7 Ağustos 2010 Cumartesi

Karayılan: "Demokratik Özerklik planını açıklayacağız"

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, önümüzdeki hafta önemli bazı açıklamalar yapacaklarını belirterek, “Sürecin ele alınışına ilişkin önderliğimiz tarafından bize sunulmuş olan bir mesaj vardır. Biz hareket olarak son iki hafta boyunca bu mesaj üzerinde tartışmalar yürüttük. Önümüzdeki hafta bu mesajla ilgili ulaştığımız sonuçları kamuoyuna açıklayabiliriz. Yapacağımız o açıklamalar çerçevesinde bizim demokratik özerkliğe ilişkin planlamamızın içeriği de açıklanmış olacaktır” dedi.

ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, son günlerde yaşanan tartışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Karayılan, önümüzdeki hafta önemli açıklamalar yapacaklarını belirtirken, referandum konusunda da tavırlarının boykottan yana olduğunu kaydetti. Karayılan, AKP anayasa paketini “Lozan Anlaşaması”na benzeterek Kürtlerin yeniden yok sayıldığını ifade etti.

Karayılan, “Bizi yok sayan bu paketi biz de yok saymalıyız. Bu açıdan en yaygın bir şekilde Kürdistan’da boykotun gelişeceğini düşünüyorum. Biz bu konuda kendimiz fazla müdahil olmayacağız” dedi.

CEMİL ÇİÇEK’İN TEPKİSİ AHLAKSIZLIKTIR

*Şu sıralar Türkiye’de demokratik özerklik tartışılmaları alevlendi. Bu konuda Diyarbakır büyük şehir belediye başkanının yaptığı açıklamaya dönük çeşitli tepkiler gelişti. Hükümet tarafından sert tepki görürken, kimi aydın ve yazarlardan destek buldu. Bu konudaki yaklaşımları nasıl yorumluyorsunuz?

-Demokratik özerklik Kürt sorununun çözümünde temel bir formülasyondur. Dünyanın her tarafından farklı kültürler böyle formülasyonlarla bir arada, birbirlerine saygı temelinde yaşayabilmişlerdir. Bu, sadece hareketimiz değil, çeşitli demokratik Kürt örgütlenmeleri tarafından da kabul gören bir çözüm formülüdür. Osman Baydemir Dersim’de kendi partisinin programındaki demokratik özerkliği açık bir dille ifade etmiştir. Buna karşı gösterilen tepki aslında bastırmadır, küçümsemedir. Hatta Cemil Çiçek’in tepkisi bir ahlaksızlıktır. Bir büyük şehir belediye başkanına böyle bir cevap mı verilir? Cemil Çiçek’in o hakaret üslubu aslında Amed halkımıza ve Kürt halkına karşı yapılmış bir hakarettir. Sorun kişi sorunu değildir. Demokratik özerklik formülünü reddetmek hem de bunu ifade edenleri aşağılamak Kürtleri asimile edeceğim, Kürtlerin hiçbir özgünlüğünü kabul etmeyeceğim demektir. Zaten Kürt halkını asimile edemediğine hayıflanmaktadır. AKP hükümeti ve Türk devleti bundan vazgeçmelidir. Bundan vazgeçilmemesi beraberinde bölücülüğü getirir. Bu kadar ayrımcı bu kadar bölücü bir politika elbette ki Kürtleri de farklı politikalara yöneltmiş olacaktır. Zaten biz öncelikle Türk devletini, AKP hükümetini Önder Apo’nun en son üç madde halinde sunduğu çözüm formülünü kabul etmeye davet edeceğiz. Bu konuda kendi üzerimize düşeni de yapmaya hazır olduğumuzu belirteceğiz. Bunun özeti aslında demokratik özerklik çerçevesinde çözüm sürecinin geliştirilmesidir. Eğer bunu kabul etmez, buna rağmen bize şiddet dayatılırsa o zaman biz demokratik özerkliği kendi öz gücümüze dayalı bir biçimde ilan ederiz. İlan etme işte o zaman gündeme gelir. En makul çözüm formülüne karşı bu kadar tepki gösterilmesi çözümü tıkatmadır. Çözümsüzlük siyasetinin dayatılmasıdır. Seni hiçbir biçimde kabul etmeyeceğim, sen sadece ve sadece köle olabilirsin dayatmasından başka bir şey değildir.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK İLANI GÜNDEMİMİZDE

*Hareketinizin 15 Ağustos’ta ‘demokratik özerklik’ ilan edebileceği yönünde iddialar var. Böyle bir niyetiniz var mı? Bu özerkliğin çerçevesi nasıl olacak?

-Hareketimizin yönetimi tarafından böyle bir gün belirlenerek yapılmış bir açıklama yoktur. Fakat demokratik özerkliğin ilanı konusu gündemimizde olan bir konudur. Sadece hareketimizin gündeminde değil, tüm Kürt halkının gündeminde olan bir konudur. Çünkü gelinen aşamada artık Kürt sorununun çözüme kavuşması gerekmektedir. Kürt sorununda çözüm kendisini her bakımda dayatmış bulunmaktadır. Bunun formülü de demokratik özerkliktir. En makul çözüm hem Türkiye’nin birliği-bütünlüğü için hem de Kürt halkının demokratik Türkiye ortamında özgürce yaşayabilmesi için en makul çözüm formülü demokratik özerklik formülüdür.

Biz bunu yeni söylemiyoruz. Bir de bunu sadece bizim hareketimiz de söylemiyor. Bugün Kürdistan’da ve Türkiye’de, Türkiye’nin yasalarına göre kurulmuş birçok kurum ve kuruluşun da kendi programına aldığı bir çözüm formülüdür.

OSMANLI’DA DA KÜRDİSTAN ÖZERK BÖLGEYDİ

Demokratik özerklik uygarlığının doğuşundan bu yana farklı kültürlerin bir arada yaşama formülü olarak insanlık uygarlığında yer edinmiştir. Yeryüzünde farklı kültürlerin şekillenmesiyle birlikte otonomi anlayışı, özerklik formülü var olagelmiştir. Bu, farklı kültürlerin bir arada yaşama tarzıdır. Birbirine saygı gösterme, birbirinin özgünlüğünü dikkate alma formatıdır. Tarihin bütün aşamalarında halklar arasında özerklikler vardır. Osmanlı sisteminde de vardır. Osmanlı döneminde Kürdistan özerk bölgedir. Hatta insanlığın yaşamında o kadar doğallaşmış bir format ki ismi bile konulmaya gerek görülmeden uygulanan bir sistemdir.

Demokratik özerklik nedir? Yerel kültürlerin kendilerini özgürce ifade edebildiği, kendi kendini yönettiği yerel yönetim anlayışının olduğu bir idari sistemdir. Esasında kapitalizm tek devlet, tek ulus, tek dil sloganlarıyla özerklikleri ortadan kaldırmak istedi. Ancak kaldıramadı. Buna karşı halkların direnişi gelişti, kültürlerin direnişi gelişti. Dolayısıyla kapitalizm de kendi devlet sisteminde özerkliğe yer vermek zorunda kaldı. Tek dil, tek devlet, tek ulus teorisi Fransa’nındı. Fransa bile sonradan çıkardığı çok dillik yasasıyla bundan vazgeçmek zorunda kaldı. İşte Korksika’ya hemen hemen özerklik statüsüne denk düşen haklar tanıdı. Kısaca özerklik günümüzde de hem AB’de, hem ABD’de, hem Rusya’ da, hem Çin’de dünyanın her tarafında farklı kültürlerin bir arada yaşama formülü olarak uygulanan bir sistemdir. Bunu niye biz Ortadoğu da ve Türkiye de uygulamayalım. Kaldı ki Türkiye cumhuriyeti kuruluşunda özerklik söz konusu edilmiştir. Atatürk tarafından defalarca dile getirilmiştir. Hatta TBMM’de üzerinde tartışma yürütülmüştür. Şimdi tutanakları yok edilen 1922’deki meclis oturumunda kabul edildiği açığa çıkmaktadır.

ÖZERKLİK FARKLI KÜLTÜRLERİN BİR ARADA YAŞAMASININ YOLUDUR

Kısacası demokratik özerklik bir devlet sınırı içerisinde farklı kültürlerin bir arada yaşamasının yoludur. Eğer Türk devleti gerçek anlamda asimilasyondan ve Kürt halkını Türkleştirmekten vazgeçmiş ise özerkliği kabul etmesi gerekmektedir. Kabul etmemesinin nedeni henüz asimilasyondan vazgeçmemesidir. Biz demokratik cumhuriyet, demokratik ulus, demokratik ana vatan ilkeleri çerçevesinde demokratik özerk Kürdistan formülünün kalıcı birlik için tek çözüm formülü olduğunu söylüyoruz. Bu bölmenin değil, özgür demokratik gönüllü birliği kurma formülüdür. Bunu kalkıp bölme, parçalama olarak ifade etme çarpıtmadır. Yeryüzünde bu sistemin uygulandığı yerlerde gönüllü birlikler pekişmiştir. Kürt ve Türk halkı da bir arada yaşayacaksa ve eğer Kürt halkının Türkleştirilmesinden vazgeçilmişse onun geçerli formülü demokratik özerkliktir. Başka yolu yoktur. Dolayısıyla biz bunu bir çözüm tarzı olarak görüyoruz. Aslında demokratik özerklik sadece Kürt sorununu çözme formülü değildir, aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme formülüdür. Çünkü Kürdistan’a özerkliği tanıyan bir iktidar cumhuriyeti de demokratikleştirmek durumunda kalacaktır. Bu açıdan demokratik özerklik Türkiye’nin demokratikleştirilmesinin de yoludur. Bu nedenle Tüm sol ve demokrasiden yana olan güçlerin demokratik cumhuriyet-demokratik özerklik formülünü desteklemeleri gerekmektedir.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR OLACAK

Kendimiz devletten beklemeden halkımızın özerk bir biçimde kendi sistemini inşa etmesi, örgütlemesi, kendi kendini yerel düzeyde yönetebilmesi için belirli bir mücadele yürütülmektedir. Bu konuda gelişen bir örgütleme düzeyi söz konusudur. Dolayısıyla artık demokratik özerkliğin temeli de yaratılmış bulunmaktadır. Bunu illahi şu gün ilan edelim, etmeyelim gibi bir tartışma bir yana mevcut durumda demokratik özerkliği pratikleştirme görevi vardır. Devletin de bunu kabul etmesi gerekmektedir.

Fakat bütün bu konularda hareketimiz adına önümüzdeki hafta önemli bazı açıklamalar yapacağız. Sürecin ele alınışına ilişkin önderliğimiz tarafından bize sunulmuş olan bir mesaj vardır. Biz hareket olarak son iki hafta boyunca bu mesaj üzerinde tartışmalar yürüttük. Önümüzdeki hafta bu mesajla ilgili ulaştığımız sonuçları kamuoyuna açıklayabiliriz. Yapacağımız o açıklamalar çerçevesinde bizim demokratik özerkliğe ilişkin planlamamızın içeriği de açıklanmış olacaktır. Bu açıdan ilan tarihine ilişkin her hangi bir şey belirtmiyorum. Önümüzdeki haftayı beklemek gerekiyor. Özellikle sözünü ettiğim açıklama birçok açıdan önem taşıyan bir açıklamadır. Hem Türkiye’nin hem Kürdistan’ın gündemini belirlemede yeri olacak olan politikamızın izahatı olacaktır. Bu açıdan bu konuya ilişkin sadece bunları belirtmekle yetiniyorum.

AKP PAKETİ, LOZAN ANLAŞMASI GİBİ KÜRTLERİ YOK SAYIYOR

*BDP anayasa değişiklik paketi için yapılacak referandumu boykot kararı aldı. 12 Eylül’de yapılacak referandumda Kürdistan’da nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Bu sonuçlar Kürt sorunu açısından nasıl bir öneme sahiptir?

-Bizce, BDP’nin anayasa değişikliği paketi için almış olduğu boykot kararı doğru ve isabetli bir karardır. Neden? Çünkü bu anayasa değişiklik paketi Kürt halkını görmüyor. Yani bu değişiklik paketinde Kürt halkına dönük her hangi bir şey yoktur. Tıpkı Lozan Anlaşması gibi yok sayıyor. Buna evet demek, yok sayılmaya evet demektir. Bununla birlikte bu değişiklik paketi bazı yenilikleri ve hatta bazı iyileştirici maddeleri içerse de, 12 Eylül Anayasasının ruhuna dokunmuyor. Zaten anayasanın başlangıç maddeleri olduğu gibi muhafaza ediliyor. 66. Madde gibi herkesi Türk sayan, herkesi Türkleştirmeyi dayatan madde muhafaza ediliyor.

Esasen 12 Eylül anayasasını tümden değiştirmek, yeni sivil demokratik bir anayasayla Türkiye cumhuriyetini demokratikleştirmek gerekiyor. Bu, Türkiye demokrasi hareketinin ana görevi durumundadır. Eğer Türk halkı 12 Eylül gibi kara bir lekeden kurtulmak istiyorsa, 12 Eylül anayasasını tümden ret etmeli ve yeni bir anayasayla demokratik yaşamı inşa etmelidir. Ancak, bu değişiklik paketi acil değişiklik ihtiyacını öteleyen bir pakettir. 12 Eylül anayasasını biraz tamir eden ve yolluna devam ettirmeyi ön gören bir paket olmaktadır. Bu açıdan yanılmamak gerekiyor. 12 Eylül anayasasını kesin değiştirmek gerekiyor. Ancak mevcut paket özünü ve ruhunu değiştirmiyor. Bu sadece AKP’nin önünde engel teşkil eden bazı maddeleri kaldırıyor. Onları değiştiriyor. AKP burada yine çıkarcı zihniyetini konuşturmuştur. Kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir paket hazırladı. Toplumun tüm kesimlerinin ihtiyacını karşılayan bir paket değil, sadece kendi ihtiyacını karşılayan bir paket hazırladı. Bu açıdan bu paketin içinde Kürt halkı yoktur. Kürt halkı nasıl evet desin? Bazı çevre ve kişiler diyorlar ki, işte bu devlet bürokrasisini, yargıyı, askeriyeyi frenleyen önemli değişikleri yapan bir taslaktır niye evet denilmiyor? Buna evet denildi mi, bütün bu anayasayı, Kürt halkını yok sayan, yok saymakla kalmayan imha edilmesini reva gören anayasaya evet demektir. Bu nedenle evet demek zordur.

Aslında AKP hükümetinin Kürt sorununa ilişkin gerçek bakış açısı birkaç hususta oldukça iyi görülmüştür. Bu hususlardan birsi de bu anayasa paketidir. Ne zaman ki AKP hükümeti bu anayasa paketini kamuoyuna sundu, biz o zaman anladık ki AKP hükümetinin Kürt sorunu çözme niyeti yoktur. Erdoğan’ın dediği “tek devlet, tek millet, tek dil” olgusu AKP’nin stratejik yaklaşımıdır. Eğer farklı olsaydı Kürt halkının durumunu da kısmi de olsa değiştiren veya iyileştiren bir madde olurdu. Böyle bir şey yok. Buna rağmen Kürt halkının evet demesini beklemek ne kadar doğrudur. Hayır da denilirse doğru olmaz. Mevcut olanı savunma anlamına gelir. Bu açıdan ne evet ne hayır demeden boykot etme tutumu daha doğrudur. Bize göre tüm demokrasi güçleri böyle bir tutum geliştirerek gerçek demokratik anayasayı gündemde tutmalıdır.

KÜRTLER, KENDİLERİNİ YOK SAYAN AKP PAKETİNİ BOYKOT EMELİ

Birileri bu tutumu anayasa değişikliğine karşıtlık olarak değerlendirmek istiyor. Bu yanlıştır, daha çok çekimser bir tutum olmaktadır. Bu tutum ne evetçidir, ne hayırcıdır. Bu değişiklik bizim dışımızdaki bir değişikliktir. Eğer onlar halk olarak bizi yok sayıyorsa, biz de onların bu değişikliğini yok saymalıyız. Çünkü bu değişiklik bizim için bir hiçtir, bu şekliyle bir anlamı yoktur. Onun için sandıkların başına gitmeye gerek yoktur. Bence tüm Kürtler bu tutumu almalıdır. Yani AKP’ye o verenlerde dahil, tüm Kürtler şunu demeli; bizi yok sayan bir paketi biz de yok sayarız. Anayasada bazı iyileştirmeler yapılıyor, peki Kürt halkına dönük bazı iyileştirmeler var mı? Yok. Türkiye’nin en temel sorunu Kürt sorunu değil mi? Evet. Peki, niye bu es geçiliyor? Niye yok sayılıyor? Bu bir tuzaktır Kürt halkı bu tuzağa düşmemelidir. 12 Eylül anayasasının dolaylı bir şekilde onaylama tuzağına düşmemelidir. Böylece kendi iradi tutumunu ortaya koymalıdır. Kürt halkı boykotu en yaygın bir biçimde uygulayarak şu mesajı vermelidir “ siz, bizi bu paketle yok saydınız, biz de sizin bu değişikliğinizi yok sayıyoruz” bu tutumunu koymalıdır. Bu, demokratik bir haktır.

Bu konu da bazı Kürt çevrelerinin farklı bir yaklaşım içinde oldukları da belirtiliyor. Ama halkımızın ezici çoğunluğu kendisini yok sayan bir pakete evet demeyecektir. Ben ona inanıyorum. Hayır da demesine gerek yoktur. Bu bir nevi bizim dışımızdaki bir durumdur.

BDP TÜM KÜRT ÇEVRELERİNE GİTMELİ

BDP boykot yönünde bir karar aldı ama BDP’nin de yetersizlikleri vardır. Dar çevrelerde olsa tüm Kürt çevrelerine gitmek ve tüm kesimlerin tutumunu bu doğrultuda belirlenmesi için ortam hazırlamak gerekiyordu. Bu konu da yetersizliklerin yaşandığını düşünüyorum. Fakat Kürt halkını yok sayan bir değişikliğe evet demek yanlış olacaktır. Bizi yok sayan bu paketi biz de yok saymalıyız. Bu açıdan en yaygın bir şekilde Kürdistan’da boykotun gelişeceğini düşünüyorum. Biz bu konuda kendimiz fazla müdahil olmayacağız. Fakat Kürt demokratik kurum ve kuruluşlarının ezici çoğunluğunun almış olduğu bu boykot kararının tüm Kürt yurtseverlerinin dikkate alacağını düşünüyorum. Böyle bir tutum hem anayasa değişikliğinin gündem de tutulması, hem de Kürt halkını iradeleşme düzeyinin açığa çıkması açısında çok önemli buluyorum.

DTK’YI BİZ DE DİKKATLE İZLEMEYE ÇALIŞIYORUZ

*7-8 Ağustos’ta DTK’nın toplanacağı ve toplantısında demokratik özerkliğin temel bir tartışma konusu olacağı basına yansıdı. Bu konuda her hangi bir şey belirtiyor musunuz?

-Demokratik toplum kongresi Kürt halkının en geniş sivil, demokratik, yasal kurumlarının bir araya geldiği bir platformdur. Tüm Kürt yurtsever kurum ve kuruluşlarının, değişik çevrelerin, halktan insanların katılım gösterdiği bu oluşumun toplanıyor elbette ki önemlidir. Biz hareket olarak tüm toplumsal kurum ve kuruluşlara saygı göstermeyi, onların karar ve önerilerine saygılı yaklaşmayı her zaman esas almışızdır. DTK Kürt yasal siyasetinin en ciddi kurumlaşması olduğuna göre karar ve yaklaşımlarını dikkate almak gerekiyor. Ancak ben burada DTK neyi tartışır neyi tartışmaz konusunda fikir belirtecek durumda değilim. Bu benim görevim değildir. Onların iradelerine karışacak değilim. Kendileri de ayrı bir kulvarda Kürt halkının özgürlük davasını savunmakta ve yasal bir mücadele yürütmektedirler. Böyle platformlarda tüm Kürt kesimlerinin katılması, farklı düşünceye sahip insanların olması daha iyi olur diye düşünüyoruz. Kendileri kendi gündemlerini basına yansıtmışlardır. Demokratik özerklik konusunu benim bildiğim kadarıyla bundan üç yıl önce DTK kendi genel kurulunda bir çözüm formülasyonu olarak kabul etmişti. Sanırım aynı çerçevede tartışmaları söz konusu olabilir.

Bence sorun daha çok pratikleştirme sorundur. Yani Kürt halkının demokratik özerkliğin örgütsel boyutunu, kültürel dil boyutunu geliştirme görevi vardır. Bu konu üzerinde derinleşmeye, yeni bir kararlaşmaya gitme ihtiyacından söz edilebilinir. Tüm demokratik, sivil, sosyal ve kültürel kurumların gündeminde bu vardır. Hangi çerçevede yeni kararlar alacaklarını bekleyip görmek gerekiyor. Belirttiğim gibi Kürt halkının en etkili demokratik kurumlaşması durumundaki bu kurumun tutum ve yaklaşımlarını biz de dikkatle izlemeye çalışıyoruz.



Bilindiği gibi bundan önce çok sayıda sivil toplum kuruluşu değişik düzeyde açıklamalar yaptılar. En son 649 kuruluş çift taraflı ateşkes açıklaması yaptı. Dengeli bir açıklamaydı. Fakat sonradan sivil toplum kuruluşu içinde yer alanların kurumsal ya da bireysel açıklamalarına bakıldığında aslında sorunun çözümünde ne kadar ciddi olup olmadıkları da açığa çıkıyor. Samimi bir biçimde barışçıl bir çözümü istemek ayrıdır, AKP’nin biraz da yönlendirmesiyle bazı çağrıları gündemleştirmek ayrıdır. Bu ayrımı koymak gerekiyor. Bir taraftan barışçıl çözüm arayışı içerisinde olacaksın ama diğer tarafta da esasta farklı çevrelere mesaj içeren bir duruş sergileyeceksin. Örneğin bu çağrıcılar içerisinde olan birisi İnegöl ve Dörtyol’daki Kürt halkına karşı sindirme saldırılarını değerlendirme biçimine bakıldığında gerçek zihniyetini de oradan anlamak mümkün olabiliyor. Biz bu tür böyle hesaplı, örtülü niyet taşıyan, adına ne denilirse densin, kurumlardan ziyade sorunu daha ciddi biçimde gündemleştiren DTK gibi kurumların daha fazla dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Ciddiyet açısından özellikle sorunun köklü kalıcı çözümü açısından kimin dikkate alınması gerektiği noktasını doğru tespit etmek önem taşımaktadır.


*Son YAŞ toplantısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye tarihinin en uzun YAŞ toplantısı gerçekleşti, TSK’nın üst komuta kademesi belirlenemedi, kimi çevreler sivil kanadın ağırlığını koyduğunu iddia ediyor. Buna katılıyor musunuz? Kısaca TSK ve hükümet arasındaki bu gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?

-YAŞ toplantısı çevresinde yansıyan sonuç ve tartışmalar aslında Türkiye cumhuriyeti devleti gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye’de tüm devlet yetkilileri her zaman hukukun üstünlüğünden, adaletten, demokrasiden dem vururlar, ama bunların neme nem olduğu YAŞ toplantısı vesilesiyle bir kez daha açığa çıktı. Aslında hukuk dedikleri şey üstünlerin hukukudur. Hukuk ve demokrasiden ziyade Türk cumhuriyetinin temel kurumları, o senin bu benim diyerek uzlaşıyla işi götürmeye çalışmaktadırlar. Öteden beri sistem içerisinde bu biçimde anti demokratik yapılanma söz konusudur. Bir taraftan aranan kişi, başbakan, cumhurbaşkanıyla birlikte törene katılıyor, mahkemelik olanlar ŞURA toplantısına bile katılıyor. Bir hukuk devletinde bu olacak şey midir? Bir devlet bu kadar mı kendi hukukunu çiğner ve ayaklar altına alır. Bu nasıl kabul ediliyor? Ama bu devlet sistemi çıkara ve uzlaşmaya dayalı olduğu için böyle yaklaşılıyor. YAŞ toplantısı boyunca yapılan ikili, üçlü toplantılar hep uzlaşmaya dönük yapılan toplantılardı.

ORDU KARŞISINDA ASLAN KESİLENLER GERİLLA SAYESİNDE MEYDAN BULDULAR

Mevcut durumda cumhuriyetin demokratikleştirilmesinden ziyade, iktidar paylaşımına yönelik tartışmalar vardır. Biz öteden beri bunun bir iktidar kavgası olduğunu söyledik. Bu iktidar kavgasında kimin hukuka daha yakın, kimin daha uzak olduğu ayrı bir konudur. Ama çok kötü bir biçimde sistem kendi durumunu bu YAŞ toplantısıyla daha iyi ele vermiştir. Hukukun nasıl ele alındığını, gerekli görüldüğünde nasıl da hiçe sayıldığını bir kez daha herkes gördü. Bir kere ordu özerklikten öte, bağımsız bir kurum gibi kendisini sistemin içinde oturtmuştur. Kimse bana karışamaz, kimse bana müdahale edemez, diyerek kendisini sistemi belirleyen bir kurum olarak sürdürmek istiyor. Fakat ordu artık bunu sürdürecek durumda değil, eğer Kürdistan’da gerilla karşısında başarılı olsaydı kimse hiçbir şey diyemezdi. Bugün ordu karşısında aslan kesilenler bilmeli ki gerilla mücadelesi sayesinde meydan bulmuşlardır. Ancak bu tür çevreler kimin hangi emeklerle bu koşulları yarattığını teslim etmeden küstahça kendilerine mal etmeye çalışmaları hazin bir şeydir. Buna rağmen ordu kendi durumunu eskisi gibi sürdürmek istiyor. Ancak bunun koşulları kalmamıştır. Ordunun tek saltanat olma koşulları aşılıyor. Hükümet bu gerçeğe dayanarak iktidar paylaşımında uzlaşmak istiyor. Görüşmelerde taraflar taviz ve paylaşımda uzlaşmadıkları için şu anda kriz devam ediyor.

Kısaca YAŞ toplantısında yaşanan sorunlar vesilesiyle bir kez daha görüldü ki 12 Eylül anayasasının yamaya değil de, tümden değiştirilmesine acil ihtiyaç bulunmaktadır. Bu sistemin kökten değiştirilerek demokratikleştirilmesi gerektiği açıktır. En üstün devlet bürokratı devletin başka kurumlarınca hakkında karar alınmasına karşın, başka kurumlarca korunmaktadır. On binlerce insanı yardım ve yataklıktan zindanlara attınız. Binlerce insanı hukuktur diye süründürdünüz. Ama yeri geldiğinde ise bunları bir tarafa atabiliyorsunuz. Böyle bir zihniyet ve mantıkla toplum mu idare edilir? Böyle bir zihniyetle toplum ancak bastırılır. Dolayısıyla, demokratik topluma, demokratik siyasete, demokratik cumhuriyete kesin bir biçimde ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçtan ötürüde anayasanın yamalanması değil, anayasanın kökten değişmesi gerektiği çok açıktır.

Yarın:

*İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 94 yılında bile söylenmeyen “Amanos’ları temizleyin” sözünü neden söyledi?

*Hantepe çatışmasında neler oldu? Gerilla eylemi neden engellenemedi?

*Kürdistan ormanları neden yakılıyor?

*Karayılan, kime “sünepe” ve “Kendisinin yüreği varsa bu koşullarda gelsin, 24 saat kalsında bir görelim” dedi?

*Batman’daki patlama neden PKK’ye yüklenmek isteniyor?

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: