Demokratik Özerklik tartışmaları sonunda sistem partilerinin tüm aksi yönlü çabalarına karşın, referandum mitinglerinde de ağırlığını hissettiriyor. Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli de tartışmaya dahil oldu.
Uzun zaman görmezden gelmeye çalışsalar da, KCK tarafından ilan edilen eylemsizlik kararının Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin sonunda alındığının açıklanması, merkez siyasetin dengesini alt üst etti. Durumu Hükümet adına yalanlayamayan AKP, konuya ilişkin açıklamasını parti genel merkezi adına yaparak siyasi iradesizliğin yeni bir örneğini sergiledi. Geçmişte de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile mecliste yaptığı görüşmeyi başbakan değil parti lideri sıfatı ile yaptığını altını çizerek belirtme ihtiyacı duymuştu.
Ne dün, ne de bugün AKP ve Erdoğan'ın bu tavırlarıyla neyi amaçladıkları, kime ne mesaj vermeye çalıştıkları anlaşılamadı. AKP sürmekte olan görüşmelerin içeriği yerine biçimini gündemleştirerek, tartışmanın içini boşaltmaya çalışsa da, AKP genel merkezinin açıklamasından kısa bir süre sonra yine AKP'li Adalet Bakanı, Öcalan ile düzenli olarak görüşüldüğünü açıkladı.
Görüşmelerin varlığını kabul etmek zorunda kalan AKP, bu kez de miting alanlarında Demokratik Özerklik karşıtı söylemini yükseltmeye başladı. Bu yolla toplumda derinleştirilmek istenen bölünme paranoyasını besleyen AKP, müsebbip olarak da BDP'yi hedef tahtasına oturttu. Amaç, referandum boykotu sonrasında daha da güç kazanması beklenen Demokratik Özerklik tartışmalarını kriminalize etmek, kitlelerin gözünde şaibeli hale getirmek.
Oysa, Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı son görüşmede, bu sürece yeni bir bilgi ile oldukça önemli bir katkıda bulundu. Öcalan, Mustafa Kemal'in ilk kez 1916'da Kürdistan'a gittiğini hatırlatarak, "Mustafa Kemal'in, 1919'da Erzurum Kongresi'ne Kürtler'in sayesinde delege olduğunu, Kongre'deki Bitlis delegesinin çekilerek, yerini Mustafa Kemal'e bıraktığını ve Mustafa Kemal'in esasen bir Kürt delegesi olarak kongreye katıldığını" anlatıyor. Anlaşılan o ki, Mustafa Kemal Kongre'ye Kürdistan delegeleri arasında katılıyor.
Erzurum Kongresi'ne katılan Mustafa Kemal, İstanbul yönetimi tarafından, "bölücü, vatan haini" ilan edilmişti.
Bugün hala resmi makamların telaffuz etmemek, anmamak, hatta unutturmak için bin bir çaba sarf ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesini oluşturan ve Kürtler'e otonomi öngören 1921 Anayasası'nın ruhunu bu gerçekler oluşturuyor. Kürtler'in kendi bölgelerinde özerk yönetim sahibi olmalarına ilişkin tartışmaların tarihi cumhuriyet tarihi kadar eskiye dayanıyor.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye İşçi Partisi(TİP) Genel Başkanı Behice Boran da Kürdistan'dan, Urfa'dan bağımsız milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir. Kürtler'in ortak yaşam konusundaki yaklaşımları tarihsel olarak kanıtlanmış bir iradedir. Kendi bölgelerini yönetme hakkı saklı kalmak kaydıyla.
Ayrıca, Öcalan'ın, sürmekte olduğu anlaşılan görüşmelere ilişkin olarak, "Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla görüşüyorlar." sözleri konuyu çok açık bir biçimde ortaya koymakta. Öcalan, AKP'nin bu tavrının, Kürt sorunu konusunda hazırlıksız olduğunu aslı hazırlığınınsa, bugüne kadar, "Türk-İslam" sentezi olarak belirlenen ideolojinin, "İslam-Türk" sentezine dönüştürülmesi olduğuna dikkat çekiyor.
Öcalan, AKP'nin bu yeni yapılanmaya Kürtleri de eklemlemeyi amaçladığını vurguluyor. Öcalan'ın, "Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor; özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor" sözleri de, bugün özellikle referandum üzerinden ortalıkta AKP propagandası yapan Kürtler'in işlevini tarif eder gibi.
Ne AKP, ne de yakın çevresinde kümelenen Kürtler, KCK tarafından tek taraflı olarak ilan edilen zamana dayalı eylemsizlik kararının kalıcılaşmasına bir katkı sunma çabası içerisinde değiller. Aksine sanki böyle bir ilanda bulunulmamış gibi davranmayı tercih ediyorlar. Demokratik Özerklik tartışmaları ise, Erdoğan tarafından mitingler aracılığı ile, "Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak" dörtlüsüyle karşılanıyor. Oysa, bu dörtlü aracılığı ile kutsanmak istenen Cumhuriyet'in kuruluş hamlesi sayılan Erzurum Kongresi'nin de Kürdistan coğrafyasında yapıldığı unutulmamalıdır.
1071'de Anadolu'nun kapılarını kim açıyorsa, 1919'da da kapısı çalınan aynı muhataptır. Bugün gürültülü seslerle Demokratik Özerkliği ayrılma hesaplarının bir parçasıymış gibi göstermeye çalışanlar, bekçisi yapıldıkları yalan tarihin kurbanı durumundadırlar. Dikkat edilirse, Demokratik Özerklik karşıtı olanlar, eylemsizlik sürecini de boşa çıkarmaya çalışanlardır.
Demokratik Özerklik eksenli tartışmalar gazete ve televizyon yorumlarında da ele alınıyor. Irkçı, faşist hezeyanları bir yana bırakırsak, sosyalistler, Demokratik Özerkliği sorunun çözümü açısından önemli bir model olarak değerlendirirken liberaller AKP'nin ekseni etrafında ama farklıymış gibi görünme çabasından öteye gidemiyorlar.
Türk, "liberallerinin" siyasal kimliksizliklerine yakışır bir anlamsızlıkla ortaya atılan, Demokratik Özerkliğin, "doğru bir önerinin, yanlış zamanda gündeme getirilmesi" hercümerci en çok rağbet gören, "fikirler" arasında. Burada amaçlanansa, sorunun çözümünden çok, hala zamanlama adı altında bir oylama ile AKP hükümetine 2011 seçimlerine kadar zaman kazandırmadır.
Dün olduğu gibi bugünde siyasal varlıklarını sınırlar üzerinden değil, devletin yapılanması üzerinden tartışan Kürtler, Demokratik Özerkliğin de bugünden yarına birlikte yaşayabilmenin teminatı olduğunu vurguluyor. Dikkate değer olan da budur.
canerdem2126@gmail.com
Uzun zaman görmezden gelmeye çalışsalar da, KCK tarafından ilan edilen eylemsizlik kararının Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin sonunda alındığının açıklanması, merkez siyasetin dengesini alt üst etti. Durumu Hükümet adına yalanlayamayan AKP, konuya ilişkin açıklamasını parti genel merkezi adına yaparak siyasi iradesizliğin yeni bir örneğini sergiledi. Geçmişte de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile mecliste yaptığı görüşmeyi başbakan değil parti lideri sıfatı ile yaptığını altını çizerek belirtme ihtiyacı duymuştu.
Ne dün, ne de bugün AKP ve Erdoğan'ın bu tavırlarıyla neyi amaçladıkları, kime ne mesaj vermeye çalıştıkları anlaşılamadı. AKP sürmekte olan görüşmelerin içeriği yerine biçimini gündemleştirerek, tartışmanın içini boşaltmaya çalışsa da, AKP genel merkezinin açıklamasından kısa bir süre sonra yine AKP'li Adalet Bakanı, Öcalan ile düzenli olarak görüşüldüğünü açıkladı.
Görüşmelerin varlığını kabul etmek zorunda kalan AKP, bu kez de miting alanlarında Demokratik Özerklik karşıtı söylemini yükseltmeye başladı. Bu yolla toplumda derinleştirilmek istenen bölünme paranoyasını besleyen AKP, müsebbip olarak da BDP'yi hedef tahtasına oturttu. Amaç, referandum boykotu sonrasında daha da güç kazanması beklenen Demokratik Özerklik tartışmalarını kriminalize etmek, kitlelerin gözünde şaibeli hale getirmek.
Oysa, Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı son görüşmede, bu sürece yeni bir bilgi ile oldukça önemli bir katkıda bulundu. Öcalan, Mustafa Kemal'in ilk kez 1916'da Kürdistan'a gittiğini hatırlatarak, "Mustafa Kemal'in, 1919'da Erzurum Kongresi'ne Kürtler'in sayesinde delege olduğunu, Kongre'deki Bitlis delegesinin çekilerek, yerini Mustafa Kemal'e bıraktığını ve Mustafa Kemal'in esasen bir Kürt delegesi olarak kongreye katıldığını" anlatıyor. Anlaşılan o ki, Mustafa Kemal Kongre'ye Kürdistan delegeleri arasında katılıyor.
Erzurum Kongresi'ne katılan Mustafa Kemal, İstanbul yönetimi tarafından, "bölücü, vatan haini" ilan edilmişti.
Bugün hala resmi makamların telaffuz etmemek, anmamak, hatta unutturmak için bin bir çaba sarf ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesini oluşturan ve Kürtler'e otonomi öngören 1921 Anayasası'nın ruhunu bu gerçekler oluşturuyor. Kürtler'in kendi bölgelerinde özerk yönetim sahibi olmalarına ilişkin tartışmaların tarihi cumhuriyet tarihi kadar eskiye dayanıyor.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye İşçi Partisi(TİP) Genel Başkanı Behice Boran da Kürdistan'dan, Urfa'dan bağımsız milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir. Kürtler'in ortak yaşam konusundaki yaklaşımları tarihsel olarak kanıtlanmış bir iradedir. Kendi bölgelerini yönetme hakkı saklı kalmak kaydıyla.
Ayrıca, Öcalan'ın, sürmekte olduğu anlaşılan görüşmelere ilişkin olarak, "Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla görüşüyorlar." sözleri konuyu çok açık bir biçimde ortaya koymakta. Öcalan, AKP'nin bu tavrının, Kürt sorunu konusunda hazırlıksız olduğunu aslı hazırlığınınsa, bugüne kadar, "Türk-İslam" sentezi olarak belirlenen ideolojinin, "İslam-Türk" sentezine dönüştürülmesi olduğuna dikkat çekiyor.
Öcalan, AKP'nin bu yeni yapılanmaya Kürtleri de eklemlemeyi amaçladığını vurguluyor. Öcalan'ın, "Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor; özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor" sözleri de, bugün özellikle referandum üzerinden ortalıkta AKP propagandası yapan Kürtler'in işlevini tarif eder gibi.
Ne AKP, ne de yakın çevresinde kümelenen Kürtler, KCK tarafından tek taraflı olarak ilan edilen zamana dayalı eylemsizlik kararının kalıcılaşmasına bir katkı sunma çabası içerisinde değiller. Aksine sanki böyle bir ilanda bulunulmamış gibi davranmayı tercih ediyorlar. Demokratik Özerklik tartışmaları ise, Erdoğan tarafından mitingler aracılığı ile, "Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak" dörtlüsüyle karşılanıyor. Oysa, bu dörtlü aracılığı ile kutsanmak istenen Cumhuriyet'in kuruluş hamlesi sayılan Erzurum Kongresi'nin de Kürdistan coğrafyasında yapıldığı unutulmamalıdır.
1071'de Anadolu'nun kapılarını kim açıyorsa, 1919'da da kapısı çalınan aynı muhataptır. Bugün gürültülü seslerle Demokratik Özerkliği ayrılma hesaplarının bir parçasıymış gibi göstermeye çalışanlar, bekçisi yapıldıkları yalan tarihin kurbanı durumundadırlar. Dikkat edilirse, Demokratik Özerklik karşıtı olanlar, eylemsizlik sürecini de boşa çıkarmaya çalışanlardır.
Demokratik Özerklik eksenli tartışmalar gazete ve televizyon yorumlarında da ele alınıyor. Irkçı, faşist hezeyanları bir yana bırakırsak, sosyalistler, Demokratik Özerkliği sorunun çözümü açısından önemli bir model olarak değerlendirirken liberaller AKP'nin ekseni etrafında ama farklıymış gibi görünme çabasından öteye gidemiyorlar.
Türk, "liberallerinin" siyasal kimliksizliklerine yakışır bir anlamsızlıkla ortaya atılan, Demokratik Özerkliğin, "doğru bir önerinin, yanlış zamanda gündeme getirilmesi" hercümerci en çok rağbet gören, "fikirler" arasında. Burada amaçlanansa, sorunun çözümünden çok, hala zamanlama adı altında bir oylama ile AKP hükümetine 2011 seçimlerine kadar zaman kazandırmadır.
Dün olduğu gibi bugünde siyasal varlıklarını sınırlar üzerinden değil, devletin yapılanması üzerinden tartışan Kürtler, Demokratik Özerkliğin de bugünden yarına birlikte yaşayabilmenin teminatı olduğunu vurguluyor. Dikkate değer olan da budur.
canerdem2126@gmail.com