28 Haziran 2010 Pazartesi

Kolektif haklar ve Kürtçe'yi diriltmek


Kürt meselesi bağlamında konuyu tartışmadan önce, Kürtçe'nin Türkiye'deki durumunu hatırlamak faydalı olacaktır. Açıkça ifade etmek gerekir ki, yıllardır süregelen asimilasyon politikaları önemli oranda başarı elde etmiştir. İstanbul Kürt Enstitüsü Başkanı Sami Tan'ın deyişiyle Kürtçe, Türkiye'de artık ana-dil olmaktan çıkmış, nene-dili olmuştur (28). Kürtler adına siyaset yapanların büyük çoğunluğun Kürtçe'yi günlük hayatta kullanacak kadar bilememesi, asimilasyon politikalarının hangi sınırlara ulaştığının iyi bir göstergesidir. Bu sınırları sayısal verilerle ifade etmememize olanak tanıyacak kapsamlı çalışmalar ne yazık ki yeterince bulunmamaktadır. Bununla birlikte, 2005 yılında Dicle Üniversitesi tarafından Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki 9 ilde yapılan araştırma, günlük konuşma dilinde bile Kürtçe'nin kullanılma oranının yüzde 32,8 ile sınırlı olduğunu göstermiştir(29). Öte yandan, Kürt bölgesinde gündelik hayatın basit bir gözlemi bile hemen hemen her ailede Kürtçe'nin kullanılma oranının yaşlılardan çocuklara doğru sıfıra yöneldiğini görmeye yeterli olacaktır. Şöyle ki, 40-50 yaş üstü kişilerde günlük konuşma dili Kürtçe iken bu kişiler büyük oranda Türkçeyi de bilmektedir. Genç kuşaklar büyük oranda Türkçeyi kullanırken, önemli bir kısmı Kürtçe'yi anlamakta, iyi-kötü konuşabilmektedir. Öte yandan, kırsal bölgeler dışarıda bırakılırsa çocukların neredeyse tamamı Türkçe konuşmakta, çok ama çok azı Kürtçe bilmektedir. Kürtçe okuma-yazma konusuna değinmeye bile gerek olmadığı, durumun çok daha vahim olduğu açıktır.

KÜRTÇE EĞİTİM TALEBİ

Hiç kuşkusuz kolektif haklar kapsamında en çok dile getirilen talep Kürtçe eğitim talebidir. Burada önemli olan ana husus, dilin varlığını sürdürebilmesi için en temel gösterge olan dilin yeni nesillere öğretilmesi ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu konuda bireysel kültürel haklar politikası somut anlamda Kürtçe'nin özel kurslarda, belki bir adım ilerisi olarak da devlet okullarında seçmeli ders olarak okutulmasını önermektedir. Eğer amaç Kürt çocuklarının Kürtçe'yi öğrenmesini engellemek değilse, milyonları bulan Kürt çocuklarının Kürtçe'yi öğrenme ihtiyacının özel kurslarla karşılanamayacağı açıktır. Ama hem Kürtçe kursların açılımına olanak tanıyan yönetmelikte çocukların kurslara gidişini zorlaştırıcı hükümlerin bulunması(30) hem de görsel medyada Kürtçe'nin kullanımına olanak tanıyan ilk yönetmelikte Kürtçe çizgi filmlerin ve Kürtçe'yi öğretmeyi amaçlayan programların yasaklanması(31) bu konudaki niyeti yeterince ortaya koymaktadır. Öte yandan, Kürtçe'nin seçmeli ders olarak devlet okullarında okutulması da Kürtçe'yi kurtarmaya yetmeyecektir. Bu konuda İrlanda deneyimi öğretici bir örnektir. Kamu kurumlarında çalışanların İrlanda dilini bilmelerini zorunlu kılan düzenlemelere, ilk ve ortaokul düzeyinde İrlanda dilinin ders olarak okutulmasına, İrlanda dilinin standartlaştırılması amacıyla devlet destekli projeler yürütülmesine, devletin radyo ve televizyon yayınları sağlamasına ve İrlanda dilinin toplum içindeki statüsünün yükselmesine dönük teşvik edici çalışmalar yapmasına rağmen, bu politikalar İrlanda dilini aktif kullanan bir neslin yetişmesine yetmemiştir(32). Durum bu kadar açık iken, devlet okullarında Kürtçe seçmeli derslerin bile pazarlık konusu edilmesi, gerçekleşmesi imk‰nsız talepler olarak algılanması, bir yandan asimilasyon amacından vazgeçilmediğini ortaya koyarken, öte yandan Kürt meselesinin çözümünden ne kadar uzakta olduğumuzu göstermektedir.

DİLİN İŞLEVSELLİĞİ

Kolektif haklar bağlamında Kürt siyaseti tarafından dillendirilen ikinci ana talep kamu hizmetlerinin Türkçenin yanı sıra Kürtçe de sunulmasına olanak tanınmasıdır. Bu konuda Sur Belediyesi davasında görüldüğü gibi devletin ve hükümetin tavrı açıktır. Öte yandan, tehlike altındaki dillerin yaşatılması için kamu hizmetlerinin o dille verilmesi, yapılması gereken öncelikli adımlar arasında sayılmaktadır. Hem Fishman'ın pazar, yüksek öğrenim, ulusal-yaygın medya ve hükümeti dilin işlev göreceği esas fonksiyonlar olarak sıraladığı yaklaşımda, hem de Bournish'in demografik, kurumsal kontrol ve statü faktörleri olarak sıraladığı etno-lingusitik canlılık yaklaşımında, tehlike altındaki dillerin yaşatılması ve canlandırılması konusunda kamu hizmetlerinin o dille verilmesi büyük bir önem kazanmaktadır. Çünkü esas olarak, bir dilin mal ve hizmet alımında kullanım düzeyi o dilin işlevselliğinin en önemli göstergesidir. Bu işlevsellik arttıkça, dilin canlanması da aynı ölçüde gelişmektedir. Ve açıktır ki, işlevsellik artıkça dilin öğrenimi ve kullanımımı artmakta, öğrenimi ve kullanımı artan dilin işlevselliği de aynı ölçüde gelişmektedir(33). Bu bağlamda Kürtçe'nin işlevselliğini artıracak olanaklar yaratmaksızın, tek başına dilin öğretilmesine ağırlık verecek bir politika sonuçsuz kalacak, en iyi durumda asimilasyonu bir iki nesil öteleyecektir.

İDARİ POLİTİK STATÜ

Son olarak, idari-politik statü, Kürt meselesinde öne çıkan başlıklardan biri olarak görülmektedir. Her ne kadar Kürt siyaseti ortaya attığı 'demokratik özerklik' projesinde, dil talepleri merkezi bir yer tutmasa da bu konuda genel olarak ekonomik kalkınma, idarede verimlilik gibi gerekçeler öne çıksa da Katalan, Bask, Quebec gibi örneklerde görüldüğü gibi, genel olarak dil meselesi idari-politik statü tartışmalarının bir alt başlığı olarak ele alınmaktadır. Dilin kullanımı, diğer nesillere aktarımı, eğitim olanakları, kamusal alanda kullanımı gibi faktörler doğrudan dil grubunun idari-politik statü ile birlikte ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Hem iki dilin fonksiyonlarının ayrıştırılması hem de kurumsal statü faktörünün tehlike altında olan dilin canlanmasına olanak tanıması, idari-politik düzenlemeyi gündeme getirmektedir(34).

Çünkü dil ölümü ya da bir dilin kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalması, iki kültürel topluluğun eşit olmayan koşullarda temasa geçmesi ile başlıyor. Dolayısıyla iki dil grubunun toplumsal statüsü, sahip olduğu koşullar bu iki dil arasındaki ilişkiyi belirlemektedir. Ve genel olarak idari ve politik olarak egemen olan dilin diğer dille, önlemler alınmadığı takdirde, asimetrik bir ilişki kurduğu ve bunun da dil ölümünü tetiklediği kabul edilmektedir(35). Bu bağlamda Bask deneyimi, dil topluluğunun idari-politik statüsünün, daha doğrusu özyönetim olanaklarına sahip olunup olunmamasının dilin statüsünü etkilediğini göstermektedir. İspanya'nın Bask bölgesinde, idari-politik statünün olduğu BAC ve NAC alt bölgelerinde, Bask diliyle konuşanların sayısı zaman içinde artarken, Fransa sınırlarında kalan ve idari-politik statüden yoksun Iparralde adlı üçüncü alt bölgede Bask diliyle konuşanların sayısı azalmıştır(36). Katalan dilinin İspanya'daki gelişim seyri de idari-politik statünün önemini vurgulamaktadır. Franko'nun ölümünden sonra hazırlanan 1978 anayasasında bir yandan Katalan bölgesine otonomi verilirken, öte yandan bu otonom bölgeye İspanyolcanın yanı sıra bölge dilini ikinci resmi dil olarak belirleme hakkı tanınmıştır(37).

SONUÇ OLARAK

Görüldüğü kadarıyla, Kürt meselesi kapsamında yapılan kamu hizmetlerinin Kürtçe sunulması ve Kürtçe eğitim tartışmaları, idari-politik statü konusundan ayrı olarak ele alınmakta, bu iki süreç arasındaki ilişki göz ardı edilmektedir. Ancak Kürtçe'yi canlandıracak, kamusal alanda aktif kullanılan bir dil haline gelmesini sağlayacak bir düzenleme, idari-politik statü boyutunu da içermek durumundadır.

Sonuç olarak, kart-kurt, dağlı Türkler söylemlerinin çok değil daha 20 yıl öncesine kadar kamusal alanda tartışıldığı, bu konuda üniversite hocalarına kitaplar yazdırıldığı hatırlandığında, atılan adımların çok önemli olduğu açıktır. Bu nedenle, 2002 ağustos ayında Kürtçe'nin özel okullarda öğrenilmesine olanak tanıyan yasanın kabulü ile başlayan ve TRT6 ile devam eden yeni reform süreci, Kürtçe için hiç kuşkusuz yeni bir sayfa açmıştır. Ancak açılan bu sayfadan Kürtçe'ye bir hayat doğabilmesi için yolun daha çok ama çok başında olduğumuzun da görülmesi gerekmektedir.

Kuşkusuz burada can alıcı nokta, devletin ve hükümetin Kürtçe için öngördüğü gelecektir. Yeni reform sürecinin, asimilasyonun bir insanlık suçu olduğunu(38) gören ve Kürtçe'ye yaşam alanı açan yeni bir siyasetin sonucu olduğunu iddia etmek en azından şimdilik oldukça zor görünmektedir. Bireysel kültürel hakların sınırları görülmeden ve kolektif haklara kapı aralanmadan, böylesi bir siyasetin varlığından bahsetmek en iyi ihtimalle dünya deneyimlerinden bihaber olmak anlamına gelmektedir. Öte yandan, çıkan yasaların Kürtçe'yi çocuklardan özellikle uzak tutmaya özen göstermesi, devletin ve hükümetin bu deyimleri iyi bildiğine işaret etmektedir.

İdari-politik statü ile desteklenmiş, Kürtçe eğitimi ve kamu hizmetlerinin Türkçenin yanı sıra Kürtçe de sunumunu içeren bir yaklaşım, iddia edildiği gibi 'imk‰nsız siyaset', 'gerçekçi olmayan talepler' değil, aksine Kürtçe'yi ölüm yolundan çevirip, canlandıracak yeni bir politikanın asgari adımları olarak görülmektedir. Ancak, görüldüğü kadarıyla, devlet ve hükümet dilin işlevselliğini artıracak hiçbir adım atmazken, dil öğrenimini en alt seviyede tutmaya çalışmaktadır. Kürtçe'nin öğrenimini ev içi dilsel bir tercihe indirgeyen, Kürtçe'nin öğrenilmesi için özel kursları ya da en iyi ihtimalle seçmeli ders tartışmalarını işaret eden bireysel kültürel haklar politikasının yeni bir sayfa açmakla birlikte, Kürtçe'ye uzun bir ömür sunmadığı açıktır.

Hiç yorum yok: