30 Haziran 2012 Cumartesi

ABD’li Yetkililer: Uçak Suriye Hava Sahasında Düşürüldü

ABD’li istihbarat yetkilileri, Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağına ilişkin Ankara’nın iddialarını yalanlayarak, uçağın Suriye tarafından kendi hava sahası içinde uçaksavarla düşürüldüğünü söyledi.

The Wall Street Journal gazetesi, 22 Haziran günü meydana gelen olayda Ankara’nın uçağın uyarı yapılmaksızın uluslar arası hava sahasında düşürüldüğünü, yine uçağın uçaksavarla düşürülmesinin mümkün olmadığı iddiasına yer verdi. Buna karşın Şam yönetiminin Türk uçağını uçaksavar baterisiyle, Suriye hava sahası içinde 2 kilometre mesafeden vurdukları açıkladığı aktarıldı.

Gazeteye konuşan, ismi açıklanmayan ABD’li savunma bakanlığı yetkilisi, “Turkiye’nin iddia ettiği gibi uçağın füze ile vurulduğuna dair her hangi bir gösterge yok” dedi.

Uçaksavar kullanımının Türk uçağının alçak uçuş yaptığını gösterdiğini belirten ABD’li yetkili,“Uçaksavar ateşi kullanılması Türk jetinin yere yakın ve yavaş uçtuğuna, Suriye kıyısına Türkiye’nin söylediğinden daha fazla yaklaştığına işaret ediyor" diye konuştu.

Gazete, düşürlen F-4 Phantom uçağının tipik keşif uçağı olduğuna dikkat çeken bazı ABD’li yetkililerin Ankara’nın Suriye’nin savunma güçlerini test ettiğine inandıklarını kaydetti.

“Uçağın yanlışlıkla orada olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye soran, Türkiye’ye yakın çalıştığı belirtilen eski bir üst düzey ABD’li yetkili ise düşürülen uçağın rotasına dikkat çekerek, bunun Suriye’nin vereceği karşılığı test etme amaçlı olduğunu gösterdiğini söyledi.

Gazete, Türk uçağının düşürülmesiyle ilgili Ankara ve Washington arasında ortaya çıkan Ankara için utanç verici olan farklılığın iki ülke arasında devam eden tartışmaları daha da zorlayabileceğine vurgu yaptı.

Gazete bununla birlikte Türkiye’ye ihtiyaç duyan ABD’nin, Ankara’nın açıklamasını dikkate alan NATO’yu Şam’ı sert dille kınayan bir açıklama yapması için baskı uyguladığına dikkat çekti. NATO geçtiğimiz hafta olayla ilgili Şam yönetimini kınayan açıklamasında, olayın tekrarlanmaması yönünde temennide bulunmuştu.

WSJ ROBOSKİ KATLİAMINDA ABD'NİN ROLÜNÜ YAZMIŞTI


Wall Street Journal gazetesi, Mayıs ayında da Uludere'de düzenlenen ve 34 kişinin hayatını kaybetmesine yol açan Roboski Katliamının da ABD'nin verdiği istihbarat üzerine gerçekleştirildiği yazmıştı.

Gazete, ABD Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberinde, Türk yetkililerinin iddiasının aksine saldırının ABD yapımı Predator insansız hava aracının verdiği istihbarata bağlı olarak yapıldığını bildirmişti.


ANF

Aldar Xelil: Türkiye Suriye’de Savaş İstiyor

Batı Kürdistan Halkı oluşturmuş oldukları Öz Savunma Güçleri ile güvenliklerini kendileri sağlıyor.




HALEP - Suriye krizine ilişkin yaşanan gelişmeleri ANF için değerlendiren Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) Meclis Üyesi Aldar Xelil, Türkiye’nin Suriye politikalarında kaybettiği etkisini yeniden kazanmak istediğine dikkat çekerek, “İzlediği politik taktikleri tutmayınca, tehlikeli provakasyonlara başvurma dönemine girmiştir” dedi.

Türkiye’nin Suriye’de savaş istediğini belirten Aldar Xelil, gelişmeleri şöyle değerlendirdi:

“Türkiye devleti son günlerde Suriye politikalarında kaybettiği etkisini yeniden kazanma peşine düşmüştür. Suriye politikasını Batı Kürdistan halkının kazanımlarını engelleme konseptine oturtmuş Türkiye devletinin izlediği politik taktikleri tutmayınca, tehlikeli provokasyonlara başvurma dönemine girmiştir.

SURİYE’NİN HAZIRLIKSIZ YAKALANMASINA TÜRKİYE YOL AÇTI

2012’den bir buçuk yıl öncesine kadar Suriye rejimini markaja alarak oyalamış, her koşulda yanında olacağı vaatlerinde bulunarak Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere hazırlıksız yakalanmasına yol açmıştır. Suriye rejimini Kürt Özgürlük Mücadelesine karşıt bir konsepte dahil etmiştir. Suriye rejimi Kürtlere yönelik politikasında Türk devletinden daha fazla Türk devlet konseptini uygulamıştır: Kürt katliamı yapmış, işkencelerde Kürtleri katletmiş, binlercesini tutuklamış, onlarca Kürt'ü Türkiye'ye teslim etmiştir. Bu Türkiye'ye güven vermiş, iki devlet ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar siyasi, diplomatik ilişkiler geliştirmiştir. Türkiye dürüst olmadığı için, 15 Mart 2011’de başlayan Suriye içi muhalefet süreci ile bu defa muhalif güçlere silahlı mücadele vermeleri halinde her türlü desteği sağlayacağını açık-gizli ifadelerle, sözler vererek muhalefetin demokratik siyaset yamasını engellemiştir. Dolayısıyla Suriye'deki ölümlerden rejim ve muhalifler kadar Türkiye de sorumludur. Bu konularda bilgi ve belge sahibiyiz.

DEĞİŞİMİ TÜMDEN ÇIKMAZA SÜRÜKLEME TAKTİĞİ YÜRÜTTÜ

Türkiye son bir buçuk yıldır Suriye’yi içi kargaşaya, savaşa sürükleyerek demokratik değişimini tümden çıkmaza sürükleme taktiğini yürütmektedir. Türkiye devleti, Suriye deki muhalefetin demokratik siyaset yöntemleri ile mücadele etmesini engelleyen temel güçtür. Bir kaç gün önce basın yoluyla deşifre olan Türk dış işleri bakanlığı belgesinin bu konsepti nasıl planladığı ana hatları ile kamuoyuna da yansımış bulunmaktadır. Bu plan ve stratejisi Suriye'nin sosyal, siyasal, jeopolitik nedenlerden kaynaklı tutmamıştır.

Türk devletinin Suriye'deki değişimi engellemesinin başlıca sebebi Kürtlerin kazanımlarını engellemektir. İzlediği bu politika tutmamış, Suriye politikasında yalnızlaşmış ve giderek devre dışı kalmıştır.

SURİYE’DE DEĞİŞİM KAÇINILMAZDIR

Suriye'de değişim kaçınılmazdır. Bu değişimde Batı Kürdistan Kürtleri demokratik özerklik sistemsilerini kuracaktır. Bu adım TC'nin Kuzey Kürdistan'da yürüttüğü inkar ve imha siyasetini ve Kürt düşmanlığının endeksli politikasını önemli oranda boşa çıkaracaktır. Bunu iyi bildiği için yeni taktiklere dayalı bir hamle sürecini ile bu süreci baltalamak istemektedir. Bu hamle sürecinin provokasyonlar üzerinden gelişeceğine dair güçlü işaretler vardır. İlk somut işaret Suriye hava sahasında uçurduğu için düşürülen keşif uçağıdır. Bu uçak düşmemiş olsaydı da "uçağımıza ateş edildi" diyecekti.

UÇAK PROVOKASYONU, OSMANLI OYUNU

Bu tam bir "Osmanlı Oyunu”dur. Bu olayda Türk devleti "bir taşla bir kaç kuş vurma"yı hedeflemiştir. Birincisi; Suriye'ye dışarıdan askeri müdahaleyi bir NATO kararı olarak yaptırmak, buna öncülük etmek ve her kesi kendi politikasına çekmek istemesidir. Burada Kürt düşmanlığı ve neo-osmanlıcı politikası kendisini yöneten NATO'yu kandırır mıyım fikrine götürmüştür. İkincisi; Suriye'nin Rusya politikasından çok ciddi rahatsız olduğu için NATO'yu Rusya'nın karşısına dikebilir miyim hesabı yapmıştır. Bu tutmayınca Erdoğan, Putin’i arayarak bir anlamda özeleştiri yapmıştır. Üçüncüsü; bu uçak hadisesini tam da HPG gerillalarından darbe yediği günlere denk getirtmiş ve iç gündemini saptırarak nefes almıştır.

TÜRKİYE YENİ PROVOKASYONLAR PEŞİNDE

Bu "Osmanlı oyunu" tutmamış ancak yeni provokasyonlar için "sınıra" yakınlaşmıştır. Suriye politikasında askeri angajmanlarını değiştirme vesilesi yapmıştır. Ve böylece Suriye sınırına askeri yığınak yapma gerekçelerine yalandan haklı gerekçeler yaratmıştır.

Bundan sonraki ikinci provokasyon adımına gerekçeleri Kürt Özgürlük Mücadelesinin Batı Kürdistan'daki faaliyetleri olacağını belirtmek mümkündür. Bir süre önce basına düşen Dış İşler Bakanlığı gizli belgesinde de belirtmiş olduğu gibi. Buna dönük ilk işaret iki gün önce propaganda etmeye başladığı "sınırın sıfır noktasında PKK bayrağı" haberleridir. Türk devletinin Suriye politikası "kendin pişir kendin ye" derekesine düşmüştür. Elindeki argümanlar demokratik haklılığa dayanmadığı için herkesi kendi oyunlarına dahil etmede zorlamış ve provokasyonlara başvurma noktasına gelmiştir. Yeni provokatif adımlarında argüman olarak Kürt halkının demokratik mücadelesini daha çok kullanmaya karar vermiş olduğu görülüyor. Dolayısıyla Batı Kürdistan Kürtlerinin mücadelesini yeni provokasyonlara her zamandan daha çok gerekçe yapmak isteyecektir.

SUİKASTLER PLANLANIYOR


Suriye’deki gelişmeler barışçıl siyaset ile çözüme doğru gittikçe Türkiye’den "hır gür" sesleri daha fazla yükselmektedir. Suriye’deki değişim Suriye halklarının demokratik talepleri doğrultusunda gerçekleştikçe Türkiye merkezli tehlikelerde artmaktadır. Bu tehlikeler; Türk devletinin kendine yakın kimi muhalif guruplarla çatışmaları derinleştirmesi, kendine bağlı Kürtlerle Batı Kürdistan’ı karıştırması, istihbaratıyla Batı Kürdistan'da patlamalar ve suikastler yapması olacağını belirtmek mümkündür.

SURİYE’YE SADECE TBMM’DEN BAKMAYIN
Türkiye Kürt inkar ve imha siyasetinden vazgeçmedikçe Suriye’de iç savaş yandaşı ve savaşın tarafı olmaya devam edecektir. Suriye ile savaşın eşiğine gelmiş olmasının nedeni bu siyasetidir. Barış için, demokratik komşu bir ülke için Türkiye demokratik kamuoyunun yaşanan gelişmeleri AKP ve Erdoğan'ın söylemlerinden değil, bölgenin siyasal realitelerden okuması, mevcut politikaların Türkiye'yi savaş çıkartan ve bu yetmezse direkt savaşa giren devlet olmaktan çıkarması tarihi görevidir. Ortadoğu sadece Türkiye değildir. Türk halkına propaganda edildiği gibi Türkiye’nin ve AKP'nin bölgede etkisi yoktur. Etkili olmaya çalışan politik merkezler bellidir. AKP bu merkezlere yakın durma mesafesine paralel bir örtü olarak kullanılmaktadır. Mısır'daki gelişmeler bununda sonunu getirmiştir. Dolayısıyla Suriye'ye ve Türkiye'ye sadece AKP Merkezinden ve TBMM'den değil, tüm bölgesel gelişmeler kapsamında Batı Kürdistan'dan ve Suriye'den bakmak gerekir. Çünkü buralarda esen rüzgarın yönü başkadır. Bu halkların demokratik birliği için olması gereken doğru yaklaşımdır. 


ANF

Çatışmalarda Gizlenen Asker Ölümleri, Asker İntiharı Olarak Veriliyor



HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM) Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde 26 Haziran günü bir askerin öldüğü iddia edilen çatışmayı yalanlayarak, “belirtilen gün ve saatte” herhangi bir temas yaşanmadığını kaydetti.

HPG-BİM, açıklamasında “Türk basınında 26 Haziran günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Uzunsırt mıntıkasında gerillalarımızla işgalci TC ordusu askerleri arasında bir temasın yaşandığı ve bu temasta Diyarbakır Bismil nüfusuna kayıtlı Jandarma er Hakan Koçer isimli bir askerin öldüğü iddia edilmişti” diye hatırlattı.

Açıklamada, “Belirtilen gün ve saatte belirtilen alanda güçlerimiz ile TC ordusu arasında herhangi bir karşılaşma veya çatışma yaşanmamıştır” denildi.

Türk ordusunun askeri kayıpları gizlediği yönündeki şüpheler her geçen gün daha da güçleniyor. Türk ordusunun çatışmalar sırasında ölen bir çok askeri daha sonra “intihar etti”, “kaza geçirdi” ya da “hayali çatışmalar yaratılarak” kamuoyuna duyurduğu belirtiliyor. Özellikle 19 Haziran’da Yeşiltaş Karakolu’na yönelik gerilla eyleminden sonra, şüpheli “asker intiharları” yeniden yaşanmaya başladı.

HPG çatışma ardından yaptığı açıklamada 109 askerin öldüğü, en az 100 askerin yaralandığı, 4 skorsky helikopterin düşürüldüğünü ve gerilla kaybının 14 olduğunu açıklamıştı. TSK ise 8 asker ve 32 gerillanın hayatını kaybettiğini ileri sürmüştü. HPG açıklamasında Türk ordusunun kayıplarını gizlediğini, ölen askerlerden çoğunun paralı askerler olduğunu duyurmuştu.

Hükümet ve medya asker kayıplarının gerçek boyutlarını gizlemeye devam etse de özellikle Haziran başında CHP eski Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in 3 ayda 150'nin üzerinde askerin öldüğü yönündeki açıklaması dikkatleri bir kez daha bu yöne çekmişti.
Bu arada Hakkari Devlet Hastanesi'ndeki bir görevli çatışma gününden bugüne kadar neredeyse her gün 1-2 askerin intihar ettiği şeklinde hastaneye getirildiği ve intihar otopsisi verildikten sonra memleketlerine gönderildiğini iddia etmişti.

28 Haziran 2012 Perşembe

AKP, Çiller ve Dönemini 'Ak'layacak

Mehdi Atay
 
 
 
Türk cumhuriyet tarihi bir bütün olarak, hukuksuzluklar, adaletsizlikler, komplolar, katliamlar, suikastlar, varlık vergisi ve 6-7 Eylül olayları gibi devlet eli ile gasplar, kayıplar tarihidir. Bu tarihin en az İstiklal Mahkemeleri ve Milli Şef dönemi kadar hukuksuz bir karanlığa mahkum edildiği bir başka dönem de Tansu Çiller'in başbakanlık yaptığı kirli savaş rejimidir.
Sadece Türkiye'nin değil, yakın geçmiş tarihin açısından insanlığın tanık olduğu ender zulüm dönemlerindendir Çiller'in başbakanlık yaptığı yıllar. Alman basını tarafından, “uyuşturucu kaçakçılığı” yaptığı iddia edilmesinden, Başbakan olduğu dönemde Ankara'da açılan bir davada, “Çete lideri olarak” itham edilmesine kadar kirli sicili ayyuka çıkmış bir siyasetçidir Tansu Çiller.

İktidarın, “değişim ve demokratikleşme” iddiası ile Meclis'te kurulan, “Muhtıraları ve darbeleri araştırma” komisyonunun AKP'li başkanı Nimet Baş “spesifik” olarak 28 Şubat sürecini konuşmak üzere Tansu Çİller'le ilişkiye geçmiş.

Telefonu bizzat AKP'li komisyon başkanı Baş açıyor Çiller'e. Kısa bir süre önce Çiller döneminin içişleri bakanı olarak kirli savaş döneminin birçok insanlık dışı uygulamasının direktörü Mehmet Ağar'la anlaşarak onu kendi istediği özel bir cezaevine yerleştiren AKP bu telefonla Çiller'e de “senin sorumluluğun da 28 Şubat süreci tanıklığı ile sınırlı” mesajı veriyor.
Binlerce faili meçhul cinayetin, binlerce kaybın, bir döneme damgasını vuran yargısız infazların, örtülü ödenek vurgunlarının bir bütün olarak bir dönem ülkeye egemen kılınmak istenen sivil faşist rejiminin uygulayıcısı Tansu Çiller ve dönemi AKP eli ile “ak”lanıyor.

Geriye dönük yargılamaların doksanlı yılların tetikçilerine ulaşması üzerine ülkeyi terk ederek ABD'ye gitmişti Çiller. AKP, Ağar gibi Çiller'le de anlaşarak, hem de “darbe karşıtı, darbelerle hesaplaşan eski başbakan” edası ile geri getirilmeye hazırlanıyor Çiller'i.

Basına yansıyan haberlere göre AKP'li komisyon başkanı Baş Çiller'e, “Bugüne kadar hiç konuşmadınız. Siz 28 Şubat sürecinin hem mağdurusunuz, hem yakın tanığısınız. Bu meselenin aydınlatılmasında katkınızın büyük olacağını düşünüyorum.” diyor.

Baş, AKP'nin Çiller'e bakışının, “Darbe mağduru” siyasetçi olduğunu Çiller'e bildirerek, partisi adına garanti veriyor. Ayrıca, AKP bu ifadelerle Çiller'e, “darbelerin araştırılması için” de katkı sunacak “demokrasi savaşçısı” misyonu biçiyor.

Fakat Çiller, Baş'ın davetini yeteri kadar garantili bulmamış olmalı ki, “Ben bu konuda üzerime düşeni yapacağım. Hiç merak etmeyin. Şu anda yurt dışındayım, isterseniz hemen dönebilirim. Ama herkesi dinledikten sonra beni dinlerseniz daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bugüne kadar 28 Şubat süreci hakkında hiç konuşmadım. İlk kez konuşacağım ve çok önemli şeyler anlatacağım. Elimde bu konuda çok güçlü bir arşivim var. O nedenle siz diğerlerini dinleyin, ben ona göre konuşayım. Çünkü onların söyleyeceği her şeye verilecek bir cevabım var. Darbe komisyonunun kurulmasını çok önemsiyorum. Tarihe ışık tutacak bir çalışma yapacağınıza inanıyorum. Bu komisyona sizin başkan olmanızdan da çok memnun oldum.” diyerek “nazikçe”, “daha sağlam garantilerle gelmelisiniz” diyor.

Komisyon kısa bir süre önce AKP'li başkanının talimatı ile ”rahatsız edici” sorular sormamak kaydı ile Çiller'i iktidara taşıyan Süleyman Demirel'i ziyaret etti. Darbeleri araştıran komisyon üyeleri ziyaret öncesi Demirel'in elini öperek bir türlü yerleşemeyen demokrasiye bir darbeyi de Demirel'in huzurunda vurdular. Demirel komisyon üyelerini lisanı münasiple fırçalayarak Ankara'nın en derin mahfillerinden sayılan Güniz Sokak'taki evinden uğurladı.

Geçmişiyle “hesaplaşamaması” bugün derin sistem sorununa dönüşen kangrenleşmiş problemlerin temel nedenidir, Ankara egemenliği için. Kendisiyle "hesaplaşamama" Türk egemen siyasal siteminde yenemediği psikolojik bir bozukluk düzeyinde komplekse neden olmuştur. Bu kompleks Türk resmi ideolojisini oluşturan paradigmaların da temelini oluşturuyor. Her fırsatta ''çok kimlikli, çok dilli, çok dinli bir imparatorluk olan Osmanlı'nın bakiyesi'' olmakla böbürlenen Ankara egemenliğinin geldiği, “tek dil, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek din” paradigmaları bu parçalanmış kişiliği kuşatan ve uluslararası egemenler tarafından da beslenen kompleksin hezeyanları.

Roboski’de Bugün..










DTK öncülüğünde "Roboski'yi unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız" şiarıyla dün başlatılan nöbet eylemi çerçevesinde Roboski Köyü'nden katliam noktasına yapılan yürüyüşe askerler tazyikli suyla saldırdı. ‘Üstünü örtmeyeceğiz’ diyerek 6 aydır hiçbir adım atmayan devletin adalet isteyen ailelere reva gördüğü yine terördü. Aileler, "Roboski'de zihniyet değişmedi bütün dünya duysun bunu" diyen aileler tepkilerini TC kimliklerini çamurun içine atarak gösterdi…. 




Tuğluk: Roboski, Urfa Planlı Yönelimin Parçalarıdır

"Roboski'ye Adalet Nöbeti" eyleminde konuşan DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, Roboski katliamına ve katliamın sorumlularının açığa çıkarılmamasına dikkat çekerek, "Hani imha politikaları sona ermişti?" diye sordu. Tuğluk, Başbakan Erdoğan’ın izlediği katliam görüntülerinden kişilerin kim olduğunun anlaşılmadığı yönündeki açıklamalarının ise katliamı itirafı olduğunu söyledi.

DTK öncülüğünde çok sayıda siyasi parti ile sivil toplum örgütü temsilcisinin de katılımı ile "Roboski'yi unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız" şiarıyla dün başlatılan nöbet eyleminde, heyet sabah saatlerinde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, BDP'li milletvekilleri Halil Aksoy ile Esat Canan, KESK, Genel-İş, MEYA-DER, Barış Anneleri İnisiyatifi, Göç-Der, TZPKurdî, TUHAD-DER, Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği, TMMOB, İHD, kültür ve kadın kurumları, ESP, EMEP, belediye başkanlarının da bulunduğu heyet ve Roboskili aileler katıldı. Yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının taşındığı açıklamada hazırlanan ortak metni DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk okudu.

‘ROBOSKİ KATLİAMININ ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE ÇALIŞMAK İNKAR SİYASETİ DEĞİLMİDİR?’

Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamlarından biri olan Roboski katliamının üzerinden tam 6 ay geçtiğini belirten Tuğluk, "Hayata tutunmak, bin bir zahmetle zor şartlarda geçimlerini sağlamak için sınır ticareti yapan 19'ü çocuk 34 Kürt, F-16 savaş uçaklarıyla bombalanarak yaşamdan koparıldı. Halkımızın ve vicdanlı insanların acısı hala taze. Acımız çok büyük. Ciğerimiz yanıyor. Ancak acımızı daha da büyüten ve içimizi kanatan, katliamın üzerine hala ciddiyetle gidilmemiş, sorumluların ortaya çıkarılmamış olmasıdır. 28 Aralık 2011'de Türkiye demokrasi saati büyük bir hızla geri dönmeye başlamıştır! Buradan soruyoruz: Hani imha politikaları sona ermişti? Hani inkar politikaları sona ermişti? Roboski katliamı imha pratiği, katliamı kabullenmemek üstünü örtmeye çalışmak, inkar siyaseti değil midir?" diye sordu.

‘KATLİAMI İNKAR ETMEK, EN AZ KATLİAM KADAR KAHREDİCİDİR’

Roboski katliamı kadar yaralayıcı ve kahredici olan, katliamın üzerinden 6 ay geçmesine rağmen, soruşturmada hala bir arpa boyu kadar mesafe kat edilmemiş olması olduğunu belirten Tuğluk, "Katliamı inkar etmek, 'operasyon kazası' gibi gayrı insani soğuk askeri terminolojiyle tanımlamak ve katliamın üzerini örtmeye çabalamak, en az Roboski katliamının kendisi kadar kahredicidir. Başbakanın, hükümet yetkililerinin, içişleri bakanının ve genelkurmay başkanının açıklamaları; Roboski'de yaşamdan koparılan gencecik insanların ailelerinin ve vicdan sahibi insanların yaralarını kanatmaya devam ediyor" dedi.

‘BAŞBAKANIN AÇIKLAMALARI BİR İTİRAFTIR’

Başbakan Erdoğan, katliam görüntülerini kendisinin de izlediğini ve görüntüdeki kişilerin kim olduğunun anlaşılmadığını söylediğini ifade eden Tuğluk, "Bu bir itiraftır! Demek ki Roboski'de bombalarla paramparça edilen gencecik bedenler, kim oldukları bilinmeden katledilmişlerdir! Böylesi bir itirafta bulunan Başbakan, öte yandan katliamdan dolayı genelkurmaya teşekkür etmişti. Bu ne yaman çelişki! Kim oldukları tespit dahi edilemeyen gencecik suçsuz insanları katledenlere, hele hele 'gösterdikleri hassasiyet' nedeniyle teşekkür etmek nasıl bir ruh halidir! Başbakan, katliamı inkar ederek, 'hatayı da, özrü de, tazminatı da açıkladık' diyor. Hatta 'Allah aşkına tazminatsa tazminat, resmi tazminatın ötesini de yaptık' diyerek acılarla paraları değiş tokuş edebileceğini zannediyor. Bu açıklamalar gerçekten insanlık adına trajik açıklamalardır. Katliamı kabullenmeyip, üstünü banknotlarla kapatmaya çalışmak en hafif ifadeyle vicdansızlıktır. Roboskili aileler sizden para-pul değil, adalet istiyor!" dedi.

‘ULUDERE’Yİ 6 AYDIR GÜNDEMDEN SİLMEYE ÇALIŞARAK KİMLER NE ELDE ETMEYE ÇALIŞIYOR?’

"Öte yandan Başbakan; 'Uludere'nin 6 ay gündemde kalmasından kim rant elde ediyor?' diye soruyor. Bizler vicdanlı insanlar olarak, insanlık onuru mücadelesi vermek dışında zerre kadar bir şey elde ediyor değiliz" diyen Tuğluk, "Peki biz de buradan başbakana soruyoruz: Asıl, Uludere'yi 6 aydır gündemden silmeye çalışarak kimler ne elde etmeye çalışıyor? Başbakana çağrımız rant gözlüğünü çıkarıp atması, vicdan gözlüğünü takmasıdır! O zaman duygudaşlık kurabilmesi mümkün olacaktır. Bizim tek derdimiz katliamın sorumlularının açığa çıkarılması, katliam emrinin kimin verdiğinin açıklanması ve bu katliamda parmağı olan herkesin bir an önce yargı önüne çıkarılmasıdır! Hükümet yetkililerinin, içişleri bakanının ve başbakanın katliama ilişkin gayrı ciddi açıklamaları, açıkça Roboski katliamını sulandırma gayretleridir. Örneğin yine başbakanın 'her kürtaj bir Uludere'dir' sözü tam anlamıyla bir densizliktir. Başbakanın kürtaja karşı çıktığı kadar Roboski katliamına karşı çıkamıyor oluşu ibret vericidir" şeklinde konuştu.

İNKAR ŞAMPİYONLUĞU YAPIYORLAR

"İçişleri Bakanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı işi, katledilenleri suçlamaya kadar vardırarak inkar şampiyonluğu yapıyorlar"
diyen Tuğluk, "Biz bu psikolojiyi biliyoruz. Bu suçüstü yakalanma psikolojisidir. Bu suçüstü yakalanmanın verdiği panikle sağa sola saldırmaktır. Bu suçüstü yakalanma psikolojisiyle hedef şaşırtmaya çalışmaktır. İçişleri bakanının 'özür dilenecek bir olay yoktur, olayı suçluluk psikolojisiyle görmüyoruz' sözleri, çarpıtma ve sulandırma taktiğidir. Biz sizin psikolojinizi çok iyi görüyoruz! Katledilen gencecik insanların arkasından 'yaşasalardı yargılanacaklardı' demek, 'onlar piyondular' demek, 'ellerinde mayın haritası vardı' demek, 'yanlarında silahları vardı' demek katliamı haklı çıkarmaya yönelik dezenformasyondur. Bilgi kirliliğiyle zihinleri karıştırarak suçu üzerinden atmaya çalışma psikolojisidir" dedi.

ROBOSKİ, URFA PLANLI YÖNELİMİN PARÇALARIDIR


Yapılan açıklamalar ile hükümetin katliamın üzerini örtmeye ve inkar etmeye çalıştığını ifade eden Tuğluk, "Tüm bu açıklamalar ve inkar taktikleri gösteriyor ki hükümet ve devlet Roboski katliamının üzerini örtmeye, katliamı inkar etmeye çalışıyor. Zamana yayarak unutturma yoluna gidiyor. Ancak biz bunu kabul etmeyeceğiz. Roboski katliamını unutmayacağız, unutturmayacağız! Her düzlemde her boyutta, gerek ulusal, gerek uluslar arası platformlarda bu işin peşini bırakmayacağız. Roboski katliamını Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne götürdük. Çünkü Roboski katliamı insanlığa karşı bir suçtur! Üzerine basa basa haykırıyoruz ki, biz Roboski katliamının üzerini örtülmesine, unutturulmasına asla izin vermeyeceğiz. Roboski katliamının hesabının sorulmasının, sorumluların açığa çıkarılmasının çok önemli olduğunun farkındayız. Roboski katliamı aydınlatılamadığı müddetçe, sorumlular açığa çıkarılmadığı müddetçe ne yazık ki yeni katliamlar için emsal teşkil ediyor. Bunun bilincindeyiz. Roboski katliamının sorumluları bulunup hesap soruluyor olsaydı, Urfa Cezaevi'ndeki katliam olmazdı. Bütün bunlar planlı bir yönelimin parçalarıdır" dedi.

‘HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN, DİLSİZ ŞEYTANDIR!’


Tuğluk, son olarak şunları söyledi: "Roboski katliamı, bireylerin vicdanı için turnusol kağıdır. Roboski katliamı, bu devletin-hükümetin demokrasi eşiğidir. Samimiyet ve vicdan testidir. Bakalım devlet-hükümet bu eşiği, bu vicdan testini geçebilecek mi? Başbakana buradan sesleniyoruz! Evet, bizler yatıp kalkıp, yemeyip içmeyip Uludere demeye devam edeceğiz! Tarihe 19'u çocuk 34 Kürt'ü bombalarla paramparça eden iktidarın başı olarak geçmek istemiyorsan, sorumluları açığa çıkar! Roboski'yi asla unutmayacağız, unutturmayacağız! Roboski'yi unutmak, insanlığımızı unutmaktır! Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır!"

26 Haziran 2012 Salı

ARD Gülen'i Eleştiren Programı Yayından Kaldırdı

Alman devlet televizyonu ARD'ye bağlı WDR kanalında bu akşam ekranlara gelmesi planlanan "İmamın sessiz ordusu- Fethullah Gülen Hareketi" adlı belgesel program yayından kaldırıldı. ANF'nin ulaştığı program yapımcıları kanalın hiç bir şekilde kendilerine gerekçe bildirmediğini söylerken, engellemenin Gülen hareketini eleştirdiği için yapıldığı tahmin ediliyor.

Haftalık televizyon programlarında ve günler öncesinde WDR'nin resmi internet sitesinde "İmamın sessiz ordusu- Fethullah Gülen Hareketi" isimli belgesel programın bu akşam saat 22.00'de ekranlarda geleceği duyurulmuştu. Aynı programın tekrarı ise ertesi gün saat 08.00'de ARD Plus kanalında ekranlara gelecekti. Ancak WDR, yayın akışında değişiklik yaparak, programı yayından kaldırdı.

WDR'nin bağlı olduğu devlet televizyon kuruluşu ARD, programın neden kaldırıldığına ilişkin her hangi bir açıklama yapmazken, değişikliliğe ilişkin belgesel yapımcılarına kısa bir bilgi verildiği öğrenildi. Cornelia Uebel ve Yüksel Uğurlu'nun hazırladığı belgeselde Gülen hareketinin Almanya'daki faaliyetleri anlatılıyordu.

Gülen hareketine eleştirisel gözle bakıldığı için belgeselin kaldırıldığı tahmin ediliyor. Programın yayından kaldırıldığını doğrulayan yapımcı Uğurlu, konuya ilişkin açıklamayı önümüzdeki günlerde yapacaklarını söyledi.

GÜLEN HAREKETİ ALMANYA'NIN GÜNDEMİNDE

Birçok kentte değişik dernek ve okullar adı altında örgütlenen Gülen Hareketi, bir süredir Almanya'nın da gündeminde. Geçtiğimiz Kasım ayında Sol Parti'nin bir soru önerisine yanıt veren Alman hükümeti, cemaatin Anayasayı Koruma Örgütü tarafından izlenmeye değer olmadığını savunmuştu. Alman hükümeti ayrıca Türkiye’de cemaati araştıran gazetecilerin izlenmesini spekülasyon olarak yorumlamıştı.

Geçtiğimiz Nisan ayında ise cemaatin Frankfurt düzenlediği "Kültür olimpiyatları" etkinliğine Hessen Eyaleti'nin Uyum, Göç ve Avrupa İlişkileri Bakanı Jörg-Uwe Hahn katılmıştı. Bakan Hahn'ın hem organizenin destekleyeni olması ve hem de etkinlikte ödül törenlerine katılması başta ülkedeki göçmen kuruluşlar olmak üzere çok sayıda parti ve politikacının tepkisine neden olmuştu.

Gülen hareketinin Almanya'daki varlığına ilişkin Sol Parti dışında muhalefet ve hükümet partilerinden değişik sesler yükseliyor. Başta başbakan Merkel'in partisi CDU'dan olmak üzere Sosyal Demokratlar Partisi (SPD) ve Yeşiller Partisi'nden kimi politikacalar, hareketle ilişkilerin iyi tutulmasından yana.


ANF

Hewler, Batı Kürdistan'ı Göçertmek mi İstiyor?

Hewler - Federal Kürdistan Bölgesi, Batı Kürdistanlı mülteciler için 2 milyon dolar bütçe ayırdı. Türk devleti ile ortak bir planın yürütüldüğü iddiaları gündemden düşmezken, Kürt mülteciler insanlık dışı koşullar altında yaşıyor. Peşmergelerin tehditlerine ve askeri eğitimlere konu olan Kürt mültecilerin dramı ile kimse ilgilenmiyor.

Her şey, bir gün önce ANF’de yayımlanan ve Türk Dışişleri Bakanlığı’na ait olduğu ileri sürülen belgedeki gibi işliyor. Belgenin doğruluğu veya sahteliği bir yana, Hewler Konsolosluğu’na yazılmış belgedeki Suriye konseptinin Federal Kürdistan üzerinden yürütüldüğünü gösteren gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Bu arada sözkonusu belgeyi yalanlayan herhangi bir açıklama ne Hewler’de, ne de Ankara’dan gelmedi.

MÜLTECİ KAMPLARINI DENETLEYEN YOK!

Federal Kürdistan Bölgesi’ne sığınan Suriyeli Kürt mültecilerin durumu da belgedeki konseptle uygunluk arzediyor. Kamplarda nelerin yaşandığı ile kimse ilgilenmiyor. Mülteci olmalarına rağmen, hangi koşullarda yaşadıklarını denetleyen yok. Sanki savaştan kaçan mülteciler değil, askeri bir kamp alanı.

ANF Kürtçe servisine konuşan Batı Kürdistanlı gençlerden biri olan E. M. Başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Biz Derîk üzerinden yola koyulduk. Bizi dört kişi getirdi. Silahları vardı, bizi saatlerce yürüttüler. Bir akşam vakti bir köye ulaştık. Saat 18.00’de yola koyulduk, sabah saat 06.00’da sınıra ulaştık. Saatlerce yürüdük. Yeri bilmememiz için bizi Kürdistan Bölgesi sınırında bıraktılar ve geri döndüler. Bize, ‘köyü gidin, muhtar sizi görecek’ dediler. Biz o gece, o evde kaldık. Sabah bizi asayişe götürdüler, kimlik bilgilerimizi ve nerden geldiğimizi kaydettiler. Bizi sınıra kadar geçirenler bizden 35-40 bin Suriye parası aldılar. Bize, ‘Güney Kürdistan’a gidin, orası çok iyidir ve para vardır, iş vardır, orada yaşayın, beraberinizde bir şey almanıza gerek yok, orada herşey var’ dediler.”

Ortaya çıkan gizli belgede Federal Kürdistan bölgesine göç eden Batı Kürdistanlı Kürt gençlerinin eğitilmesi ve silahlandırılması, olası bir iç savaş durumunda “Kürtler için savaşan ordu” şeklinde propagandasının yapılması yer alıyordu. Konsept dahilinde Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki istihbarata bağlı inşaat şirketleri üzerinden yürütülecek faaliyetlere de dikkat çekiliyordu. Belgede ayrıca, “Olası çatışma durumlarında Suriye Kürtlerinin bir göç durumunu yaşaması halinde Türkiye topraklarına yönlendirmek, bir kısmının da Kuzey Irak’a özellikle KDP denetimindeki kentlere göçlerini teşvik etmek” ifadeleri yer alıyordu.

KAMPTA ASKERİ EĞİTİM DAYATMASI

E.M.’nin anlatımları da bu konsepti doğruluyor: “Kampa geldiğimizde, yine gelip ‘askeri eğitim göreceksiniz ve 45 gün sürecek’ dediler. Peşmergeler de her şeyimizi elimizden aldılar. Telefon, kimlik ve üzerimizdeki paralara el koydular. Başımıza gelen bunca şeyden sonra, artık Suriye’ye de dönemiyorduk. Çünkü her şeyimizi elimizden aldılar. Ama bizim bulunduğumuz kampta battaniye de yoktu. Ben ayakkabıların arasında uyuyordum.”

KAMPTA YAŞANANLAR

E.M. şöyle devam ediyor: “Önceden söylediler: ‘Rojava’yı (Batı Kürdistan) özgürleştirmeniz için siz askeri eğitim alacaksınız. Domis’ten (Mülteci kampı) çıktık. Bize dediler ki, ‘askeri eğitim göreceksiniz, size silah kullanmayı öğreteceğiz. Askeri eğitimden sonra, şirketlerde çalışacaksınız ve size kimliklerinizi verecekler. Artık her yerde dolaşabilirsiniz.”

Belgede de istihbarata bağlı inşaat şirketleri üzerinden yürütülecek faaliyetlere konusunda şu ifadeler yer alıyordu: “Gelen gençlerin tekrar dönmemeleri için ilgili genel müdürlüklerimizle anlaşmaları bulunan ‘İYİ YAPI-UYK-‘ ve “KURAN-CML-‘ kod inşaat şirketleri ve bağlı şantiyelerde ve diğer duyarlı hizmet sektörlerinde işe alınmalarına yardımcı olmak, öncelik vermek. Değişik etkinliklerde bölgede kalmalarını sağlamak, aileleri ile geleneksel ilişkilerinin sürdürülmesi ve maddi destek olmalarının teşvik edilerek güven yaratılmasını sağlamak.”

BU MUAMELE HAYVANLARA BİLE YAPILMAZ

E.M.,anlatımlarını şöyle sürdürüyor: “3 ay geçtikten sonra ‘telefonlarımızı verin, en azından annelerimizle konuşalım’ dedik. Bize, ‘ailelerinizi ve evlerinizi unutun, artık siz buraya bağlısınız’ dediler. Dört ay burada kaldım. Bize yaptıkları muamele hayvanlara yapılmaz. Çok soğuktu. Kıyafetlerimiz yoktu, halen üzerimizde geldiğimiz kıyafetleri taşıyorduk.”

İSYAN ETTİLER, ‘HAİN’ İLAN EDİLDİLER

Kamptaki kötü koşullara tepki gösterdiklerini anlatan E. M. Şöyle diyor: “300 genç ‘Rojava’ya döneceğiz’ dediler. Biz de onların içerisindeydik. İsyan ettik. Hepimizi bir yere toplayarak, ‘Burası şeref ve namus yeridir. Buradan kaçan şerefsiz ve namussuzdur. Haindir’ dediler. Biz gençleri birbirine düşüyorlardı. Hatta akşam ‘kampa dönmeyeceğimizi’ söyledikten sonra, altı ay sonra bizi serbest bırakacaklarını belirttiler. Bizi bırakana kadar eğitime ve yemeklerini yememeye karar verdik.”

PEŞMERGELER MÜLTECİLERİ DÖVDÜ, SAÇLARINI KAZIDI

E.M. maruz kaldıkları şiddeti de anlattı: “Tüm söyledikleri yalan çıktı. Bunları söyledikten sonra peşmergeler biz gençleri sopalarla dövdü, bir çok arkadaşımızın kafaları kırıldı. Silah sıktılar ve saçlarımızı da sıfıra vurdular.

HAKARETLER

Maruz kaldıkları hakaretleri de anlatan E. M. şunları söyledi: “Bize ‘sizi bırakalım da Hewler’e, Duhok’a gidip hırsızlık mı yapasınız. Orayı da mı bozasınız’ dediler. Bazı peşmergeler de, ‘siz buraya gelerek şeref ve namusunuzu geride bıraktınız. Siz de insan mısınız?’ diyordu. Bunu bize söyledikten sonra biz de aramızda birleşip kaçmak istedik. Ama silahları vardı. Bize, ‘bir adım atan olursa kuşuna dizeriz’ dediler. Bir peşmerge de ‘gitsinler de Araplar annelerini alsın...’ dedi."

Sonra bir mülteci öne çıkarak göğsünü açıp, “Öldürecekseniz öldürün” dedi. E.M. şöyle devam etti: “Sonra o kişiyi alıp zindana attılar. Ayrıca 200 ila 400 kişi de kaçtı. Yakananları cezaevlerine atıyorlardı. Zindanda da onlara dövüyorlardı.”

YA BİZ KÜRT DEĞİLİZ, YA DA BUNLAR!

Kürt mülteci, kamptaki eğitim sonucunda kendilerini PKK’ye karşı savaştırmak istediklerini de anlatırken, “Biz yaşadığımız bu koşullar karşısında şunu anladık: ‘Ya biz Kürt değiliz, ya da bunlar Kürt değil. Bize böyle davranıyorlardı. Bizden yüzlercesi bu topraklar için kanını verdi. Şimdi de bize böyleyaklaşıyorlar.”

Suriye ordusundan kaçarak Güney Kürdistan’a sığınan K. M. isimli genç ise Humus’taki çocuk ölümlerine tanık olduktan sonra kaçtığını söylerken, Kürdistan’da her şeylerinin karşılanacağı vaat edildikten sonra böyle Suriye’den kaçtığını anlattı.

BOŞ BİR ARAZİYİ İNSANLA DOLDURMUŞLAR

Ancak kampa gelince “hiçbir şey olmadığını” gördüğünü ifade eden K.M, “Ne yiyecek, ne de yatacak yer vardı. Boş bir araziyi, insanla doldurmuşlar. Her taraflarında peşmerge var. Biz burada Kürtlüğümüzü unuttuk. Biz bunların elinde Kürt olduğumuzu bilmiyorduk” diye anlattı.

Kendilerine “askeri eğitim göreceksiniz ve Qamişlo’nun özgürlüğü için savaşacaksınız” denildiğini belirten K.M., “Üç ay askeri alanda kaldık. Bize neden bu askeri eğitimi verdiklerini bilmiyorduk” dedi.

Kaçanları Suriye’ye teslim edecekleri tehdidinde bulunduklarını belirten K.M. “Korkuyorduk. Çünkü biz askerlikten kaçtık, teslim ederlerse idam edilirdik. Bizi onlarca kez tehdit ettiler, dövdüler, hakaret ettiler, saçlarımızı sıfıra vurdular. Birçok genç kaçtı. BKC silahlarla ateş açıyorlardı arkalarından” şeklinde anlattı. 


ANF

Abdüllatif Şener: Erdoğan Taşerondur, İşi Bitince Çöpe Atılır!

Abdüllatif Şener’le söyleşimizin üçüncü ve son bölümünde Büyük Ortadoğu Projesi’nden Arap Baharı’na, Türkiye-Suriye ilişkilerinden füze kalkanına, anayasa çalışmalarından PKK konusuna, Dersim konusundan başkanlık sistemine değin pek çok konuda merak edilenleri Gazete A24 okurları için konuştuk. 

“Başbakan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronudur” diyen Şener, AKP’nin Türkiye’deki İslami duyarlılığı yok ettiğini de söylüyor. Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’de demokrasinin standardını aşağı çektiğini ifade eden Şener’e göre, basın Erdoğan’dan korktuğu için, Erdoğan’ın WikiLeaks belgelerinde yer alan İsviçre’deki hesaplarının üzerine gitmedi… İşte röportajımızın son bölümü…

Türkiye’nin dış politikası ile devam edelim isterseniz… 

Türkiye’de küresel güçler tarafından en önemli karşı çıkışlar, Erbakan hareketi ile ortaya çıkmıştır. O hareket tümüyle tasviye olmuş, bugün mutlak anlamda küresel güçlerin, arzularına, isteklerine göre, hem ülkeyi yöneten hem de çevre ülkelerdeki dönüşümün taşeronluğunu üstlenen bir siyasi iktidar yapısı ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin, Suriye ile karşı karşıya gelmesi gibi… 

Evet.

Ve şimdi füze kalkanı gibi bir bela var. Doğru mudur? 

Evet. Türkiye’de bir siyasi iktidar var. Bu siyasi iktidar nasıl geldi, düşünebiliyor musun?

“ERDOĞAN NE SÖYLÜYORSA, TERSİNİ YAPIYORDUR” 

Nasıl? 

2002 öncesi partilerin, küresel güçlerle uyum tutmadığı ihtimali zaten görülmüştü. Çok da kötü bir konjonktüre geldiler tabii… 2001 krizi, 1999 depremi… Kamuoyunda da itibarları tasviyeye uğradı ve meclis dışı kaldılar. Onun yerine AKP geldi. Arkasından Irak işgali yaşandı. Şimdi ise, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da birtakım hadiseler meydana geliyor. Ve Başbakan 30’dan fazla farklı yerde “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” demiştir. Kendi ağzından… Hatta bir ara internet sitelerine düştü.

Konuşmalarında var. İki, üç sene önce bilhassa çok kullanıyordu. Sonra bıraktı bu cümleyi söylemeyi. “Bu ne demek acaba? Bu, Büyük Ortadoğu Projesi ne olacak?” diye hepimiz merak ediyorduk. Şimdi öğreniyoruz… Baktık ki, Kuzey Afrika’dan uzanıp giden bir değişim rüzgarı… Nasıl bir değişim bu biliyor musun? Başbakan arada bir İsrail ile ağız kavgası yapıyor ya… Ama yaptığı her iş de İsrail’in işine yarıyor. Ağzı ile kavga ediyor ama icraatlar hep İsrail’in menfaatine… Onun için, Başbakan’ın laflarına değil, icraatlarına bakmamız lazım…


“One minute” halk tarafından alkışlanıyor ama? 

O ağızdan çıkan kavga kelimelerin amacı, halkın görmesini, anlamasını zorlaştırmak… Başbakan, ne söylüyorsa, yaptıklarının tersini söylüyor. Böyle bileceksiniz Başbakan’ı…

“DERSİM DE ÖZÜR VARSA, TAZMİNAT DA VAR” 

Dersim Özrü… 

Bir başbakanın özrü “Dersim’den özür diliyorum” diye olmaz. O zaman orada mağdurlar var. Tazminatlar ödenecekse ödeyeceksin, yükümlülüklerin varsa yerine getireceksin. Devlet adına ne kadar sorumluluğun varsa, hepsini gidereceksin. Bunu ortaya atarak, ortalığı karıştırmanın anlamı yok. Ortalığı dağıtmak için kullanılmaz bunlar…

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olarak, Erdoğan’ın niyeti bölgede tek adam olmak mı? 

Hayır. Görevini yapıyor. Ne tek adam olacakmış… Oradan bir kahraman çıkmaz. Görev bittiği zaman atarlar insanı çöpe… Kahraman olamayacağı bir yerde, taşeronluk üstleniyor. Onun ‘eş başkanlık’ dediğine ben ‘taşeronluk’ diyorum. Nedir bu değişim rüzgârları? Küresel güçlerin çıkarları ile özellikle de İsrail ile uyumlu politika, uygulamayan ülkelerin yönetimleri tasviye oluyor.

Birincisi bu. Libya… Suriye… Ve İran’a sıçramayı düşünüyorlar. İkincisi, küresel güçlerin politikalarına ve özellikle de İsrail’in politikalarına uyumlu politika uygulayan yönetimler de, halka yabancılaşmış olmaları, diktatörvari yönetimleri nedeniyle, önümüzdeki yeni süreçleri yönetebilecek yetenekleri, ve güçleri olmadığından, değiştiriliyor.


Yani, uyum sağlamayanlar ve uyum sağladığı halde yeni süreçleri kaldıramayacak olanlar değiştiriliyor. Mısır, bunun en tipik örneğidir. Eskiden, küresel güçler laik liderler arardı, işbirliği için… Şimdi bundan vazgeçti. Kullanabileceği, kendi çıkarlarını sürdürebileceği, dindar görünümlüler daha makbul hale geldi. Bu da, bölgemizde olup biten olayları yorumlamak açısından önemlidir. Ana çizgi değişimidir. Bunun altını çizmeniz gerekir.


Eskiden ‘eş başkanlar’ laik olanlar mıydı, bunu mu anlayalım? 

Mesela Mısır’da Mübarek, halkın inançlarına, değerlerine uyumlu biri değildi. Muteber adam buydu. İsrail ile Camp David Anlaşması gibi süreçleri yöneten, daha sonraki dönemlerde de uygun politikaları uygulayan O’ydu. Ama şimdi bu tür insanların çok da yararlı olmadığı veya zor süreçlerde dayanıklılık testinden geçemeyecek insanlar olduğu görüldüğü için, “Bunlara ihtiyaç yoktur. Biraz halkı ile barışık, dindar görünümlü, Müslüman görünümlü insanlar daha faydalı” denilmeye başlanmıştır.

“TÜRKİYE, ORTADOĞU’DAKİ DÖNÜŞÜMÜN İLK AYAĞI” 

Bu Türkiye için de geçerli… 

Elbette. Türkiye de böyle. Zaten bu küresel politikalardaki dönüşümün ilk ayağı Türkiye’dir. AKP bunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi, bu dönüşümde ‘eş başkan’ın yani Başbakan’ın rolüne tekrar dönmek istiyorum. Düşünebiliyor musun, Libya’ya gitti. Kaddafi’nin elinden ödül aldı. ‘Kardeşim Kaddafi’ dedi. Dostluk görüntüleri verdiler. Ardından geldi, “NATO’nun ne işi var Libya’da” dedi. Ve aradan bir hafta geçmedi…

Kendisiyle çeliştiğini mi kastediyorsunuz? 

Evet, çark etti ve Başbakan imzasıyla, TBMM’ye bir Bakanlar Kurulu tezkeresi gönderdi. Meclis’te oylandı ve grubuna da baskı yaptığı için topyekûn ‘evet’ oyu verdiler. Türkiye, Libya’yı vuran NATO güçleri içerisine girdi. Ne değişti Allah aşkına!.. Günlerce değil, aylarca Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO uçakları Libya’da sivil halkı da, Kaddafi yanlılarını da vurdu durdu… Kaç çocuk, kaç kadın, kaç yaşlı hayatını kaybetti bilmiyoruz.

Böyle bir hadise, şu mevcut iktidar döneminde değil de, başka bir iktidar döneminde olsaydı, size garanti veriyorum, hâlâ cuma namazından sonra, başta Beyazıt Camii’si olmak üzere, camilerin önünde gösteriler devam ediyor olurdu. “Bir Müslüman ülkeyi Türkiye vuramaz” diye… Demek ki küresel güçlerle işbirliği halinde olan siyasi gücün, laik görüntülü değil de, Müslüman görüntülü olmasının böyle bir faydası varmış… Kimin için? Bizim için değil, güç merkezleri için…


“AKP, İSLAMİ DUYARLILIĞI YOK ETMİŞTİR” 

Bu bahsettiğiniz protestoları da sorguluyorsunuz o zaman burada? 

Türkiye’de, bu mevcut iktidar yapısı nedeniyle İslami duyarlılık yok edilmiştir. Onu söylemeye çalışıyorum.

Peki komşularla sıfır sorun politikası? 

Yıllardır, Dışişleri Bakanı her yerde nutuklar attı. Şimdi komşularının hepsi ile sorunlusun… Onu bırak, Suriye, İran füze rampalarını Türkiye’ye çevirmiş, “Türk halkı kusura bakmasın, eğer sıcak bir çatışma olursa, İsrail’den önce Malatya’yı vurmak zorundayım. Beni mazur görsün” diyor. Yine Rusya, füze rampalarını Türkiye’ye çevirmiş… ‘Sıfır sorun’ diyorsunuz, Güney’den, Doğu’dan ve Kuzey’den komşularımızın füze rampaları, Türkiye’yi hedef almış vaziyette, hazır bekliyor.

Bu nasıl dış politikadır ya… Bundan daha başarısız dış politika olur mu?.. 80 yıldır bu ülkedeki en başarısız dış politika, mevcut dış politikadır. Bu dış politikanın başındaki Başbakan ve Dışişleri bakanı da, Türkiye’de en popüler iki insandır. Kamuoyu yoklaması yaptığınızda da, halkın böyle algıladığınızı anlıyorsunuz.


Ve Time’a kapak oluyor. Öyle mi?

Kim birilerini itibarlı hale getiriyor, kim birilerini itibarsız hale getiriyor. Hangi mekanizmalarla birileri itibarlı hale geliyor, hangi mekanizmalarla birileri itibarsızlaştırılıyor. Benim asıl sorgulamak istediğim nokta bu.

Suriye konusuna gelecek olursak… 

Suriye ile sınırları, vizeleri kaldıran bu mevcut iktidar değil mi? ‘Kardeşim dostum Esad’ diyen… Ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyen… Var mı Türkiye’nin tarihinde bir başka ülkenin Bakanlar Kurulu ile müşterek toplantı? Yok! Başbakan, Suriyeli bakanlar ile ortak Bakanlar Kurulu düzenlemiştir. Aradan bir ay geçmeden de, kim yönlendirdi, kim talimatı verdi bilmiyoruz, Suriye’de, mevcut yönetim aleyhtarı, daha önceden oluşturulmuş bir grup, Türkiye’de organize edilmeye başlandı. Türkiye, Suriye’yi karıştıran ülke konumuna geldi.

Bir de Suriye’deki olaylara baktığınızda, 40-50 kişilik silahlı gruplar çatışıyor. Büyük bir kitle yok. Suriye’deki gösterilerde gördüğünüz kitleler, Esad yanlıları… Yüz binlerce hatta milyonlarca, insanın sel gibi Esad’ı desteklediğini görüyoruz ama muhalifler diye görünen kısım 30-40 kişi… Büyük bir kısmı da ordunun içinden nasıl olduysa satın alınmış, orayı karıştırmak için kurulan yapılar…


Suriye’den gelenleri Hatay’daki çadır kente yerleştirdiler. Çadır kentte kalanlar “Üşüyoruz” deyince, Kilis’teki Hac konaklama tesislerine yerleştirildiler. Hâlbuki Hatay sıcak bir yerdir. Van depreminin ardından, insanlar soğuktan donuyorlar. Sen kendi depremzedelerini çadırlarda dondur ama Suriye’yi karıştırmak için, muhalefeti örgütlemeye sarf et enerjini…

Suriye’den yapılması beklenen reformlar için ne diyorsunuz?

Türkiye, bu konuda “Şam yönetimi tavsiyelerimiz tutmadı” diye itiraz ediyor. Esad yönetimi, zaten birkaç yıldır demokratikleşme yönünde reformlar yapıyor. Ama nerede görülmüş bir ayda yönetim biçiminin baştan sona değiştiği… Türkiye ilk anayasayı 1876’da yaptı. O günden bugüne kadar, 150 yıldır önce Meşrutiyet, sonra Cumhuriyet, sonra çok partili sistem…

Hâlâ demokratikleşmeye çalışıyor… Ve hâlâ demokrasinin standardı bugün Türkiye’de yerde sürünüyor. Türkiye’nin ulaştığı demokrasi standardını yok etmeye çalışan, medyayı, sivil toplumu susturan Başbakan, Suriye’de demokratikleşeme yolunda reformlar bekliyor…


Esad dedi ki, “Kendileri 30 yıldır bir sivil anayasa yapamıyorlar, benden bir ayda tüm Suriye’yi değiştirmemi bekliyorlar. Böyle bir şey olmaz.” Peki ne oldu da, eski dostlarınızı bu kadar hızlı terk ettiniz? Uluslararası ilişkilerde böyle güvensiz, arkadan hançerler görüntüler verirseniz, şu anda size dost gözüyle bakanlar da güvenini yitirirler.


Bunu Türkiye’ye nasıl yaparsınız? Böyle bir dış politika mı olur? Ama Türkiyemizdeki ve bölgemizdeki dönüşüm, itibarsızlaşanlar, ama öte yandan itibarı, gücü artanlar… Hepsi aynı senaryonun ayakları olarak yoluna devam ediyor.


PKK konusunda ne söyleyeceksiniz? 

Şu anda Türkiye, komşuları ile çok meşgul ama PKK konusu açısından da çok yanlış bir dış politikanın içerisinde. Suriye karışırsa, bundan en büyük zararı Türkiye çeker. Hem PKK faktörü nedeniyle hem de bu ayrışmanın derinleşmesi nedeniyle. Suriye, burnumuzun dibindeki komşumuz… Türkiye’nin Güneydoğu’suna yakın bir yer karışacak ama Türkiye huzur içerisinde olacak. İnsan kendi ayağını kurşunlar mı? Bu hükümet, bunu yapıyor.

Siz bu nedenler yüzünden mi ayrıldınız AKP’den?

Ben pek çok şeyi gördüm…

WikiLeaks belgelerinde de geçiyordu. Bir bakan yolsuzluk nedeniyle AKP’den ayrılacak diye… O zaman da yöneltilmişti bu soru size… 

Şu anda yolsuzluk meselesine girmek istemiyorum. Çünkü toplum duyarlılığını kaybetti.

“BASIN KORKTUĞU İÇİN, ERDOĞAN’IN İSVİÇRE’DEKİ HESAPLARINI YAZMADI” 

Deniz Feneri? 

Onu sonra anlatırım ama şunu söylemek istiyorum. WikiLeaks belgeleri ile Başbakan’ın İsviçre’de, sekiz bankada hesabının olduğu yazıldı. Bu, belgelerde var. Ve bütün basın, korkusundan bunu veremedi. Belgelerde ortaya çıktı ama basın korkusundan bunu yazamadı. İki gün bekledim, ‘Neden yazılmıyor?’ diye ama korktular. Hâlbuki bütün kanalların bunu konuşması lazımdı. Sonra Başbakan, hileli bir cümle kullandı. “Tek bir Allah kuruşum yoktur” dedi. İsviçre bankasında kuruş olmaz. ‘Türk lirası mı hesap açtırdın oraya?’ derler.

Ayrıca ‘Allah kuruşu’ tabiri nereden çıkıyor? Bu böyle ama Suriye ve Libya konusunda yüz seksen derece ters istikamette, bir politikaya dönen Başbakan’ı acaba ne sıkıştırıyor, ne zorda bırakıyor? O Türkiye’yi kapattı da biri de O’nu mu kapattı bir yerlerde? Bunu, her sorumlu vatandaşın sorgulaması lazım…


“HÜKÜMET ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPAMAZ” 

‘Eş başkanlık’ demişken, başkanlık sistemi tartışmasını sormak istiyorum. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri metninde, PKK temsilcisine söylediği bir söz vardı. “Bazı işleri yerele bırakalım ki, merkez daha anlamlı işlerle uğraşsın” Sizce, buradan yola çıkarak, Başkanlık sistemi ile Kürt meselesi arasında bir bağ kurulabilir mi?

Bu hükümetin anayasa değişikliği yapabileceğini düşünmüyorum aslında. Yani kamuoyunu oyalayarak, hiçbir şey üretmeden konuyu ortada bırakacaklar gibi geliyor.

Neden? 

Görüntü onu gösteriyor. Ben öyle görüyorum. Bunu yaz bir yere dursun, günü geldiğinde konuşacağız. İkincisi de şu; başkanlık sisteminden endişe etmiyorum. Başkanlık sistemi çok ayrıntılara sahiptir. Sırf, devlet başkanının halk tarafından seçilmesi, onun bakanlar kurulunun da hükümetin de başı olması değildir.

Başbakan’ın anladığı başkanlık sistemi böyle bir şey… Hâlbuki O’nun alt ayakları, ayrıntıları var. O alt ayrıntılar oluşmadan, cumhurbaşkanlığı ile başbakanı birleştirdiğinde başkanlık sistemi olmaz. Ortaya bir ‘ucube’ çıkar. Sivil anayasayı yapabileceklerini düşünmüyorum ancak eskaza yapar da, başkanlık sistemine geçtik diye, ucube bir şey ortaya çıkarırlarsa, bundan endişe ederim.


Bu ‘eş başkanlık’ hizmeti mi oluyor. Onu mu anlayalım söylediklerinizden? 

Onu etkinleştiren bir sonuç olur.

Onun için mi yapılmıştır? 

Tabii… Bir adamı idare etmek her zaman daha kolaydır. Çünkü biliyorsun, idare ettiğin adam ne kadar güçlü olursa, O’nu o kadar hızlı yönlendirirsin.

Güç başını döndürür öyle mi? 

Bin kişiyi ikna etmektense, bir kişiyi ikna etmek daha kolaydır. Bin kişiye şantaj yapmaktansa, bir kişiye şantaj yapmak daha kolaydır.

Teşekkür ederim… 

Başarılar diliyorum…

Röportaj: Dilek KARAGÖZ

http://www.gazetea24.com/haber/abdullatif-sener-erdogan-taserondur-isi-bitince-cope-atilir_74608.html

Gırgır Dergisi'nden 'Uçak ve Erdoğan' Kapağı!





Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağının, "Suriye karasularında ne işi olduğu" sorusuna yanıt verilememesi, mizah dergisi Gırgır tarafından kapağa taşındı.

Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağı hakkında "uçak orada ne yapıyordu" sorusuna yanıt veremeyen Başbakan Erdoğan, Gırgır dergisinin bu haftaki kapağında yer aldı.

NATO Pilotu: ‘Türk Uçağı Muhtemelen Suriye Hava Savunma Sistemlerini Test Ediyordu’

Havacılık sitesi The Aviationist’te yayımlanan makalede görüşüne başvurulan bir NATO pilotu, Cuma günü düşürülen Türk uçağının büyük bir ihtimalle Suriye hava savunma sistemlerini test etmekte olduğunu söyledi.

David Cenciotti’nin yayına hazırladığı The Aviationist adlı havacılık bloğunda dün yer alan bir makale, önemli bir iddiaya yer verdi. Cenciotti tarafından kaleme alınan makalede Suriye açıklarında düşürülen Türk uçağının Suriye hava savunma sistemlerini test etmek üzere uçarken düşürülmüş olmasının yüksek bir ihtimal olduğuna değinildi. Bu iddia ise daha önce bir Türk F-16’sında ikinci pilot olarak görev yapmış bir NATO pilotuna dayandırıldı.

Cenciotti, “Türk Fantom’u hava savunma sistemlerinin savaşa hazırlığını sınamak için Suriye hava sahasını ihlal etti” başlığını taşıyan makalesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarına da değindi.

Davutoğlu’nun yaptığı “Uçak Türkiye radar sistemini test ediyordu" açıklamasını hatırlatan Cenciotti, “Hala açıklanamamış bir şey var ki o da, bir (R)F-4'ün Suriye kıyılarından sadece 1 kilometre açıkta neden yüksek hızda alçak uçuş yaptığı... Önümüzde 3 seçenek var: Sürüş hatası, hava durumu veya hava savunma sistemleri hazırlık seviyesini test etmek için kasıtlı hava sahası ihlali... diye yazdı.

Makaleye yapılan yorumlardan bazılarında uçağın Lazkiye kıyısına 1 kilometre mesafede vurulduğu iddiasının Suriye tarafından dile getirildiği ve bunun doğru olmayabileceği belirtildi. 

Cenciotti makalesinde uçağın vurulduğu sıradaki hızına ve irtifasına işaret ederek, "Uçağın Suriye hava sahasını ihlal ettiğindeki irtifası oldukça ilginç. Uçak aşırı alçaktan uçuyordu (ve muhtemelen optik olarak, radar kilidi olmaksızın vuruldu)” diye yazdı. 

Pilotlar pozisyonlarının farkındaydı

Cenciotti pilotların pozisyonlarının farkında olduğunu da şu şekilde savundu:

“Sürüş hatası ihtimali hiçbir zaman yanlışlanamayacak olsa da, uçağın taşıdığı ekipmanlar, uçağın 2 pilot tarafından uçurulduğu gerçeği ve uçağın "tehlike bölgesi' yakınında uçtuğunu göz önüne aldığımızda, uçaktaki iki pilotun pozisyonlarının gayet farkında olduklarına inanmamız için yeterli neden var.”
Uçak Suriye hava savunma sistemlerini sınıyordu

Makalede görüşüne yer verilen bir NATO pilotu ise şunları söyledi:

“Yüksek hız-alçak uçuş yaptığınızda, ya düşman hava sahasına girip uçak üstündeki sensörleri (kayıt cihazlarını) kullanmak için garip bir deneme yapıyorsunuzdur, ya da bulutlar aracılığıyla gizlenmeye çalışıyorsunuzdur. Öte yandan, İstihbari Gözlem Keşif Uçuşu yaptığınızda 12 deniz mili mesafede uçmak oldukça saçma olsa da, bence Suriye hava savunma sistemlerini test ediyorlardı. Sanırım şimdi net bir fikre sahipler ve olaydan öğrendiğimiz en ilgi çekici ayrıntı da bu.”
Suriye uçağın kaçtığını düşünmüş olabilir

Cenciotti uçağın Suriye’den kaçan bir pilot zannedilerek vurulmuş olabileceğini ileri sürerek, geçtiğimiz hafta Ürdün'e kaçan uçak gibi “yeni bir utanç yaşamamak için uçağı Türkiye'ye varmadan düşürmek istemiş olabilirler" dedi. 


Cenciotti’nin görüşüne başvurduğu NATO pilotunun, "İnsanlar, radar sistemini veya tepki süresini test etmek için hava sahasını ihlal etmeyi nadir görülecek bir olay olarak düşünse de, Türkiye ve Suriye için bu pek de nadir değil" sözlerini de aktardı.

(soL-Dış Haberler)

‘F4 Uçak Krizi’nde Gündeme Gelmeyen Ayrıntılar

Cuma günü Suriye’nin bir Türk savaş uçağını düşürmesiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Ahmet 
Davutoğlu’nun olayla ilgili yaptığı açıklamanın yanıtsız bıraktığı çok sayıda soru bulunuyor. 

Cuma günü Türk hava kuvvetlerine bağlı RF F4 tipi savaş uçağının keşif uçuşu yaptığı esnada Suriye tarafından düşürülmesiyle ilgili tartışmalar devam ediyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün yaptığı açıklamada uçağın uluslararası karasularında, Suriye hava sahasının 1 mil dışında düşürüldüğünü ileri sürdü. Uçağın enkazının Suriye karasularının içerisinde, Lazkiye kıyısına 8 mil mesafede bulunmasına ilişkin ise uzmanlar, bunun uçağın süratinden kaynaklanabileceği görüşünü dile getiriyor. Ancak bu durumda dahi dikkat çeken bir ayrıntı, uçağın Suriye karasularının 1 mil dışındayken yönünün Suriye’ye dönük olması... Zira uçak vurulduktan sonra eğer bir manevra yaparak yönünü ters çevirmediyse Suriye’ye doğru hızlanarak düşüyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise açıklamasında, uçağın vurulduktan sonra düzensiz hareketlerle uçtuğunu ve bu nedenle Suriye karasularına düştüğünü söyledi. Suriye tarafı uçağın Lazkiye kıyısına 1 kilometre mesafede vurulduğunu öne sürüyor.

Davutoğlu’nun açıklamasına göre uçak Türkiye’nin kendi radar sistemini test etmek ve eğitim amacıyla havalandı ve Suriye’ye ilişkin herhangi bir misyonu bulunmuyordu. Dışişleri Bakanı uçağın herhangi bir uyarıda bulunulmadan düşürülmüş olmasını ise kabul edilemez olarak niteledi.

Türkiye, kendi içinde tutarlı görünen bu anlatı çerçevesinde olayı yarın NATO gündemine taşıyacağını ilan etti. Ancak olayla ilgili ayrıntılar konusunda iki ülkenin söyledikleri arasındaki farklılıklar bir yana, hiç gündeme gelmeyen bazı sorular da yanıtsız kalmış bulunuyor. 

Gündeme gelmeyen üç konu

Açıklamalarda hiç değinilmeyen üç başlık şöyle sıralanabilir:


- Türkiye’nin Suriye’yle değişik zamanlarda yapmış olduğu ikili gizli veya kısmen gizli askeri anlaşmalar bulunuyor.

- Bu anlaşmalar çerçevesinde hava savunma sisteminin de parçası olduğu silahlarda, düşman-dost tanıma sistemi bulunuyor.


- Olayın tamamı irdelendiğinde taktik olarak amacın ne olduğu konusunda bir belirsizlik bulunuyor.


Türkiye ile Suriye arasında iptal olduğu konusunda emare olmayan, taraflarca bazı maddeleri dostane toplantılarda kamuoyuna açıklanmış gizli askeri anlaşmalar bulunuyor. 1998’de imzalanan ve Adana Mutabakatı olarak bilinen anlaşma, Abdullah Öcalan’ın Suriye dışına çıkartılması sonrasında Lübnan’ı da kapsayacak şekilde yapılmış bir askeri anlaşmaydı. Anlaşmanın TSK’nın tek taraflı ve sınırsız yetki ve olanaklarla kontrol edebileceği şartları da içeren maddelerinden bazıları şu başlıkları öngörmekteydi:

- TSK özel kuvvetlerinden iki tim, Suriye sınır kapılarından önceden haber vermeksizin girebilecek, Suriye içindeki her noktayı zamansızca kontrol edebilecek… 

Şu anda Ergenekon davasından tutuklu, zamanın Özel Kuvvetler Komutanlığı Muharebe Arama Kurtarma komutanı Albay Levent Göktaş, emekli olana kadar bu timlerin başında bulunuyordu. Göktaş’ın komuta ettiği timler, Suriye’ye sayısız geçiş ve kontrol gerçekleştirdi.

- Suriye derinliklerindeki ve Lübnan’daki PKK kamp veya barınma/eğitim yerlerinin kontrolü için, kara timlerinin yetersiz veya etkili olmayacağı durumlarda hava unsurlarının da kullanılabilmesi. 

Bu durumda keşif uçaklarının, koordinatları daha önceden belirlenmiş yerlerde, güzergahı sabit olmak üzere kontroller yapması öngörülüyordu.

Öncelikli olan ABD ve İsrail’in çıkarları

Bölgede askeri gizli anlaşmaların yapıldığı bir diğer ülke ise İsrail… İsrail ile yapılan gizli anlaşmaların çerçevesi, bölgesel kurtarma, arama ve insani amaçlı müdahalelerin koordine edilmesi olarak çizilmekteydi. 


Her iki ülke ile yapılan askeri gizli anlaşmalarda üçüncü ülkeleri kapsayan, “bu anlaşma maddeleri ve içeriği üçüncü ülkelerle yapılacak benzeri gizli anlaşmaların hükümlerini engelleyicidir” veya “…değildir” gibi standart bazı maddeler bulunuyor. Bu diplomatik olarak, “başka ülkelerle yapılacak gizli anlaşmaların içeriği benim aleyhime olamaz” anlamını taşıyor.

Askeri anlaşmaların -Türkiye bakımından- hiyerarşisinde en üst düzeyde olanlarının ABD ve eşdeğer içerikte olan İsrail ile yapılan anlaşmalar olduğu biliniyor. Dolayısıyla başka ülkelerle yapılan anlaşmalar şu ibareyi içeriyor: “Ülkeler ile yapılacak olan askeri anlaşmaların ABD ve İsrail'in lehine olması gözetilir ve olanaklarından faydalanması sağlanacak tedbirler birlikte alınır…”

Bu anlaşmaların bazı dönemlerde yenilenmesi, yalnızca propaganda veya güven tazeleme amaçlı olmayıp şunları da hedefliyor:

- Özellikle hava savunma sistemleri, füze sistemleri ve savaş uçaklarının sahip olduğu dost-düşman tanıma sistemlerinin bazı periyotlarla değişen kodlarının ve kapsamlarının güncellenmesi…

- Bütün sistemlerde günlük, haftalık vs. sürelerde, eşzamanlı olarak değişen kodlar bulunuyor. Bu kodlar birkaç şekilde işlevlendiriliyor ve kullanıcıların kontrolü dışında işliyor. Örneğin bir ABD savaş uçağı bir başka ABD uçağını düşman olarak tanımlayamıyor ve her iki pilot istese bile birbirine ateş edemiyor. Diğer yandan bir TSK uçağı ABD uçağını düşman olarak tanıyamaz ve ateş edemezken, ABD uçağı TSK uçağını dost olarak tanımlasa bile, pilotu TSK uçağına ateş edebiliyor. 

- Günlük veya periyodu belirlenmiş sürelerde tanıma kodlarını otomatik olarak değiştiren kartuşlar, üretici veya modernize edici ülke tarafından tek elden imal ediliyor ve silahlara/sistemlere yine tek elden takılıyor. Aralıklarla yenilenen işbirliği ve eğitim vs. anlaşmaları, donanımların sürekliliğini de kapsıyor.

Kesişim kümesi: İsrail

Suriye ordusunun bütün ana sistemi ve muharebe silahları SSCB kökenli olup, modernleştirilmesi Rusya tarafından yapılıyor. Suriye, bu tek yönlü bağımlılığı kırmak adına özellikle Lübnan boşaltıldıktan sonra ana muharebe silahlarını –dolayısıyla yazılımları- Fransa’dan temin etmeye başladı.


Gizli askeri anlaşmalar bazı Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri ile İsrail arasında da yapıldı ve bu kapsamda bölgesel kod kullanımı –silah satışları ve modernizasyon dahil- anlaşmaları imzalandı.


Ortadoğu’da silah, savunma sistemi, savaş uçağı, deniz üstü ve altı deniz araçlarından atılan füzelerin düşman-dost tanıma kodları üç öbekte yer alıyor: ABD, Rusya ve İsrail. Bu üç öbeğin kesişim kümesinde İsrail bulunuyor.

Silah ve sistem satışlarında, “aldığım silah ve sistemi mevcut konsept ve gizli anlaşmalara uyduracaksın” gibi şartlar bulunuyor ve hava savunma sistemi bütün savunma silah ve donanımlarını içeriyor. Tek bir erin kullandığı omuzdan atılan tek kullanımlık füzeler, uçaksavar silahları, akıllı füzeler, radarlar vesaire de buna dahil… Bu sistemlerin uyumluluğu ise taktik ve teknolojik bütünlük arz ediyor.

Suriye nasıl vurdu ya da Türk uçağı neden vuruldu?

Hava savunma silahları üç nesilden oluşuyor:


- Silahı kullananın uçağı sürekli görerek silahtan atılan mühimmatı yönlendirmesi gereken nesil,

- Silahı kullananın mühimmatı attıktan sonra bir lazer noktalayıcı uçağı işaret etmesi gereken nesil,


- At-unut, mühimmatın-füzenin atıldıktan sonra takip-işaret istemeyen ısı algılayıcılarıyla otomatik olarak bulduğu ve vurduğu nesil.


Bu nesillerden sadece sonuncusunda kod, yani dost-düşman tanıma özelliği bulunuyor ve füze, belli süre içinde düşman uçağı bulamazsa, dost uçakları ısı algılayıcısı özelliği ile vurmasın diye kendisini imha eden bir mekanizmaya sahip oluyor… Yani muharebe sırasında füze düşmanı tanır ve ateşlenir, ama uçuş süresi vurmak için yetmeyebilir ve bu arada başka bir silahın ısısını algılar ve onu imha edebilir. Bu süreci geri döndürecek bir komut olamayacağı için füze önlem olarak kendisini imha eder… 

Buraya kadar sıralanan veriler alt alta yazıldığında karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

- Suriye savunma konsept ve donanımı Rusya Federasyonu tarafından modernize ediliyor.

- Türk uçağını vuran füzenin menzil nedeniyle at-unut nesli olma ihtimali yüksek bulunuyor.


- Suriye hava savunma sisteminin dost-düşman tanıma kodları Rusya tarafından oluşturuluyor.


- TSK uçağının silah kod sistemi ise ABD kaynaklı, İsrail modernizasyonu…


- İsrail’in eski Sovyet cumhuriyetlerinden bazılarıyla (Azerbaycan vb.) veya Rusya hava savunma sistemi kullanan ülkelerle (Güney Kıbrıs) silah modernizasyonu anlaşmaları ve askeri işbirliği anlaşmaları bulunuyor.
- Türkiye ile Suriye arasında askıya alındığı ya da iptal edildiği ilan edilmeyen veya bu yönde bir işaret bulunmayan askeri gizli anlaşmalar bulunuyor.


- Benzeri gizli askeri anlaşmaların İsrail ile yapılmış olması ve “üçüncü ülke” olarak İsrail’in lehine işlemesi söz konusu…


Dışişleri Bakanı, Türk uçağının radar sistemini denemek ve eğitim amacıyla uçuş yaptığını açıkladı. Bu uçakların dost-düşman tanıma yazılımlarının modernizasyonu İsrail tarafından yapılıyor. Türkiye ise bir süredir yazılım kodlarını kendi ihtiyaçları çerçevesinde değiştirdiğini ileri sürüyor. 

Türkiye'nin mevcut anlaşmalar çerçevesinde bölgede rutin kontrol yapabileceği de göz önünde bulundurulduğunda, bazı noktalar dikkat çekiyor. 

Öncelikle, Davutoğlu mevcut anlaşmalar çerçevesinde Türkiye'nin bu tür rutin kontroller yapabileceğinden hiç söz etmedi. Bu anlaşmaların halen yürürlükte olup olmadığının ve kapsamının kamuoyundan gizli tutulması, bu koşullarda, daha yakıcı bir tartışma konusu. Zira hangi tarafın, diplomatik olarak ne tür konuları ihlal ettiği konusunda kamuoyu kasıtlı olarak bilgilendirilmemiş oluyor.

İkinci konu ise Suriye hava savunma sisteminin Türk uçağını “dost” olarak tanımamış olması ile ilgili ihtimaller... Burada iki ihtimal ortaya çıkıyor: Ya uçağın bu şekilde algılanmasını engelleyen bir müdahale gerçekleşti ya da füze sisteminde gerekli yazılım ve kod değişimi işleminin yapılmadı...

Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamada bu önemli soruyu yanıtsız bırakarak, apar topar konuyu NATO gündemine sokmaya hazırlanıyor. Her durumda Türkiye'nin aylardır Suriye'ye karşı yürüttüğü tacizkar politikanın iki ülke halkları açısından yarattığı tehlikelerin kanlı canlı bir başka örneği ile karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir.

(soL-Dış Haberler)

25 Haziran 2012 Pazartesi

Bir Halkın Onuruyla Oynamayacaksın!..

Eğer şeref, onur diye bir üstün değer yargısından haberin varsa, bir halkın onurunu eğlencelik yaparcasına ülkesini işgal etmeyecek, onurunu ilkel dünyada eğlencelik yapıp, çiğnemeyeceksin!..
Bunu yaparsan, isyan meşrulaşır, evrensel hak olur. İsyan büyüyerek, çağın en son teknolojisiyle donanımlı ordunla meydan savaşına girme aşamasına gelir. Halk isyanını devletin kesintisiz terörüyle engelleyemezsin. Yalan maratonları, "ben senin xulamınım abi, elini ver öpim" yaltaklanmaları, işportacı kurnazlığının yalakalığıyla onları kandırıp, uğrunda hayatlarını adadıkları davalarından vazgeçiremezsin.


Öldüre öldüre bitireme planları, vahşi işkenceler, cinayetler, toplu kırım, yangınlar ve insanlık suçu zehirli gazlar, napalm bombaları çözüm değildir. Hiç bir dönem ve coğrafyada çıkar yol da olmadı.
 Kürtlere, "iyiliğiniz için çocuklarınızı öldürüyoruz" propagandası ise insanlıkla alay etmektir. TC’de bu yapılıyor.


Topyekün savaş ve toplama kamplarıyla Kürdistan'a yayılanlar, utanmazlığın benzersiz örneğiyle Kürtlere dönüp, "seni ve teröristi ayırıyorum" diyebiliyor.


Terörist dediği ise onun oğlu, eşi, dayası, amcasıyla çocukları, başka bir deyişle bütün bir halktır.


Halkın canından can almayı, ona iyilik olarak sunuyor, rejimin başı. Onurunu ezmeyi de insalık olarak…


Oysa Kürdün ülkesi işgal altında, mensubiyeti talan edilmiş, kimliği suç sayılmış bir halk sözkonusudur. Bir Kürt olan Ahmet Koca, yolunu kesen polisin yanında, kardeşiyle Kürtçe konuşunca terörist oluyordu. Yedi polis, kadınlı, erkekli, çocuklu ailesinin gözü önünde genç adamı linç etmeye kalkışıyordu. Adaletleri, Adana’da Mehmet Tahir İlhan adındaki sağır ve dilsiz bir Kürt’ü PKK propagandası yapma suçlamasıyla 8 yıl hapis cezasına çarptırıyordu. Kararın suç delili, üstünde çıkan krem kutusu ve evindeki renklerdi.


Genelkurmay Başkanı ve Başbakan "ne çok Kürt öldürdük" diye övünüyorlardı.


Ta başından beri, bu böyleydi. Ölüme ara verildiğinde Kürtlerin yeri toplama kamplarıydı. Gerisinde de satın alınmış, kiralanmış Kürt figürlerin gölgesinde entrikaydı. Entrikanın mihveri ve temeli ise böl-yönet…


Bugüne kadar hiç biri, ben ne yaptım, hangi herzeyi yedim de bir halk isyan etti diye düşünmedi. Çünkü düşünmenin temelinde insanlık, insanca çözüm vardı, o da bunlarda yoktu.


KCK adıyla girişilen tutuklamalar, adı konmamış parti kapatmaydı. Recep Tayyip’in son açıklamasına bakılırsa, entrikanın son hamlesi BDP’yi parçalamaktı. Bunu başararak meyveyi almak ve davayı halletmek istiyordu. Recep’e göre, bu iş de pişmek üzereydi.


Bu çözüm mü? Böl ve yönetle Kürdistan meselesi bitseydi, onlardan öncekiler rahat uyurlardı. Üstelik ellerinde sayısız kiralık Kürt varken, bunlara yenilerini eklemek ne işe yarayacak? Çünkü geride isyancı milyonlar var. Gidenin yerini doldurmaya hazır bekleyen milyonlar…


O halde, böl ve yönet entrikası çözüm değil, son nafileliktir…


AKP rejimi, kiralık adam yerine kullandıklarından bazılarının yakasına Kürt aydını etiketi takılarak, televizyonlarda rejimin propaganda bülbülü olarak öne sürülüyor, kimileri gazeteci, yazar oluyor, bazıları milletvekili payesiyle vitrin süsü yapılıyordu.


Bunlar, yalan satarak ücretlerini çoğaltıyor, bu arada Kürt halkının kendi kanıyla kanırtarak, işgalcilerden kopardıkları kazandıkları AKP rejiminin ihsanı, vicdanının lütfü olarak sunuyorlardı.
Ahmet Altan, dünkü yazısında mücadelenin, küçük de olsa kazanımlarını şöyle anlatıyordu:


"PKK ilk kurulduğunda bu ülkede "Kürt” denemiyordu, sokakta Kürtçe konuşulamıyordu, Kürtçe şarkı söylemek hayatından vazgeçmek anlamına geliyordu. Kürtün, Kürtçenin varlığını bu ülkeye "silah” kabul ettirdi, bu bir gerçek. Ne yazık ki korkunç bir sağırlıkla hastalanmış kulaklar ancak silah sesiyle açıldı.”


Demek ki Kürtler, bir şeylere sahip olduysa, bu bir bağış değildir. Kanırta kanırta aldılar. En başta da, adanmış gençlerin can siperane fedakarlığıyla...


Partili olmayan (bağımsız) Diyarbakır milletvekili Leyla Zana da, seçim sürecinde bu gerçeğin izinden gidip, geleceğe bakarken, "Gerilla Kürt halkının sigortasıdır” demişti.


Leyla Zana gerçeği, doğruyu söylemişti. Ayrıca kazanımlar, AKP dönemine de ratlamıyordu. AKP yokken Kürtçe konuşma yasağı kalkmıştı. Bu insaniyetlerinden değil, önünü alamadıkları içimdi.
Generaller, Milli Güvenlik Kurulunda, Kürtlere Kürtçe propaganda yapacak bir televizyonun gerekliliğini karar haline getirirken, Türk televizyonlarından ilk Kürtçe seda yayılırken, AKP şeflerinden kimileri, henüz İstanbul’daki Mahmutpaşa, kimileri de Kasımpaşa pazarlarında işportacılık yapıyor, gelen, geçene bozuk malı sağlam diye satmaya çalışıyorlardı.


GAP televizyonu yayındayken onlar henüz, önünde elpençe divan durup, iki elini birlikte öptükleri Erbakan'ı devirme entrikalarına başlamamışlardı. TRT’de Kürtçe yayın, Olaganüstü hal rejiminin kalkması, AKP’den önce kararlaştırılmıştı, Milli Güvenlik Kurulunda. AKP bunlarla övünüyor, ama hazır buldu.


Böl ve yönet entrikası da yeni değildir. Ağa babaları, bunu hep deneye geldiler. Ama çözümse eğer, sonuç ortada...


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Yeni Osmanlıcılık Akdeniz'e Gömüldü

 'Komşularla sıfır sorun' diye yola çıkıp Osmanlı hayaline kapılan, İsrail Cumhurbaşkanı'na meydan okuyup sahiplendiği bir gemiyi İsrail'in vurmasıyla sarsılan Türk devleti, Irak savaşındaki tavrından duyduğu pişmanlıktan dolayı Suriye'de başı çekmeye kalkışınca beklenen an geldi.

Bir Türk savaş uçağının hava sahası ihlali yaptığı için cuma günü Suriye tarafından düşürülmesinin yankıları sürüyor. Ankara, bütün bileşenlerin çıkış ararken, uluslararası güçlerden henüz sahiplenici bir tavır gösterilmedi.

Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçağı, Suriye topraklarını ihlal ettiği için Suriye tarafından vurularak düşürüldü. Uçağın iki pilotunun bulunması için ortak arama yapılırken, Brezilya’dan dönen Başbakan Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen “güvenlik zirvesi”nin ardından yapılan yazılı açıklamada, “Uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır” denildi ve “Türkiye olayın tam olarak aydınlatılmasının ardından nihai tavrını ortaya koyacak, atılması gereken adımları kararlılıkla atacaktır” ifadeleri kullanıldı.

‘Bizim hava sahamıza girdi’


Bu açıklamadan kısa bir süre sonra konuya ilişkin Suriye Savunma Bakanlığı da yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “Türk jeti bir kilometre topraklarımıza girdi. Hava sahamızda sınır ihlali gerçekleşti. Türk jeti karasularımız üzerinde alçak uçuş yapıyordu. Hedefi vurduktan sonra Türk uçağı olduğunu tespit ettik” ifadeleri yer aldı.

‘Uçağın hızından olabilir’


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yaptığı açıklamada, “Jet uçaklarının deniz üzerinde uçarkenki sürati düşündüğünüzde, sınırlara kısa mesafeli olarak girilip çıkılması rutindir biraz” diyerek sınır ihlali yapılmış olabileceğini söyledi. Gül ayrıca, “Neticesi çok ağır olduğu için detayları incelemeden net bir açıklama yapılamaz. Gereken yapılacaktır” diyerek üstü kapalı tehdit etti.


Muhalefet ise olaya temkinli yaklaştı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu , “Üzücü bir olay. Uçağımızın düşürülmesi bizim kabul edebileceğimiz olay değil, ama bunun soğuk kanlılıkla ele alınması, tahlil edilmesi, sorgulanması gerekiyor. Aklımızda pek çok soru var. Bunların henüz yanıtını almış değiliz. Umuyorum, önümüzdeki süreç içerisinde Türkiye olayı sağlıklı değerlendirir. Diplomatik kanalların açık tutulması gerekiyor” diye konuştu. CHP’nin diplomat kökenli Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, “Bu aşamada önceliğimiz pilotlarımızı canlı olarak bulmak olmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.

‘Uçağın orada ne işi vardı’


BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak ise diğer siyasilerden farklı bir yaklaşım sergiledi. Kışanak Türkiye’nin son dönemlerde müdahale yanlısı bir tavır sergilediğini söyleyerek şöyle konuştu: “Olay Türkiye’nin Suriye, Ortadoğu politikasını sorgulamamıza vesile olabilecek önemli bir gelişmedir. Başımıza ne dertler açacağı, Türkiye’yi nerelere sürükleyeceğinin bir işareti olmuştur. Buradan yola çıkarak milli bir gururmuş gibi bu işi tanımlayıp, toplumu böyle hazırlayıp, bir müdahale ve bir sıcak çatışma sürecini başlatma yaklaşımı varsa, herkesin bunun karşısında durması lazım. Uçağın orada ne işi vardı, hangi görev için gitti, niye sınır ihlali yaptı, bunların cevabını veremiyorsa bu büyük bir problemdir.”


Başbakan liderlerle buluştu


Başbakan Erdoğan önceki gün bütün gün Suriye’de düşürülen uçağı ilgili değerlendirmelerde bulunduktan sonra, dün de TBMM’de grubu bulunan muhalefet partisi liderleriyle ayrı ayrı görüştü. Liderlere birer mektup gönderen Erdoğan, saat 14.00’te CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile, saat 16.00’da MHP lideri Devlet Bahçeli ile, saat 18.00’de ise BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile görüştü. Görüşmeye Dışişleri Bakanı ile Genelkurmay İkinci Başkanı da katıldı.

Suriye'ye nota


Türk uçağının Suriye tarafından düşürülmesinin üzerinden üç gün geçtikten sonra Ankara, Şam yönetimine nota verdi. Nota Suriye'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na yazılı iletildi.

Davuoğlu, TRT'ye konuştu


Uçağın düşürdüğün günün gece yarısı Başbakanlık'tan yapılan yazılı açıklamanın dışında toplantılarla zaman geçiren Ankara, dün geniş açıklama gereği duydu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türk devlet televizyonu TRT'ye çıkarak, uçaklarının uluslararası sularda vurulduğunu, bütün teknik ve istihbari bilgilere sahip olduklarını belirterek, gerekenin yapılacağını söyledi. 


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin NATO nezdinde girişimlerde bulunduğunu açıkladı. Davutoğlu, “ NATO Konseyi’nde yapılacak toplantıda 4. madde çerçevesinde bilgilendirme yapılması için talimat verdim. Bu saldırgan tutumun arka planı ortaya konulacak” diye konuştu. Davutoğlu ayrıca, başta bölge ülkelerinin temsilcileri ve P5 ülkeleri (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri) olmak üzere 15 ülkeden muhataplarıyla görüştüğünü de söyledi. Davutoğlu, tüm uluslararası kamuoyunun bu süreçte Türkiye’nin elindeki veriler ışığında bilgilendirileceğini belirtti.

Başbakan'nın nutku yarın


Türk Başbakan Erdoğan'ın detaylar ve Türkiye'nin yol haritasıyla ilgili yarın AKP Grup Toplantısı'nda açıklama yapacağı bildirildi.



AB de konuyu görüşecek

AB dışişleri bakanları, Suriye gündemiyle yarın Lüksemburg'da toplanacak. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton'ın sözcüsü Maja Kocijancic, toplantıyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Suriye zaten öncelikli gündem maddesiydi. Bu konu da (Türk askeri uçağının düşürülmesi) muhakkak ele alınacak" dedi.

Yarınki toplantıda AB üyelerinin alacağı tutum, Türkiye'nin girişimiyle Salı günü toplanacak NATO büyükelçilerinin (Kuzey Atlantik Konseyi) toplantısından çıkacak kararla ilgili önemli gösterge olacak.

ABD temkinli!


ABD Dışişleri sözcüsü Victoria Nuland, Türk askeri uçağının düşürülmesiyle ilgili “Konu henüz NATO’nun gündemine getirilmedi. Şu noktada tüm gelişmeleri izliyoruz, Türkiye’nin açıklama yapması daha doğru. Talep olursa arama çalışmalarına katılırız” dedi.

BM diploması önerdi


BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun da ‘durumu yakından takip ettiği ve bu ciddi olayın iki tarafça itidalle ve diplomatik kanallar yoluyla ele alınmasını umut ettiğini’ belirtti.


Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, olayın tam olarak araştırılmasını isteyerek, “Büyük endişe içerisindeyim. Zaten gergin olan bir durumun daha fazla tırmanmaması için her şeyin yapılması lazım” dedi.


İngiltere ise Suriye'yi kınadı ve Türkiye'ye desteklerini tekrarladı.

Pilotlardan haber yok


Bu arada üç gündür Akdeniz'de arama faaliyetlerini sürdüren Türk devleti, uçağın enkazına ve iki pilota ulaşamadı.


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA