4 Mart 2011 Cuma

Ekonomi Konusunda Itiraz Tekelci Dayatmayadır

Sermaye düzeninin aksine, ekonomi, toplumun maddi ihtiyaçlarının temin alanıdır. Uzun süre kullanım değeri sınırında kalınması komünal düzenle bağlantılıdır. Toplumsal bütünlük, herkese yaşamını garanti edecek tarzda bir ilkeyle yönetilir. İnsan türünün doğası da bunu gerektirir. Üretim hiçbir zaman kar amacıyla düşünülmemiştir. Uzun tereddütlerden sonra (armağan ekonomisi), toplumda artan işbölümünün de sonucu olarak, değişim ekonomisi kendine yer bulmuştur. Kullanım değerine ilaveten değişim değerinin oluşumu kar amaçlı değildir. Bu, ihtiyaçların artan çeşitlilik ve karşılıklı bağımlılık temelinde giderilmesini bağrında taşır. Metalaşma, pazar ve para ilişkisi, başlangıçta kar amaçlı değil, bu ihtiyaç çeşitliliğini ve bağımlılığını gidermek için geliştirilmiştir.

Pazar ekonomisi ve değişim

Pazar ekonomisi denilen olgu sanıldığı gibi bir sermaye-kar ekonomisi değil, değişimin yoğunca devreye girdiği ekonomidir. Ticaret, belli bir çaba karşılığında dolaşım payı olarak bir karşılık bulduğunda faydalı ve gerekli olan bir ekonomik faaliyettir. Fiyatların tekel dışı rekabetle belirlendiği pazar da ekonominin nabzının attığı alan haline gelir. Para, sadece değişimi kolaylaştıran bir araçtır. Küçük esnaf ve meslek sahipleri dediğimiz her türlü zümre de, pazar sürecinde istismar etmedikçe gerekli, faydalı ekonomik unsurlar olarak rol oynarlar. İhtiyaçların besin, giyim, barınma, ulaşım, eğlence gibi çeşitli sektörlere ayrışması ekonominin geliştiğinin göstergesidir. Tüm bu sektörlere ilişkin çabalar ekonomik faaliyet olarak anlam bulur. Toplum için tüm bu hususlar normalinde anlaşılırdır, değerlidir, etiktir.

İtiraz tekelci dayatmayadır!

Büyük tepki ve itirazla karşılaşılan ve tarih boyunca kötü, çirkin, zorba, zulüm, haksız, olmaması gereken olarak algılanan olgu ise, ekonominin üzerine dıştan dayatılan, ya cebren, zorla ya da ince kandırma yöntemleriyle (kıtlık, stok, fiyatlar ve paranın değeriyle oynama) kurulan tekelci dayatmalardır. Bu tekel kurma düzenine genel olarak sermaye-kar düzeni denilmektedir. İlkesi illa birilerinin büyük kazanması, büyük kısmının ise işsiz, yoksul ve açlık sınırında tutulup sermaye düzenine sürekli muhtaç kılınmasıdır. Gerekçesi de büyük kazanma olanağı tanındığında yarışın başlayacağı, bunun da ekonomiyi geliştireceğidir. Bunun büyük yalan olduğu, bugünkü finans çağının tepesinde oturanların hiç ekonomiyle ilgilerinin (borsa, faiz, kur gibi spekülatif konular dışında) olmamasında görülmektedir. Bunların ekonomiyle ilişki kurmaları ise krizle eşanlamlıdır. Kar dışında hiçbir şey onları ilgilendirmemektedir.

Ekonomi olmayan ekonomiden kurtuluş

Ekonomi-politik diye öyle saptırıcı bir bilim disiplini sayesinde gerçek ekonomik faaliyetler gündem dışına, ekonomi dışına sürülürken, ekonomi olmayan faaliyetler ekonominin vazgeçilmezleri, kutsalları (yine borsa, faiz, kur gibi spekülatif konular) diye sunulur. Yüksek ekonomi diye yutturulmaya çalışılır. Güç tekeli göz göre göre ekonomi olanı ekonomi olmayan, ekonomi olmayanı ve hatta ona karşıt olanı ise yüksek ekonomi, ekonominin kutsalları diye sunabilmektedir. Eğer ekonominin en temel sorunu nedir diye sorulursa, cevabı herhalde öncelikle bu soygun tekelinden kurtulmaktır. Gerçek ekonomi olmak için ekonomi olmayandan, dıştan güç tekeliyle dayatılan ekonomi karşıtlığından kurtulmaktır. Ekonomi haberleri adı altında faiz, borsa, kur spekülatörlerinin oyunundan kurtulmaktır; gerçek ekonomi gerçek ihtiyaçların sağlıklı, erişilebilir, çevreye dost yatırım teknikleriyle üretimi, bölüşümü ve tüketimidir. Böyle tanımlayabileceğimiz bir ekonomik inşa için ilk gerekli adım, ekonomik olmayandan kurtuluşun planlı, programlı ve örgütlü eylemidir.

Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabından alınmıştır.

AKP’nin Kontrgerillası işbaşında!

Yeni_Özgür_PolitikaReferandumdan sonra AKP Hükümeti’nin hedefi haline gelen Colemêrg ve ilçelerinde devletin kontra faaliyetleri arttı. Gever’de bombalı saldırı girişiminde bulunan sivil polis suçüstü yakalandı. Saldırgan, devlet güçlerince halkın elinden zorla alındı.
Özellikle referandum sonuçlarından sonra Türk Hükümeti’nin hedefi haline gelen Hakkari ve ilçelerinden dün ilginç bir olay yaşandı. Bir süredir devletin kontra faaliyetlerini şiddetle süslemek istediği Gever’de (Yüksekova) bombalı saldırı girişiminde bulunan devlet elemanları suçüstü yakalandı. Polis olduğu anlaşılan saldırgan, devlet güçlerince zorla alındı. İlçede devlet terörü estirildi, halk ile devlet güçleri çatıştı. Bugün kente gitmesi beklenen BDP Eşbaşkanı Demirtaş, programında değişiklik yapmayacağını ve bu kirli tegahlara papuç bırakmayacaklarını söyledi.

Hakkari’nin Gever İlçesi’nde Emniyet Müdürlüğü’ne yaklaşık 400 metre uzaklıkta bulunan Zagros İş Merkezi’nin yanına dün sabah saatlerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından bomba konulmak istendi. Halk söz konusu kişiyi fark edince olaya müdahale etti. Bombacı halk tarafından linç edilmek istenirken, polis hemen olaya müdahale etmek istedi. Bunun üzerine halk tepki gösterip taşlarla karşılık verince polisler, havaya ateş açarak geri çekilmek zorunda kaldı. Halkla polis arasında çatışma sürerken, bir dükkandan saldırganın arkadaşı olduğu ileri sürülen kişi tarafından halka tabanca ile ateş edildi. Bunun üzerine halk ateşin açıldığı dükkandaki kişiye yönelince polis akrep aracı ile söz konusu kişiyi dükkandan aldı.

Biri çocuk 7 sivil yaralı
Bombacı ise aldığı darbeler sonucu ağır yaralandı. BDP’liler ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinin araya girmesi ile yaralanan kişi hastaneye götürülmek üzere olay yerinden uzaklaştırıldı. Ancak polis, bombacayı BDP’lilerden aldı. Bombacı ve arkadaşı polisin gözetimine alınırken, olaylar sırasında polisin barikatının bulunduğu alanda bisikleti ile geçmekte olan bir çocuğa, panzer çarptı. Panzerin çarpması sonucu ağır yaralanan çocuk hastanede tedavi alına alındı. Yaşanan olaylarda toplam 6 polis ile biri çocuk 7 sivil yaralandı.

Vali ve Kaymakam: Dövülen kişi polis
Olay üzerine Yüksekova Kaymakamı Üzeyir Aziz Özeren, il ve ilçe emniyet müdürleri olay yerinde incelemelerde bulundu. Kaymakam Özeren, yurttaşların bombacı sanarak dövdüğü kişinin polis olduğunu belirterek, kesinleşmiş hapis cezası bulunan bir kişinin gözaltına alınmak istenmesi üzerine olayın yaşandığını ileri sürdü. Yüksekova’daki STÖ’ler ile BDP Kaymakam’dan randevu talep ederken, Hakkari Valisi Muammer Türker de Kaymakam ile aynı beyanı verdi. Türker yazılı açıklamasında şöyle dedi: “Yüksekova İlçemizde bugün saat 11.00 sıralarında, hakkında kesinleşmiş hapis cezası bulunan bir şahsı yakalayıp ilçe emniyet müdürlüğüne götürmekte olan polis ekibi, şahsın kaçma teşebbüsü sonrasında çevredeki vatandaşlarca engellenmiş ve darp edilmişlerdir. Akabinde ilçe merkezinde polise yönelik taşlama eylemi yapılmıştır. Olaylarda görevli 3 ve sonrasında atılan taşlardan dolayı da 3 olmak üzere toplam 6 polis memuru yaralanmış olup, yaralılardan biri Van’a sevk edilmiştir. Bazı basın yayın organlarında ifade edildiği üzere bölgede herhangi bir bomba konması olayı yaşanmamıştır.”

Yakalanan polis Kırıkkaleli
Saldırı girişimindeyken yakalanan kişinin Kırıkkale nüfusuna kayıtlı polis Aziz İ. olduğu açıklandı. Aziz İ.’nin halk tarafından el konulan telefonunun ise emniyete ait olduğu ve “HKH” diye kayıtlı bir numaradan arandığı belirtildi. Yaralı polisin Yüksekova Devlet Hastanesi’nde yapılan tedavisinin ardından Van’a sevk edildiği bildirildi.

Giriş-çıkışlar kapatıldı
Olay sonrası ilçenin giriş ve çıkışları trafiğe kapatıldı. Çok sayıda zırhlı araç, özel harekat timi ve Hakkari’den takviye ekip sevk edildi. Gergin bekleyişin sürdüğü ilçede askeri helikopterin sürekli kent üzerinde tur atması dikkat çekti. İlçede esnaf, kepenk kapattı. Ancak polisler bazı esnafların işyerlerine saldırarak içerideki malzemeleri sokağa saçtı.

Zamanlama dikkat çekici
Olayın BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “provokasyonlar” üzerine ilçeye yapacağı ziyaretten bir gün öncesine denk gelmesi dikkat çekti. BDP Eşbaşkanı Demirtaş, programında değişiklik yapmıyor ve bugün Gever’e gideceğini açıkladı. Roj TV’ye konuşan Demirtaş, “Her alanda bir sindirme politikası var. Hükümet ‘bana teslim olmazsanız, reva gördüğüm budur’ diyor. Bu tür gözdağı ve sindirme girişimleri daha büyük operasyonlarla tehdittir” dedi. Provokasyon ve takipçisi manipülasyonlara karşı uyanık olunması gerektiğini kaydeden Demirtaş, şunları söyledi: “Örgütlü duruş çok önemli. 87 yıllık imha-inkar politikalarının inceltilmiş ve ikiyüzlü halini püskürtmek zorundayız. Hükümet meselenin ciddiyetinin farkında değil. Umutsuz değiliz, örgütlü gücümüzü alanlara yansıtacağız. Başaramayacaklar.” BDP bugün Amed’de de “Yüksekova yalnız değil” sloganıyla kitlesel açıklama yapıyor.

Özel plan mı devrede?
Yüksekova’daki şüpheli olaylar özellikle 12 Eylül’de yapılan anayasa referandumunda halkın yüzde 100’üne yakının AKP paketini reddetmesi sonrasında yoğunlaştı. Referandumun ardından Başbakan Erdoğan kameraların karşısına çıkarak “Hakkari ve Şırnak’a ilişkin özel planlarımız var” demişti. Bu açıklama İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından da teyit edilmişti.

İlk bombacı kaçmıştı
Son olayların özellikle AKP’ye yakın medya tarafından yayınlanan kaynağı belirsiz provokatif haberlerin servis edilmesinin ardından gelmesi dikkat çekti. Hükümete yakın Zaman Gazetesi’nin “PKK’den kaos planı” başlığıyla verdiği provokatif haberin ardından Yüksekova’da ilk “provokasyon” denemesi başladı.

18 Şubat gecesi kendilerine, “MEZİT” adını veren bir grubun tehdit içerikli bildirileri araçlarla dağıtmasından iki gün sonra yani 21 Şubat sabahı Yüksekova şehir merkezine bomba bırakıldı. Olay esnafın fark etmesi ile önlenirken, bombacı bir esnafı bıçaklayarak kaçtı. Bu olayın yaşandığı kuyumcu da emniyete çok yakın bir mesafede bulunuyor.
DİHA/HAKKARİ

Eylemsizlikle Biten ve Başlayan Ne?


Bütün gözler Mart ayı ile birlikte Kürdistan’da olabileceklere çevrilmiş durumda. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Arap halklarının isyanları ile giderek ısınan bölgede; KCK’nin ilan ettiği eylemsizlik sürecinde gelinen nokta yeni bir dönüm noktası oluşturacak. KCK Yürütme Konseyi, 13 Ağustos 2010 tarihinden bu yana devam eden eylemsizlik sürecinin AKP Hükümeti’nin izlediği inkar-imha politikaları nedeniyle geçerliliğini yitirdiğini açıkladı. Demokratik Kürt Hareketi, Türk devletinin şiddetle tasfiye etme ve inkar politikasındaki ısrarına rağmen demokratik-siyasal seçeneğin hayat bulması için 1993 yılından bu yana tek taraflı ateşkesler ilan etti.

PKK’nin 1993, 1995, 1998, 1999’da ilan ettiği ateşkesler dönemin iktidarları tarafından çözüm için değerlendirilmedi. Çözüm şansını değerlendirmeyen ANAP, DYP, RP, MHP, DSP gibi siyasi partiler; dönemin bütün genelkurmay başkanları başarısız kaldı ve siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kaldı. PKK ise, kendisini daha dinamik kılarak mücadelesini devam ettirdi.

Ateşkesler ve eylemsizlik sürecini kendisi için en çok kullanan parti ise AKP. PKK’nin en çok şans tanıdığı parti AKP oldu. Buna rağmen AKP, Kürtleri oyalayıp, çürütme siyaseti ile Kürtlerin örgütlü güçlerini tasfiye etmeyi hedefledi. 2002’de iktidara gelen AKP Hükümeti’ne çözüm şansı vermek için hemen hemen her yıl Kürt sorununun çözümü için muazzam fırsatlar sunuldu. Ancak siyasal çözüm yerine askeri operasyonlar, siyasileri tutuklama çabaları durmayınca 1 Haziran 2010’da Kürt meselesi yeni bir döneme girdi.

Bu dönem de açığa çıkan önemli sonuç ise, Türkiye’nin artık savaşı kaldıramayacağı gerçeği oldu. 1 Haziran’dan kısa bir süre sonra ateşkes çağrıları ve eylemsizlik istekleri hükümetten geldi. 2010 Ağustos’unda ilan edilen eylemsizlik önce 2010 Eylül’de kısa süreliğine uzatıldı. Tartışmalar, görüşmelerle eylemsizlik 2010 Kasım’ında uzun süreli eylemsizlik kararı olarak açıklandı. Herkes umutlanmıştı… Ama AKP bu dönemi önce 12 Eylül 2010’da referandum için kullandı. Sonra uzatılan eylemsizliği ise, 12 Haziran 2011 seçimleri için kendisine sermaye yapmaya çalıştı. Kürtlerin tutuklanması devam etti. Hükümet siyasal alanda hiçbir çözüm düzenlemesi yapmadı. Aksine 2003 yılında PKK’yi zamana yayarak çürütme siyasetini 2011 yılında farklı aktörler aracılığı ile yaşama geçirmeye çalıştı. Ve Kürtler artık bir daha AKP’nin oynununa ve oyalamasına kanmayacaklarını göstermek için eylemsizlik kararı ile ilgili 28 Şubat açıklamasını yaptılar.

Ancak bu kararın açıklandığı sürecin Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu konjonktürünün önceki dönemlerden çok ama çok farklı olduğunu herkesin görmesi gerek. Önceki dönemlerde küresel egemen sistemin 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşturduğu “terörizm küresel mücadele” konsepti bugün Tunus, Mısır, Yemen, Ürdün ve Libya başta olmak üzere bütün bölgede ters tepmiştir. Bugün halkların isyan olgusu sistemi sarsmakta, halkların meşru mücadelesi ise, iktidarlar bir bir yıkılmaktadır. Dolayısıyla Kürt isyanının direngen, kesintisiz ve dinamik gücü bu konjönktürden çok güçlenerek çıkacak ve hatta bölgede isyanlara pozitif öncülük yapacak bir hareket olma karakterini ortaya koyacaktır.

Bu duruma özgün olarak Mart ayı Kürtler için önemli bir ay olduğu vurgusunu da yapmak lazım. Çünkü 2011 yılının Mart ayı, önceki yıllardan farklı özellikler taşıyor.
15 Şubat eylemleriyle start alan 8 Mart’ta Kadın serhildanları, 21 Mart’ta ise Kürtlerin görkemli Newroz kutlamalarıyla devam edecek kitlesel gösterileri ve Türkiye’de yapılacak olan 12 Haziran genel seçimlerini etkileyecek. Bunu şunun için söylüyorum PKK’nin 30 yılı bulan kesintisiz yayın organı Serxwebun gazetesindeki yazılarda Devrimci Halk Savaşı konusuna vurgu yapılıyor. Bugün Arap halklarına isyan gücünü veren dinamizmi işaret eden analiz ve yorumlarda, Kürtlerin kendi çözümlerini nasıl inşa edeceklerinin yol ve yöntemleri ortaya konulmuş. Kısacası Kürt meselesi zor mesele. Sonuç olarak içine girilen süreç, siyaseten tedavülden kalkma sürecine girmiş AKP; Erdoğan ve ekibini de tedavülden kaldırma potansiyelini fazlasıyla içeriyor…

guelbaki@ymail.com

AKP'nin Taşlar ve Kuşlar Hesabi

AKP her seçim döneminde olduğu gibi bu seçim sürecinde de bir taşla birkaç kuşu birden vurmaya çalışıyor.

Hakkını yememek gerekiyor; AKP avlama işini başarıyla yapıyor. Her dönem avlayacak birilerini de buluyor.

2002’den bu yana kimini konu mankeni, kimini vitrin malzemesi, kimini de psikolojik savaş aleti haline getirip, kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor.

Geçen yılki Anayasa Referandumu sürecinde liberalleri ve bazı Kürtleri kullanmış, sonra da yüzüstü bırakmıştı. Bütün yumurtalarını AKP’nin sepetine dolduran liberallerin sözcüsü Ahmet Altan, aldatılmış olmanın acısıyla Erdoğan hakkında ağır yazılar yazdı ve soluğu mahkemede aldı.

AKP, Taraf’ı kullandı ve buruşturup bir kenara attı. Taraf yaptığı hizmetin karşılığını hazine yardımıyla aldı. Altan’ın bağırıp çağırması bu gerçeği değiştirmiyor.

AKP şimdi Radikal’i kullanıyor. Taraf teşhir oldu ya; Kürtlere karşı psikolojik savaşı şimdi Radikal üzerinden sürdürüyor. Aslı astarı olmayan psikolojik savaş haberleri ve akıllara ziyan yorumlarıyla Radikal, Taraf’ın yerini almış bulunuyor.

Türkiye’nin en güçlü demokrasi dinamiği olan Kürt hareketine karşı ‘muhalefet’ görevini şimdi Radikal yürütüyor.

AKP, bu gazeteyi diaspora Kürtlerine karşı da kullanıyor. Geçen yıl ülkedeki bazı Kürtlere uyguladığı ve sonuç aldığı stratejiyi şimdi sürgündeki Kürtlere uyguluyor. Bu seçimde diaspora Kürtlerini kullanmak, onları kendi çıkarlarına kurban etmek istiyor.

Radikal bu strateji doğrultusunda özel bir misyon yüklenmiş görünüyor.

12 Haziran seçimleri AKP ve Erdoğan için hayat memat meselesi haline gelmiş durumda. Erdoğan yarım kalan işlerini tamamlamanın, Çankaya’ya çıkmanın ve 2020’ye kadar iktidarda kalmanın hesaplarını yapıyor.

Bunu gerçek manada bir demokratikleşme eşliğinde yapsa; ülkenin kronik sorunlarına kalıcı çözümler arasa, tamam, kalsın diyeceğim ama, bunu yapmıyor.

Aksine önüne engel olarak çıkan bütün demokrasi dinamiklerini ya satın alarak ya da bastırarak susturmak, tek adam ve tek parti despotizmi kurmak istiyor.

Fakat Kürt meselesi de Barkey’in deyimiyle Türkiye’nin olduğu kadar AKP’nin de ‘Aşil topuğu’ olmaya devam ediyor. Kürt sorunu AKP için de can alıcı noktayı oluşturuyor. AKP ve Erdoğan bunu görüyor.

Bu sorundan kurtulmadan iktidarını sürdüremeyeceğini ve çıkarlarını garanti edemeyeceğini biliyor. Bu yüzden ağırlığı bu sorundan kurtulmaya veriyor. Kürtleri bölerek ve bu sayede tasfiye ederek Kürt sorunundan kurtulmaya çalışıyor.

Tabii bu kolay değil. Kürt halkı AKP’nin önünde aşılmaz bir kale gibi duruyor. AKP bu yüzden cepheden saldırmak yerine, sinsice kaleyi içeriden fethetmeye çalışıyor.

Kürt siyasetini daraltmak, içe kapatıp marjinal kılmak için Kürt toplumu içindeki farklılıkları kaşıyor. Olağan düşünsel farklılıkları derinleştirmeye, olağanüstü hale getirip çatışmaya dönüştürmeye çalışıyor.

Kürt diasporasına da bu amaçla yöneliyor.

Bazı siyasetçi ve sanatçılara bu yüzden ‘ülkeye dön’ çağrıları yapıyor. Yanlış anlaşılmasın; herkesin ülkeye dönme hakkı var ve bu hak tartışılamaz. Ülke özlemine ve dönme arzusuna sadece ve sadece saygı duyulur.

Kaldı ki bu bir lütuf değil. Bu insanlar baskı gördükleri, ölüm veya hapis tehdidi aldıkları için ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Onları buna Türk devleti zorladı. Çoğunun da hayatı parçalanıp dağıldı. Çoğu inanılmaz acılara katlandı. Bu insanlara saygı duymak, onları anlamak gerekiyor.

Ancak bu mesele AKP’nin kirli siyasal çıkarlarına da kurban edilemez. Herşeyden önce devletin diasporadaki Kürtlerden özür dilemesi gerekiyor. Ardından da dönüş için koşulların yaratılması; can güvenliğiyle ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması gerekiyor.

AKP yurt dışındakilere çağrı yapıyor ancak, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri de kaldırmıyor. Devletin işlediği cinayetlerin ise üzerine gitmiyor. Topraktan insan kemikleri fışkırıyor ama hükümetten ses çıkmıyor.

Ayrıca Avrupa’ya Türkiye’den her gün birçok Kürt siyasetçisi iltica amacıyla geliyor. BDP MYK üyesi Hatice Çoban daha yeni iltica etti. BDP Diyarbakır eski il başkanı Hilmi Aydoğdu’nun iltica işlemleri de yeni bitti.

Yalnız bunlar mı? Birçok kişi yollara düşmüş geliyor. Türkiye cezaevlerinde ise Kürt siyasetçisi, yazar, sanatçı ve gazetecisinden geçilmiyor.

Bunu görmek, AKP’nin tuzağına düşmemek, demokrasi, özgürlük ve hukuk devletinde ısrar etmek gerekiyor. Aynı zamanda dönüş meselesini çatışmaya dönüştürmemek, tam tersine bu dönemde Kürtler arası birliği güçlendirmek gerekiyor.

AKP Kürtleri bölmek, birbirine düşürmek ve tek tek tasfiye etmek istiyor. Bunu önlemenin yolu ise geniş bir ulusal-demokratik Kürt cephesi inşa etmekten geçiyor.

Özcesi; Kuşların taşlardan uzak durmaları, kolay av olmamaları ve geçmişten ders almaları gerekiyor.

gunayaslan@hotmail.de

Ahlaki bir Ekonomi için Ekolojik Sosyal Kalkınma

Yeni_Özgür_PolitikaSosyal ekolojik bakış açısına dayanan analize göre, eğer ekolojik topluma ulaşmak isteniliyorsa, geçerli liberal kalkınma modellerini aşan yeni kalkınma anlayışları geliştirilmelidir. Sosyal ekolojik kalkınma anlayışı, gelirin artışından ziyade tutarlı bir toplum yapısı, kaynakların adil dağılımı, bireyin sosyal, kültürel, manevi gereksinimleri ve ekonomisi için daha fazlasını sağlayabilir.
Kapitalizim doğası gereği kutuplaştırıcıdır ve yığılmacıdır. Küreselleşen kapitalizmin yaklaşık 200 yıllık iktisadi bakış acısının günümüzde dünyayı özellikle yoksullar için yaşanmaz bir cehenneme çevirdiği herkesin malumudur. Neoliberal kapitalizmin son 30 yılda kontroldışı ölçüsüz ve tutarsızca gelişmesi ve yayılması, az gelişmiş ülkeleri ve halkları yoksulluğun girdabında adeta açlığa ve ölüme sürüklemektedir. ‘Laisser faire/bırakın yapsınlar’ anlayışıyla hiçbir ahlak taşımayan neoliberal sistem atmosfere saldığı karbondioksit ve sera gazlarıyla atmosferi kirletmekte, sanayi artıklarıyla da ekolojiyi tahrip etmektedir. Aynı zamanda doğayı ve suları kirleterek, satın alma gücü sıfıra yakın olan milyarlarca yoksul insanın parasal elde edebildiği doğal nimeti olan havayı ve suyu da zehirleyerek yoksulların kitlesel ölümlerine neden olmaktadır.

Kapitalizm ihtiyaç duyduğunda hiç tereddüt etmeden ülkeleri işgal etmiş, 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi günümüzde de müdehalelere devam etmektedir.

Karakteri gereği yağmacı ve talancı olan kapitalizm, süreç boyunca yoksuldan zengine, sömürgeden sömürgeciye sürekli kar ve rant aktararak bir tarafın aşırı yoksullaşmasına ve zayıflamasına, diğer tarafın da sürekli şişmesine ve zenginleşmesine yol açmıştır. Neoliberal anlayışın sınır tanımaz aç gözlülüğünün son 20 yılda geldiği noktayı biraz irdelersek, sorunun çok daha ürkütücü olduğu somut olarak göz önüne serilecektir. Örneğin dünya genelinin yüzde 15’ine tekabül eden nüfus toplam dünya gelirinin yüzde 78’lik payını alırken; düşük gelirli ülkeler yüzde 40.5’i, ki bu rakam 2.4 milyar insana tekabul eder, sadece yüzde 20’lik payını alabilmektedir.

Zengin ülkelerde kişi başına düşen gelir yaklaşık 30 bin doları bulurken, alt ve orta gelirli kişilerin yaşadığı ülkelerde kişi başına düşen gelir 1000 doların altındadır. Ve bu rakam zengin ülke insanlarının geliriyle kıyaslandığında yaklaşık 21 kat kadardır. Gelir pastasından nasiplenme payı en düşük gelire sahip ülkelerde ise, kişi başına GSMH’den sağlanan gelir sadece 410 dolar civarındadır. Ve bu rakam en zengin ülkelerde kıyaslandığında fark yaklaşık 60 kat gibi korkunç bir uçurum ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, ABD ve diğer gelişmiş zengin ülkelerde de zenginler ve yoksullar arasında uçurumlar yaratmaktadır.

Bir örnek vermek gerekirse; ABD nüfusunun yüzde 20’si gelirin yüzde 45.2’sine el koyarken, en yoksul yüzde 20’si gelirin sadece yüzde 4.5’lik bir kısmıyla yaşamını idame ettirmek zorundadır. Ve halen dünyada günde 2 dolarla yaşamını sürdürmek zorunda olan insanların sayısı 2.5- 3 milyar kişi civarındadır. Neoliberal kapitalist sistemde global gelir atarken yoksullar daha da yoksullaşmaktadırlar. Buna göre 21. yy. başında dünyada toplam gelir 30.8 trilyon dolar iken, günümüzde bu rakam 40.5 trilyon dolara yükselmiştir. Buna rağmen 1960 yılında nüfusun en zengin yüzde 20’sinin geliri, nüfusun en yoksul yüzde 20’sine göre 30 kat fazla iken, 21.yy başında dünya nüfusunun yine en zengin yüzde 20’sinin geliri, nüfusun en yoksul yüzde 20’sinin gelirinin 70 katına çıkmıştır. İstatistlik verilerden de anlaşıldığı gibi, dünyadaki toplam gelir her yıl büyük miktarda artmasına rağmen alt tabakadaki yoksullar bu gelirden pay almamakta ve daha da yoksullaşmaktadırlar. Dolayısıyla artan gelir, dünyadaki en zengin yaklaşık 400 büyük çok uluslu şirketin servetlerinin katlanmasına neden olmaktadır. İşte günümüz neoliberal kapitalist kalkınma anlayışı ve kalkınma modeli budur. Bundan dolayı kapitalist olmayan bir kalkınma modeli yani katılımcı ekonomik modeli savunmamız ve desteklememizin nedeni de böylece anlaşılmaktadır.

Ekolojik sosyal toplum ve kalkınmanın yeni tanımı
Katılımcı kalkınma modelinin temel özelliği halkların ve toplumların nicelikleri yerine kültürlerinin özelliklerine ve yurttaş niteliklerine vurgu yapmaktadır. Bunun anlamı halkların bilinçli ve aktif yurttaş katılımıyla kalkınma süreçlerinin kontrolünü devlet ve piyasanın elinden alarak, örgütlü ve özgür yurttaş bilinciyle denetleyip yürütmesidir. Serbest ticaret ve serbest piyasa ekonomisine dayalı neoliberal kapitalist sermaye hegemonyası altında ilerleyerek, küresel bir yayılma gösteren günümüz kalkınma anlayışının grow-or-die (ya büyü ya yok ol) ekonomik modeliyle sunulan paradokstan kurtulmanın yolu yoktur. Kaynakların azaldığı ve çevre niteliğinin (ekolojinin) giderek bozulduğu günümüz dünyasında bölgesel ve küresel düzeyde karşı karşıya kaldığımız çevresel kriz ve felaketler neoliberal kapitalist kalkınmanın geleneksel bir sonucudur.

Dünya çapında gözle görülür bir zenginliği elinde tutan insanların sayısı giderek azalmaktadır. The Nation’ın yaptığı bir araştırmaya göre, dünyada yaklaşık 860 milyar dolar net servete sahip 358 dolar milyarderinin serveti (ki bunlar dünyanın kaymağını yiyen piramitin tepesindeki en zengin kişilerdir), dünya nüfusunun en yoksul yüzde 45’inin (bu yaklaşık dünya nüfusunun 3.2 milyarına takabül eder) sahip olduğu net değerden daha fazladır. Dünya nüfusunun yüzde 45’inin gelirine eşit servete sahip dünyanın en zengin milyarderleri, en azgın tekellerin ve kartellerin sahipleridir.

Sosyal ekolojik bakış açısına dayanan analize göre, eğer ekolojik topluma ulaşmak isteniliyorsa, geçerli liberal kalkınma modellerini aşan yeni kalkınma anlayışları geliştirilmelidir. Sosyal ekolojik bakış açısına göre kalkınmada niceliksel değil niteliksel süreç gözetilmelidir.

Sosyal ekolojik kalkınma anlayışı, gelirin artışından ziyade tutarlı bir toplum yapısı kaynakların adil dağılımı bireyin sosyal, kültürel, manevi gereksinimleri ve ekonomisi için daha fazlasını sağlayabilir. Bu noktada katılımcı ekonomik model için bir örnek olarak Hindistan’ın en yoksul kenti olan Kerala da denenmiş olan ve Hindistan’da ortalama okur yazarlık oranı yüzde 36 iken, Kerala’da bu oran yüzde 70’i buluyor. Ayrıca bu modelle, Kerala sakinlerinin temel beslenme sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını temin edilmesi de başarılmıştır. Murray Bookchin sosyal ekolojik kalkınma modelini ahlaki ekonominin yaratılması olarak tanımlar. Ahlaki ekonomi belki de yıkıcı neoliberal ekonomik sistemi dünyadaki dinamik tek alternatifidir. Buna göre kalkınma toplumun korunması yaratılması ve katılımcı yuttaşlık üzerine odaklanmalıdır. İnsanların eğitilerek yetkin ve yetkili kılınması kalkınmanın özgün sürecin gerçek amacıdır. Sosyal ekoloji ekonomi modeli bilim üzerindeki sosyo kültürel kriterlerin önceliğini arzu eder. Bu model, hiyerarşi ve egemenliğe dayalı tüm ilişkilerin ortadan kaldırılmasını, doğa ile insan arasındaki ilişkilerin tekrar uyumlu hale getirilmesini başlangıç noktası olarak gören çağdaş ekolojik sosyal bakış açısıdır.

Bu bakış açısı, günümüzde geçerli olan devlet ve çok uluslu şirkelere dayalı kalkınma modellerinin aktif alternatifidir. Vandana Shiva, üretim fazlasının ve karlılığın yaratılması için ekonominin ticarileştirilmesi ve sermaye birikimini temel alan kalkınma modelinin sadece servet değil, yoksulluk ve yoksunluk yaratacağını söyler. Kalkınmanın gerçek yolu, yerel hakların, ekonomik kültürel hayatın sürekliliğiyle çevre sağlığı garantisi veren süreçlerle bu süreçlerdeki çeşitliliğe destek vermektir. Birleşmiş Milletler Brundtlon Komisyonu, yeni kalınma modelini sosyal ekolojik anlayışa uygun olarak tasarlanmasına destek vermektedir.

Ekolojik demokratik sosyal kalkınmacı ekonomi (öz yönetim)
Katılımcı ekonomi, özgürleştirici vizyonları canlı tutmaya çalışan toplumsal ekolojik kalkınmayı, yerel düzeydeki toplulukların kendi yaşam kalitelerini artırmalarını gerçekleştirecek projelerle başlayan bir süreç olarak tanımlar. Bölgesel kalkınma öncelikleri ise yerel yönetimlerin ve konseylerin yönelimleriyle ortaya çıkacaktır. Her bir yerel yönetimin kendi sorunlarını bölgesel olarak temsil ettiği ve paralel bir konfederasyon süreciyle kitlelerin arzularını yansıtacak şekilde aşağıdan yukarıya doğru kurulan kalkınmaya bir koordinasyon stratejisi oluşturulmasıyla başlayacaktır. Bugün bize düşen görev, elimizdeki bütün maddi olanakları ve gücümüzü yalnızca temel ihtiyaçlarımızı güvence altına almakla yetinmeyip, aynı zamanda bütün insani yaratıcılığımızı da ortaya koyarak yeni bir toplum kurmaya çalışmalıyız. Gölgesi düşen neoliberal barbar bir dünya olasılığı karşısında rasyanel ve yaşanabilir bir dünya yaratma arzumuz bizleri her zamankinden daha fazla yaratıcı olmak için çaba harcamaya zorlamaktadır. Öyleyse özgür, demokratik ve ekolojik yönelimli bir dünya kurulacaksa, böyle bir topluma erişmek için ekonomiyi ve kalkınmayı yeniden tanımlamalıyız. Kanımca nasıl bir kalkınma, nasıl bir ekonomi sorularının yanıtını; nasıl bir gelecek, nasıl bir toplum/dünya, nasıl bir yaşam biçimi sorularıyla yanıtlamalıyız. Yani toplumsal ilişkiler kadar insanın doğayla ilişkisini de yeniden özgürlükçü ve demokratik bir tarzda yanıtlamaya yönelik sorularla birlikte ele almalıyız. Ancak bu şekilde bütünlükçü perspektiften yaklaştığımızda asıl meseleyi kişi merkezli ekonomik büyüme ekseninden çıkarıp toplumsal politik ve etiksel ilişkilere yöneltebiliriz. Bu amaçla neye karşı olduğumuzdan ziyade, neyi niçin istediğimizi, bugünden nasıl inşa edeceğimize karar vermeliyiz.

Bundan dolayı toplumsal ekolojik perspektiften bakıldığında kalkınma, ekonomik büyümeyle beraber insanların ve doğanın ahenkli bir şekilde birbirlerini besleyerek, çeşitlilik içinde birlikte yaşam niteliğini yükseltmeyi hedeflemelidir. Kalkınmanın nirengi noktası sürdürülebilir bir gelecek ve yaşam olmalıdır. Bu da yaşamlarının her alanında doğrudan söz sahibi olan yurttaşları ve demokratik politik kurumları oluşturarak gerçekleştirmekle mümkündür. Bu yüzden kalkınma sorunu salt ekonomik teknik bir olgu olmaktan ziyade politik ve toplumsal bir olgudur. Ancak bu şekilde ekonomi piyasa ilişkilerinden kurtarılıp demokratik, özgürlükçü ve toplumsal ilişkiler tarafından yönlendirilebilir.

Katılımcı bir ekonomi nasıl pratikleştirilir?
Bir ekonominin temel dayanağı katılımcılıktır. Burada bütün üreticiler ile tüketiciler kooperatifler veya konseyler şeklinde örgütlenir. Kırsal alanda bütün üreticilerin kooperatiflerde örgütlenerek üretim girdisini asgariye indirerek, üretim kalitesinin yükseltilmesi hedeflenir. Kentsel alanlarda üretici ve tüketicilerin (işçi ve tüketici konseyleri) şeklinde örgütlenmesi karar alma ve yürütme açısından daha pratiktir.

Bu modelde her birey ve aile, bir toplumsal birim olarak en küçük örgütlülüğü oluşturacaktır. Aynı zamanda mahalle ve köy konseylerinin de üyesi olacaklar. Her mahalle konseyi şehir semt konseyinin üyesi olacak ve mahalle köy konseyleri federasyonunun üyesi olacaktır. Her semt bir şehir tüketim konseyine bağlı olacak böylece şehir ve vilayet konseyleri de bölge veya eyalet konseylerini oluşturacak. Bölge konseyleri, ülke çapında ulusal konseyleri oluşturarak iç içe geçmiş bir demokratik konseyler federasyonunu örgütlemiş olacaklar. Aynı model kooperatifler için de geçerlidir.

Katılımcı ekonominin bu farklı konseyler ağını içermesinin nedeni farklı tüketim türlerinin farklı farklı insan gruplarını değişik şekilde etkilemesine uyum sağlamak için gereklidir.

Örneğin bir köy merası veya mahalledeki yeşil alan köylüyü veya mahalleliyi ilgilendirdiği gibi, bir şehrin hava kirliliği ve ulaşım sorunu da o şehirde oturan herkesi ilgilendirmektedir. Bir ülkenin su, çevre ve ekolojik durumu bütün vatandaşların ortak sorunudur. En özel alandan en kamusal alana kadar bütün üretim ve tüketim faaliyetleri yelpazesini kapsamak için farklı düzeylerde konseylerin örgütlenmesi, hem üretici hem de tüketicilerin ürün hakkında (kalite-fiyat vb) gerekli bilgiye ulaşmada ve tercihlerde kolaylık sağlar.

Bir kez tüketim faaliyetlerinin de üretim faaliyetleri gibi toplumsal olduğunu kabul ettiğimizde, tüketim hakkında karar almanın tıpkı üretim hakkında karar almak gibi katılımcı ve hakkaniyetli olması gerektiğinde ısrar etmeliyiz. Bu durumda konseylerin bu amacı yerine getiren önemli bileşenler olacağını kabul etmemiz gerekir.

Katılımcı ekonomi kar marjı yerine çeşitliliği, merkezi bir değer konumuna yükseltir. Azınlık görüşlerine imkan tanıyan hatta bunlara dikkat gösterilmesini memnuniyetle karşılayan karar verme süreçlerini kullanır. Tüketici ve üretici tercihleri ekonomi üzerindeki ektiyi tanır ve bilinçli bir şekilde rasyonel faydalanma yollarını araştırır. Katılımcı ekonomi, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin etkilerini ve tezahürlerini tamamen ortadan kaldırmak amacıyla pozitif ayırımcılığın gerekli olacağını düşünür. Etnik ve toplumsal cinsiyet açısından adil davranır, gerektiğinde alternatif çözümler üretir.

Katılımcı ekonomide birey-toplum ilişkileri
Toplumsal kurumlar tasavvur etmenin zorlukları kısmen birey ile kolektif arasındaki hassas ilişkiden kaynaklanır. Bir yandan bizler birer toplumsal varlığız. Başkalarına bağımlıyız. Birbirimizi etkiler ve birbirimizden etkileniriz. Karşılıklı etkileşimin faydalı olabilmesi için edimlerimizin başkalarının edimleriyle bağdaşır olması gerekir. Diğer yandan her birimizin kendi istek ve tercihleri vardır. Hatta birbirimizle karşı karşıya gelip farklılıklarımızı ortaya koyacağımız farklı yaşam alanı isteklerimiz vardır.

Kapitalist liberal ekonomi, bireylere ayrıcalık tanıyıp kolektiviteyi gözardı eder. Birbirinden yalıtılmış ve çatışma içinde aktörler yaratabilir. Katılımcı ekonomide bireyler toplumun birer üyesi olarak hem birbirine hem de topluma karşı görev ve sorumluluklarının bilincindedirler ve yaşadıkları büyük aile (toplum) içinde bilinçli, örgütlü ve sorumlu davranırlar. Katılımcı ekonominin temeli ekonomik, demokratik ve sosyal haklarına sahip çıkan örgütlü birey ve örgütlü toplum oluşturmaktır.

Katılımcı ekonominin planlanması
Katılımcı ekonominin planlamacıları, katılımcı üretim ve tüketim konsey ve federasyonları ile uzman gözden geçirme kurullarıdır. Bir gözden geçirme kolaylaştırma kurulu, bütün malların kaynaklarını emek sermaye gösterge fiyatlarını, onları tedarik etmenin toplumsal maliyetine ilişkin tahminleri değerlendirerek yanıt verir. Üretici konsey ve federasyonları üretim için gereken girdi maliyetleriyle bir teklifle yanıt verir. Ardından gözden geçirme kolaylaştırma konseyleri her malın arz talep fazlası ve eksiği olan ürün için gösterge fiyatı ayarlar. Bu hesaplamayı toplumsal olarak üzerinde uzlaşılmış algoritmalara uygun olarak yapar. Yeni gösterge fiyatları, üretici ve tüketici konsey ve federasyonları gözden geçirir ve yeniden sunar. Prosedür uygulanabilir bir plana ulaşınca ve tüketici konseyleri ekonomik resmi özetleyen gösterge fiyatlara erişmekle kalmaz, aynı zamanda niteliksel ve betimleyici verilere de ulaşır. Sonuçta karşılıklı teklifler, uygulanabilir gösterge fiyatları ve marjinal toplumsal maliyetlere ulaşılmış olur ve plan uygulanır.

Katılımcı ekonomide planlama hem mikro hem de makro düzeyde yapılmaktadır. Konsey ve federasyonlar gözden geçirme kolaylaştırma kurullarıyla hem kısa vadeli yıllık hem de uzun vadeli üretim ve kalkınma planlamaları yaparak uygulamaya alırlar.
NURETTİN SÖNMEZ / Ekonomist - DEHAP eski Genel Sekreteri