4 Mart 2011 Cuma

Ahlaki bir Ekonomi için Ekolojik Sosyal Kalkınma

Yeni_Özgür_PolitikaSosyal ekolojik bakış açısına dayanan analize göre, eğer ekolojik topluma ulaşmak isteniliyorsa, geçerli liberal kalkınma modellerini aşan yeni kalkınma anlayışları geliştirilmelidir. Sosyal ekolojik kalkınma anlayışı, gelirin artışından ziyade tutarlı bir toplum yapısı, kaynakların adil dağılımı, bireyin sosyal, kültürel, manevi gereksinimleri ve ekonomisi için daha fazlasını sağlayabilir.
Kapitalizim doğası gereği kutuplaştırıcıdır ve yığılmacıdır. Küreselleşen kapitalizmin yaklaşık 200 yıllık iktisadi bakış acısının günümüzde dünyayı özellikle yoksullar için yaşanmaz bir cehenneme çevirdiği herkesin malumudur. Neoliberal kapitalizmin son 30 yılda kontroldışı ölçüsüz ve tutarsızca gelişmesi ve yayılması, az gelişmiş ülkeleri ve halkları yoksulluğun girdabında adeta açlığa ve ölüme sürüklemektedir. ‘Laisser faire/bırakın yapsınlar’ anlayışıyla hiçbir ahlak taşımayan neoliberal sistem atmosfere saldığı karbondioksit ve sera gazlarıyla atmosferi kirletmekte, sanayi artıklarıyla da ekolojiyi tahrip etmektedir. Aynı zamanda doğayı ve suları kirleterek, satın alma gücü sıfıra yakın olan milyarlarca yoksul insanın parasal elde edebildiği doğal nimeti olan havayı ve suyu da zehirleyerek yoksulların kitlesel ölümlerine neden olmaktadır.

Kapitalizm ihtiyaç duyduğunda hiç tereddüt etmeden ülkeleri işgal etmiş, 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi günümüzde de müdehalelere devam etmektedir.

Karakteri gereği yağmacı ve talancı olan kapitalizm, süreç boyunca yoksuldan zengine, sömürgeden sömürgeciye sürekli kar ve rant aktararak bir tarafın aşırı yoksullaşmasına ve zayıflamasına, diğer tarafın da sürekli şişmesine ve zenginleşmesine yol açmıştır. Neoliberal anlayışın sınır tanımaz aç gözlülüğünün son 20 yılda geldiği noktayı biraz irdelersek, sorunun çok daha ürkütücü olduğu somut olarak göz önüne serilecektir. Örneğin dünya genelinin yüzde 15’ine tekabül eden nüfus toplam dünya gelirinin yüzde 78’lik payını alırken; düşük gelirli ülkeler yüzde 40.5’i, ki bu rakam 2.4 milyar insana tekabul eder, sadece yüzde 20’lik payını alabilmektedir.

Zengin ülkelerde kişi başına düşen gelir yaklaşık 30 bin doları bulurken, alt ve orta gelirli kişilerin yaşadığı ülkelerde kişi başına düşen gelir 1000 doların altındadır. Ve bu rakam zengin ülke insanlarının geliriyle kıyaslandığında yaklaşık 21 kat kadardır. Gelir pastasından nasiplenme payı en düşük gelire sahip ülkelerde ise, kişi başına GSMH’den sağlanan gelir sadece 410 dolar civarındadır. Ve bu rakam en zengin ülkelerde kıyaslandığında fark yaklaşık 60 kat gibi korkunç bir uçurum ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, ABD ve diğer gelişmiş zengin ülkelerde de zenginler ve yoksullar arasında uçurumlar yaratmaktadır.

Bir örnek vermek gerekirse; ABD nüfusunun yüzde 20’si gelirin yüzde 45.2’sine el koyarken, en yoksul yüzde 20’si gelirin sadece yüzde 4.5’lik bir kısmıyla yaşamını idame ettirmek zorundadır. Ve halen dünyada günde 2 dolarla yaşamını sürdürmek zorunda olan insanların sayısı 2.5- 3 milyar kişi civarındadır. Neoliberal kapitalist sistemde global gelir atarken yoksullar daha da yoksullaşmaktadırlar. Buna göre 21. yy. başında dünyada toplam gelir 30.8 trilyon dolar iken, günümüzde bu rakam 40.5 trilyon dolara yükselmiştir. Buna rağmen 1960 yılında nüfusun en zengin yüzde 20’sinin geliri, nüfusun en yoksul yüzde 20’sine göre 30 kat fazla iken, 21.yy başında dünya nüfusunun yine en zengin yüzde 20’sinin geliri, nüfusun en yoksul yüzde 20’sinin gelirinin 70 katına çıkmıştır. İstatistlik verilerden de anlaşıldığı gibi, dünyadaki toplam gelir her yıl büyük miktarda artmasına rağmen alt tabakadaki yoksullar bu gelirden pay almamakta ve daha da yoksullaşmaktadırlar. Dolayısıyla artan gelir, dünyadaki en zengin yaklaşık 400 büyük çok uluslu şirketin servetlerinin katlanmasına neden olmaktadır. İşte günümüz neoliberal kapitalist kalkınma anlayışı ve kalkınma modeli budur. Bundan dolayı kapitalist olmayan bir kalkınma modeli yani katılımcı ekonomik modeli savunmamız ve desteklememizin nedeni de böylece anlaşılmaktadır.

Ekolojik sosyal toplum ve kalkınmanın yeni tanımı
Katılımcı kalkınma modelinin temel özelliği halkların ve toplumların nicelikleri yerine kültürlerinin özelliklerine ve yurttaş niteliklerine vurgu yapmaktadır. Bunun anlamı halkların bilinçli ve aktif yurttaş katılımıyla kalkınma süreçlerinin kontrolünü devlet ve piyasanın elinden alarak, örgütlü ve özgür yurttaş bilinciyle denetleyip yürütmesidir. Serbest ticaret ve serbest piyasa ekonomisine dayalı neoliberal kapitalist sermaye hegemonyası altında ilerleyerek, küresel bir yayılma gösteren günümüz kalkınma anlayışının grow-or-die (ya büyü ya yok ol) ekonomik modeliyle sunulan paradokstan kurtulmanın yolu yoktur. Kaynakların azaldığı ve çevre niteliğinin (ekolojinin) giderek bozulduğu günümüz dünyasında bölgesel ve küresel düzeyde karşı karşıya kaldığımız çevresel kriz ve felaketler neoliberal kapitalist kalkınmanın geleneksel bir sonucudur.

Dünya çapında gözle görülür bir zenginliği elinde tutan insanların sayısı giderek azalmaktadır. The Nation’ın yaptığı bir araştırmaya göre, dünyada yaklaşık 860 milyar dolar net servete sahip 358 dolar milyarderinin serveti (ki bunlar dünyanın kaymağını yiyen piramitin tepesindeki en zengin kişilerdir), dünya nüfusunun en yoksul yüzde 45’inin (bu yaklaşık dünya nüfusunun 3.2 milyarına takabül eder) sahip olduğu net değerden daha fazladır. Dünya nüfusunun yüzde 45’inin gelirine eşit servete sahip dünyanın en zengin milyarderleri, en azgın tekellerin ve kartellerin sahipleridir.

Sosyal ekolojik bakış açısına dayanan analize göre, eğer ekolojik topluma ulaşmak isteniliyorsa, geçerli liberal kalkınma modellerini aşan yeni kalkınma anlayışları geliştirilmelidir. Sosyal ekolojik bakış açısına göre kalkınmada niceliksel değil niteliksel süreç gözetilmelidir.

Sosyal ekolojik kalkınma anlayışı, gelirin artışından ziyade tutarlı bir toplum yapısı kaynakların adil dağılımı bireyin sosyal, kültürel, manevi gereksinimleri ve ekonomisi için daha fazlasını sağlayabilir. Bu noktada katılımcı ekonomik model için bir örnek olarak Hindistan’ın en yoksul kenti olan Kerala da denenmiş olan ve Hindistan’da ortalama okur yazarlık oranı yüzde 36 iken, Kerala’da bu oran yüzde 70’i buluyor. Ayrıca bu modelle, Kerala sakinlerinin temel beslenme sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını temin edilmesi de başarılmıştır. Murray Bookchin sosyal ekolojik kalkınma modelini ahlaki ekonominin yaratılması olarak tanımlar. Ahlaki ekonomi belki de yıkıcı neoliberal ekonomik sistemi dünyadaki dinamik tek alternatifidir. Buna göre kalkınma toplumun korunması yaratılması ve katılımcı yuttaşlık üzerine odaklanmalıdır. İnsanların eğitilerek yetkin ve yetkili kılınması kalkınmanın özgün sürecin gerçek amacıdır. Sosyal ekoloji ekonomi modeli bilim üzerindeki sosyo kültürel kriterlerin önceliğini arzu eder. Bu model, hiyerarşi ve egemenliğe dayalı tüm ilişkilerin ortadan kaldırılmasını, doğa ile insan arasındaki ilişkilerin tekrar uyumlu hale getirilmesini başlangıç noktası olarak gören çağdaş ekolojik sosyal bakış açısıdır.

Bu bakış açısı, günümüzde geçerli olan devlet ve çok uluslu şirkelere dayalı kalkınma modellerinin aktif alternatifidir. Vandana Shiva, üretim fazlasının ve karlılığın yaratılması için ekonominin ticarileştirilmesi ve sermaye birikimini temel alan kalkınma modelinin sadece servet değil, yoksulluk ve yoksunluk yaratacağını söyler. Kalkınmanın gerçek yolu, yerel hakların, ekonomik kültürel hayatın sürekliliğiyle çevre sağlığı garantisi veren süreçlerle bu süreçlerdeki çeşitliliğe destek vermektir. Birleşmiş Milletler Brundtlon Komisyonu, yeni kalınma modelini sosyal ekolojik anlayışa uygun olarak tasarlanmasına destek vermektedir.

Ekolojik demokratik sosyal kalkınmacı ekonomi (öz yönetim)
Katılımcı ekonomi, özgürleştirici vizyonları canlı tutmaya çalışan toplumsal ekolojik kalkınmayı, yerel düzeydeki toplulukların kendi yaşam kalitelerini artırmalarını gerçekleştirecek projelerle başlayan bir süreç olarak tanımlar. Bölgesel kalkınma öncelikleri ise yerel yönetimlerin ve konseylerin yönelimleriyle ortaya çıkacaktır. Her bir yerel yönetimin kendi sorunlarını bölgesel olarak temsil ettiği ve paralel bir konfederasyon süreciyle kitlelerin arzularını yansıtacak şekilde aşağıdan yukarıya doğru kurulan kalkınmaya bir koordinasyon stratejisi oluşturulmasıyla başlayacaktır. Bugün bize düşen görev, elimizdeki bütün maddi olanakları ve gücümüzü yalnızca temel ihtiyaçlarımızı güvence altına almakla yetinmeyip, aynı zamanda bütün insani yaratıcılığımızı da ortaya koyarak yeni bir toplum kurmaya çalışmalıyız. Gölgesi düşen neoliberal barbar bir dünya olasılığı karşısında rasyanel ve yaşanabilir bir dünya yaratma arzumuz bizleri her zamankinden daha fazla yaratıcı olmak için çaba harcamaya zorlamaktadır. Öyleyse özgür, demokratik ve ekolojik yönelimli bir dünya kurulacaksa, böyle bir topluma erişmek için ekonomiyi ve kalkınmayı yeniden tanımlamalıyız. Kanımca nasıl bir kalkınma, nasıl bir ekonomi sorularının yanıtını; nasıl bir gelecek, nasıl bir toplum/dünya, nasıl bir yaşam biçimi sorularıyla yanıtlamalıyız. Yani toplumsal ilişkiler kadar insanın doğayla ilişkisini de yeniden özgürlükçü ve demokratik bir tarzda yanıtlamaya yönelik sorularla birlikte ele almalıyız. Ancak bu şekilde bütünlükçü perspektiften yaklaştığımızda asıl meseleyi kişi merkezli ekonomik büyüme ekseninden çıkarıp toplumsal politik ve etiksel ilişkilere yöneltebiliriz. Bu amaçla neye karşı olduğumuzdan ziyade, neyi niçin istediğimizi, bugünden nasıl inşa edeceğimize karar vermeliyiz.

Bundan dolayı toplumsal ekolojik perspektiften bakıldığında kalkınma, ekonomik büyümeyle beraber insanların ve doğanın ahenkli bir şekilde birbirlerini besleyerek, çeşitlilik içinde birlikte yaşam niteliğini yükseltmeyi hedeflemelidir. Kalkınmanın nirengi noktası sürdürülebilir bir gelecek ve yaşam olmalıdır. Bu da yaşamlarının her alanında doğrudan söz sahibi olan yurttaşları ve demokratik politik kurumları oluşturarak gerçekleştirmekle mümkündür. Bu yüzden kalkınma sorunu salt ekonomik teknik bir olgu olmaktan ziyade politik ve toplumsal bir olgudur. Ancak bu şekilde ekonomi piyasa ilişkilerinden kurtarılıp demokratik, özgürlükçü ve toplumsal ilişkiler tarafından yönlendirilebilir.

Katılımcı bir ekonomi nasıl pratikleştirilir?
Bir ekonominin temel dayanağı katılımcılıktır. Burada bütün üreticiler ile tüketiciler kooperatifler veya konseyler şeklinde örgütlenir. Kırsal alanda bütün üreticilerin kooperatiflerde örgütlenerek üretim girdisini asgariye indirerek, üretim kalitesinin yükseltilmesi hedeflenir. Kentsel alanlarda üretici ve tüketicilerin (işçi ve tüketici konseyleri) şeklinde örgütlenmesi karar alma ve yürütme açısından daha pratiktir.

Bu modelde her birey ve aile, bir toplumsal birim olarak en küçük örgütlülüğü oluşturacaktır. Aynı zamanda mahalle ve köy konseylerinin de üyesi olacaklar. Her mahalle konseyi şehir semt konseyinin üyesi olacak ve mahalle köy konseyleri federasyonunun üyesi olacaktır. Her semt bir şehir tüketim konseyine bağlı olacak böylece şehir ve vilayet konseyleri de bölge veya eyalet konseylerini oluşturacak. Bölge konseyleri, ülke çapında ulusal konseyleri oluşturarak iç içe geçmiş bir demokratik konseyler federasyonunu örgütlemiş olacaklar. Aynı model kooperatifler için de geçerlidir.

Katılımcı ekonominin bu farklı konseyler ağını içermesinin nedeni farklı tüketim türlerinin farklı farklı insan gruplarını değişik şekilde etkilemesine uyum sağlamak için gereklidir.

Örneğin bir köy merası veya mahalledeki yeşil alan köylüyü veya mahalleliyi ilgilendirdiği gibi, bir şehrin hava kirliliği ve ulaşım sorunu da o şehirde oturan herkesi ilgilendirmektedir. Bir ülkenin su, çevre ve ekolojik durumu bütün vatandaşların ortak sorunudur. En özel alandan en kamusal alana kadar bütün üretim ve tüketim faaliyetleri yelpazesini kapsamak için farklı düzeylerde konseylerin örgütlenmesi, hem üretici hem de tüketicilerin ürün hakkında (kalite-fiyat vb) gerekli bilgiye ulaşmada ve tercihlerde kolaylık sağlar.

Bir kez tüketim faaliyetlerinin de üretim faaliyetleri gibi toplumsal olduğunu kabul ettiğimizde, tüketim hakkında karar almanın tıpkı üretim hakkında karar almak gibi katılımcı ve hakkaniyetli olması gerektiğinde ısrar etmeliyiz. Bu durumda konseylerin bu amacı yerine getiren önemli bileşenler olacağını kabul etmemiz gerekir.

Katılımcı ekonomi kar marjı yerine çeşitliliği, merkezi bir değer konumuna yükseltir. Azınlık görüşlerine imkan tanıyan hatta bunlara dikkat gösterilmesini memnuniyetle karşılayan karar verme süreçlerini kullanır. Tüketici ve üretici tercihleri ekonomi üzerindeki ektiyi tanır ve bilinçli bir şekilde rasyonel faydalanma yollarını araştırır. Katılımcı ekonomi, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin etkilerini ve tezahürlerini tamamen ortadan kaldırmak amacıyla pozitif ayırımcılığın gerekli olacağını düşünür. Etnik ve toplumsal cinsiyet açısından adil davranır, gerektiğinde alternatif çözümler üretir.

Katılımcı ekonomide birey-toplum ilişkileri
Toplumsal kurumlar tasavvur etmenin zorlukları kısmen birey ile kolektif arasındaki hassas ilişkiden kaynaklanır. Bir yandan bizler birer toplumsal varlığız. Başkalarına bağımlıyız. Birbirimizi etkiler ve birbirimizden etkileniriz. Karşılıklı etkileşimin faydalı olabilmesi için edimlerimizin başkalarının edimleriyle bağdaşır olması gerekir. Diğer yandan her birimizin kendi istek ve tercihleri vardır. Hatta birbirimizle karşı karşıya gelip farklılıklarımızı ortaya koyacağımız farklı yaşam alanı isteklerimiz vardır.

Kapitalist liberal ekonomi, bireylere ayrıcalık tanıyıp kolektiviteyi gözardı eder. Birbirinden yalıtılmış ve çatışma içinde aktörler yaratabilir. Katılımcı ekonomide bireyler toplumun birer üyesi olarak hem birbirine hem de topluma karşı görev ve sorumluluklarının bilincindedirler ve yaşadıkları büyük aile (toplum) içinde bilinçli, örgütlü ve sorumlu davranırlar. Katılımcı ekonominin temeli ekonomik, demokratik ve sosyal haklarına sahip çıkan örgütlü birey ve örgütlü toplum oluşturmaktır.

Katılımcı ekonominin planlanması
Katılımcı ekonominin planlamacıları, katılımcı üretim ve tüketim konsey ve federasyonları ile uzman gözden geçirme kurullarıdır. Bir gözden geçirme kolaylaştırma kurulu, bütün malların kaynaklarını emek sermaye gösterge fiyatlarını, onları tedarik etmenin toplumsal maliyetine ilişkin tahminleri değerlendirerek yanıt verir. Üretici konsey ve federasyonları üretim için gereken girdi maliyetleriyle bir teklifle yanıt verir. Ardından gözden geçirme kolaylaştırma konseyleri her malın arz talep fazlası ve eksiği olan ürün için gösterge fiyatı ayarlar. Bu hesaplamayı toplumsal olarak üzerinde uzlaşılmış algoritmalara uygun olarak yapar. Yeni gösterge fiyatları, üretici ve tüketici konsey ve federasyonları gözden geçirir ve yeniden sunar. Prosedür uygulanabilir bir plana ulaşınca ve tüketici konseyleri ekonomik resmi özetleyen gösterge fiyatlara erişmekle kalmaz, aynı zamanda niteliksel ve betimleyici verilere de ulaşır. Sonuçta karşılıklı teklifler, uygulanabilir gösterge fiyatları ve marjinal toplumsal maliyetlere ulaşılmış olur ve plan uygulanır.

Katılımcı ekonomide planlama hem mikro hem de makro düzeyde yapılmaktadır. Konsey ve federasyonlar gözden geçirme kolaylaştırma kurullarıyla hem kısa vadeli yıllık hem de uzun vadeli üretim ve kalkınma planlamaları yaparak uygulamaya alırlar.
NURETTİN SÖNMEZ / Ekonomist - DEHAP eski Genel Sekreteri

Hiç yorum yok: