27 Ağustos 2011 Cumartesi

AKP'nin Anti Kürt Stratejisinin Kökenleri


AKP'nin Kürt siyasetini bitirme planını amaçlayan konsepti yeni değil. Kürtleri açılımla tasfiye planları 2007 yılında başladı. Planın genel hatları Yaşar Büyükanıt-Tayyip Erdoğan ikilisinin Dolmabahçe'deki görüşmelerinde oluştu. 5 Kasım 2007'de Bush-Erdoğan görüşmesiyle yapılan anlaşmalar da AKP'nin bu planının uluslararası ayağını oluşturması açısından önem taşıyor.

PKK'nin ve Kürtlerin bloke edilme çabası Türkiye-Irak-ABD ortaklığıyla ısrarla sürdürüldü.

AKP bir taraftan Avrupa Birliği üyesi devletleri diğer taraftan İran ve Suriye’yi de anti-Kürt ittifakına ortak etmeye çalıştı. PKK'ye karşı her alanda ortak saldırı politikaları geliştirildi. Sınır Ötesi tezkere çıkarıldıktan sonra 2007 Aralık ayında başlayan bombardımanlar 2008 Şubatında Zap'a kara harekatı ile sonuçlandırılmak istendi. Ancak Zap'ta gerilla direnişiyle AKP ve müttefiklerinin yanlış hesaplar yaptığı ortaya çıktı. Askeri saldırıların boşa çıkması ardından, AKP hükümeti bu kez ideolojik ve politik alanda saldırılarına hız verdi.

2008 Mayısındaile yaptığı görüşmelerde Kürt özgürlük mücadelesine
Erdoğan'ın İlker Başbuğ karşı psikolojik savaş yöntemlerin kullanılması kararına varıldı. Bu amaçla TRT 6 kuruldu. Demokratik ve legal alanda Kürt siyasetinin bölünmesine dönük ince politikalar devreye kondu. AKP iktidarının hesabı 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Kürtleri başarısız kılıp, tasfiye politikasına hız vermekti. Ancak bu plan da tutmadı.

Kürtler belediye sayısını 100'e çıkartarak, AKP politikalarını yenilgiye uğrattı. AKP'nin tasfiye politikası askeri, ideolojik ve siyasi alanda da sonuç alamadı.

Ancak saldırı konsepti kapsamlı olduğu için plan sürdürüldü. Bu plan uluslararası güçlerle ortak hazırlandı ve uygulamaya konuldu. İdeolojik, askeri ve siyasi boyutu olan bu plan önce askeri alanda hayata geçirildi. Planın en önemli ayağını ise Medya Savunma Alanlarına dönük hava ve kara saldırıları oluşturdu. Askeri saldırıların PKK tarafından boşa çıkarılması sonrasında ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ve PKKye dönük karalamayı ifade eden ideolojik saldırılar geliştirildi. Diğer yandan Kürt demokratik siyasetini imha ve tasfiye etmeyi hedefleyen bir plan uygulamaya konuldu. AKP bunun için son yılda yapılan her seçime referandum anlamı yükledi. Bu süreçteki ilk seçim 29 Mart 2009 tarihinde yerel seçim olarak gerçekleşti ve buna referandum dendi. Eğer AKP 2009 seçimlerinden Kürdistan’da başarılı çıksaydı PKK’nin terörist olduğu söylemlerini uluslararası alanda daha yüksek perdeden dillendirecekti.

Deyim yerindeyse bütün dünyayı tasfiyeye ortak etmeye çalışacaktı. Ancak AKP bunu başaramadı.

Başarısızlığını, 14 Nisan 2009 tarihinden itibaren Kürt demokratik siyasetine dönük imha ve tasfiyeyi hedefleyen soykırım operasyonları ile gidermeye çalıştı.
Bir yandan Kürt açılımı yapıyoruz, demokratik açılım yapıyoruz denerek demokratik çevreler ve Kürt halkı aldatılmaya, diğer yandan ise böyle bir ortamdan yararlanıp hukuk kullanılarak demokratik siyaset tasfiye edilmeye çalışıldı. En son DTP kapatıldı, seçilmiş milletvekillerinin milletvekillikleri düşürüldü.

Tayyip Erdoğan başkanlığındaki hükümet silbaştan yaparız diyerek, Kürt demokratik siyasetini tasfiyeyi amaçlayan çok sinsi ve kapsamlı bir saldırıyı 2009 ve 2010 yıllarında da kesintisiz bir biçimde devreye koydu.

Böylece öngördüğü tasfiye politikasını kabul ettirebileceği bir siyasi ortam yaratmak istedi.

Bu saldırılar sonuç almadı. PKK kitleselleşti direnci daha da büyüdü. Kürt halkı daha çok demokratik siyaset etrafında birleşti. AKP yeniden kitle tabanını zayıflatmaya dönük girişimlere girişti. 12 Eylül 2010 anayasa referandumunu da bu amaçla yaptı. Görünüşte anayasa değişikliğini hedefliyordu, ama esas plan Kürt demokratik siyasetini ve bazı çevreleri bu yolla kuyruğuna takmak ve PKK'yi kuşatacak bir siyasal ortam yaratmaktı. Bu yöntemle imha ve tasfiyeyi amaçlayan büyük saldırıların zemini yaratılmak isteniyordu. 12 Eylül referandumunda bu planlar boykot tavrı ile boşa çıkarıldı.

AKP bu kez tüm umutlarını 12 Haziran seçimlerine bağladı. AKP'nin seçim stratejisinin iki ayağı vardı. Birincisi, Kürt halkının PKK'yi değil AKP'yi desteklediğini göstermek; ikincisi tek başına anayasa yapabilecek bir meclis çoğunluğuna ulaşmak. Ancak her iki hedef de gerçekleşmedi.

AKP'nin yüzde on seçim barajına dayanarak BDP’yi seçim dışı bırakıp, MHPyi de çeşitli skandallarla baraj altına düşürerek tek başına anayasa yapabilecek bir meclis çoğunluğu elde etmeyi hesapları tutmadı. AKP oy oranını iki puan arttırsa da mecliste 2007 seçimlerinde elde ettiği milletvekili sayısını koruyamadı. Tek başına anayasa yapacak meclis çoğunluğuna ulaşamadığı gibi, tek başına anayasa yapma ya da değiştirmeyi referanduma götürecek çoğunluğu da kaybetti.

AKP'nin elde ettiği tek sonuç Kürdistan'da tabela partisi haline gelmek oldu. Bu yüzden yüzde 50 oranında oyu da başarı olarak göremedi. Seçim sonuçları AKP açısından yıkıcı özellikler taşıyordu. AKP 2009'da, 2010'da, 2011'de yapılan üç seçimde tam bir üstünlük sağlamayı hedeflerken, özellikle Kürdistan'da her üç seçimde de yenilgi aldı. Bu sonuç da AKP hükümetinin Kürdistan'a dönük bütün oyunlarını ve hesaplarını bozdu. İşte bu yüzden Tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle yeni stratejilere başvuruyor. Kürtlere karşı yeni bir topyekun imha ve tasfiye operasyonu geliştirmeye çalışıyor.

* NOT: Bu yazı Serxwebun Gazetesi’nin ay başında çıkacak sayısında yer alan Duran Kalkan’ın yazısından derlenmiştir.