık 15 yıldır gerillada. Geri çekilme sürecini örgütleyenlerden biri de o. İkinci günün sonunda Medya Savunma Alanları’ndan ayrılırken bizi törenle uğurlama fikri onun.
Dersimli Munzur Piro… Çekilen ikinci grubun içindeydi. Onunla Şemdinli-Çukurca-G.Kürdistan üçgenindeki sıfır noktasında tanıştık. 42 yaşındaydı ve tam 16 yıldır dağlardaydı. Beş yıldır Beytüşşebab bölgesindeydi. Çekilirken kardan, soğuktan, azgın dere sularının soğuğundan ayakları yanmıştı. Dersim’i çok özlediğini söylüyordu.
Avaşin Eriş… Vanlıydı. Üç yıldır gerilladaydı. Ablası o gelmeden birkaç gün önce kamptan ayrılıp Haftanin’e geçmişti. Gelir gelmez gözleri onu aradı, sonra eğitime gittiğini öğrendi. Biraz hüzünlendi, yıllardır görmemişti ablasını. Gerillaya katılmadan önce evde olduğunu anlattı. Yedi kardeşi olduğunu, ama artık arkadaşlarını aile bildiğini de.
Müjgan Halis
KAYNAK: http://birdirbir.org/pkk-cekilirken-metina-notlari/
Umut, bekleyişimizi sürdürdüğümüz Erbil’den Duhok’a geçip ondan haber beklememizi istedi. Bu kez dar bir gazeteci grubu seçtiklerini anlattı. Hazırlıklar bitince bize ulaşacaklardı. Kandil’deki gazeteci kalabalığının yarattığı sıkıntı yüzünden böyle bir karar alınmıştı muhtemelen. Bizi hemen de arayabilirlerdi, ertesi gün de, üç gün sonra da. Macera ve gerilim dolu bir filmin içine düşmüş gibiydik. Duhok’ta işhanından bozma Mazi Otel’de beklemeye başladık. İlk gün geceyarısına kadar telefonu sık sık kontrol ederek, ekranını görecek şekilde karşımıza koyarak bekledik. Sabaha karşı uykuya daldığımızda telefonumuz henüz çalmamıştı, ama biz Umut’u epeyce aramıştık. Yüz yüze geldiğimizde bunu anımsayıp güleceğimizi bilmeden.
Malûm telefon, artık beklemenin keyfini çıkarıp Duhok’un en iyi restoranını keşfettiğimizde geldi. Siparişi vermiş, yemeği beklerken bütün Güney Kürdistan lokantalarında önden verilen çorbamızı kaşıklamaya başlamıştık ki, telefonumun ekranında isim belirdi: Umut. Aksansız Türkçesiyle “hadi geliyorsunuz, neredeyseniz şoför sizi alacak” der demez masaya gelen yemekleri hızla bitirdik. Neredeyse kanat takıp otele vardığımızda Geverli şoförümüz Mamoste de bizi almak üzere yola çıkmıştı. Bir oğlu gerillada olan Mamoste, PKK’ye yardım-yataklıktan ve üyelikten, artık sayamadığı kadar hapis cezasına çarptırılınca, çareyi kaçmakta bulmuştu. Birkaç yıl sonra da eşi ve çocuklarını getirmişti. Aslında Türkçe biliyordu, ama mecbur kalmadığı durumlar dışında konuşmuyordu. Herhalde yedi yıl hapis yattığı Türkiye hapishaneleri ve yargılandığı duruşma salonları hariç en çok biz Türkiye’den giden gazeteciler yüzünden Türkçe konuştu. Ancak kendi adıma, onun sayesinde Kürtçe egzersizi yaptığımı da söylemem lâzım.
Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra, Mamoste birini aradı ve bir Ezidi köyünde beklemeye başladık. Tam o sıralarda Metina’da olduğumuz süre boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan yağmur da şiddetini artırıyordu. Yaklaşık 15 dakikalık bekleyişin ardından, hızla yol almaya başladık. Beş dakika sonra üzerlerinde haki giysileriyle PKK gerillalarının ete kemiğe büründüğü noktaya ulaşmıştık. Bizi bekliyorlardı. Metina’ya ilk varan gazeteci grubu olarak bundan sonrasını PKK’lilerin kullandığı dört çekerli jiplerle sürdürdük. Ormanın derinliklerinde ilerliyorduk. Jipler daha önce sıkça geçtiği için “gerilla yolu” olarak tabir ettikleri yolda, ağaçların arasından orman canlısı çevikliğinde ulaştığımız yer ise, gazeteciler için kurulan kamp alanıydı. Kamp alanında bizler için kurulan kameriyede önce güvenlik nedeniyle telefonlarımız alındı, isimlerimiz yazılarak tek tek zarflandı ve bir UPS kutusuna konuldu. Gerilla Sinan’la o zaman tanıştık, telefonlarımızı alan Sinan’dı. Daha sonra orada kaldığımız günler boyunca en çok “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” üzerine Sinan’la sohbet ettik, birlikte türküler söyledik. Aslen Batmanlıydı, ama Batman’ı hiç görmemişti; Mardin’de doğmuş, İstanbul’da büyümüş, oradan da gerillaya gitmişti. Sosyal medyayı çok iyi kullanan, çok iyi fotoğraflar çeken, bize dağlarda çektiği çiçeklerin, hayvanların fotoğraflarını gösteren Sinan, gülümseyen gözleriyle hep aklımda olacak.
Semaverde kaynatılan çaylar eşliğinde başlayan sohbetlerimiz, diğer gazetecilerin de katılımıyla şenlikli bir meclise dönüşürken, herkes olabildiğince çok gerillayı dinlemek ve aslında kendisini anlatmak istiyordu, gördüğüm kadarıyla. Pek çok gazeteci, “atlatma” tabir edilen durumu hissetmekten öte, tarihî bir ânın tanıkları olduğumuzun farkındaydık. Bir yandan içinde bulunduğumuz bakir doğa, bir yandan bize çay dolduran, yemekler taşıyan gerillaların uzanıp dokunabileceğimiz yakınlıkta olması, diğer yandan ne zaman geleceğini bilemediğimiz ilk çekilme grubunu göreceğimiz saatlerin giderek kısalması… Heyecan verici o kadar şey vardı ki…
Yaklaşık 30 kişilik gerilla grubuyla Metina Dağları’nın arasındaki derin vadide, bizim için ihlal ettikleri ateş yakmama yasağını çiğneyerek “kamp ateşi” başında ettiğimiz sohbetlerde, bizim kadar onlar da meraklıydı elbette. İsim sorup sormama tereddüdünü aştıktan sonra, her birimizin ilk sorusu şuydu: “Ne zamandır buradasın?” Her yaştan kadın ve erkek gerillalar bütün sorularımıza anlayışla cevap verirken, “ne zaman” sorusuna verdikleri yanıt da ilk birkaç saatten sonra değişti. “Bu soruya yanıt vermemiz doğru olmaz” cümlesi, “2 yıl, 5 yıl, 15 yıl” gibi cevaplara dönüşmeye başladı. Onlar da Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayanların kendileri hakkında ne düşündüğünü merak ediyorlardı. Ve gazetelere, TV’lere yansıyan haberlerin Türkiye halkının sahici hisleri olmamasını umarak soruyorlardı sorularını. Yanıtın olumsuzluğu barışa dair umutlarını azaltıyor muydu, bilmem, ama kendilerine ve “her biri bir gerillaya dönüştü” dedikleri Kürt halkına duydukları güveni söylemeden geçmek olmaz.
Zor ikna edilenler
Metina’daki ilk gecemizde neredeyse hiç uyumadık. Onlarla ne kadar vakit geçirirsek, ne kadar çok şey konuşursak, ne kadar dinler, ne kadar anlarsak, o kadar daha iyi anlatırız diye düşündük. Grubun ne zaman geleceğini biliyorlardı, ama güvenlik nedeniyle bizimle paylaşmamayı tercih ettiler, saygı duyduk. Uyumamızı önerirlerken, hareketli geçeceği belli olan ertesi güne enerjimizin kalmasını istiyorlardı. Bizim için kurulan çadırlar için çok uğraştıkları belliydi. Tek kişilik, iki kişilik ve daha fazla insanın kalacağı büyük çadırlara konulan battaniyeler o güne özel olarak satın alınmış, ambalajları bozulmadan çadırlara yerleştirilmişti. Altımıza iki, üstümüze iki battaniye serip sırt çantalarımızı da yastık yaparak iki saatlik uyku için çadırlara geçtiğimizde, bir yandan burnumuza dolan harika kokular, diğer yandan pek çok yeni duyguyla uykuya daldık. Sabaha karşı 04:30’ta uyandırıldığımızda gördüğümüz genç gerillaların hazırladığı mükellef kahvaltı sofrası hem mahcubiyet vericiydi hem de disiplin açısından takdir edici. Kahvaltıdan sonra jiplerle sınırın sıfır noktasına doğru hareket ettik. Gözlerimiz dört bir yanımızı çevreleyen Metina dağlarında, grubun hangi noktadan giriş yapacağını birbirimizden önce görmeye çalışıyorduk. Yarım saatlik bekleyişten sonra grup Çukurca’nın öte tarafından göründüğünde fotoğrafçılar zoom’larını son sınırına kadar kullanıp deklanşöre basmaya başladı. Evet, barış için atılan adımlar nihayet menziline varmıştı.
Wan eyaletinden gelen Beytüşşebap grubu, yedi günlük süren yürüyüşün sonunda oldukça yorgun görünüyordu. Üstleri başları çamur içindeydi. Onlarca dere geçmişler, karlı dağları aşmışlar, gündüzleri uyuyup geceleri kilometrelerce yürüyerek Metina’ya varmışlardı. 15 kişilik gruptan konuştuğumuz hemen herkes aynı şeyi söylüyordu: “En güçlü olduğumuz anda çekildik. 2013’te büyük bir atılım için hazırlanıyorduk. Bizim elimize silahı önderliğimiz verdi, bizi dağlara o gönderdi, silahımızı ancak o alabilir, dağları ancak onun sözüyle terkederiz.” Kürt coğrafyasının ve Türkiye metropollerinin değişik yerlerinden PKK’ye katılmışlardı. Kimi Mersin’den, kimi Diyarbakır’dan, kimi Şırnak’tan. Geride bıraktığımız yılın büyük kısmını eğitimle geçirirken, geri çekilme kararını radyodan dinlemişler, önce inanmak istememişlerdi. Murat Karayılan’ın söylediği “zor ikna edilenler”le karşı karşıya olduğumuz belliydi. Buna rağmen, barış için hayatlarını geçirmek ve belki de vermek üzere çıktıkları dağlardan çekilirken hepsi “şimdi siyaset zamanı” diyordu. Bundan sonrasına ilişkin sorularımıza yanıtları neredeyse aynıydı: “Kürtlerin ve Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü gerçekleşmeden silah bırakmayız. Ancak o koşulda silah bırakır, siyasî mücadele için topraklarımıza döneriz.”
Tam bu noktada şunu söylemek lazım: Geri çekilen PKK’lilerin devlete güven duyduğunu söylemek zor, hatta neredeyse imkânsız. İnsansız hava araçlarının hareketliliği, korucuların çekilme sırasında arazide olması gibi pek çok etken bu güvensizliği pekiştiriyor. Yine de gözleri hükümetin kendi adımlarına vereceği karşılıklarda. Anayasada Kürt kimliğinin tanınması konusunda tavizsizler. Aldıkları siyasî eğitimi gün gelip halkın içinde pratiğe geçirmek konusunda ise belirgin bir heyecan taşıyorlar. Enteresan bir şekilde, bir “ulus devlet” hayalinden çok, Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda kapitalizmle mücadele edeceğini anlatıyorlar ve bu konuda PKK tarihinin model olduğunu öne sürüyorlar.
Dağlardan “sistem”e
İlk grubun geri çekilmesini görüntüledikten sonra haberlerimizi geçmek üzere Duhok’a geçtiğimizde, bir an önce Metina’ya dönmek üzere acele ediyorduk. Pek çok gazeteci ilk günden sonra geri dönme kararı almıştı, ancak biz ikinci günü de görüntülemek istiyorduk. Hazır otele dönmüşken, çamura ve ise bulanan giysilerimizden kurtulup hızlıca banyo yaparak Metina’ya doğru yola çıktık. Bu kez, Kürt basınından birkaç gazetecinin dışında, bizim dışımızda gazeteci kalmamıştı. Akşam yemeği saatini beklerken, barışa ilişkin uzun sohbetler ettik. Hiçbirinin “eve dönmek” gibi bir niyeti yoktu. Dağlarda yaşamaya, dağların özgürlüğüne, ortak hayata alıştıklarını anlattılar. İlk gün akşam yemeğinde kuzu eti, pilav, salata ikram etmişlerdi. İkinci gün, saatlerce uğraşarak mevsim sebzeleri kızartması sundular bize. Birlikte televizyonlardan geri çekilme haberlerini izlerken, masaya meyveler, kuru yemişler, cipsler, çaylar, kolalar geliyordu. Sanki dağ başında bir PKK kampına değil, yan komşuya misafirliğe gitmiştik. Her şey o kadar doğaldı. Sadece üstü kapalı olan kameriyede, dışarıda bazen şiddetini artıran yağmur ve doluya rağmen, geceyarısına kadar oturduk. Yağmurun dindiği anlarda hemen harlanan ateşin başında vücudumuzu ısıtmaya çalışarak Türkçe, Kürtçe şarkılar-türküler söyledik. İkinci grubun geliş saatini beklerken, birlikte geçirdiğimiz son saatleri olabildiğince dolu geçirmeye çalışıyorduk karşılıklı.
Sabah 04:30’ta ikinci grubu karşılamak üzere yola çıktığımızda, bu kez öncekinden farklı olarak biraz yürüdük. Bu sırada gerillalardan kaymamak için yere nasıl basmamız gerektiğini de öğrendik. Ayağın yan tarafıyla toprağa basınca, ıslak çimenlerden kayılmıyormuş. Bunu iki kez düştükten sonra öğrendiğimi de söylemeliyim. Grubun sınırdan içeriye gireceği yere yaklaştığımızda, beklemeye başladık. Bu arada şu ayrıntıyı unutmadan ekleyeyim: İki karşılama noktasına da gıda, çay tedarikiyle gidildi. Hemen gelenlere ikram etmek üzere odun ateşinde çaydanlığın sapına büyük bir sopa geçirilerek, gerilla usûlü çay yapılmaya başlandı. İstanbul’a dönüp fotoğrafları anneme gösterdiğimde, bunun Kürtlerin yaylalara çıkarken yıllardır sürdürdüğü bir gelenek olduğunu öğrendim. Çayın hazır olduğu dakikalarda ikinci gerilla grubu da ulaşmıştı. Zaten telsizle sürekli iletişim halindeydiler. Dokuz gündür yolda olan ikinci gruba dinlenmeleri için daha uzun zaman verdik, röportajlar için beklemeye başladık. İkinci grupta yer alan 18 yaşındaki iki gerilla, PKK’ye birkaç ay önce katılmıştı. İfadelerinden pek de gelmek istemedikleri anlaşılıyordu, zaten daha sonra bunu teybimize de anlatmakta bir beis görmediler. Aralarından Ruken Berivan ise en büyük hayalini “Önderliği görmek” olarak tarif ediyordu. Sadece “Önderliği” istediği için dönmüştü, yoksa dağları asla terketmezdi. Kucağında tuttuğu silahıyla, bir ağaç gölgesinde bunları anlatıyordu. “Kürdistan özgürleşmeden sistemin içine girmem” diye konuşuyordu.
Metina’daki son saatlerimizde ikinci gruptakilerle uzun sohbetler ettik. Ayrılma saatimiz gelip çattığında, bizi iki gündür ağırlayan grup Şahan’ın önderliğinde tören pozisyonu aldı ve her biriyle tek tek vedalaşarak Metina’dan ayrıldık. Ayrılırken, geride dağlarda bıraktıklarımızın yaşamda kalma ihtimallerinin güçlü olması, bizim için belki de mutluluk verici tek şeydi.
Gerilla portreleri
Dersimli Roza… Almanya’da büyümüştü, ablası PKK’liydi. 1999’daki geri çekilmede hayatını kaybedince, ablasının yerine o gelmişti gerillaya. Anadili gibi bildiği Almancasıyla zaman zaman Almanca bilen gerillalarla laf arasında Almanca konuşuyordu. Kucağında laptop’uyla Medya Savunma Alanları’ndan PKK sitelerine haber geçiyordu. İlk geldiği günlerde zorlandığını, ama şimdi o günlere gülüp geçtiğini anlatıyordu. Türkiye’ye döndükten sonra Dersim’e geçeceğimi öğrenince “anneme selam söyle” dedi, annesinin Almanya’dan Dersim’e tatile geleceğini duymuştu. Ama ne annesinin adını söyledi, ne de ben sordum.
Maraşlı Umut… Hakkâri dağlarının adı çok dillendirilen komutanı. Henüz 30’larında. Kürtçeyi gerillaya geldikten sonra öğrenmiş. Hakkında tam 34 idam kararı var. “İtirafçı olursam affederler mi acaba?” diye kahkahalarla anlatıyor hakkındaki idam kararlarını. Keskin bir gözlem yeteneği olduğu her halinden belli. Geri çekilmeyi HPG Ana Karargâhı adına o koordine ediyor. Zaman planlamasında dakika sektirmiyor; yemek saati belli, kalkma saati belli, yola çıkma saati belli. Biz de hafif yollu gerilla düzenine uyum sağlamaya çalışıyoruz.
Mardinli Sinan… Kafasında şapkasıyla diğerlerinden farklı. S’yi peltek söyleyen haliyle bir çocuk kadar sevimli, derin entelektüel bilgisiyle bir akademisyen kadar donanımlı. Bir erkek olarak, Kürtler dahil hiçbir halkın kadınlar özgürleşmeden gerçek anlamda bir özgürlüğe kavuşamayacağına inanıyor. Ve bununla ilgili bir kitap üzerinde çalışıyor. Teknolojiye, fotoğraf sanatına son derece hâkim. Fotoğraf çekmeyi gerillada öğrenmiş.
Şahan… Grubun en yaşlılarından. Bize PKK hareketini, gerilla hayatını, geri çekilmeye ilişkin hislerini anlatırken “biz silahı çok sevdiğimiz için burada değiliz” diyor. Yaklaşık 15 yıldır gerillada. Geri çekilme sürecini örgütleyenlerden biri de o. İkinci günün sonunda Medya Savunma Alanları’ndan ayrılırken bizi törenle uğurlama fikri onun.
Dersimli Munzur Piro… Çekilen ikinci grubun içindeydi. Onunla Şemdinli-Çukurca-G.Kürdistan üçgenindeki sıfır noktasında tanıştık. 42 yaşındaydı ve tam 16 yıldır dağlardaydı. Beş yıldır Beytüşşebab bölgesindeydi. Çekilirken kardan, soğuktan, azgın dere sularının soğuğundan ayakları yanmıştı. Dersim’i çok özlediğini söylüyordu.
Avaşin Eriş… Vanlıydı. Üç yıldır gerilladaydı. Ablası o gelmeden birkaç gün önce kamptan ayrılıp Haftanin’e geçmişti. Gelir gelmez gözleri onu aradı, sonra eğitime gittiğini öğrendi. Biraz hüzünlendi, yıllardır görmemişti ablasını. Gerillaya katılmadan önce evde olduğunu anlattı. Yedi kardeşi olduğunu, ama artık arkadaşlarını aile bildiğini de.
Müjgan Halis
KAYNAK: http://birdirbir.org/pkk-cekilirken-metina-notlari/