“FIT Cuba 2010” Küba Uluslararası Turizm Fuarı’nda Küba Devleti’nin davetlisi olarak 31 ülkeden çağrılan, 131 tur operatörü, acente, havayolu şirket temsilcileri ve Latin Amerika konusunda uzman gazeteciler arasında, Türkiye’yi ve Birgün gazetesini temsilen, 1 Mayıs 2010’dan başlayarak dokuz gün Küba’daydım; 27 Ekim 1492’de Yeni Dünya’ya ulaşmak niyetiyle, Karayib Denizi ve Atlantik arasındaki bu en büyük adaya ayak basan Kolomb’un keşfettiği, “insanoğlunun gözünün göreceği en güzel yer” olarak adlandırdığı topraklarda!... Bu, Küba’yı Karayiplerin turizm cazibe merkezi olarak tanıtmak üzere düzenlenmiş en büyük etkinlik. Jamaika’daki güvenlik ve asayiş sorunları, Haiti’deki deprem ve sonrası ortaya çıkan karmaşa, Porto Riko’daki yüksek suç oranları göz önüne alındığında Küba, bölgede ve Dünya’da sahip olduğu en düşük suç oranlarıyla, uygun oda fiyatlarıyla, mükemmel doğasıyla ve kültür miraslarıyla bu bölgede tatil yapmayı düşünenler için daha öncelikli bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Başkent Havana'daki Morro Cabana Park’ta yapılan fuar açılış töreni adeta bir karnaval havasında, renkli gösterilerle süslenmişti. Açılış konuşmacıysa Küba Turizm Bakanı’ydı. Bütün dünyadan gelen turistlerin sayısını arttırmak amacıyla yapılan yeni yatırımlar anlatıldı. Fuar ilk kez Varadero kentinde, yıllar önce başlamıştı. Zaman içinde güçlenip gelişerek profesyonel bir etkinliğe dönüştü. Fuar’ın teması, Küba’nın Dünya Mirası olarak kabul görmüş ve UNESCO tarafından da koruma altına alınmış şehirlerini, Küba’nın tarihi ve kültürel özelliklerini öne çıkaran bir anlayışla düzenlenmiş. Küba’nın bir sektör olarak turizmle yakınlaşmasının, bu alanda önemli politikalar geliştirmesinin geçmişi 1990’larda, SSCB’nin yıkılmasına kadar uzanır. Bu doğa harikası adanın turizm alanındaki yolculuğu 3 dönemde incelenebilir. Devrimden önceki birinci dönemde, adaya gelen turistlerin %90’ı ABD’dendi. İkinci dönemde, Devrimden sonra SSCB ile yakınlaşılan yıllarda, 1970-80’lerde, Doğu Avrupa ve Kanada’dan gelen turist sayısında önemli bir artış oldu. O dönemde de, tıpkı şimdi olduğu gibi, 50 yıllık ABD ablukası yüzünden kendi ülkelerinden doğrudan Küba’ya gelemeyen ABD vatandaşları Kanada, Meksika üzerinden adaya gelebiliyorlardı. 1990’ların başında SSCB’nin yıkılmasıyla “Özel Dönem” olarak adlandırılan üçüncü dönem başladı. Bu dönemde, ülkenin temel gelir kaynakları yeniden gözden geçirildi: Örneğin, başlıca gelir kaynağı olan şeker kamışı üretiminden gelecek yıllarda ekonominin başlıca itici gücü olacak turizm sektörüne geçiş süreci başlatıldı. Böylece Küba, uluslararası turizme gerçek anlamda açılmış oldu. Bu dönemden başlayarak yabancı yatırımların adada önemli ölçüde arttığını görüyoruz: İspanya, Kanada, İtalya, Almanya’nın bu ülke topraklarında büyük turizm yatırımları var. Küba Ulusal İstatistik Bakanlığı’nın raporuna göre, Küba turizm işletmeciliği 2009'un ilk çeyreği boyunca, önceki yılın istatistiklerine göre iki kat artış gösterdi, ama aynı yılın izleyen zamanlarında, küresel ekonomik krizin de etkisiyle rakamlarda bir azalış görülüyor. 2008 istatistiklerine göre, en fazla turist Kanada’dan geliyor: 800 bin kişi. Bu ülkeyi sırasıyla İngiltere, İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya izliyor. Latin Amerika’dan da başı Meksika ve Arjantin çekiyor. Rusya’dan gelen turist sayısındaysa %40’lık artış olmuş. Çinli turistleri özendirmek üzere, Çin Hükümeti Küba’da iki irtibat bürosu açmış bile. Türkiye’den ülkeye gidenlerin sayısıysa yaklaşık 9 bin. Bu sayıda bir artış olduğunu zaten biliyoruz: öyle ki, yalnızca 1 Mayıs kutlamalarına katılmak üzere ülkemizden Küba’ya özel turlar düzenleniyor. Küba’nın 2008 yılı turizm kapasitesini incelediğimizde, 50 bin oda, %65’i 4 ve 5 yıldızlı olan oteller, 10 uluslararası havalimanı, 13 küresel turizm şirketiyle imzalanan 65 yeni anlaşma, 18 turizm yüksek okulu, mevcut altyapının iyileştirilmesi için yapılan yatırımlar (cep telefonu şebekesinin büyük ölçüde yaygınlaşması, yeni yollar, elektrik şebekesinin yenilenmesi vb.) gibi çok yönlü yatırımlar görüyoruz. Bütün büyük otellerde ve tatil köylerinde Internet mevcut. Turizm sadece ülkeye gelir getirmekle kalmıyor, dolaylı olarak ülkenin altyapısının iyileşmesi için itici güç oluşturuyor, yeni işler yaratıyor. Otellerdeki fiyatlar ve kalite çevre ülkelerdeki olanaklarla rekabet etmek için, oradakilere benzer oranlarda ayarlanıyor. ** Yolculuk organizasyonu sırasında yaşadığım bir olay, dünyanın ne kadar küçük olabileceğini yeniden hatırlattı. Fuara geçen yıl da davetliydim, fakat 2009’da, bizi Havana’ya götürecek Blue Panaroma’nın Milan’dan kalkacak uçağı için Milan’a kendi olanaklarımızla gitmiştik. Bu yıl da ulaşım destekleyicisi olan Blue Panoroma Havayolları (www.blue-express.com), yeni başlattığı, hesaplı İstanbul – Roma seferleriyle bizlere yeni bir açılım da sağladı. İşte bu bağlantı konusunda İtalya’daki Küba Büyükelçiliği ile haberleşirken, elçilik basın müşavirinin, 2003’de Ankara’da görev yapan 2. Katip Fidel Vilademir Perez Casal olduğunu fark ettim. Havana’ya uçmadan bir gece önce Roma’da buluşup, Türkiye, Küba ve Dünya hakkında konuştuk. Türkiye’yi ne kadar özlediğini, insanımızın misafirperverliğini ve Küba’ya olan dostluğunu sık sık tekrar etti. Blue Panaroma, bir İtalyan havayolu şirketi. Küba’ya seyahat etmek isteyenler için hem fiyat hem de seyahat noktaları konusunda oldukça avantajlı olanaklar sunuyor. Her gün Havana’ya uçan Air France’a göre fiyatları hem daha uygun, hem de Küba içinde Havana’nın dışında, Santiago de Cuba’ya da doğrudan uçuyor. Blue Panaroma Tanzanya, Maldivler, Venezüella gibi yerlere de çok ekonomik bağlantılar verdiğinden, İstanbul’dan (haftanın altı günü) Sabiha Gökçen çıkışlı seyahatlerde, seyyahların düşünmesi gereken çok ciddi bir seçenek. Davetli gazeteciler olarak, Roma’dan ve Milan’dan kalkan iki uçakla, yaklaşık 11 saatlik bir uçuştan sonra, aramızda 7 saat fark bulunan Havana’ya vardık. Havana Jose Marti Uluslararası Havalimanı’nın en ilginç yanlarından biri, iner inmez bütün devletlerin bayraklarının asılı olduğu tavanda kendi bayrağınızı arıyor olmanız. Birçokları Küba’ya giriş/çıkış yapıldığında, ABD’ye girilemeyeceğini düşünse de; Küba vizesi oldukça kolay çıkartılabilen, bürokratik işlemleri az ve kağıda verilen bir vize. Pasaportunuzda Küba’ya gittiğinize dair bir iz yok! O yüzden yukarıda bahsettiğim endişeyi taşıyanlar çekinmeden defalarca Küba’da tatil yapabilirler. Havana’da geçirdiğimiz dört gece boyunca Meliá Cohíba otelinde konakladık. Melia Cohiba, Malecon’un hemen kıyısında, Meksika Körfezine bakan, Havana’nın en önemli, eski turistik konaklama merkezlerinden biri. Odalar son derece güzel döşeli, yemekleri çeşitli ve güler yüzlü bir servisi var. Eski Havana’ya sadece 6 km uzaklıkta, yürüyerek şehri gezmek için çok uygun bir yerde. Küba’nın en ünlü kabarelerinden “Havana Cafe” otelin içinde, Küba’ya gelip de görmemek olmaz. El Relicarto’nun 1950’lerden kalan dekorasyonunda, istediğiniz Küba purosunu satın alıp, kahve ve romla dinlenebilirsiniz. Küba kahvaltılarında olmazsa olmazlar, taze sıkılmış meyve suları ve tropik meyveler. Portakal, mango, kavun, fruta bomba, abayava ve ananas... Muzlar o kadar lezzetli ki: özellikle buzla birlikte “karıştırıcıdan” geçirilen muzlu sütün tadına doyulmuyor. Ayrıca kahvaltıda, nohut, fasulye ve pirinç pilavı ikram etmek Kübalılar için normal. Havana 15 belediyeye ayrılmış. En eski ve güzel yerleşim bölgelerinden biri Miramar. Buradaki yerleşme dokusunun büyük bölümünü (yaklaşık %70) elçilikler ve onların rezidansları oluşturuyor. Devrimden önce en zenginlerin yaşadığı bu bölgedeki bütün özel mülkler ve kulüpler devrimden hemen sonra çalışanlara hizmet veren sosyal kulüplere çevrilmiş, yeni adı ise Cubanacan. Havana’ya 1 Mayıs günü, saat 16.30 gibi ayak bastık. Yolunuz düşerse Pasaport kontrolünden hemen sonra, şehre inmeden çıkıştaki bürodan para bozdurmayı unutmayın; Amerikan Doları yerine, Avro’nun değişim oranları daha uygun (ABD Doları %18, Avro %8). Geçen yıla göre, Jose Marti Havalimanı’ndan şehre uzanan yol oldukça yenilenmiş. Havana Devrim Meydanı’ndan saat 17.30 sularında geçerken, sanki o meydanda bu sabah milyon insan buluşmamış gibi tertemizdi. Hızlıca gözüme çarpan bir değişiklik de Camilo Cienfuegos’un devasa portresinin de Che’nin yanında meydana asılmış olmasıydı. 2 Mayıs sabahı hedefimiz, Pinar Del Rio ilinin, Vinales kasabasıydı. Burası hem tarih öncesi zamanlara ait, 150 Milyon yıllık kalıntıları ve coğrafi konumuyla, hem de Cohiba, Monte Cristo gibi ünlü puroların tütünlerinin yetiştirildiği yer olmasıyla, Küba’ya gelenlerin asla uğramadan geçmemeleri gereken bir yer. Antillerin en zengin flora ve faunasına sahip olan Vinales Ulusal Parkı UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde. İçinden San Vicente nehrinin geçtiği, ülkenin en önemli mağarası olan Indio’da tekne gezisi olmazsa olmaz. Tütün, hâlâ geleneksel şekilde, 19.yy’da olduğu gibi aileler tarafından üretiliyor. Pinar Del Rio, Devrimden hemen sonra ilk toprak reformunun yapıldığı yer. Daha önce çiftlik sahiplerinin zenginliğiyle, işçilerin yoksulluklarının içiçe geçtiği bir yerdi burası. Şimdilerde 20 bin kişinin yaşadığı bu sevimli kasaba, Küba’nın en sakin, huzurlu, keyifli tatil ve dinlenme merkezlerinden biri. Havana’dan Vinales’e 2,5 saatlik otobüs yolculuğuyla ulaşılıyor. İster günübirlik gidin, isterseniz kasabadaki “Casa”larda, Küba misafirperverliği ile ağırlanmak üzere bir kaç gece konaklayarak. Bu otobüs yolculuğu boyunca gözünüzü Küba’nın ulusal ağacı palmiyelerden ve tütün kurutma kulübelerinden (bohios) alamayacaksınız. Devrimden hemen sonra, 1959 – 1962 arasında, Leovigildo Gonzalez isimli bir ressamın aklına Vinales vadisindeki kayaların üzerine, tarih öncesi çağların izlerini taşıyan bu coğrafyaya, insanlığın evrimini simgeleyen, devasa bir resim yapma fikri geldi. Bu fikir Fidel’in de desteğini alarak hayata geçirildi. 1979’da resmin genel bakımı yapıldı ve sorumluluğu Pinar Del Rio Üniversitesine devredildi. Vinales yolunda rehberimiz Jorge ile sık sık sohbet ettim. Kendiliğinden, “Havana’da Türkiye deyince hepimizin aklına Atatürk ve Nazım Hikmet Heykelleri gelir” deyiverdi. Küba ve Eko-Turizm 11 Milyon insanıyla, Türkiye’nin yaklaşık yedide biri olan Küba’da yedi ulusal doğa parkı var. Deniz, güneş, uçsuz bucaksız, ince kumlu, romantik plajlar yerine doğa ile baş başa, tropik iklimin egemenliğinde biraz da macera arayanlar için başka seçenekler de var adada: eko turizm bunların başında geliyor. 26 derecelik ortalama deniz suyu sıcaklığı, zengin deniz canlısı çeşitliliği, mercan resifleriyle dalış yapanların düşünmesi gereken bir yer. Isla de la Juventud (Gençlik Adası), Cayo Largo, María la Gorda, Havana'nın kuzeyi, Varadero, Zapata yarımadasındaki mağara dalışları sualtı meraklılarının ilgisini çekecek en önemli yerler arasında sayılabilir. Santiago de Cuba ve Camagüey’in yanı sıra Holguín’deki mercan resifleri de kesinlikle görülmeye değer. Bu resifler önemi bakımından dünyada ikinci sırada ve doğal dünya mirası. Jardines de la Reina, Jardines del Rey, dalış için en iyi yerler. Küba topraklarının %22’si koruma alanı: bu kapsamda 263 bölge var. Yıllık ortalama hava sıcaklığı 25 derece, ortalama yağış 1400 ml. Mayıs – Ekim arası yağmurlu, Kasım – Nisan arası yağmurlu olmak üzere 2 sezonu düşünerek yolculuk planlaması yapılmalı. Zengin flora çeşitleri, sadece yarı-tropik iklimlerde görebileceğiniz canlılar doğa fotoğrafçıları ve kuş gözlemcilerinin ilgisini çekiyor. Yön bulma, yürüyüş, doğada bisiklet ve kampçılık da adanın her yerinde yapılabilecek ve turizme açık ilgi alanlarından. Adayı baştan aşağı ya da kısmen bisikletle gezmeye gelenler de var, Okyanus’ta açık deniz balıkçılığı tecrübesi yaşamak için gelen de… Dünya Kültür Mirası Şehirleriyle Küba Fuar kapsamında gezilen şehirlerin katılımcıları en etkileyen tarafı, mimarinin çeşitliliği ve korunmuşluğu oldu. 500 yıl öncesinden, sömürge dönemine ve oradan da günümüz mimarisine her türlü yapılaşma son derece planlı gerçekleştirilmiş ve korunmuş. Küba’da istisnasız bütün şehirlerde, öz kimliğin ve kültürün korunduğunu görürsünüz. Ada’da Dünya Mirası ilan edilen 9 bölge var. Eski Havana, Vinales Vadisi, Trinidad şehir merkezi, Santiago de Cuba’daki San Pedro Kalesi, Granma Ulusal Parkı, Güney Küba’da ilk Fransız sömürgecilerden kalan kahve tarlaları, Holguin’deki Alexander van Humboldt Ulusal Parkı, Cienfuegos ve Camaguey şehir merkezleri. Baracoa Küba’ya ayak basan ilk İspanyol sömürgecilerin inşa ettiği kent. Kanalizasyon sisteminin bir bölümü hâlâ o dönemden kalma. İspanyol valinin emriyle Küba’daki ilk katedral de burada yapılmış. Katedralin konumu ilginç. Kolomb heykeli ile, İspanyolların katlettiği yerlilerin lideri olan Hatuey heykelleri arasında. Gauntanamo eyaletindeki bu ufak yerleşim kolonyal mimarisi, taşlı yolları, halkın bir araya geldiği ufak meydanları ve parklarıyla, kırsal kültürün ve Küba kasaba yaşamının en iyi gözlenebileceği bir yer. Sanki yarısı bıçakla kesilmişçesine görünen Yunque Dagı, küçük puro atölyeleri ve çikolata fabrikası, sakin kumsalları, insanı ve yaşamıyla Baracoa görülesi bir yer. Bayamo İspanyol sömürge Valisi Velazquez’in isim babası olduğu bu yerleşim Küba kimliği ve milliyetçiliğinin de doğum yeri. Küba’nın İspanyol’lara karşı verdiği bağımsızlık savaşındaki komutan Carlos Cespedes burada doğdu, Küba ulusal marşının ilk notaları burada duyuldu. Adeta bir açık hava müzesi olan Bayamo’da 19.yy’dan kalma fayton kullanma alışkanlığı hâlâ devam ediyor. Trinidad Trinidad, bütün America kıtasının en iyi korunmuş ve en güzel kültürel miraslarından biridir. 1988’de şehir merkezi ve Iznaga kulesinin olduğu bölge UNESCO kültür mirası ilan edildi. Şekerkamışı üretiminin en gözde olduğu zamanlarda, geçen yüzyılda, tarlalarda çalışan köleleri gözetlemek için kullanılan 45 metrelik kule’nin aslında iki kişi arasındaki, evlenmeyi düşündükleri kızın gözüne girmek için düzenlenen bir yarışma rekabetinden ortaya çıktığı söyleniyor. Kulenin çevresindeki köle barakaları hala görülebilir. İklimi, Karayip denizine yakınlığı ve verimli topraklarıyla hep tercih edilen bir bölge olmuş burası. ‘La Canchanchara’ bu bölgeye özel, bal, rom, lime ile yapılan, serin, tatlı ve ferahlatıcı bir içecek. Sancti Spiritus Doğaseverlerin kesinlikle uğraması gereken bir kent. Sömürge tipi mimarinin en güzel, en görkemli örnekleri geniş evlerde, büyük kiliselerde, eski sokaklarda ve duvarlarda yansımış. Yayobo Nehri üzerindeki, 1825 yılında inşa edilen Romanespre taş köprüsü Mostar’ı, Taşköprü’yü aratmıyor. Bu kadar uzak coğrafyalarda yüzyıllara direnen ortaklıklar görmek pek güzel. Efsaneye göre, köprü inşaatı sırasında su yerine süt kullanıldığından köprü günümüze kadar ulaşmış. Köprünün hemen yanındaki Quinta Santa Elena restoranında enfes yemekler, tatlı şarap, köprü ve nehir manzarası, güler yüzlü bir servisi uygun fiyata bulabilirsiniz. Yemeğin sonunda ikram edilen birinci kalite romla birlikte tüttüreceğiniz puroyu bu rom’a batırarak içmeyi deneyin! Sancti Spiritus’un Küba müziğine katkısı balladlarıyla olmuş. Şehirde gittiğiniz mekanlarda bu müziğin farklı olduğunu kolayca anlayacaksınız. Santiago De Cuba Küba’nın Karayiplere bakan yüzü. “Junky”lerle tanışmak, Afro-Küba kültürüne ve bir Afro-Küban din olan Santaria’ya inananlarla yakınlaşmak burayı öteki Küba kentlerinden ayıran birkaç özellik. İspanyol işgalinden sonra bir süre Küba’nın başkenti olmuş. İspanya, Afrika, Fransız, Haiti ve Antillerin karışımından oluşan harika bir kültür kokteyli var burada. Haiti’deki devrimden sonra bu ülkeyi terk eden Fransızlar Santiago de Cuba’ya geldiğinden bölgeye girer girmez hissedilen hafif bir Fransız etkisi de var. Pepe Sanchez burada doğduğundan çoğu kimse Bolero’nun da buradan Dünya’ya yayıldığına inanır. Kübalılar içinse burası “Tarihin Başkenti”. Bağımsızlık savaşındaki 29 general burada doğmuş; Jose Marti gerçekte burada gömülü. Cienfuegos Güneyin incisini 1819’da Fransız sömürgeciler inşaa etmiş. Neo-klasik mimarinin en güzel örnekleri boylu boyunca sokakları süslüyor. Cienfuegos fırtınalardan defalarca zarar gördüğünden evler göreceli olarak daha yeni ve modern görünümlü. Cienfuegos, dünyaca ünlü swing kralı Benny Moore’un da doğum yeri. Adına her yıl müzik festivali düzenleniyor. Benny Moore’un düzenli olarak içki içtiği bar, artık bir tatil köyünün içinde kalmış ama özelliğini koruyor. Duvarda anısına kocaman bir portresi asılmış, müziği her yerde çalınıyor. Şehrin merkezi 2005’de Dünya Mirası listesine eklenmiş. Dünyanın üçüncü büyük botonik bahçesi de burada. Cienfuegos’da şehrin içindeki bir “Casa”da kalırsanız her yere ulaşmak kadar halkla kaynaşmak da o kadar kolay olur. Havana Gerçek ismi “San Cristóbal de La Habana” olan başkent Havana 16 Kasım 1519’da kurulmuş. Şehrin ilk kurulduğu yer “Eski Havana”, şimdilerde UNESCO Dünya Kültür Mirası. Geleneksel Küba kültürü ve tatlarıyla batı tarzı yaşam kültürünü bir arada bulacağınız, 24 saati dolu dolu yaşayan bir şehir burası. Restorasyonu hala süren 18.yy’dan kalma evleriyle Havana’nın sahil şeridi boyunca uzanan Malecon’da yürüyüp güneşi batırmadan, Devrim Müzesi ve Karl Marx Tiyatrosunu gezmeden, Hotel National’in bahçesinde okyanusu seyretmeden, Meliha Cohiba otelindeki Havana Club gösterisini izlemeden, Katedral Meydanı, Rom Müzesi’ni ziyaret etmeden Havana’dan geçmeyin. Ayrıca akşamları 21.00’de Havana Kale’sinde, İspanyol askerlerden kalma bir geleneğin canlandırıldığı ”zincir çekme töreni” de izlenmesi gerekenler arasında. Törenin sonunda bir sürpriz de size bekleyecek(!) Dünya Mirası ilan edilen Eski Havana’nın restorasyonu için yeterli finansman gelmeyince, bu işi üstlenmek üzere, kendi kendine finasman yaratan döner sermaye benzeri bir yapısı olan, Habaguanex adlı ayrı bir işletme kurulmuş. Eski Havana bölgesinde bulunan bütün restoran, kafe ve müzelerin yönetimi bu kuruluşa devredilmiş. Toplanan gelirin %45’i devam eden restorasyonlara harcanıyor, %35’i buralarda çalışanlara, kaln %20’si de devlete veriliyor. 19 yeni otel ve sayısız restoran, kafe, sanat galerisi açılmış. İki kent daha Varadero yolu üzerinde bulunan, “Küba’nın Atinası” ya da “Köprüler Şehri” olarak bilinen Matanzas, sahip olduğu zengin kültürel mirasıyla, dünya müziğine yaptığı katkılarıyla görülmesi gereken bir şehir. Villa Clara eyaletindeki Santa Clara’daysa görülecek iki önemli eser var. Ernesto Che Guevara’nın anıtmezarı ve 16. yy’da yapılan San Juan de los Remedios. ** Küba’da 4-5 yıldızlı otellerde kalmak istemeyenler ya da pansiyon yaşamını sevenler için de Casa Particular (oda-kahvaltı veren özel ev) sistemi var. Günlük, ortalama 20-25 CUC (Convertible Peso) arasında bir bedelle konaklayabilir, buralarda 10-15 CUC fazla ödeyerek, özellikle deniz ürünleri ağırlıklı, lezzetli akşam yemekleri yiyebilirsiniz. Böylece, Kübalıları ve yaşamlarını daha yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz. Şehirlerarası ulaşım için tren, otobüs, uçak, araba kiralama gibi birçok seçenek var. Ayrıca meraklıları için bisikletiyle gelip adayı baştan başa gezen gezginleri de görmek olası. Özellikle Havana’daki bisikletli şehir turları oldukça ilginç. Küba’da plakaların renginden aracın kime ait olduğunu anlamakta mümkün: mavi – devlet, sarı – özel, kahverengi – kiralık, siyah – diplomatik ve beyaz – şirket. Eğer kiralık bir arabayla geziyorsanız otostop çeken Kübalıları almanızda bir sakınca yok. Unutmayın ki Küba dünyanın en güvenli ülkelerinden biri. Küba’nın özünü oluşturan, 500 yıllık kültürel birikime katkı yapan Küba Mimarisi entellektüellerin ve ressamların esin kaynağı oldu. Eğer Küba’yı ve insanını anlamak istiyorsanız, yüzyılların birikimi ile inşa edilmiş bu şehirleri keşfetmeniz gerekiyor. Nereye giderseniz gidin, Küba’yı anlatan küçük birşey bulacaksanız; bir tat, bir deyiş, bir ritm, bir mimari yapı ya da bir efsane. Klasik turizm gelirlerinin yanında, son 20 yıldır, Küba’nın verdiği sağlık hizmetleri yılda 40 milyon dolar gelir getiren ve giderek daha ilgi görüp büyüyen yeni bir turizm alanına dönüşüyor. 2005’de, 19.600 yabancı hasta göz, parkinson ve ortopedik hastalıklarla ilgili ameliyat yaptırmak ya da MS tedavisi olmak için adayı ziyaret ettiler. Hatta, Ekim 2007’de, bazı Amerikan ve Kanada vatandaşları sağlık turizminden yararlanmak üzere Küba’ya geldi. Karayiblerin bu en büyük adası, nefes açan, upuzun, beyaz kumlu kumsallarıyla, şehirleşmenin en medeni ve güzel örnekleriyle, tarihi ve doğal dokunun korunmuşluğuyla, ekolojik yaşam biçimiyle, bütün dünyadan turistleri ağırlamaya her zamankinden daha hazır. Küba sizi bekliyor. Ben burada size sadece kapıyı aralıyorum, açıp içeri girmek ve kendi Küba’nızı keşfetmek size kalıyor. Cuba Si! Cüneyt GÖKSU Cuneyt.Goksu@Gmail.com |