|
Trenlere bindirilerek Anadolu'ya dağıtılan sürgün Kürtler... |
1925’te Diyanet İşleri Teşkilatı’nın
kurulmasıyla birlikte nasıl bir Kur’an tercümesi ve tefsiri yapılacağını
7 maddelik bir direktifle Diyanet’e bildiren M. Kemal, “Müslümanlık”ın
uygulanması için: “Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun
olmalıdır ve olacaktır!” tezini uygulamaya koydu.
TÜRK RESMİ TARİHİ’NİN ZEHİRLİ MİRASI (II)
1924 Anayasası’ndan sonraki slogan ve ilke “Türkiye Türklerindir”
tarzındaki ırkçı veya “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter”
biçimindeki aşağılayıcı ve tahrik edici belirlemeleri özne olarak
almaktadır. Nitekim, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Kürtçe eğitimin önü
kesilirken; 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan “Şark Islahat
Planı” ile de Kürtçe konuşulması yasaklanıyor ve konuşanların
cezalandırılması kararlaştırılıyordu…
1926 yılından başlayarak, İstanbul Belediye Konservatuvarı öncülüğünde
halk arasında şarkı derlemelerine başlanır, bu işin sistemleştirilmesi
için 1927’de İstanbul’da Türk Halk Bilgisi Derneği kurulur. 1937
yılından başlayarak, Ankara’daki Devlet Konservatuvarı da derleme
çalışmalarına katılır.
1928 yılında 3 ay gibi kısa bir süre içinde insanlar, binlerce
yıldanberi kullandıkları Arap kökenli Osmanlıca Alfabe’den koparılarak
Latin Alfabesine yöneltiliyorlardı. Böylece, bir anda milyonlarca okuma-
yazmasız insan oluştu.
Türk kültürü dışındaki kültürlerin asimilasyonu ve ipotek altına
alınması temelinde tam bir “resmi kültür seferberliği”ne başlanmıştı. Bu
nedenle, yapılacak ilk işlerden biri, yeni bir “Türk Resmi Tarihi”
yazmaktı. Bunun için, öncelikle bir Türk Tarih Encümeni oluşturuluyordu.
Bu kurulda, asker ve sivil Kemalist aydınlar yer alıyor ve çalışmalar
M. Kemal’in gözetim ve denetiminde yürütülüyordu. (Bu konuda bkz. Ord.
Prof. Enver Ziya Karal: Atatürk’ün Türk Tarihi Tezi, Atatürk ve Devrim
içinde, TC Ziraat Bank. Kültür yay. TTK Basımevi, Ank. 1980, s. 95-
102) M. Kemal’e göre; Osmanlı dönemindeki “Ümmet tarihi”, Tanzimat
dönemindeki “Devlet tarihi” ve Tanzimat’la Meşrutiyet dönemindeki Batı
kaynaklı “Birleşik tarih” anlayışları, “Kemalist tarih” anlayışına cevap
vermiyordu ve yeni bir “Türk tarihi” yazılmalıydı…
‘Türk Tarihinin Ana Hatları’
Bu konuda yapılacak ilk iş, Türk tarihine yaklaşım ve öğretim biçimine
ilişkin bir anahtar kitap hazırlamaktı. Tümüyle “Güneş Dil Teorisi” gibi
ırkçı ve mesnetsiz iddialar üzerine kurulu bu klavuz- kitap, “Türk
Tarihinin Ana Hatları” adıyla 1931’de yayımlanıyordu. Bu çerçevede
yazılacak asıl Yeni Türk Tarihi konusunda görev bölümü yapılmış ve
çalışmanın “İslam Tarihi ve Türkler’in İslamdaki Yeri” konulu bölümünün
hazırlanması görevi, El- Ezher Medresesi mezunu Türkistanlı Zakir Kadiri
(Oğan)’a verilmişti. Fakat hazırladığı bölüm Atatürk’ün büyük tepkisini
çekmiş ve ağır eleştirilere uğramıştı. Atatürk’ün kaleme aldığı ve
dönemin TTK Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu’na verilen bu 1931 tarihli
elyazması eleştiri yazısı ortadan kaybolmuş ve ancak 2011 yılında ortaya
çıkmıştı. (Bkz. Atilla Oral: Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, Demkar
yay. İst. 2011)
Daha, 1925’te Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte nasıl
bir Kur’an tercümesi ve tefsiri yapılacağını 7 maddelik bir direktifle
Diyanet’e bildiren M. Kemal’in, kuşkusuz “Türk’ün milli dini” olarak
gördüğü “Müslümanlık”ın uygulanması konusunda da düşünceleri vardı:
“Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve
olacaktır!” (Bkz. Dücane Cündioğlu: Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet
İdeolojisi, İst. 1998, s. 49-50)
Hz. Muhammed’i de Türk yaptılar
Hz. Muhammed’in, Cuma hutbelerini “hem dinin, hem Devlet’in başı”
sıfatıyla okuduğunu belirtip, kendisini onunla özdeşleştirerek,
camilerde okunacak hutbelere de elatıyordu. Bu konuda, kendisini iyi
anlayan bir yardımcı da bulmuştu: Irkçı And’ın mimarı Dr. Reşit Galip.
Gerisini, gazeteci- yazar İsmet Bozdağ’dan dinleyelim:
“Gazi Paşa, İslamiyeti, Devletin kanatları imiş gibi görmek ve kullanmak
istiyordu. (…) Din, gelecek için potansiyel zenginlik; hal için dinamik
bir enerji kaynağı idi. Atatürk, uzun yüzyıllar potansiyel değer olarak
yaşatılmış bu gücü, dinamik bir enerjiye dönüştürerek toplumun
gelişmesinde kullanmak istiyordu.
1932 yılında, konuyu, kendisi gibi düşünen birini bulmuştu: Dr. Reşit Galip. Devrime inanmıştı ve gözünü budaktan esirgemiyordu!
Dr. Galip’in kaleme aldığı projenin adı: “Müslümanlık, Türk’ün Milli
Dini”dir. Dr. Galip, bir tez içeren projesinde: İslamın, Türk’ün milli
dini esprisine uygun olduğunu söyleyerek, Hz. Muhammed’in Türk asıllı
olduğunu ileri sürüyor. Gerekçeleri şöyle:
A- Hz. Muhammed, Arap değil, müstağrap’tır. Yani, dışardan Arabistan’a
gelmiş bir aileden doğmuştur. Oysa Araplar, Sami ırka bağlıdırlar.
Arabistan’ın kuzeyi Sami değildir.
B- Nasıl ki, Hz. İbrahim de Arap olmayıp Kuzeylidir ve oradan
Arabistan’a gelip yerleşmiştir. Hz. Muhammed de Hz. İbrahim soyundan
gelir.
Dr. Reşit Galip, bu noktada duramıyor ve Hz. İbrahim’in ve oğlu
İsmail’in Türk kökenli olduklarını da ortaya attıktan sonra, Türkler’in
Abbasi Devleti’ne hakim olduklarını ve hatta kendilerine (Emir-i
Müminin) dendiğini yazıyor; buradan yola çıkarak İslam Medeniyeti’nin de
Türk Medeniyeti olduğu noktasına ulaşıyor. Dr. Reşit Galip’in tezi, şu
satırlarla bağlanıyor:
“Müslüman dini, Türk milli bünyesine en uygun
din’dir.” (Bkz. İsmet Bozdağ: İşte Atatürk’ün Türkiyesi, Truva yay. İst.
2009, s. 33-34) Bozdağ, Atatürk’le Dr. Reşit Galip’in, hutbeleri,
duaları ve kitaplarıyla tüm ibadetin Türkçe yapılması konusunda da
mutabakata vardıklarını belirterek; bunun, Türk milletinin kendi dinine
sahip olması ve Türk’ün milliyetçiliği için gerekli görüldüğünü ekliyor.
Atatürk, bu konuda yürütülen bir tartışmayı şöyle noktalıyor:
“Müslümanlık Türk’ün milli dinidir.
Müslümanlığı, Türkler yaymışlar ve
Türkler kendilerine göre, en geniş manası ile anlamışlar ve
benimsemişlerdir. Ancak, softaların mütereddi (tutucu- geri) kafaları,
Müslümanlığı, bir türlü Türk’ün Milli dini olarak görmemiştir.
Müslümanlığa, - Türk milletinin önünde- lazım olan manayı vermek
gerekir.”(Age,s. 35)
Kemalist kurumlaşmanın siyasi nedenleri
Mustafa Kemal, bir toplantı sırasında Türk Tarih Kurumu üyelerine şöyle diyor:
“Biz Balkanlar’ı niçin kaybettik, biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi
vardır. Bu da İslav (Slav) araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil
Kurumları’dır. Bizim içimizdeki insanların milli tarihlerini yazıp milli
şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hududuna
çekildik.” (Bkz. Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri’nden
aktarılarak, İ.Beşikçi: Denge Komkar, Sayı: 108/1998)
İşte, M. Kemal, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra böyle bir çabaya
girerek, yeni Türk Alfabesi ile birlikte Türk dil ve kültürünü
geliştirmek amacıyla derleme çalışmaları başlatıyor; Üniversitelerde
Türk dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü geliştirecek bölümler
açıyordu. Tabii, bunlar yapılırken diğer kimlikler yasaklanıyor, dil ve
kültürlerine kelepçe vuruluyordu…
İsmail Beşikçi, Kemalist kültür politikasının ikinci ayağını şöyle
açımlıyor: “Bu konuşmadan çıkarılacak ikinci sonuç şudur: Eğer herhangi
bir ulusu boyunduruk altında tutmak istiyorsan; eğer herhangi bir ülkede
sömürgeciliğin sürüp gitmesi, senin için çok önemliyse, o zaman, o
ulusu Alfabesiz bırakacaksın. O ulusun dilinin, edebiyatının
gelişmesini, tarihinin araştırılmasını yasaklayacaksın. O halkın ulusal
bilince ulaşmasına engel olacaksın. Çünkü, ulusal bilince ulaştığı zaman
kendi tarihini, kendi hayatını yaşamak isteyecek, senin boyunduruğunu
tanımayacak, sana başkaldıracaktır.
İşte, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Kürt dilinin yasaklanmasını;
Kürt dilinin, Kürt edebiyatının, Kürt tarihinin incelenmesinin
engellenmesini bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Cumhuriyet’in
başından beri bunun için her türlü yasak düşünülmüş ve uygulanmıştır.
Kürt diline, edebiyatına ve tarihine ilişkin bir iz bırakmamak için her
şey yapılmıştır. Yeni doğan çocuklara Kürtçe isimler verilememesi,
Kürtçe köy ve mıntıka isimlerinin Türkçeleştirilmesi buradan
kaynaklanmaktadır.” (Agy)
Beşikçi’nin, gerçekçi olarak ortaya koyduğu bu politik boyutu sergileyen
birçok olgu vardır bugün elimizde. Sözgelimi, bu politikaların
uygulanması için Vilayet İdaresi Kanunu’nun 31. maddesiyle Valiliklere
de görev veriliyor ve 1930 yılında, ünlü ırkçılardan İçişleri Bakanı
Şükrü Kaya tarafından, “çok gizli ve kişiye özel” ibaresiyle ünlü
“Türkleştirme Genelgesi” gönderiliyordu…
‘Kemalist Devrimler(!) Kürtlere karşı yapıldı’
12 Maddeden oluşan Genelge’de; “Kemalist Devrim”in bütün ayaklarını
bulmak mümkündür. Yerleşim birimleriyle tabii yer adlarının
değiştirilmesinden tutun, başta Kürtçe olmak üzere Türkçe dışındaki
dillerin yasaklanmasına; öncelikle küçük köylerin çevredeki Türk
köylerine dağıtılmasına; mahalli dillerle yeni köylerin kurulmasının
engellenmesine; Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye verilerek halkın Türkçe
konuşmaya özendirilmesine; Türkçe bilmeyen köylü kadınların
getirtilerek Türk evlerine yerleştirilmesine; insanların eski gelenek ve
göreneklerinden uzaklaştırılmasına; tüm bunların yanında otantik giyim-
kuşamla birlikte halk danslarının ve şarkılarının yasaklanmasına kadar
herşey düşünülmüştür.
Bu nedenle, araştırmacı Lokman Polat’ın “Kemalist Devrimler (!)
Kürtler’e Karşı yapıldı” belirlemesine katılmamak mümkün değil.
Araştırmacı Polat, haklı olarak; “Kemalist Devrim Kanunları denilen
şeyler, Kürt halkına karşı uygulanan yasaklamalardır ve anti-
demokratiktir. Kılık- Kıyafet Devrimi denilmiş; bu esas olarak Kürt
halkının milli kıyafetlerinin yasaklanmasıdır. (…) Alfabe Devrimi ile
Arap Alfabesi kaldırılıp, Latin Alfabesi’ne geçilmiş ve bu uygulamayla
Kürtler arasında Alfabe birliği ortadan kaldırılmıştır. (…) Dil Devrimi
ile Kürt dilinin yasaklanması, Kürtler’in asimile edilmesi
hedeflenmiştir. Kürt diline ve kültürüne hayat veren Medreseler,
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılmış, Kürtler’in hayat damarları
kesilip, Kürt dilinin ve kültürünün gelişimi dumura uğratılmıştır. (…)
M. Kemal, hiç bir devrim yapmamıştır. O, Osmanlı devlet enkazını
devralıp, TC’yi Osmanlı devleti temeli üzerinde inşa etmiştir. M. Kemal,
diktatörlük kurarak; Kürtler’i, komünistleri ve İslamcıları
katletmiştir. Halka karşı yasakçı kanunlar çıkarmıştır. Bu yasakçı
yasaların devrimle hiç bir ilgisi yoktur.”(Nuroj,29/997)
Resmi tarih ve 1960 dönemeci
1960 Darbesiyle başlayan süreç, Türk resmi tarih ve kültür politikasında
yeni bir dönemeci simgelemektedir. Bu dönemde, geçmişte Kürtler’e dönük
olarak hazırlanan gizli asimilasyon raporlarına benzer çalışmalar
yürütüldüğü gibi, bu konuda yeni kurumlaşmalara da gidilir.
Bu dönemde hazırlanan gizli raporlardan birini, 1925’ten itibaren M.
Kemal tarafından Şark İlleri Asayiş Müşaviri olarak görevlendirilmiş
olan Etno- Politika uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut hazırlar ki, bunu
ilk kez Kürdoloji Belgeleri- I (Özge yay. Ank. 1994) adlı çalışmamızda
yayımlamıştık. Bu tür gizli raporlardan birini de “Doğu Raporu” adıyla,
1961’de askerlerin Kürt sorununa çözüm üretmek üzere oluşturdukları
“Doğu Grubu” hazırlamıştı. Ecevit’in Gizli Arşivi’nden çıkan bu raporu
da, ölümünden sonra gazeteci Can Dündar ile Rıdvan Akar birlikte
yayımladılar.
Raporda; eskiden olduğu gibi Kürtler’in “hicret” ettirilmesi yani
sürülmesi; Irak ve İran Kürtleri ile ilişkilerinin kesilmesi; okullarda
misyoner yetiştirilmesi; Doğu’ya Kürt kökenli memur gönderilmemesi;
Radyo aracılığıyla Türk güfteleriyle mahalli havaların çalınması;
bölgenin lisanına vakıf saz şairlerinin ve aşıkların Türkçe söylemeye
özendirilmesi; ırk bakımından, Türk siyasi düzeninin kendi menfaatleri
bakımından en elverişli, en emin ve en çok imkan sağlayan düzen olduğunu
telkin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi… gibi hususlar yer
almaktadır.
Kürtleri ‘Dağlı Türkler’çabası…
Tabii yalnızca bunlar da değil. Öncekilerin üstüne bina edilmiş olarak
Kürt Tarihi de bu Raporda şu başlıklarla önemli yer tutar:
- Dünya entelektüel muhitine Türkiye’de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması;
- Bir üniversiteye bağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak,
kendini Kürt sananların menşelerinin Türk olduğunun isbat olunarak
yayınlanması ve Doğu’nun Türk tarihinin yazılarak neşredilmesi…
- İslam Ansiklopedisi, Rus alim ve politikacısı Minorski’nin tarafgirane
bir surette, kendini Kürt sananların menşeinin İrani olduğunu iddia
eden yazısını alarak, kendilerini Kürt sananlar kısmında neşretmekle,
Lozan’da delegelere kabul ettirilen, kendilerini Kürt sananların Dağlı
Türkler olup, menşelerinin Turani olduğu tezi ile de tezada düşülmüştür.
Doğulu münevverler arasında münakaşayı mucip olan ve ayrılık
taraftarlarına tutamak veren bu hatanın, derhal tashih edilmesi…
- Kendilerini Kürt sananların, menşelerinin Turani kavimlere dayandığı
hakkında, çeşitli yönlerden arayışlar yapılması ve neticelerinin türlü
neşir vasıtalarıyla yayılması…(Bkz. Milliyet gaz. 22 Ocak 2008)
Görüldüğü gibi, 27 Mayıs Darbecilerinin hazırladıkları bu Raporda, tam
bir propaganda seferberliği öngörülmektedir ve bu niyet, sonraki
gelişmelerle de bütünüyle açığa çıkmıştır…
Nitekim, Cunta’nın görevlendirdiği ve daha sonra “Prof”luğa terfi
ettirilen Karslı M. Fahrettin Kırzıoğlu, derhal kolları sıvayarak, tam
da yukarda belirlenen esaslar çerçevesinde “Kürtlerin Kökü” adıyla bir
kitapçık hazırlıyor ve bu kitapçık, kendisinin de kurucu üyesi olduğu
Diyarbakır Tanıtma Derneği tarafından yayımlanıyordu (Ank. 1963).
Bu kitaptan sonra Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nde tarih öğretim görevlisi olarak görevlendirilen Kırzıoğlu,
bu kez “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler”i kaleme alır (Ank. 1964).
Kırzıoğlu, bu kitabı biraz daha genişleterek bu defa “Kürtler’in
Türklüğü” adıyla yayımlar (Ank. 1968) ki, bu kitaplar MEB’nin kitap
satış yerlerinde baş köşede satışa sunulmaktaydı. Kırzıoğlu’nun sonraki
çalışmalarından birisi de şudur: “Dağıstan- Aras- Dicle- Altay ve
Türkistan Türk Boylarından Kürtler” (TKAE yay. Ank. 1984) Bu çalışmalara
eşlik edenlerden biri de, yine öğretim üyeliğine getirilen Uşaklı
Tuncer Baykara’dır. O da, 1967’de yayımlanan “Atsız Armağanı”nda bir
makaleye yer verir: “Doğu Anadolu= Türkmenia (Türkmen Ülkesi)”. Aynı
kişinin adına, özellikle 12 Cuntası’ndan sonra daha sıkça rastlayacağız
ki, bu dönemde yaptığı en kapsamlı çalışma, Kürt dilini “Doğu Anadolu
Osmanlıcası“ olarak sunan, aynı isimli kitabıdır. Üstteki makale, 12
Eylül Cuntası döneminde bu kez H.K. Türközü tarafından “Türkmen Ülkesi=
Doğu Anadolu” adıyla Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) yayınları
arasında yayımlanacaktır (Ank. 1985).
“Kürtler’in Türklüğü”nü ispatlamakla görevlendirilen resmi
kalemşörlerden biri de Aydın- Sökeli Prof. Dr. Mehmet Eröz’dür. Sosyolog
olarak sonradan Üniversiteye intisab ettirilen bu şahsın da aşağı
yukarı tüm çalışmaları bu çizgidedir. Eröz, “Doğu Anadolu’nun Türklüğü”
(İst. 1975) ve “Doğu Anadolu Hakkında Sosyo- Kültürel Bir Araştırma”
(Ank. ty.) konulu kitaplarıyla bu düzmece tezlere katkıda bulunurken;
Alevilik- Bektaşilik konularına da elatarak, hizmetini devam ettirir…
Kürtler adına onlarca bilimdışı kitap yazıldı
Bunları daha da çoğaltmak mümkün, ancak sayıları belki 100’e varan bu
tür bilimdışı, düzmece kitapların büyük bölümünün 1960, 1970 ve
özellikle 1980 darbelerinden sonra yayımlandığını belirtelim. (Ayrıntılı
bilgi için bkz. M. Bayrak: Türkiye’de Kürdoloji Çalışmaları, Kürdoloji
Belgeleri-II içinde, Özge yay. Ank. 2004).
Zaten Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt aydınları susturulduğu için,
Kürtler adına yazıp- çizenlerin tamamı asker ve sivil Kemalist
bürokratlardır. Türk Ansiklopedisi, Meydan- Larousse Ansiklopedisi gibi
ansiklopedilerin “Kürtler” maddelerinin MİT gibi Devlet kuruluşları
tarafından yazıldığı biliniyor. Cumhuriyet dönemi boyunca, ilk kez
objektif olarak Kürtler’e yer veren yayın ise, Darbecilerin raporunda
eleştiri konusu edilen uluslararası İslam Ansiklopedisi’dir. Yine
yukarda ismi geçen Ord. Prof. Dr. KM. Fuat Köprülü’nün yönetiminde
“tercüme, ta’dil, te’lif” yöntemiyle Türk literatürüne kazandırılan
Ansiklopedi’nin, Minorski tarafından kaleme alınan “Kürtler”
maddesinin; yazı kurulunda yer alan Urfalı Eski Türk Edebiyatı Tarihçisi
Doç. Dr. Abdülkadir Karahan’ın çabasıyla Ansiklopedi’ye alındığı ve
bundan dolayı Karahan’ın, daha Demokrat Parti döneminde “Kürtçüler”
listesine alındığı; 12 Eylül darbesinden sonra ise üniversiteden ilk
uzaklaştırılan öğretim üyelerinden olduğu biliniyor.
1960’lı yılların sonlarından başlayarak Resimlerle Türk Tarihi Dergisi
ve yayınları, 1980 Darbesinden sonra Türk Kültürü dergisiyle TKAE
Yayınları ve Diyarbakır Zazaları’ndan Hayri Başbuğ’un yönetiminde çıkan
Zaza Kültürü Dergisi ve Yayınları, yine bu tarihten sonra yayına
başlayan Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi ve Yayınları ile sonradan
satın alınan Boğaziçi Yayınları bu kategoriye giren uzun erimli yayın
faaliyetleridir.
Kürt ve Kürdistan’ın yasağı ve sonuç
Dr. A. Salih, 1995 yılında Fransa’da “Kürtler, Kürdistan ve Kürtçe’nin
Türk Bilimsel ve Siyasal Konuşmasında Gösterimi” konusunda bir doktora
çalışması yapmış. Çalışmasında özellikle “dil” ve “kimlik” konuları
üzerinde yoğunlaşan Dr. Salih’ten yapacağımız şu alıntı, bazı hususların
daha iyi kavranmasına yardımcı olur kanısındayız:
“Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin kullanılmasının yasaklanması, dilin
inkar siyasetindeki önemini vurgulayan en önemli olaydır. M. Kemal’i bu
yasaklamaya iten temel neden, dil ile dünya arasındaki sıkı ilişki ve en
önemlisi, isimlerin dünyadaki nesnelerle olan bağlarıdır. (…) M.
Kemal’in Kürt ve Kürdistan sözcüklerini yasaklamakla amaçladığı hedef,
ne kadar akıl almazsa, o kadar da başdöndürücü ve dehşet vericidir. M.
Kemal, Kürt ve Kürdistan kavramlarını yasaklamakla, aynı zamanda dilsel
bir sorun ve tuzak yarattı. Nitekim, sözcüklerin yasaklanmasıyla ne
Kürtler, ne de Kürdistan ortadan kaldırıldı. (…) Kemalizmden devralınan
bu zehirli mirasın, Türk devlet yetkililerine nasıl içinden çıkılmaz bir
sorun yarattığı ise ortadadır…” (Dr. A. Salih: Dil ve Toplumsal
Olaylar: Dilin, Kürt Halkının Varlığını İnkar Siyasetindeki Yeri; Nuroj
Gazetesi, Sayı:18/ 1996)
Sözlerimizi, ünlü bilge- şair Cigerxwîn’in tam da buna denk düşen bir dörtlüğüyle noktalamak istiyoruz:
“Sedan sal, hezaran zimanê me ye
Wekî me di bin deste dijmin de ye
Çi gernas û mer e di meydane ceng
Ne şur û mertal û ne top û tifeng...”
(Yüzlerce, binlerce yıl dilimiz, bizim gibi tutsak kaldı; ancak ne kadar
yiğit ve kahraman ki, bugüne kadar kılıca, kalkana, topa ve tüfeğe
yenilmedi…)
BİTTİ
MEHMET BAYRAK