KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, artık Kürtlerin kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu Türkiye’deki siyasi partiler ve hükümetlerin belirlemesini ve dayatmasını kabul etmediğini belirterek, “Boykot tutumu sadece AKP hükümetine bir tavır değildir. Bugünkü AKP hükümeti ve onun değişikleri şahsında tüm Türkiye Cumhuriyeti zihniyetine, hükümetine, uygulamalarına yönelik bir tavırdır” dedi
Mustafa Karasu, Kürtlerin neden referandumu boykot ettiğini anlatırken, boykot kararı aldıkları gerekçesiyle Kürtlere yönelik eleştirilere de yanıt verdi.
12 Eylül anayasasının değişmesine onay vermediğiniz iddiasıyla kara bir propaganda yürütülüyor. Bu konunda neler söylemek istersiniz?
Biz 12 Eylül rejimine karşı mücadele eden herkesin yanında yer alırız. 12 Eylül anayasasının özünü, ruhunu, temel felsefesini değiştiren her türlü değişikliği de destekleriz. Bu yönlü yeni bir anayasa yapılmasını da isteriz. Ama ortada böyle bir 12 Eylül anayasasının özünü ve ruhunu değiştirecek değişiklikler yoktur. 12 Eylül’e karşı çıkmak yoktur. Aksine bazı değişiklikler yaparak 12 Eylül anayasasından yararlanmak istemektedirler. Nasıl ki YÖK’ü ele geçirdikten sonra üniversiteleri kendilerinin devlet içinde etkin olmasının bir aracı haline getirmişler ve böylelikle kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmışlarsa, 12 Eylül rejiminin yarattığı kurumlardan da yararlanmak istemektedirler. Bu nedenle %10 barajını ve siyasal partiler yasasını özellikle örnek verdik. Kim 12 Eylül’e karşı mücadele etmiş de biz desteklememişiz? Aksine 12 Eylül’den bugüne kadar 12 Eylül’e karşı mücadelenin en ön cephesinde olmuşuz.
12 Eylül’e en büyük karşı çıkışı PKK gerçekleştirmiştir. Kendileri de PKK’nin yürüttüğü bu mücadele ortamında sıyrılmışlardır. 12 Eylülcüler yıpranınca, Ergenekoncular yıpranınca şimdi 12 Eylüle karşı sadece lafta kahramanlık taslıyorlar.
AKP de, siyasal İslamcılar da, fetullahçılar da eski iktidar bloklarının sarsılmasından yararlanarak kendilerini devletin başat gücü haline getirmek istemektedirler. Yoksa dertleri halkın özgürlüğü, demokrasisi, 12 Eylül anayasasının değişimi değildir. 2007’de %47 oyla iktidara gelmeden önce anayasayı değiştirmekten söz etti. Ama iktidara geldikten sonra bu konularda hiçbir adım atmadı. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesinin temelinde kendi iktidarını sürdürme yerine, Kürt Özgürlük Hareketini en iyi ben bastırırım, en iyi ben ezerim, Kürt toplumunu en iyi ben aldatırım, Kürtlerin etrafını içeride ve dışarıda en iyi ben kuşatırım yaklaşımı üzerinden iktidar olmayı düşündüğü için yeni bir anayasa yapma işine girişmeyerek 12 Eylül sistemi içinde iktidar olmayı tercih etmiştir.
REJİMDEN NEMALANAN AKP’DİR
Şimdi anayasa mahkemesi ve HSYK bileşimini değiştiriyoruz ve Türkiye’yi yargıçlar devleti olmaktan çıkaracağız gibi demagojik bir söylemde bulunmaktadırlar. Sen anayasa ve yasaları değiştirmediğin müddetçe bu anayasa mahkemesi ve HSYK verili yasalar çerçevesinde hareket edecektir. Bu da yine Kürtler üzerinde siyasi egemenliği ve kültürel soykırımı sürdüren sistemi koruma çerçevesinde olacaktır. Kaldı ki demokratik olmayan tüm devletler yargıç devletleridir. Demokratik olmayan devletlerde en fazla iş polislere ve yargıçlara düşer. Bugün İran’da da yargıçlar çok etkilidir. Çünkü demokratik olmayan ülkelerde yargıçlar ister istemez öne çıkarlar. Bu demokratik olmayan ülkelerin hepsinde böyledir. Çünkü o ülkelerde polis ve mahkemeler harıl harıl çalışır. Yani bu bileşim değişseydi KCK operasyonları olmayacak mıydı? Bu KCK operasyonlarını bizzat yürüten AKP hükümeti değil midir? O kadar telefon dinlemeyi, demokratik siyasetçileri izlemeyi ve sonradan tutuklamayı kim sağlatmıştır? AKP Kürdistan’da kendi önündeki engelleri kaldırmak için bu operasyonu yapmamış mıdır? Yargıçları bu doğrultuda kullanmamış mıdır? Özcesi demokratikleşme olmadığı müddetçe yargıçlar dün olduğu gibi bugün de etkili olacaktır.
BAZI KÜRTLER NİYE ‘EVET’ DİYOR, ANLAMIŞ DEĞİLİZ
Kimi Kürtler referanduma evet diyecekler, bunlar için ne söyleyeceksiniz?
Bu Kürtler bu referanduma neden evet diyecekler anlamış değiliz. Kendilerine göre bu değişikliklerde bir ilerleme görüyorlar. Anlaşılıyor ki onlar da Kürtsüz anayasa, Kürtsüz demokrasi, Kürtsüz ilerleme, Kürtsüz değişim gibi şeyleri normal görüyorlar. Özellikle Kürt halkının onlarca yıldır ağır bedeller vererek mücadele yürüttüğü ve Kürt sorununun çözümünü gündemleştirdiği bir dönemde bu anayasa değişikliğini Kürtler için olumlu görmek gerçekten de Kürt halkının duygularını, isteğini, taleplerini yaşamamaktır, anlamamaktır. Kendine göre bir değerlendirme yapmaktır. Bu tabii toplumdan kopuk değerlendirmeleri ifade ediyor. Bunları Kürt toplumunun mücadelesinden, gerçeklerinden kopuk, Kürt toplumunun mücadelesinin parçası olamayan, Kürt toplumunun mücadelesinin parçası olamadığı gibi Kürtlere karşı psikolojik ve özel savaş yürüten devletin Kürtler üzerinde yeni koşullarda siyasal egemenliği ve kültürel soykırımı sürdürmek için görevlendirdiği AKP’nin kuyruğuna takılanlar olarak değerlendiriyoruz.
Boykotla neyi amaçlıyorsunuz?
Boykot her şeyden önce sadece bu değişiklikleri boykot etmek değildir. 1924’ten bu yana bütün anayasa ve değişikliklerini boykot etmektir. Bu değişiklikler şahsında bu bütün anayasalara ve değişikliklere tutum koymaktır. Artık Kürtsüz hiçbir değişikliğin, anayasanın Kürt halkı ve demokrasi güçleri tarafından kabul edilmeyeceğini ortaya koymaktır. Boykot her şeyden önce bunu ifade etmektedir.
Tabii güncel ve gelecek açısından ise mevcut anayasanın, yamalı anayasanın, değişikliklerin kabul edilmeyeceğini, bunların toplumun ihtiyaçlarına, beklentilerine ve özlemlerine ihtiyaç vermediğini, aksine toplumun beklentilerini, özlemlerini geriye çeken, sabote eden, boşa çıkaran bir değişiklik olduğunu söylüyoruz. Bu da Kürt sorununun demokratik temelde çözüldüğü yeni bir anayasa ve yasalar sistemine ulaşılması gerektiğini, artık bunun zamanın geldiğini ve ertelemenin kabul edilmeyeceğini, bu sorunu çözmeyen, Türkiye’yi demokratikleştirmeyen ve ertelemeye çalışan her tutumun gerici olduğunu, toplumun iradesine bir karşı çıkış olduğunu, bu nedenle de Kürt sorununun hemen çözümünü, demokrasinin hemen gerçekleşmesini isteyen bir tutumu ifade etmektedir. boykot tutumuyla Kürt halkının, emekçilerin, Alevilerin bütün etnik ve dinsel toplulukların demokratik iradesini dikkate almayan, bu demokratik iradeler temelinde demokratik yeni bir anayasa yapmayan, hatta değişiklikler yapıldığında bile bu iradeleri dikkate almayan siyasal zihniyete ve onun ortaya koyduğu pakete dur denilmektedir.
Artık Kürtler kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu, Türkiye’deki siyasi partiler, hükümetler tarafından belirlenmesini ve dayatılmasını kabul etmemektedir. Kürtler artık kendisi için iyi olanı, kendisi için doğru olanı, kendisi için kabul edilir olanı kendi demokratik siyasi iradeleriyle ortaya koymak istemektedir. AKP hükümeti 8 yıldır belirli söylemlerle demokrasi güçlerini, Kürtleri, herkesi oyalamış, sıra adım atmaya geldiğinde ise amiyane deyimle hiçbir yaraya merhem olmayan kimi girişimlerde bulunarak toplumu aldatmıştır. Halbuki Türkiye toplumunda da Kürt toplumunda da büyük bir demokrasi birikimi ortaya çıkmıştır. Demokrasi özlemi çok güçlüdür. Zaten AKP bu güçlü özlemi sömürerek buna seslenerek iktidara gelmiştir. Ama bu son değişikliklerde görüldüğü gibi yine bu demokrasi özlemini, yeni demokratik anayasa talebini, Kürt sorununun çözümü için ortaya çıkmış birikimi çarçur etmektedir, sabote etmektedir. Kendi çıkarları içinde çürütmektedir. Boykot, AKP’nin bu tutumuna da dur demek oluyor.
Boykot, esas itibariyle de Kürtlerin hiçbir yerinde olmadığı anayasaları, yasaları, sistemi ve kendisiyle ilgili olmayan hiçbir değişikliği ciddiyi almama, ilgilenmeme, değer verememe, kendisi için bir anlamı olmadığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylelikle kendi iradesini, kendi tutumunu, kendi gücünü ortaya koymaktadır. Özü itibariyle de tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet, tek tek diyen, anayasa ve yasalarında bu zihniyeti koruyan, bu tek teklerin değişmesinde hiçbir adım atmaya yanaşmayan, ama bu tek tekli sistemi yamalayarak Kürtlere kabul ettirmek isteyen dönemsel devlet olan AKP hükümetine dur denmektedir. BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi “devletin ve AKP’nin kırmızı çizgilerine kırmızı kart göstermektir”.
‘EVET’ VE ‘HAYIR’ AYNI KAPIYA ÇIKIYOR
Boykotun evet ve hayırcılardan farkı nedir?
Boykotun evet ve hayırdan köklü bir farklı vardır. Aslında evet ve hayır aynı kapıya çıkmaktadır. Türkiye’nin temel zihniyetini koruma açısından hiçbir farklılıkları yoktur. Farklılığı Kürtsüz demokrasiyi düşünen, Kürtsüz anayasayı düşünen, Kürtsüz yasaları düşünen farklı düşünen siyasi kesimlerin bir birlerine tutum koymasıdır. Aynı zihniyet tarafından şekillenen ama bunu farklı siyasi yaklaşımlarla sürdürmek isteyenlerin tutumu olarak görüyoruz. Biri bunu evetle biri de hayırla ortaya koyuyor. Evet ve Hayırı şöyle ifade etmek mümkündür: “Evet” demek, AKP’nin öngördüğü değişiklik temelinde 12 Eylül anayasasına evet demek ve bu temelde 12 Eylül darbesini meşrulaştırmak oluyor. “Hayır” demek, AKP’nin öngördüğü değişiklik paketine hayır deyip değişmemiş haliyle 12 Eylül anayasasını kabul etmek ve bu temelde 12 Eylül darbesini meşrulaştırmak anlamına geliyor. “Boykot” etmek ise, AKP’nin değişiklik paketini de, değişmemiş haliyle 12 Eylül anayasasını da meşru görmemek, kabul etmemek anlamına geliyor. Dolayısıyla 12 Eylül darbesini meşru görmemeyi ifade ediyor.
12 Eylül darbesine ve anayasasına hayır demek de ancak 12 Eylül 2010 referandumunu boykot etmekle olur. Açık ki bu durumda 12 Eylül referandumuna “evet” veya “hayır” demek, 12 Eylül darbesini ve anayasasını meşru görme anlamında bir fark taşımıyor. Bu noktada birleşiyor ve birbirine daha yakın duruyor. Aralarındaki ayrım, 12 Eylül anayasasına dayanan sistemi kimin yöneteceği kavgası üzerinde ortaya çıkıyor. Gerçek ayrım ise, referanduma evet veya hayır diyenlerin birliği ile boykot diyenler arasında yaşanıyor.
31 Mayıstan bu yana geliştirilen gerilla eylemlerinin AKP ve yandaşları tarafından referandumu sabote etmek için yapıldığı iddia ediliyor. Bu değerlendirme nereden kaynaklanmaktadır?
Her şeyden önce Kürt Özgürlük Hareketi Türk devletine ve hükümetine geçen Ağustos’tan bu yana “bu sorunun çözümünde adım at, yoksa bu tasfiye politikalarına karşı bir direniş gelişir” uyarısında bulunmuştur. Özellikle de Önder Apo’nun körkuyu gibi bir hücreye atılması, DTP’nin kapatılması, belediye başkanlarının tutuklanması, operasyonların arttırılması karşısında bu politikanın bırakılarak, demokratik çözüm doğrultusunda adımlar atılması istenmiştir. Bu yapılmadığı taktirde Kürt halkının Newroz’da ortaya koyduğu gibi “Ya Demokratik Çözüm Ya Görkemli Direniş”in gelişeceğini defalarca ortaya koymuştur. Bu açıdan bu eylemlerin referandum için yapıldığını söylemek, Kürt sorununu basitleştirmektir. Türkiye’deki siyasal sorunları ve çözümünü dayatan Kürt sorununu kendi çıkarları doğrultusunda sıradanlaştırmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi yeni eylem yapmıyor. 30 yıla yakındır bir mücadele içindedir. Bu mücadeleyi de şu seçim olmuş, şu referandum olmuş, CHP olmuş, Doğru Yol olmuş demeden; esas olarak da Kürt sorununa nasıl yaklaşıldığını, Kürt sorununun çözümü konusunda nasıl politika izlendiğine bakarak kendi tutumunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu tür söylemler demagojidir. Zaten AKP ve yandaşları uzun süreden beri hükümet ne zaman iyi bir şey yapsa, Türkiye’de ne zaman olumlu bir gelişme olsa PKK bunu yapıyor diyerek aslında ciddi bir Kürt sorununun var olduğunu inkar etmektedir. Bu yaklaşımla Türkiye’de sanki Kürt sorunu yok, Kürt halkının demokrasi ve özgürlük sorunu yok, Türkiye bu konuda güllük gülistanlık, bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi keyfi olarak bu şeyleri yapıyormuş gibi göstermek istenmektedir. Bu söylemle Kürt sorununun öyle acil, çözülecek demokratik sorun olmadığı ifade edilmektedir.
KULP TAKMA GELENEĞİ ÖZEL SAVAŞ YÖNTEMİDİR
İskenderun’da bir olay oluyor, bunu İsrail yaptırdı, Marmara gemisi nedeniyle yapıldı, Türkiye’ye bir misilleme olarak yaptırıldı denildi. Şimdi yine aynı yerde olay oluyor bu sefer İsrail gündemde olmadığından başka bir kulp buluyorlar. Bu eylemden sonra faşistler Kürtlerin canına ve malına saldırıyor. Faşistlerin bu şoven saldırısını şiddetle kınayacaklarına -Avrupalıların deyimiyle nefret suçu, ırkçılık suçu olarak işlenmesi olarak ele alacaklarına - PKK böyle bir olay çıkarmak için bunu yaptırmıştır deniliyor. Yani öyle bir şey söyleniyor ki artık Kürtler mücadele etmesin, hiçbir şey yapmasın, teslim olsun! Bu psikolojik savaş söylemleri bu anlama gelmektedir. Dünyaya bunların gözlükleriyle bakılırsa Kürtler Türk devletinin inkar ve imha sistemine karşı ne askeri ne de siyasi mücadele yürütülebilir. Yürüttüğü zaman bir kulp bulunur. Dünyanın herhangi bir yerinde birkaç Türk bir şey yaptığı zaman bu onların hakkıdır, onların özgürlük ve demokrasi mücadelesidir, mutlaka onlara haksızlık yapılmıştır ondan dolayı eylemler yapmışlardır; ama sıra Kürtlerin dünyada görülmemiş zulme karşı varlık yokluk mücadelesi verdiğinde mutlaka bir kulp bulmaktadırlar. Bu, aslında inkarcı sömürgeci zihniyetin Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesini bütün yüzyıl boyunca bir yerlere bağlanılması gibi bu defa da aynı mantıkla bir yerlere bağlanmasıdır.
AKP de diğer partiler de bilmelidir ki Kürtlerin, iktidar mücadelesinde hiçbir tarafta yer alması düşünülemez. Kürtler ancak Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda politika izleyen, bu konuda samimi olan ve adım atanların yanında olur. Şu anda Türkiye gerçeğinde böyle bir parti de böyle bir siyasi irade de yoktur. Hepsi de Kürtler üzerinde siyasi egemenlik ve kültürel soykırımı sürdürme politikasında birleşmişlerdir. CHP de MHP de böyledir, 4 Mayıs’ta Dolmabahçe’de derin devletin karargah komutanı olan genelkurmay başkanıyla Kürt karşıtlığında sözleşen AKP de böyledir. Bu açıdan AKP kendisini farklı gösteremez. Kürt Özgürlük Hareketi de farklı görmüyor. AKP de biliyordu ki Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmadığı taktirde PKK bunu kabul etmeyecek ve direnişe geçecekti. Yok, eğer Kürt Özgürlük Hareketinin ve PKK’nin kendi tasfiye politikalarını kabul edeceğini sanmışsa, böyle düşünmüşse o zaman PKK’yi ve Kürt Özgürlük Hareketini tanımamıştır, o da kendi sorunudur.
SALİH DOĞAN /KANDİL