9 Aralık 2011 Cuma

Şike Kardeşliği

Şike olayında AKP içinde farklı sesler ortaya çıktı. Bu konuda bir tartışma yaşanıyor. Hükümet, Cumhurbaşkanı’nın onaylamadığı yasayı değiştirmeden geri gönderecek. Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında görüş farklılığı mı çıktı, yoksa bir rol paylaşımı mı üstlenilmiş, bu konuda bir şey söyleyemeyiz. Ancak kamuoyundan bazı şeylerin saklandığı kesindir.

Şike operasyonu aslında siyasi alanda kayma yaşayan iktidar merkezinin futbol alanına kaymasını sağlamaya yönelikti. Çünkü futbol bugün bir ekonomik sektör haline gelmiştir. Kuşkusuz sadece bununla sınırlı değildir. Toplumları uyutmada futbolun gerçek anlamda bir afyon niteliği taşıdığı da tartışmasızdır. Kapitalist modernist sistem toplumu 3 ‘S’ ile kontrol altında tutmaktadır: Spor, seks ve sanat. Bunlar siyasete ve ticarete bulaştırılmaması gereken üç olgudur. Ne var ki her üçü de siyasete ve ticarete bulaştırılmıştır. Kapitalist sistemin toplum için ‘kanserli sistem’ tanımlamasını hak etmesi en fazla da bu üç alanı siyaset ve ticaret alanı haline getirmesi nedeniyledir.

Türkiye’de futbol özellikle Kürt halkının mücadelesinin geliştiği dönemde tam bir özel savaş aracı olarak kullanılmıştır. Türk devleti zaten Kürtlere karşı bir özel savaş devleti olarak şekillenmiştir. Bu özel savaş devleti karakteriyle Kürtler Türk uluslaşması içinde eritilip yok edilmek istenmektedir. Bu nedenle siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, eğitsel ve diğer alanlar Kürtleri yok etme amaçlı kullanılmaktadır. Futbol her dönemde toplumları uyutma aracı olarak kullanılmıştır. Ama Kürt halkının mücadelesi gelişince, futbol tamamen özel savaş sisteminin kontrolüne geçmiştir.

“Futbolda da Ergenekon var” belirlemesi doğrudur. Futbol özellikle 1990’lı yıllarda tamamen derin devletin kontrolünde olmuştur. Haluk Ulusoy’un Futbol Federasyonu Başkanı olduğu dönemi böyle değerlendirmek gerekir. Kimin şampiyon olacağı, kimin ligden düşeceği, kimin lige çıkacağı siyasi ortama göre belirlenmiştir. İnsanlar statlara sanki adil bir yarış varmış gibi koşmuşlar, ama sonuçlar kapalı kapılar arkasında belirlenmiştir. 1990’lı yıllarda hakemler tamamen kendilerine verilen emirlere göre hareket etmişlerdir. Bunlar futbol camiası içinde çok konuşulmuş, ama hiç kimse açıktan bu durumu gözler önüne sermeye cesaret edememiştir.

Şike tartışmaları gündeme geldiğinde, “Devlet de şike yapıyordu” dedikodularının yapılması bir gerçeği ifade etmektedir. Diyarbakırspor’un devlet isteğiyle Birinci Lige çıkarıldığını herkes biliyor. Ancak devlet şikeleri ve ayarlamaları sadece Diyarbakırspor’un Birinci Lige çıkarmasıyla ilgili değildir. İstanbul MİT Şube eski Başkanı ve Beşiktaş Kulübünü yıllarca yönetmiş olan Süleyman Seba’nın ‘şerefli ikincilikler’den söz ettiği bilinmektedir. Süleyman Seba Kürt gençleri içinde sayın Abdullah Öcalan’dan dolayı Galatasaraylıların çok olduğunu bilmektedir. Kürt gençleri ‘terör örgütü’ne katılmasın diye yıllarca Galatasaray’ın şampiyon yapıldığı spor camiasının derinliklerinde konuşulur. Bu nedenle Süleyman Seba ikincilikleri bir şeref olarak görmüştür. Bu yıllarda futbola devlet tarafından önemli düzeyde kaynak aktarıldığı bilinen diğer bir gerçektir. En son devletin örtülü ödeneğinden Trabzonspor’a para aktarıldığı basına yansımıştır. Ne var ki Van’da görüldüğü gibi devlet elini cebine atmamıştır.

Şike operasyonu İstanbul takımlarının ve İstanbul sermayesinin futboldaki hakimiyetine son vermek için yapılmıştı. Bu operasyon anlaşıldığına göre bazı delillere dayanmaktadır. Zaten geçen seneki Fenerbahçe-Trabzon yarışması futbol camiasını şaşırtıyordu. Her iki takım daha önceki lig tarihinde olmadığı kadar üst üste galibiyetler alıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki, Fenerbahçe de Trabzon da şampiyon olmak için iddianameye yansıyan biçimde şike tanımına giren olaylara karışmıştır. 

Herhalde Fenerbahçe Trabzon’dan daha becerikli çıkmış ve ipi göğüslemiştir! Trabzonspor da şike iddianamesi içinde yer almaktadır, ama iddianamenin esas olarak İstanbul sermayesinin futboldaki hakimiyetine yönelik olduğu anlaşılıyor.

Ancak şike operasyonu yapıldıktan sonra devletin derinliklerinden ya da istihbarat birimlerinden belirli raporlarla müdahalede bulunulmuştur. Bu nedenle sporda şiddet yasası değiştirilerek bu operasyondan büyük takımların zarar görmemesi hedeflenmiştir. Belki bazı yöneticiler bir süre cezaevinde yatırılacak ve bulundukları konumdan uzaklaştırılacak, ama esas olarak üç büyük takım ve Trabzonspor bu davadan yakayı sıyıracaklardır.

Türkiye’de Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş toplumun uyutulması ve apolitikleştirilmesinde önemli bir rol oynuyorlar. Trabzon da Karadeniz bölgesinde böyle bir rol oynuyor. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın oynadığı toplumu uyuşturma rolünü diğer takımlar yerine getiremez. Üç büyük takım Türkiye’nin ulus-devlet takımlarıdır. Adanaspor Adanalıyı, Eskişehirspor Eskişehirliyi, Bursaspor Bursalıyı etkiliyor, apolitikleştiriyor. Ama Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ise her yerdeki insanları uyutuyor. İşte bu nedenle yeni şike yasasıyla Fenerbahçe ve Beşiktaş kurtarılıyor. Zaten Galatasaray Kürt gençlerini uyutmak için yıllardır kullanılıyor ve şampiyon yapılıyor. Özellikle Kürt sorununun ciddi olarak gündeme geldiği ve Kürt mücadelesinin arttığı dönemde Galatasaray’ın şampiyon olması tercih ediliyor. Siyasi durum dikkate alındığında, bu sezon şampiyonun Galatasaray olması büyük bir olasılıktır.

Türkiye’de futbol başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halkına karşı tamamen bir psikolojik savaş aracı olarak kullanılıyor. Bu konuda Türkiye’de önemli bir sonuç da alınmıştır. Ancak son şike olayları göstermiştir ki, seyirciler stadyumlarda aldatılıyor, tüm seyirciler aptal yerine konuluyor. Bu durum toplumda futbol olgusuna karşı güvensizliği ortaya çıkarmıştır. Böylece devletin en önemli uyutma araçlarından biri önemli bir yıpranma yaşamıştır.

Kuşkusuz tüm futbolcular bu tezgahın içinde değil. Onlar bir yarış varmış gibi ter döküyorlar. Ama sonucu özel savaş devletinin federasyon içinde üslenmiş ekipleri belirliyor. Futbolda da Ergenekon vardı. Şimdi bu Ergenekon’un da karakteri değişiyor. Futbola artık yeşil Türkçü Ergenekon hakim kılınacaktır. Haluk Ulusoy Federasyonu başta olmak üzere eski federasyonlardaki ekip yerine, şimdi AKP denetimindeki derin yapı hakim kılınacak. Şamil Tayyar “Futbolda Ergenekon var” diyor. Ama hiç merak etmesin, futbol camiası içindeki yeni Ergenekon kendilerine yakın olanlardan seçilecek! Öte yandan uzun süredir federasyon içinde bu işlerle uğraşanlar da hükümete biat edeceklerdir.
Devlet ve AKP şimdi kalkıp eski defterleri karıştırırsa, elindeki büyük psikolojik savaş silahını kaybeder. Bu nedenle devlet bizzat şike yaparak şike yasasını yeniden Cumhurbaşkanı’na gönderecek. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi, toplumun demokratikleşmesiyle ilgili çok acil yasalar konusunda adım atmayan partiler şike kardeşliği üzerinde birleşmişlerdir.

Şimdi yapılması gereken toplumu ve özellikle de seyircileri bilinçlendirmektir. Seyirciler statlara giderek kendilerini aptal yerine düşürmemelidir. Bu devletin ali menfaatleri kimin şampiyon olmasını gerektiriyorsa o takım şampiyon oluyor.

Şike yasasıyla bireylerin kurtulacağı ve hapisten çıkarılacağı söyleniyor. Bu tür değerlendirmeler yaşanan durumları basitleştirmektedir. Bu yasayla bireylerden çok özel savaşın hizmetindeki ‘futbol alaveresi’ kurtarılmaya çalışılıyor.

Herhalde hükümet ilk önce siyaset alanındaki eksen kaymasını futbolda da yapmayı hedefledi. Ancak sorunun sadece bir endüstri değil, psikolojik savaş boyutu olduğunu anlayınca, şimdi bu davayı uygun biçimde bitirmeyi planlıyor. Kuşkusuz bundan sonra İstanbul kulüpleri de siyasi eksen kaymasına uygun davranacaklardır. Ona göre yönetimler giderek el değiştirecek ya da mevcut hükümetle uyumlu hale geleceklerdir.

Güney Kürdistan'da Fethullah’ın Ayak İzleri

Güney Kürdistan’ın yarı bağımsızlığı, bir ya da bir kaç kişinin öncülüğünde kazanılıp, birden bire inşa olunmadı. Kürdistan ulusalcılığının birikimi, kan tortusudur Güney.

1789’daki Fransa ihtilalinden sonra, yer yüzüne yayılan ulusal (milliyetçi) dalga, sanıldığı gibi Kürdistan’a gecikerek ulaşmadı. Kürdistan ulusal bilinci 1800’de ete, kemiğe bürünüp, başkaldırıya dönüştüğünde Yunanlılar, Bulgar, Arap, Sırp ve Ermeniler henüz arayıştadaydı. Yunanlıların ses getiren ilk başkaldırısı 1826’dadır.

Kürdistan, ulusal kurtuluş mücadelesi, Şeyh Übeydullah’ın Nehri’den İran içlerine yürümesi misalinde görüldüğü üzere, bir bütündü. Birinci Dünya Savaşından sonraki parçalanmaya rağmen bütünlük ruhu, hep yaşadı. Mellê Mistefa Barzani liderliğindeki Kürtler 1925’den sonra imkanları ölçüsünde, Kuzeylilerin imdadına koştular. İran’daki Mahabad Kürt Cumhuriyeti, yine genel dayanışmanın ürünüdür. Bir parçadaki hareketlilik, ötekinin moralini tetikledi.

Kürdistan ulusal geleneği gereği, ekmeğin bölüşüldüğü kardeş evi olarak kaldı. Yakın tarihte 1988’de soykırıma uğrayan Güneyliler, sığınmak için, Türklerin kapısını çalmadılar. Esir statülülü Kuzeyli kardeşlerinin evlerine aktılar. (Birleşmiş Milletler, Türklerden giriş izni ve barınma imkanını satın aldıktan sonra kapılar aralandı)

Bu gün Mahmur kampında yaşayan Kuzeyli Kürtler, 1992’de Türklerin kırımından kaçarken, Arap yönetimine değil, Güneyli kardeşlerine sığındılar. Kısacası, icat edilmiş sınırlar, Kürdistan’ın geleneksel kültürü olan „dara düşen kardeşe yardım“ ruhunu öldüremedi. Dayanışma hep sürdü.

O nedenle, her Kürdün öteki parçada „ked“ ve emeği var, ama yine Kürdistan geleneği gereği, „kardeş evinde olanlara karışmama“ kuralı da vardır.

Kuzeylililer bu gün, Güney’i göz bebekleri kadar nadide görmekte, tapınılası kutsal olarak bakmakta, yanlışlarına rağmen, iç işlerine asla karışmamaktadırlar. Güney’in liderlerinden Mesud Barzani’nin, düşmanlarının kışkırtmalarına rağmen, „Kürtlerin birbirini ödürme dönemi kapandı“ yani „bıra kuji qediya“ sözünü de, Kürdistan’daki rönesan olarak anlamak, değer biçmek gerekiyor.

Parçalanmış ve her parçası ayrı rehin alınmış, yer yer esir muamelesine tabi tutulmuş Kürdistan parçalarında, bu gün de ulusal bilinçle dayanışma kültürü zirvede, ama bu, eleştiri hakkını da ortadan kaldırmıyor.

Güney’in kısmen kurtuluşu, paha biçilmez bir kazanç, aynı zamanda seçilmiş ve darbelerle iş başına gelmiş diktatörlükler çemberi olan bölgede, siyasal, sosyal ve ekonomik alanları da kapsayan örnek teşkil edecek demokrasinin inşaası için büyük bir fırsattı. Ama olmadı. Bireysel hırsın doğurduğu aç gözlülük, çevreden etkilenme görgüsüzlük debdebesi fışkırdı. Siyasal, sosyal ve ekonomik demokrasinin ayağı topal kaldı.

En kötüsü, ülkeyi ele geçirmek için, aç kurtlar gibi dişlerini çak çak birbirine vurarak bakanlara fırsatlar sunuldu. Avrupa ve dünyanın dört bir yanından teknoloji, mal ve hizmet satın alma imkanı varken, iç işlerine el atıp, karıştırmaya, fitne, fesat tohumları ekmeye mevzlenmiş düşmanlarına, kapılarını ardına kadar açtılar. Hem de işgal senaryolarını açıktan açığa tartıştıkları, Başbakan’ın „Kürdistan, Arjantin’de de kurulsa müdahale ederiz“ tehditleri savurduğu bir sırada…

Her şey bu kadar ayan-beyanken, Türk ırkçılığını, din palası altında saklayan, her türlü karıştırıcılık ile kini ibadet adı altında yayan Fethullah Gülen tarikatına „buyur buradan kazan“ dediler. Okullar inşa edip, öğretmen maaşlarını ödeyecek paraları yokmuş gibi ne idüğü belli Gülen tarikatına, arsa tahsis edip, çocukların körpe beyinlerini teslim ettiler. Başka bir deyişle, gırtlaklarına sarılması için, belayı satın alıp, ithal ettiler. TC’nin ekonomik alt yapı işgalini, Gülen tarikatı ağıyla tamamladılar.

Oysa biliniyor. Bunlar, asla azla yetinmiyor, bulundukları yerde misafirlik nedir bilmezlikle, hepsini istiyorlardı. Rusya’dan kopan cumhuriyetlerden, bu had bilmezlik yüzünden kovulmuşlardı.

Bunlar için, kazanç yolunda her şey mubahtır, çünkü. Gülen, TC’de tek başına İran’daki Ayetullahlar meclisi konumundadır. Mutlak efendi, ağzından çıkan fetva, yerine gelen talimattır. Yeri geldiğinde faiz haram, ama Gülen tarikatı „Bank Asya“ ile bankerdir. TC’de genelevler devlet denetimindedir. Devlet payını veri olarak almaktadır. Tarikatın televizyonları, yeri geldiğinde „fuhuş“ dedikleri aşk filmleri satıyor, Güneyde hedef gösterdikleri masaj salonları, alkol satış yerleri TC’de sıram sıram.

Kürdistan Başkanı Mesut Barzani ise Amerika’dan izinli, Gülen dini, tarikatı destekli Müslüman Kardeşlerin, „Arap Baharı“ adını yeni dalga darbenin ayak seslerini anlamamakta hala direniyor, şaşkınca etrafa bakıyor. Süleymaniye, Duhok ve Zaho’da masaj salonları ve alkollü içecek satan dükkanlara saldırılara bakıp, „Kürdistan bölgesi dini ve ulusal farklılıklar için birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünün bir örneğidir. Çıkan birkaç olay bu kültürü zayıflatmayacaktır“ diyordu, Türk dostu ve Fethullah davetkarı olarak...

Barzani, kimsenin inancına, yaşama biçimi, ne yeyip içtiğine, kimin ne yaptığına dönüp bakmayan Kürdistan kültürünün aşınmasına hayıflanıyor, ama kurtarılmış ülkenin içten içe kuşatılmasında, „Arap Baharı” tezgahının kapıda, gırtlağına saplanacak kamanın gün ışığında ışıldamasında, katkısı olduğunu hatırlamıyordu.

Yazık, ama yine de hiç bir şey için geç değil...

Tarikat ve Cemaat Sermayesinin Yükselişi-2

Şehirlere akın eden yoksullara, Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş sebebiyle boşaltılan ve yakılan köylerden zorunlu olarak şehirlere göç eden Kürtler de eklenmiştir. Bütün mal varlıklarını ve yaşam imkanlarını yitiren bu insanlar ücret konusunda pazarlık yapacak konumda değildir.

 Türkiye’de yüksek ekonomik büyümeden kimler faydalanıyor? - II -

İstatistiki verilere baktığımızda Türkiye ekonomisinin son on yılda 2009’daki yüzde -4,5’lik negatif büyüme haricinde sürekli pozitif bir büyüme hızına sahip olduğunu görürüz. 2008’deki yüzde 0.4’lük düşük büyüme haricinde Gayrisafi Milli Hasıla 2003’te yüzde 4.9 ve 2007’de yüzde 4.7 oranında büyümüştür. Türkiye Ekonomisi geri kalan altı yılda ise yüzde 5’in üstünde yüksek ekonomik büyüme hızlarıyla büyümüştür (bkz. Grafik 1), Bu yüksek büyüme oranları gelişmekte olan bir ekonomi için normal sayılmakla birlikte büyük bir başarıdır da. Kalkınmış ülkelerin bu büyüme oranlarını yakalamaları oldukça zordur.

Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) bir ülke ekonomisinin yıllık büyüme düzeyini göstermesi bakımından önemlidir, fakat tartışmasız (harika) bir gösterge değildir. Daha çok farklı ülke ekonomilerinin büyüme oranlarının karşılaştırılmasını mümkün kılan bir gösterge olarak kullanılır. Bir ekonominin büyüme hızı, sözkonusu ülkede bir yıllık zaman dilimi içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin bir önceki yıla göre artış oranıdır. Bu oran bir yılda üretilen değerin çeşitli toplum kesimlerine nasıl dağıldığı ile ilgili bir bilgi vermez. Üretilen mal ve hizmetlerin niteliği hakkında bir bilgiyi de içermez. 

Gelişmekte olan bir ülkede barınma, yol, elektirik, su, kanalizasyon gibi, insanların temel olarak ihtiyaç duydukları mal ve hizmetler o ülkedeki yatırım ve üretimin asıl konusunu teşkil ederler. Bu temel işlerin yapılabilmesi için gerekli finasman kaynakları bulunduğu sürece yıllık büyüme hızını çok üst düzeyde gerçekleştirmek mümkün olur. Türkiye’deki büyümenin motorunu bu temel mal ve hizmetlerin üretimiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik büyüme; yeni ürünlerin piyasaya sürülmesi, üretimde yeni teknolojilerin kullanılması daha çokta hizmet sektöründeki yüksek nitelikli işgücünün artan verimliliğine dayanmaktadır. Bu sebeplerle gelişmiş ülkelerde üretilen mallar ve hizmetlerin niteliği „gelişmekte olan“ bir ülkedeki mal ve hizmetlerden içerdiği emek-teknoloji yoğunluğu bakımından genellikle farklıdır. 

Ekonomik büyümenin bütün toplumsal kesimlerin günlük yaşamına yansıması için üretilen ekonomik değerin „adeletli“ bir dağılımının gerçekleşmesi gerekir. Türkiye ekonomisini Avrupa Birliği İstatistik Kurumunun (EUROSTAT) kullandığı Satınalmagücü Standardı (SGS) göstergesine göre bir kaç AB ülkesi ile karşılaştırırsak Türkiye’de yaşayan insanların yaşam sıtandardını biraz daha iyi anlamak mümkün olur.
Türkiye’de yaşayan bir tüketici Avrupa birliğine üye bazı ülkelerde yaşayan tüketicilerle Satınalmagücü Standardına göre karşılaştırıldığında (bkz. Gafik 2) oldukça düşük bir SGS’ya sahiptir. Kötü ekonomik durumu Avrupa Birliğin’de halihazırda yaşanmakta olan ekonomik krizin sebeplerinden biri olarak belirtilen Yunanistan’ın Satınalmagücü Standardı’nın Türkiye’nin yaklaşık iki katı olması dikkat çekicidir. Bu istatistikten çıkarılabilecek başka bir sonuç ise Romanya haricinde eski sosyalist bolok üyesi olan birçok ülkenin de SGS‘nin Türkiye’den daha yüksek olmasıdır.

Türkiye’de işsizlik ve çelişkili istatistikler

Türkiye’de gerçek işsizlik oranının yüzde kaç olduğu tartışmalıdır. İşsizlik sigortası sistemi oldukça yenidir ve herkesi kapsamamaktadır. Bütün işsizler kayıt altına alınmamıştır. Özellikle tarım kesminde kayıtdışı çalışma oldukça yaygındır. İşsizlik parası alabilmek için en az 120 gün kesintisiz olmak üzere son üç yılda 600 gün pirim ödemiş olmak gerekir. Bunlara ek olarak çalışanın kendi istek ve kusurları dışındaki bir sebeple işini kaydetmiş olması gerekiyor. Türkiye İş Kurumu (İŞKUR)’na ancak bu kolay yerine getirilmesi mümkün olmayan şartları dolduran kimseler başvurabilmaktadirler. Dünya Bankası’nın verilerine göre Türkiye’de işsizlerin sadece yüzde 4’ü işsizlik parası almaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun açıkladığı işsizlik rakamları İŞKUR’un kayıtlı işsizlik verilerine dayanmaktadır. Bu sebeple gerçek işsizlik oranının TÜİK’in açakladığı oranın üstünde olduğunu söylemek tereddütsüz doğrudur. Ki bazı araştırmalara göre işsizlik oranı resmi olarak açıklananın en az iki katı kadardır.
TÜİK göre 2010 yılı Mayıs ayında yüzde 11 olan işsizlik oranı Mayıs 2011’de yüzde 9.4 gerilemiştir (2 milyon 550 bin kişi). Türkiye Devrimci İşçi Sedikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR)’a göre ise işsizlik oranı belirtilen dönem için yüzde 18.95’tir. Bu 5 milyon 203 bin kişiye takabül ediyor. DİSK-AR’a göre çalışanların yüzde 4 kadarı da gizli işsizdirler. Gizli işsizler de mevcut işsizlik oranına eklendiğinde toplam işsizlik oranı yüzde 23’ü buluyor. Bu oran 6 milyon 370 kişinin işsiz olduğu anlamına geliyor. İşsizlik oranının düşürülmesi için DİSK, halihazırda 48 saat olan çalışma süresinin 40 saatte düşürülmesi ve bütün çalışanlara her yıl dört hafta tatil yapma hakkının tanınmasını öneriyor. Türkiye’de resmi haftalık ortalama çalışma süresi 45 saattir. Ortalama fiili çalışma süresi ise 53.7 saattir.

Zorunlu göç ucuz işgücünü çoğalttı

Tarih boyunca ucuz işgücü ülkelerin büyük ekonomik büyüme hızlarına ulaşmalarında ve sanayileşmelerinde temel bir rol oynamıştır. İngiltere’de, ABD’de ucuz işgücü sanayinin gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır. Kalkınmakta olan Çin, Türkiye gibi ülkelerde bu döngü değişmiş değil. Sanayinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan iş imkanları ile kırlardan şehirlere doğru akan büyük insan kitleleri sanayiye ucuz işgücü sağlarlar. Türkiye örneğinde gönüllü olarak şehirlere gelmenin dışında şehirlere akın eden yoksullara, Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş sebebiyle boşaltılan ve yakılan köylerden zorunlu olarak şehirlere göç eden Kürtler de eklenmiştir. GÖÇ-DER verilerine göre 4500 köy boşaltılmış bu köylerden 3 milyondan fazla insan çeşitli şehirlere göç etmiştir. Bütün mal varlıklarını ve yaşam imkanlarını yitiren bu insanlar ücret konusunda pazarlık yapacak konumda değildirler. Adana, İstanbul gibi Türk büyük şehirlerinde çok düşük ücretlerle çalışmayı kabul eden bu insanlar çalıştıkları sektöre bağlı olarak genel ücretlerin düşük belirlenmesine sebep olmaktadırlar. Bu da yerli Türk işçilerin tepkisine sebep olup Türk milliyetçiliğinin yükselmesine vesile olabiliyor.

Ekonomi büyüyor ücretler azalıyor

Türkiye Devrimci İşçi Sedikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR)’in bir araştırmasına göre 2010 yılının ilk yarısında sanayi işçilerinin brutto ücretleri yüzde 5.57 oranında geriledi. Bu ücret düşmeleri metal üretimi ve işlenmesi alanında reel olarak dörttebir oranında, iletişim alanında yüzde 12.42, programcılık ve yayıncılık alanında yüzde 35, büro yönetim ve büro destek işlerinde yüzde 28 olarak gerçekleşmiş. Konaklama ve restaurant işlerinde çalışan işçilerin ücretlerindeki reel gerileme yüzde 9.9, telekomunikationda çalışanların yüzde 9.25, reklamcılık ve piyasa araştırmaları alanında çalışanların reel ücretlerindeki gerileme ise aynı dönemde yüzde 21’e ulaşıyor.
Verilere bakıldığında Türkiye ekonomisinin son on yılda (2009 hariç) pozitif bir büyüme hızına sahip olduğu görülür. Gayrisafi Milli Hasıla 2003’te yüzde 4.9 ve 2007’de yüzde 4.7 oranında büyümüştür. Türkiye Ekonomisi geri kalan altı yılda ise yüzde 5’in üstünde yüksek ekonomik büyüme hızlarıyla büyümüştür. DİSK-AR’in araştırmalarına göre ise işçilerinin brutto ücretlerinde giderek gerilediği görülür.

Sermaye kazanıyor işçiler kaybediyor


TÜSİAD üyesi işletmeler Türkiye’de 1980‘lere kadar ugulanan korumacı ve ithal ikameci kalkınma modelinden azami olarak faydalanarak bügünkü sermaye birikimlerine ulaştılar. Büyük sermayeye sahip olmanın sağladığı avantajlar iktidarların el değiştirmesinden çok önemli oranda etkilenmiyor. Devletten aldıkları ihalelerin sayısı düşebilir ama bu iktidarla aralarında büyük bir soruna sebep olacak oranda bir kazanç kayıbı değildir.
MÜSİAD kurucu başkanı Yarar’ın yükselmekte olan „Müslüman” sermayenin kendi ayakları üzerinde yükseldiği ve devlet kaynaklarına dayanmadığı yönündeki söylemi doğru değildir. Bunun için TOKİ inşaatlarının hangi firmalara verildiği, Kürdistan’da ve Türkiye’de yapılan ve yapılmakta olan yüzlerce baraj ihalelerinin kimlere verildiğine, AKP’nin elinde bulunan belediyelerin ihalelerinin hangi işletmelerin aldığına bakarsak MÜSİAD’da üye işletmelerin devlet kaynaklarından büyük ölçüde faydalandıklarını ve yükselişlerinin temel dayanağının devlet ihaleleri olduğunu görürüz. Cemaat sermayesi yokuş aşağı yuvarlanan kartopu gibi büyüyor. Bunun daha da hızlanması için gerekli olan hukuki değişiklikler ve uygun politik zemin AKP tarafından hazırlanıyor. Toplumu ikna etme ve yönlendirme görevini cemaat basını üsleniyor. Rolünü iyi oynayan her kesim ağırlığına göre payını alıyor. Muhalif olmayan daha çok apolitik diğer toplum kesimleri üretilen ekonomik değerden pay almak için bu üçlü girdaba doğru kayıyor.

 
Sermayenin „laik“ olanı ile „yeşil“ olanı ortaya çıkan ekononomik büyümenin maddi değerlerini kavga etmeksizin iyi paylaşıyorlar. DİSK-AR’ın verileri kimin kaybettiğini açık biçimde ortaya koyuyor. BİTTİ

HÜSEYİN DAĞDAŞ / Türkiye’de uluslararası iktisat, İsviçre’de politik ekonomi okudu ve bu alanda master yaptı. İsviçre Federal İstatistik Dairesi’nde araştırmacı-Ekonomist olarak çalışıyor.

KAYNAKÇA:

1) Türkişbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA): 1992’de dışişleri bakanlığına bağlı olarak kuruldu, 1999’da ismi Türkişbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı olarak değiştirilerek başbakanlığa bağlandı.
2) Eberhard Seidel, Claudia Dontschke, Ali Yıldırım, Politik im Namen, Allahshttp://edoc.bibliothek.uni-halle.de
3) Capital Dergisi, http://www.capital.com.tr, 01 Eylül 2010
4) Wendy Kristianasen, New face of İslam, Le Monde diplomatique, July 1997; Alain Vicky, Die anatolischen Tiger kommen, Le Monde diplomatique, 13.5.2011
5) İslami sermayenin gelişimi ve Avrupa’daki Türk işçilerin paralarinın cemaatler aracılığı ile Türkiye’ye akması konusu Faik Bulut’un konuyla ilgili yazdığı birçok kitapta detaylı bir biçimde işlenmiştir.
6) Fadime Özkan, Türkiye’nin gerçek burjuvajisi biziz, Star Gazetesi, 20 Temmuz 2009,
7) Bu gazetenin dağıtılması antisemitist içeriği sebebiyle Almanya’da yasaklanmıştır.
8) TGRT Televizyonu 2006’dan beri kısmen, Avustralya kökenli ABD vatandaşı büyük medya girişimcisi Keith Rupert Murdoch’a aittir. İHLAS-Sigorta 2006’dan beri Alman HDI-Gerlingenkonzerns ‘in bir işletmesidir. İHLAS-Finans 2001’de ekonomik krize girdi ve iflasını açıkladı.
9) Christoph Fischer, „Die uni war Zeitvergeudung“ http://www.nzz.ch, 27 Haziran 2011,
10) http://www.stargazete.com, MÜSİAD TÜSİAD’ı ziyaret etti, 13 Mayıs 2010,
11) http://www.focushaber.com, TÜSİAD çark etti, 24 Mart 2011,
12) http://www.medya73.com, TÜSİAD Başkanı Boyner’den profesyonel orduya destek, 18 Kasım 2011
13) SGS ulusal fiyat düzeyleri farklılıklarını ortadan kaldıran (fiyat düzeylerini eşitleyen) bir yapay değişim değeridir. Mesela 1 SGS ile bütün ülkelerde ayni mal ve hizmetleri satın almak mümkündür. Çeşitli ülkelerin tüketicilerinin ekonomik güçlerini karşılaştırmak için kullanılır.
14)  Bir kişinin yalnız başına yapabileceği bir iş için iki kişinin istihdam edildiği bir durumda çalışanlardan biri gizli işsizdir.
15) http://www.disk.org.tr, Türkiye ucuz emek sömrüsünde „Avrupa’nın Çin’i“ olma yolunda.