29 Aralık 2015 Salı

DTK'nin 14 maddelik Özyönetim Deklarasyonu

Demokratik Toplum Kongresi(DTK)’nin olağanüstü kongresinde önemli kararlar alındı. Hükümete özerklik konusunda adım atması için çağrı yapılan deklarasyonda özerklik için inşa çalışmalarına başlanacağı duyuruldu. Alınan kararlar maddeler halinde kamuoyuna sunulurken, "süren savaş ortamında halkın gerçekleştirdiği öz savunma direnişinin de sahiplenildiği" belirtildi.

Diyarbakır Kayapınar Spor Kompleksinde gerçekleştirilen kongreye 500 kurum temsilcisi ve 501 delege katılmıştı. İki gün süren kongrenin sonuç deklarasyonu ve alınan kararlar açıklandı. Deklarasyonu DTK Eş Başkanı Selma Irmak Kürtçe olarak okudu.

‘DOLMABAHÇE MUTABAKATI CUMHURBAŞKANI TARAFINDAN REDDEDİLDİ’

Irmak,”Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda bütün Türkiye ve dünya toplumlarına sunduğu tarihi açıklaması ve çağrısı böylesi tarihi bir zamanda yapılmıştı. Kuşkusuz ülkemizin sorunlarının çözümü derinlikli ve güvene dayalı bir müzakere temelinde Türkiye Büyük Millet Meclisi onayı ile gerçekleştirilmelidir. Nitekim Sayın Öcalan 2013 Newrozunda yayınladığı deklarasyon sonrasında gerçekleşen diyaloglarda bunu hedeflemişti. Artık silahlar susacak, fikirler konuşacaktı. Yeni mücadele yöntemi fikri ve demokratik siyaset olacaktı. Ancak bu  gerçekçi ve doğru çözüm yolu AKP Hükümeti tarafından oyalama ve tasfiye politikasına dönüştürülmüştür. 28 Şubat’ta hükümet yetkililerinin de hazır bulunduğu Dolmabahçe Sarayında kamuoyuna sunulan mutabakat belgesi Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmiştir. Bunun ardından, makul yaklaşımlarıyla çözümleyici olduğu  tüm kesimler tarafından kabul edilen Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecrit ve sürecin buzdolabına kaldırıldığı açıklaması, AKP’nin Kürt sorununda bir çözüm politikasının olmadığının, baskı ve savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmeyi amaçladığının  açık kanıtı olmuştur” diye konuştu.

‘STATÜ TALEBİ KABUL EDİLMEDİĞİ İÇİN KÜRT HALKI MÜCADELEYE BAŞLADI’

Gelinen sürece dair değerlendirmelere ilişkin de Irmak şunları söyledi, “İmralı’da yürütülen görüşmelerin sonlandırılarak varılan mutabakatın yok sayılması, savaş kararı alınarak gerilla alanlarına yönelik hava ve kara operasyonlarının başlatılması, halklarımızın en meşru ve demokratik taleplerinin şiddet yöntemleriyle bastırılmaya çalışılması sonucunda, bazı il ve ilçelerde halk meclisleri özyönetim kararı almıştır. Özyönetim ilan edilen yerlerde bir yıldır sakız gibi çiğnenen “kamu güvenliği” adı altında seçilmişlere, sivil halka, siyasetçilere ve gençlere yönelik tutuklama ve infazlara yönelinmesi, özyönetim alanlarını hendekler ve barikatlarla savunma durumunu ortaya çıkarmıştır.  Bugün, sorunu hendeklere sıkıştıran ve bunun üzerinden geliştirilen devlet terörünü meşrulaştıran politikalara karşı halkımızın geliştirdiği meşru direniş, özünde kendi kendini yerelden yönetme, yerel demokrasiyi inşa etme talebi ve mücadelesidir. Kürt halkının hukuki, siyasi ve statü talebi kabul edilmediği için Kürt halkı da kendi öz gücüne dayanan bir mücadele sürecine girmiştir. Bu mücadele toplumsal sorun üreten iktidarcı, merkeziyetçi ve erkek egemen yönetim anlayışlarına alternatif olarak demokratik siyaset anlayışını, yönetim modelini ve sistemini benimseyen, toplumsallığı ve birlikte yaşamı, Kürt sorununun siyasi statü temelinde demokratik çözümünü esas almaktadır. Bu da, sorunun esas olarak bir demokrasi ve özgürlük sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. Demokrasi ve özgürlük talepleri özünde siyasi statü talepleridir. Çözümü de siyasi müzakere zemininde olmalıdır. Bu nedenle, yaşadığımız bütün sorunların aşılabilmesi için diyalog ve müzakere kanallarının yeniden devreye girmesi önemlidir."

‘ÖZYÖNETİMİ HAYATA GEÇİRMEK ELZEMDİR, İNŞA KARARI ALDIK’

"Bunun için de, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanmasını, sürecin sağlıklı ve istikrarlı yönetilebilmesi için zorunlu görmekteyiz. DTK olarak halk meclislerinin ilan ettiği özyönetim ilanlarını ve halkımızın her alanda yürüttüğü bu haklı ve meşru direnişi sahipleniyor; Kürt halkının ve tüm Türkiye halklarının bu direnişlere katılmasını ve destek vermesini  demokrasi ve özgürlük mücadelesi  gereği olarak görüyoruz. Şu anda yaşananlar AKP hükümetinin gösterdiği gibi hendek ve barikat sorunu değildir; demokrasi sorunudur. AKP'nin saldırgan politikası ise halkın iradesini ve yerel demokrasiyi tanımayarak halkın özgür ve demokratik yaşam iradesini kırmaya yöneliktir. Demokratik siyasal yollardan çözülmesi gereken bir sorunun çözümsüz bırakılmasının yarattığı sorunlar yaşanmaktadır. Var olan gerilim ve çatışmalar ancak demokratikleşme zihniyeti ve çözüm yaklaşımıyla ortadan kaldırılabilir. Kürt sorunu gibi temel bir sorunun çözülmemesinin, direnişin derinleşerek büyümesine yol açacağı aşikardır. DTK Genişletilmiş Olağanüstü Genel Kurulu, yaptığı kapsamlı tartışma ve değerlendirmeler neticesinde, özyönetimin içeriğinin doldurularak sahiplenilmesini, savaş ve şiddet politikalarına karşı bireyin ve toplumun kendi özsavunmasını almasının meşruluğunu, toplumsal inşa sürecinin de eşzamanlı ele alınarak hayata geçirilmesinin elzem olduğunu karara bağlamıştır."

‘YERİNDEN YÖNETİM İÇİN YASAL ADIMLAR ATILMALI’

"Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı ele alınamaz. Türkiye gerçeğinde demokratik özerkliğe dayalı bir siyasi ve toplumsal sistem yaratmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkünn değildir. Bu açıdan özyönetim ilanları kesinlikle Türkiye’yi de demokratikleştirme adımlarıdır; Yerinden yönetimi sağlayan yasal demokratik adımların atılmasını da tüm Türkiye halkları açısından gerekli ve doğru bir adım olarak görüyoruz. Kuşkusuz yerel demokrasi her alanın, bölgenin ve toplumun ihtiyaçları ve koşullarına göre farklı uygulama biçimlerine kavuşacaktır. Demokratikleşme, yerel demokrasinin ve farklı kimliklerin özerkliğinin gerçekleşmesi açısından yasal imkan sağlayacağından her alanın demokrasiyi kendi koşullarına uyarlaması zor olmayacaktır.Demokratik özerklik, özyönetimler ve yerel demokrasi açısından spekülatif tartışmaların son bulması için Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılması yanında, aşağıda belirteceğimiz demokratik özerklik sorumluluk alanlarının tespiti çerçevesinde sadece Kürt sorununun değil; siyasi, toplumsal ve idari birçok sorunun çözümüne kapı aralayacağına  inanıyoruz”.

Metnin Türkçesini ise DTK Eş Başkanı Hatip Dicle okudu.

Alınan 14 maddelik kararlar ise şunlar;

1.    Ülke genelinde kültürel, ekonomik, coğrafi yakınlıkları dikkate alınarak bir veya birkaç komşu şehri kapsayacak biçimde demokratik özerk bölgelerin oluşturulması,

2.    Tüm bu özerk bölgelerin ve kentlerin demokratik esaslarla seçilmiş meclisler ve meclisler içinden seçilmiş özyönetim organları tarafından Türkiye’nin yeni demokratik Anayasasının temel prensipleri  çerçevesinde yönetilmesi. Özerk Bölgelerin halk iradesinin ayrıca TBMM ve merkezi yönetimde de demokratik esaslar temelinde temsil edilmesi.


3.    Demokratik özerk bölgeler ve diğer idari birimlerde merkezi yönetimin seçilmişler üzerindeki her türlü vesayetine son verilmesi, seçilmişleri görevden alma yetkisinin kaldırılması. Merkezi yönetim organlarının, yeni demokratik anayasa ilkelerine uyulması doğrultusundaki denetimleri dışında bölgesel ve yerel yönetimler üzerindeki her türlü vesayetinin son bulması,


4.    Özerk bölge ve kentlerde şehir, mahalle, köy, kadın ve gençlik meclislerinin, farklı halklar ve inanç toplulukları meclislerinin, sivil toplum örgütlerinin karar alma ve denetleme süreçlerine doğrudan katılımının sağlanması,


5.    Demokrasinin derinleşmesi, kapsamlılaşması, özgür ve demokratik yaşamın sağlanması açısından kadınların meclislerde, tüm karar mekanizmaları ve özyönetim kademelerinde eşit temsilinin tanınması. Kadınların ihtiyaçları doğrultusunda meclis, komün ve toplumsal kurumlar kurabilmesi; kadın kurumları ve kadınlarla ilgili kararların tamamen kadın meclislerinin onayından geçmesi. Kadının her alanda özgür ve özerk örgütlenmesinin tanınması.


6.    Gençliğin karar mekanizmaları ve özyönetim organlarında yer alması. Bu açıdan gençliğin her alanda özgün örgütlenmesi ve karar mekanizmalarına özgün kimliğiyle katılmasının sağlanması,


7.    Her kademede eğitimin özyönetimlere bırakılması.Türkçenin yanı sıra bütün anadillerin de eğitim ve öğretim dili olması. Eğitim müfredatında genel müfredat dışında yeni demokratik anayasa, evrensel değerler ve insan hakları çerçevesinde  yerelin tarihi, kültürel ve toplumsal özgünlükleri ve ihtiyaçları temelinde müfredata eklemeler yapılması. Türkçe’nin yanında yerel dillerin de resmi dil olarak kabul edilmesi.


8.     Dil, tarih ve kültür alanında her türlü çalışma yapabilmek.Aynı zamanda İnanç ve ibadet hizmetleri sunan kurumların özerk kurumlar olarak örgütlendirilmesinin sağlanması.


9.    Bütün düzeylerdeki sağlık ve tedavi hizmetlerinin özerk yönetimlerce  sunulabilmesi.


10.    Yargı Sistemi ve Adalet Hizmetlerinin Özerk Bölge Modeline göre yeniden düzenlenmesi.


11.    Toprak,Su ve Enerji kaynaklarının Ekolojik çerçevede toplum yararına işletilmesi,denetlenmesi ve üretimden pay alma yetkisinin Özerk Bölge Yönetimine verilmesi.Öz yönetimin tarım, hayvancılık, sanayi ve ticaret dahil her alanda genel demokratik anayasa ilkelerine ters düşmeden her türlü üretim ve işletme birimleri oluşturma,bu tür toplumsal ve bireysel girişimleri destekleme, teşfik etme,hibe desteği sunma yetkisine sahip olması.


12.    Özerk Bölgenin yönetim alanında ve kent içinde,  her türlü kara, hava, deniz ulaşım hizmetlerini sunması ve denetimini sağlaması. Trafik hizmetlerinin merkezi trafik kurumları ile uyumlu halde yerel yönetim organları denetimindeki birimlerce yürütülmesi.


13.    Yukarıda belirtilen hizmetlerin sunulabilmesi için yerelde bütçelemenin Özerk Bölge Yönetimine devredilmesi ve kadın odaklı bütçelemenin esas alınması; merkezle ve diğer yerellerle varılacak anlaşmalara ve hakkaniyet ilkelerine bağlı olarak bazı vergilerin özyönetim birimleri tarafından toplanması. Merkezin yerelden topladığı bütün vergi gelirlerinden yerele pay verilmesi. Merkezin bölgelerin gelişmişlik farkını giderecek şekilde gerekli tedbirleri alması.


14.    Özerk Bölge Yönetiminin denetiminde, yereldeki asayişin tümünü sağlayacak resmi yerel güvenlik birimlerinin kurulması, bu birimlerin Anayasal kurallar çerçevesinde ihtiyaçlara bağlı olarak kurulmuş merkezi Savunma ve güvenlik birimleriyle koordineli olarak çalışması.


SONUÇ METNİ
Demokratik özyönetimlerin Türkiye'nin demokratik birliği ve halkların ortak geleceği temelinde gerçekleşmesini ve bu nitelikte demokrasiyi ve özgürlükleri güvence altına alacak demokratik bir anayasa yapılması zorunludur. Böyle bir anayasa tüm toplumsal kesimler, farklı etnisiteler ve inanç toplulukların özgür ve demokratik yaşama kavuşması açısından da vazgeçilemez önemdedir. Yalnızca bir halkın, bir kesimin,  bir topluluğun özgür ve demokratik yaşamını sağlayan ama diğerlerine hak tanımayan bir anayasa, siyasal ve  toplumsal bir sistem düşünülemez. Demokratik özerklik mücadelemiz Kürtler için olduğu kadar, Türkler ve tüm diğer etnisiteler, inanç toplulukları, dışlananlar, ezilenler, ihmal edilenler için de bir demokrasi ve özgürlük mücadelesidir.
Özyönetimlere dayalı demokratik özerklik modelimizin aynı zamanda Ortadoğu’nun içinde bulunduğu bu karmaşa ve kaos ortamından çıkışa dönük önemli bir örnek oluşturacağı inancındayız. Bu model bin yıldır kader ortaklığı yapmış halklarımızın ülke ve bölge meselelerinin barışçıl ve demokratik çözümüne öncülük edecektir.


Bu deklarasyon dinamik bir tartışma ve uzlaşma arayışıdır. Öneri ve eleştirilere açıktır.


Bu çerçevede çatışmalara son verilerek, Türkiye’nin demokratikleşmesi, siyasi çözüm yolunun açılması için, Türkiye'nin bütün demokratik ve toplumsal özgürlük güçlerini, siyasi partileri, şahsiyetleri, kanaat önderlerini, inanç toplulukları ve kurumlarını Kürt halkının yürüttüğü meşru ve haklı mücadeleye ve taleplerine destek vermeye davet ediyoruz. Kürdistan’daki bütün toplumsal kesimleri ve siyasi partileri ulusal birlik ruhuyla  halkımızın yürüttüğü direnişe sahip çıkmaya; dünya halklarını ve kurumlarını halkımızın meşru özgürlük talepleriyle dayanışmaya çağırıyoruz.

Rojava’yı İşgale Kalkışan Türkiye Kendi Antlaşmalarını da İhlal Ediyor


Rojava’ya saldıran çetelere sunduğu destek nedeniyle gündemden düşmeyen Türkiye, şimdi de Rojava’yı işgal girişimleri ile gündemde. Türk askerleri son bir hafta içinde Girkê Legê’den Qamişlo’ya kadar olan alanda 5 ayrı noktandan toplam 6 defa sınırı geçerek, işgal girişiminde bulundu.
 
Rojava Kürdistan’ında gerçekleşen devrim sonucunda inşa edilen Demokratik Özerk Sistem’e karşıtlığını her defasında dillendiren ve ortaya çıkan siyasi iradeyi ortadan kaldırmak için her yola başvuran Türkiye devleti, şimdi de Rojava’yı işgal girişimlerine başladı.

Türk ordusuna bağlı askerler 23 Aralık’tan itibaren Cizre Kantonu’nda sınırı geçerek işgal teşebbüsünde bulunmaya başladı. 

Şimdiye kadar Girkê Legê’ye bağlı Banokiyê ve Sarimsax köyleri, Tirbesiyê’ye bağlı Til Cehan û Til Beşkê ile Qamişlo’ya bağlı Letifiyê köylerde sınırı geçen türk askerleri işgal girişimde bulunarak, duvar örmeye çalıştı.  Türk askerleri bugün de Sarimsax köyü yakınlarında yeniden sınırı geçerek, iş makineleri ile duvar örmeye devam etti.

Bu işgal girişimini 1921 yılında Fransa ile imzaladığı antlaşmaya dayandıran Türkiye, ''söz konusu antlaşmaya göre bugünkü sınırlarının Rojava’nın Derik kentine bağlı Endiwer köyünden Efrin’e kadar olan kısmında yaklaşık 150 metre daha içerde olması gerektiğini'' iddia ediyor.

Bahse konu Ankara antlaşmasının 8. maddesi ise bu iddiaları çürütüyor. Maddeye göre Türkiye ile Suriye arasındaki tren hattı sınır olarak kabul ediliyor. Bu hat ise bugünkü Türkiye sınırları içinde kalıyor. Dolayısıyla işgal gerekçesi sayılan antlaşma, Türkiye’nin iddialarını çürütüyor.

Askerlerin işgal girişimlerine karşı Rojava halkı da sınıra akın ederek, tepkilerini gösterirken, askerler gösterilen tepki üzerine geri çekilmek zorunda kaldı.

Emir yüksek yerden 

28 Aralık’ta Qamişlo’nun Letifiyê köyünde sınırı geçen türk askerlerine Rojava halkı tepki gösterirken, askerler sınırı geçme talimatının Genel Kurmay Başkanlığı’ndan kendilerine verildiğini belirtti.

Cizîr Kantonu Demokratik Özerk Yönetimi yetkilileri ise, bu girişimleri işgal olarak tanımlayarak,  bu girişimler karşısında uluslararası alanda girişimlerde bulunacaklarını kaydetti.

ANHA

Cerablus Operasyonu Ne Zaman?...

ANF - AMED DİCLE
Tarih 25 Aralık 2015. Mardin’in Rojava sınırındaki iki köyün muhtarını davet edip görüşen bir Türk subayı, Rojava’dan bazı kişilerle görüşmek istediklerini ve bunun için kendilerine yardımcı olmalarını talep eder.

Köy muhtarları, sınırın diğer tarafındaki akraba köylere bu bilgiyi bir şekilde aktarır. Bunun üzerine, Rojava’dan Halk Meclisi'nin onayladığı iki kişi, sınırı geçerek söz konusu Türk subayı ve yanındaki heyetle görüşme gerçekleştirir.

Türk subayı, Rojavalılara, ''Genelkurmay’ın sınırı geçmek için karar aldığını, Türk askerinin bu sınırları tanımayacağını, zaten ‘o tarafın’ Türk toprakları olduğunu ama Fransızlar zamanında değiştirildiğini, Türkiye’nin operasyon yapacağını Rojava halkının bilmesi gerektiğini'' aktarır. Bu görüşmede özetle verilen mesaj şudur: "Türkiye, Rojava’yı işgal edecek, haberiniz olsun, kaçabiliyorsanız kaçın."

Şimdi verilen bu mesajın altyapısını güçlendirmek için kaç gündür Rojava sınırında çok yoğun bir askeri hareketlilik var. Zaman zaman Türk askerleri sınırı geçip çeşitli tacizlerde bulunuyor. Rojava halkı ise Türkiye’nin bu olumsuz tavrını protesto ediyor. Son olarak dün, bir heyet sınırdaki askerlerle bir görüşme gerçekleştirdi.

TÜRKİYE, ROJAVA’YA SALDIRMAK İÇİN GEREKÇE OLUŞTURMAK İSTİYOR


Türk subayların Kuzey'li muhtarlar aracılığı ile Rojavalılar yaptığı görüşmenin tarihi önemli. Zira bu görüşme, YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri'nin Teşrin’e yönelik başlattığı operasyondan iki gün sonra yapılıyor. Ve aynı günlerde, koalisyon güçleri ile Rojavalılar arasında, Türkiye’nin de fark edeceği şekilde bir trafik yaşanıyor. Zaten sözünü ettiğimiz Cizîrê Kantonu sınırındaki askeri hareketlilik bu duruma verilen basit bir cevap. Türkiye, artık hiçbir şey yapamadığı için, sınırda taciz girişimlerinde buluyor. Rojava tarafından YPG veya Asayiş'in bir mermi sıkmasını ve saldırı için gerekçe oluşmasını bekliyor.

Demokratik Suriye Güçleri'nin Kobanê'nin güneyinde başlattığı operasyon, Ankara’nın tüm hesaplarını alt üst etti. Operasyon devam ettikçe sınır bölgesinde çeşitli saldırı haberler gelebilir. Bu bilgiyi bir kenara not ettikten sonra sahadaki duruma bakalım...

RAKKA VE CERABLUS OPERASYONU

23 Aralık’ta Kobanê'nin güneyinde başlayan operasyon devam ediyor. Teşrin Barajı, IŞİD’den alındı, 28 Aralık’ta Teşrin beldesi. Bu bölgeler Rakka’ya 30, Cerablus’a 40 km uzaklıkta. Teşrin, Cerablus ve Rakka’nın ortasındaki en stratejik bölge. IŞİD sevkiyatı burası üzerinden gerçekleşiyor. Teşrin Barajı'nın geçidi Rakka-Cerablus hattını birbirine bağlıyor. Teşrin barajına hâkim olmak bir nevi Fırat suyuna hâkim olmak anlamına geliyor.

Teşrin Barajı ve beldesinin alınmasının stratejik bir üstünlük sağladığı kesin. Peki bu başarıdan sonra Demokratik Suriye Güçleri, hangi tarafa doğru ilerleyecek? Rakka mı? Cerablus mu? Yoksa 30 km kuzeybatıdaki Mınbıç’a mı? Şimdi Teşrin kontrole alındıktan sonra IŞİD trafiği, Mınbiç üzerinden Rakka’ya olacak. Uzun bir yol ama IŞİD’in başka çaresi kalmadı. Eğer Mınbiç alınırsa o zaman IŞİD’in Cerablus-Rakka arasındaki güzergâhı büyük oranda kapatılmış olur. Bu durumda doğal olarak ilk hedef Mınbıç oluyor. Zaten QSD güçleri Fırat’ın batısında 7 km ilerlemeye başladı bile.

Devam eden operasyon koalisyon güçlerinin katılımı ile oluyor. Koalisyon güçleri ve daha çok ABD; Demokratik Suriye Güçleri'ni birlikte destekliyor, hatta operasyonu birlikte yapıyorlar demek yanlış olmaz.

Mınbiç alınırsa, o zaman Cerablus ve Rakka’nın durumu tekrar değerlendirme konusu olacaktır. Yerel güçler ve koalisyon bu konuda bir takvim çıkaracaklardır. Ancak şunu belirtmek gerek, Türk yetkililerin söylediği ‘kırmızı çizgi’ konusu teorik olarak Rojava ve koalisyon nezdinde bir anlam ifade etmiyor. Fakat Türkiye’nin bir sorun çıkarmaması için ikna edilmesi bekleniyor. Türkiye, ‘kırmızı çizgi’ diyerek IŞİD’i Cerablus’ta korumakta ısrar ederse, iflas etmiş Suriye politikası tam bir hezimete dönüşür. Çünkü Cerablus ve Rakka’ya operasyon bir takvim ve planlanma işi şu anda masada duruyor. Çok yakında olmasa da, uzak bir geleceğe bırakılmayacağı da kesin.  Üstelik Ankara, bu konuda açıklama yaptıkça komik duruma düşüyor, zira 'kırmızı çizgi' ta Tel Abyad'da aşılmıştı. Cerablus’a operasyon yapmak için o zaman siyasi, diplomatik ve askeri zemin uygundu. Ama neden ertelendi bilemiyorum. Rojava yönetimi, bu konuda yanlış bir hesap yaptı diye düşünüyorum.

RUSYA İLE İLİŞKİLER

Türk medyasındaki iddiaların aksine, Teşrin bölgesindeki operasyonda Rusya güçleri yer almıyor. Evet, Rusya ile Rojava'nın ilişkileri var ancak bu ilişki pratik anlamda söz konusu operasyona yansımış değil. Bu diyalog farklı zeminlerde devam ediyor. Önümüzdeki günlerde sonuçları da görülecektir. Aynı durum Fransa için de geçerlidir.

Sonuç olarak; Rojava’daki askeri strateji planlandığı gibi devam etmektedir. Koalisyon güçleri ile ilişkilerde bir aksama yok aksine ilerleme yaşanmaktadır. Kürtler, Araplar, Türkmenler, Asuriler orada siyasi ve askeri ortaklık sağlayarak yeni bir yaşam kuruyorlar. Ve Kürtlerin öncülük ettiği, 3. çizgi olarak tanımlanan demokratik çözüm, ortak yaşam çizgisi artık yerelde olduğu kadar dünyada da kabul görüyor. Bunun olumlu sonuçları yakın zamanda tahmin edilmeyecek kadar hayata geçecektir.

TÜRKİYE’NİN TRAJİK YALNIZLIĞI!

Peki Türkiye ne yapıyor?

Bir zamanlar PYD Eşbaşkanı'nı İstanbul’a davet eden, üst düzey görüşmelerde bulunan, Süleyman Şah için İmralı’dan rica edip sonra Kobanê’ye heyet gönderen Ankara yönetimi, Kürt fobisinden kaynaklı tüm bu kanalları kapattı. Şimdi tek yapabildiği şey; iki köy muhtarı aracılığıyla haber göndermek, sınırda birkaç Akrep tipi araç dolaştırmak ve duvar örmek.

Bu mu ''dünya gücü, Ortadoğu’nun yıldızı''?

Bu sonuç askeri, siyasi ve diplomatik dibe vuruşun trajik yalnızlığından başka bir şey değildir.

Kaynak:  http://anfturkce.net/guncel/cerablus-operasyonu-ne-zaman-amed-dicle

Salih Müslim: ‘Türkiye provokasyon peşinde’

DIRBÊSIYÊ – PYD Eş Genel Başkanı Salih Muslim, Türk askerlerinin Rojava sınırını ihlal etmesinin kışkırtma ve tahrik amaçlı olduğunu, kanunsuzluk ve uluslararası hukukun çiğnenmesi olan bu durumun kabul edilmeyeceğini söyledi.

Türk askerlerinin Rojava sınırını geçip işgal hazırlığına girişmesini ANHA’ya değerlendiren PYD Eşbaşkanı Salih Muslim, türk devletininin sadece Dêrik bölgesinde değil, Bakurê Kurdistan ile Rojava arasındaki tüm sınır boyunca işgal harekatına girişmeyi hedeflediğini belirterek bu provokasyon girişimidir” dedi.

Muslim, Türk devletinin bu uygulamalarının uluslararası hukukun ihlali olduğunu söyledi ve “uluslararası yasaları çiğnediği için de tüm dünya devletlerini karşısına alacaktır” uyarısında bulundu.

Rojava yönetiminin de bu konuda gerekli adımları atacağını kaydeden Salih Muslim şöyle konuştu: “Kürt halkı kendi iradesine ve gücüne güvenmelidir. Rojava yönetimi ve buradaki Kürdistan güçleri etraflarında dönen oyunların farkındadır. Bu nedenle gereken adımları atmaya da hazırdırlar. Halkımız bu provokasyon girişimlerine karşı uyanık olmalıdır.”

http://tr.hawarnews.com/salih-muslim-turkiye-provokasyon-pesinde/#prettyPhoto

Türk askerinin Rojava’yı işgal girişimi sürüyor

Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) DAIŞ çetelerine yönelik operasyonlarına paralel olarak Türk askerinin Cizîr kantonunda Rojava topraklarını işgal girişimi devam ediyor.

Türk askerleri bu sabah erken saatlerde Rojava-Bakur sınırında, Cizîr kantonunun Girkê Legê kentinin kuzeyindeki Sermisaxê köyünde buldozerler ve iş makinalarıyla Rojava sınırını geçti.

İş makinalarının Rojava topraklarına girdiğini duyan Rojavalılar sınıra doğru yürümeye başladı.

Birkaç gün önce Türk askerinin sınır ihlali girişimi halkın kararlı duruşu karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı. 


Kaynak: http://anfturkce.net/kurdistan/turk-askerinin-rojava-yi-isgal-girisimi-suruyor

AKP savaşla yapamadığını baraj suyuyla yapmak istiyor

KOBANÊ – QSD güçlerinin Tişrîn bölgesinde DAIŞ çetelerine darbe indirip zafere ulaşmasından sonra Fırat suyunun normalin üstünde yükselmesi sonucunda Kobani’nin bazı köylerini su bastı. Halk köylerini terk etmek zorunda kaldı.


Bölgedeki ANHA muhabirleri, Fırat suyunun bu sabahtan beri normal seviyesinin çok üzerinde artış gösterdiğini ve Kobani’nin 35 km batısında Fırat kıyısındaki Qubê ve Boraz köyleri ile nehrin batı yakasındaki diğer birçok köyde evlerin sular içinde kaldığını bildirdi.

Fırat suyunun yoğunluğunun anormal artması sonucunda köylerdeki evlerin yanı sıra çok geniş alanda ekili tarım arazilerinin de büyük zarar gördüğü, çok sayıda köylünün ise, evlerini terk etmek zorunda kaldıkları öğrenildi.

 

Köylüler, Fırat nehrindeki su oranında görülen ani ve anormal artışın arkasında AKP ve Türk devleti olduğunu ve Atatürk barajının kapaklarının açılması yoluyla Fırat nehrinde su yoğunluğunu artırdığını düşünüyor.


Köylüler, DAIŞ, El-Nusra ve Ehrar El-Şam gibi çete gruplarına her türlü desteği veren AKP/Erdoğan yönetiminin, savaşla boşaltamadığı Kobani ve köylerini baraj sularıyla köyleri sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıp alandaki insanları göçertmek istediğini ve savaşla, çete gruplarına destekle yapamadığını şimdi farklı yöntemlerle yapmak istediğini kaydetti.

ANHA 
 
Kaynak: http://tr.hawarnews.com/akp-savasla-yapamadigini-baraj-suyuyla-yapmak-istiyor/#prettyPhoto

Minbic’ten kaçan çeteler Türkiye’ye gidiyor


Minbic’ten kaçan DAIŞ çeteleri Cerablus üzerinden Türkiye’ye geçiyor. Çeteler kaçtıkları alanları mayınladıkları belirtildi.

ANHA’nin haberine göre, çok sayıda DAİŞ çetesi Minbic’ten sabah 05.00 sularında kaçarak Cerablus Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye geçti.

Öte yandan bölgede bulunan yerel ve güvenilir kaynaklar, Türk devletinin araçlarla sınırı kaçan çeteleri aldığını belirtti.

Aynı kaynaklar, çetelerin Minbic’ten kaçarken araziye mayın döşediklerini bildirdi.

Kaynak:  http://anfturkce.net/kurdistan/minbic-ten-kacan-ceteler-turkiye-ye-gidiyor

Türkiye Ezaz’a silah ve cephane geçiriyor

Türk devleti, silah, cephane ve çok sayıda özel kuvvetlerini Bab El-Selame Sınır Kapısı’ndan geçirdi.

Bölgedeki güvenilir kaynaklara göre, Türk devleti yüklü miktarda silah ve cephaneyi Ezaz’a geçirerek El-Nusra ve Ehrar El-Şam çetelerine teslim etti. Aynı kaynaklar, geçirilen silahlarının uzun menzilli ve ağır silah olduğunu bildirdi.

Kaynaklar, cephane ve silahların kamyonlarla Bab El-Selame Sınır Kapısı’ndan geçirilerek Ezaz’a getirildiğini ve kamyonlarla birlikte çok sayıda özel kuvvet mensubunun da geldiğini aktardı.

El-Nusra ve Ehrar El-Şam çeteleri dün 16.00 sularından bu yana Ezaz’a yönelik top atışları sürüyor.

Kaynak:  http://anfturkce.net/kurdistan/turkiye-ezaz-a-silah-ve-cephane-geciriyor

 

 

2015 Yılının Savaş Bilançosu ve AKP Fiyaskosu

BEHDİNAN / ANF - DOĞAN ÇETİN
 
Kürt halkının 2015 yılında yükselen direnişinde önemli bir ivme ve yeni hamle öz yönetim ilanları ve YDG-H’ın tarih sahnesine çıkışıyla başladı.

Kuzey Kürdistan’da müzakereler temelinde sorunun çözümü arayışını sürdüren Kürt özgürlük hareketinin çabalarına 24 Temmuz'la birlikte kapsamlı bir savaş konsepti dayatılmıştı. Buna karşı gerillanın gösterdiği direniş yeni ve zengin taktikleriyle birlikte önemli bir başarı elde etmişti. Tam da bu süreçte gündeme gelen öz yönetim ilanları yeni bir aşamaya geçişe de yol açtı.

KÜRT HALKI KENDİ KARARINI VERDİ

Kürdistan’da yepyeni bir siyasi mücadele sürecini ifade eden öz yönetim ilanları bir halkın kendini yönetme iradesini ifade etti. Tarihsel bakımdan devletle müzakereler sonucu elde edilemeyen özgür yaşamın, halkın kendi kendini örgütleme ve kendi iradesiyle inşa etme sürecine evrilmesini tanımladı. Kürt halkı kendi yaşamına ilişkin kararını verdi. Güncel olarak da devletin artan katliamları ve saldırıları karşısında kendini korumak üzere özgür ve güvenlikli yaşam alanları yaratıldı. Tüm boyutlarıyla bu öz yönetim alanları demokratik özerkliği devlete rağmen inşa etme sürecine girdi. Ancak bu oldukça haklı ve dünyanın birçok yerinde deneyimlenen süreç terörize edilerek topluma yönelik doğrudan saldırıların aracı haline getirildi. Kürt halkına karşı tarihin en şiddetli ve hiç bir ayrım tanımayan saldırı dalgası başlamış oldu. Burada toplumun savunulması ihtiyacını tarihsel ve toplumsal sorumlulukları bakımından gençlik üstlendi. Tam da bu süreçte daha önce de adını duyuran YDG-H ortaya çıktı.

TAŞ ATAN ÇOCUKLARDAN DİRENEN YDG-H’LILARA

Kürdistan'da artan saldırılar YDG-H'ın kendini toplumun öz savunma ihtiyacını karşılamayı ön gören bir öz savunma örgütü olarak tanımlanmasına, bu temelde faaliyet yürütmesine yol açtı. Taş atan çocuklardan oluşan bir gençlik kuşağı, çocukluk ve gençlik yıllarına damgasını vuran devlet faşizmi karşısında kendini savunma konusunda tecrübe kazandı. Saldırının şiddeti savunma araçlarının biçimini de değiştirdi. Taş atan çocuklardan direnen YDG-H'lılara böyle geçildi. Taş, molotofkokteyline, molotofkokteyli çeşitli silahlara evrildi. Devlet saldırılarında kullanılan tekniğe her ne kadar yetemese de geçtiğimiz süreç içerisinde bu araçlarla gençlik mahallelerini savunmasını bildi.

Öz yönetim ilanları temelinde gelişen süreç YDG-H’ı öne çıkardı. Ve saldırı altında olan öz yönetim alanlarında açtıkları hendek, geliştirdikleri kimi tuzak ve taktiklerle YDG-H buralara mevzilendi. Artık profesyonel bir savaş gücü olan gerillanın yanı başında YDG-H da Kürt halkının direniş öyküsünde yerini aldı.

CUMHURBAŞKANINDAN ‘KARARLI TUTUM’ TALİMATI

24 Temmuz’dan başlayıp yıl sonuna kadar gelişen savaş, bilanço bakımından da Türkiye’yi oldukça zorlar hale geldi. Bu zorlanmalar karşısında AKP yetkililerinin bizzat Cumhurbaşkanının talimatıyla uyarıldığı anlaşıldı. HPG kaynaklarının ulaştığı bilgilere göre ''terörle mücadele konusundaki kararlı tutumu yansıtan açıklamalardan taviz verilmemesi gerektiği, yine müzakere ve diyalog gibi söylemlerin bu kararlı tutumu zayıflatacağından ötürü kaçınılması gerektiği'' bizzat Erdoğan tarafından talimat olarak AKP’ye sunuldu.

ORDUYA AYAR ÇEKİLDİ

Yine AKP’nin bu savaş bilançosundan ordunun "savaşa soğuk yaklaşması” tutumunun sorumlu olduğunu içeren suçlamalar ortaya çıktı. Genel Kurmay başkanının Silvan’da yürütülen tanklardan ötürü rahatsızlığını belirten açıklamaları, ardından AKP yetkililerinin ateşkes sürecindeki ordunun yetersizliğine atıfta bulunmaları, ordunun ise o süreçte operasyon yapılmasına izin verilmediği gibi söylemlerle topu hükümete atması bunların bir yansımasıydı. Bunun üzerine orduya bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ayar çekilerek yılsonundaki öz yönetim operasyonlarına ordunun da katılımı sağlandı.

2015 Türkiye açısından tarihin en aldatıcı bilanço bilgilerinin kamuoyuyla paylaşılmasını içerdi. Savaşın kazanıldığı psikolojisine duyulan ihtiyaçla yaşanan ağır yenilgi gizlenmek istendi. Geçtiğimiz süreçte bunun için özel olarak hazırlanmış özel savaş basını hükümetle birlikte titiz bir algı operasyonu yürüttü. Bu sürece kadar binlerle ifade edilen gerilla kaybının yanı sıra birçok gerilla bölgesinin boşaltıldığı ve kalanın ise firar ederek koptuğu yalanı sıklıkla dile getirildi. Oysa gerçek tam tersiydi.

1502 ASKER-POLİS ÖLDÜ

2015 yılı içerisinde 24 Temmuz'dan bu yana Aralık ayı dışında bırakılarak elde edilen toplam 4 aylık bilanço geçen çatışma sürecinin ne kadar çetin geçtiğinin göstergesi ve AKP’nin askeri anlamda sonuç alamayacağını kanıtlar nitelikte oldu. Bu dört ay içerisinde Türk devleti çeşitli yoğunluklarda tam 334 hava saldırısı gerçekleştirdi. Gerilla bölgelerine 1133 kez obüs ve havan saldırısı düzenledi. Gerillaya yönelik karadan 144 operasyon geliştirdi. Tüm bu saldırılar sonucunda 160 gerilla yaşamını yitirdi. Bu saldırılar karşısında ise gerilla güçleri saldırı ve operasyon konumunda olan güçlere yönelik 750 eylem, Kürdistan’ın çeşitli stratejik yollarında çeşitli zaman dilimlerini kapsayan 144 yol kesme eylemi gerçekleştirdi. Bu eylemler sonucunda 1502 asker-polis ve özel harekatçı öldü. Bunların yanı sıra çok sayıda askeri araç, kobra, keşif uçağı, tank imha edildi, bir o kadar askeri mühimmata da el konuldu.

Gerilla güçleri ile AKP arasında yaşanan savaşın gerçek bilançosu bu iken Türkiye’de yaşayan toplum bu bilançodan bihaber kılındı.

AKP SALDIRILARI SİVİLLERİ HEDEF ALDI

Savaşın bilançosu bu iki güç arasında yaşanan savaşla bitmedi. Bu bilançoya bir de YDG-H güçleri ile yaşanan çatışmalarda öldürülen onlarca polis ve asker ile Özel harekat polislerinin saldırıları sonucu yaşamını yitiren çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yüzlerce sivil de eklendi. AKP saldırıları sivilleri hedef aldı ve toplum savaşın açık tarafı olarak görüldü.

2015 yılında Kürt özgürlük hareketi açısından böyle bir bilanço ile sonuçlanan topyekün direnişin çok önemli sonuçları da oldu. Geçmiş dönemde de kimi yazılarda ele almış olduğum bu kazanımları ve Türkiye’nin bu bilançoya yansımayan kayıplarını yıl değerlendirmesi vesilesiyle bir kez daha sıralamak gerekirse;

- Kendini topyekün savaş sürecine hazırlayan AKP 2015 yılı içerisinde dış ve iç politikada savaşı ön gören böyle bir politika inşaa edebilmek için her şeyden önce demokrasiyi gözden çıkardı. 2015 yılı içerisinde iktidara ve savaşa kurban edilen Türkiye demokrasisi tarihinin en büyük darbesinden birini yedi.

- Bu çatışmalı süreç içerisinde Türk ordusu tarihinin en yoğun teknik kullanımını gerçekleştirdi. Bu çatışmalı süreç içerisinde savaşa doğrudan harcanan ekonomi Türkiye için büyük bir maddi kaybı ifade etti. Savaşın ekonomiye olan yansıması ise bu rakamları katladı.

- Türkiye’de yaşayan Kürt halkı duygusal olarak tümden bir kopuşu yaşarken fiziki kopuşta da karar kılmanın eşiğine geldi.

- Uluslararası alanda AKP’nin dış politikası bu savaşla birlikte daha büyük darbe yerken, AKP uluslararası alanda yalnızlaştı, teşhir oldu, Kürtler büyük destek kazandı.

- Ordu AKP destekli yalan açıklama ve bilançolarıyla büyük bir itibar kaybı yaşarken, devlet kendi eliyle modern bir Kürt isyanı temelinde kopuşun zeminini oluşturdu.

- Türkiye’deki toplum yaşanan savaşa ve onun ağır sonuçlarına alıştırıldı.

- Halkın Kürdistan’ın her yanında ilan ettiği öz yönetimlerle birlikte, gerillanın yürüttüğü direniş daha derin bir siyasi ve politik anlam kazandı.

- Sivilleri de hedef alan saldırılar, gerillanın yıllardan beri hedeflenen halkla ilişkisinin koparılması politikasında tam tersi etki yaratarak halk gerillalaştı ve gerillanın halkla ilişki- iletişimi alabildiğine arttı. 

- Saldırıların çapı sivil halkı hedef aldıkça yaşamını savaşa göre inşa eden bir halk gerçekliği yaratıldı ve Kürt gençliği kullandığı öz savunma taktik ve araçlarında yeni bir aşamaya kavuştu. YDGH önemli bir savunma örgütüne dönüştü.

- Gerilla eylemlilikleri yeni taktik ve kapsamlılıkta gelişti. Alan hakimiyeti Kürdistan’da gerillanın eline geçti.

- Güney’den Kuzey’e, Kuzey’den Güney'e olan gerilla hareketi veya parçalı gerilla eyaletleri daha geniş bir coğrafyada tarihinin en bütünlüklü haline kavuştu. Birçok gerilla bölgesi arasındaki ara bölgeler birbirine bağlandı.

- Kuzey’de dağla şehir arasındaki sınır ortadan kalktı. Gerillanın şehre yönelik misilleme eylemi kapasitesi çok ileri düzeye ulaştı.

- Saldırılar kırsala dayalı şehir savaşında tetikleyici bir rol oynayarak, gerillanın bu günkü yeni ve yaygın üstlenmesine olanak sağladı.

- Gerillanın en stratejik çalışması olan gerillaya katılım her zamankinden daha fazlalaştı. Gerillalar yaygın eğitim ve örgütlenme çalışmasını sürdürerek bahara hazırlık sürecini ifade eden yeni bir sürece girdi.

2015 yılı işte tüm bu sonuçlar temelinde Kürt halkı ve onun örgütlü güçleri açısından bir başarı yılına dönüştü. Ortadoğu’da olduğu gibi Türkiye’de de AKP gericiliğine karşı mücadele eden ve direnen Kürtler yılı kazandı. Ve 2016 yılının yeni başarılara yol açmasına olanak sağladı.

UFUKTA MÜZAKERE GÖRÜNMÜYOR

AKP açısından da bölgesel çapta yaşanan kriz, iç siyasette 7 Haziran sonuçlarının ve toplumsal muhalefetin verdiği işaretler önemli referans noktaları. Bundan yola çıkan AKP bu savaş politikasını sürdürecek. Tüm bunlar müzakere gibi bir sürecin yakın zamanın konusu olmayacağını gösteriyor. Yani ufukta müzakere görünmüyor. Şayet yeterli zaman sonra müzakereler gündeme gelse dahi tıpkı AKP’nin ifade ettiği gibi Kürtler açısından da bu süreç eskisi gibi yürümeyecek. Yaşadığı büyük güven kırılmasını, bu geçen zaman zarfı içinde yaşadığı toplumsal acıları da masanın orta yerine koyacak Kürt halkı. Ayrıca artık taleplerinin en somut halini ifade eden öz yönetimler var. Hem de kazanılmış elde edilmiş bir hak olarak. Sürecin şeffaf yürütülmesi kadar, denetleyici, gözlemci bağımsız güçlerin varlığına da ihtiyaç duyacak. Bu duruma yol açan AKP’yle Kürtler daha fazla yan yana durmama kararı almış durumda.

2016 BAHARI KÜRT BAHARI OLABİLİR

Yılın ilk ayları olan kış süreci bu bakımdan çok önemli olaylara sahne olma potansiyeli taşısa da suların durulmasına imkan vermeyecek. Bahar süreci ise daha büyük bir Kürt ayağa kalkışına tanık olacak. Bahar süreci gerillanın sürece dahil olmasına çok önemli imkanlar sunan bir mevsim. Bu yüzden 2016 Kürt baharı olabilir. Zaten bu bakımdan kış süreci açısından AKP’nin yoğun saldırıları bekleniyor. Adeta bahara kadar geçen süreci AKP hava saldırıları anlamında değerlendirecek. Bundan sonra gerillanın devreye gireceğini beklemek doğru bir değerlendirme olur. Halk Savunma Merkez Karargah Komutanı Murat Karayılan’ın bu konuda açık ve net değerlendirmeleri basına yansıdı. Öz yönetimlere müdahale bu biçimde sürerse gerilla devreye girer dedi.

HAMLE! HAMLE! HAMLE!

Gerillanın 2015 yılı hamlesinin gelişim gösterdiği bir süreç içerisinde öz yönetim ilanları ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla gerillanın askeri hamlesi öz yönetimin bu günkü vardığı düzeyi göz önünde bulunduran bir hamle değildi. Her ne kadar buna göre kendini yenilese de bu gelişmeler henüz yaşanmamıştı. Gerilla yılsonunda öz yönetim anlamında ortaya çıkan düzeye göre yeni bir askeri hamle hazırlığı içerisine girecek. Bu kış süreci içerisinde gerillanın içinde bulunduğu konumlanma da onu gösteriyor. Eğitim-Savunma ve misilleme temelinde kışı geçiren gerilla. Öz yönetim anlamında ortaya çıkan yeni durumu ve tabi ki 2015 gerilla deneyimi şimdiden masaya yatırmış durumda. Bunun sonuçlarına göre 2016 planlamasına hazırlanıyor. Teknik, taktik, kadro ve planlama anlamında çok yönlü yürüttüğü bu hazırlıkla 2016 yılına kesin sonuçla yüklenmekte çok kararlı. Kış aylarının Eğitim-Savunma-misilleme planlaması baharın “hamle! hamle! hamle!” biçiminde değişim kazanacak. Bu kararlığın bir nedeni de halkı bu durumda daha fazla tutulamayacağı gerçeği. Gerilla bu bahar sürecine bu temelde yaklaşmazsa eğer tarihi fırsatların kaçırılacağını düşünüyor. Yine halkın yaşadığı duruma manevi olarak da dayanabilme gücü kalmadı. Halka yönelik gerçekleştirilen faşizan saldırıların sürmesi gerillanın varlık nedeni olarak ifade ettiği “halkın savunulması” gerçeği ile çeliştiğinden bu duruma sessiz kalmamak ilkesel bir durum olarak da görülüyor.

YDG-H'IN ORDULAŞMASI TARTIŞILIYOR

Bunun yanı sıra bir diğer önemli faktör olarak YDG-H var. Savaş ve Barış ikilemine hatta müzakereye 2015 yılı içerisinde gösterdiği direnişle birlikte dahil olmuş durumda. Onlar da kendi durumlarını değerlendiriyor ihtiyaçlara göre plan çıkarıyor. Kimi KCK yetkililerinin yaptıkları açıklamalardan edindiğim izlenim ve YDG-H öncülerinden aldığım bilgiler YDG-H’ın kendini büyüyen devrimin ihtiyacına göre daha kapsamlı yeniden örgütleyeceği yönünde. Bir gençlik inisiyatifi olarak gelişen saldırılara daha çok bu savunma refleksi temelinde spontane yanıtlar veren, bu temelde direnen YDG-H’ın pozisyonunun bunu aştığını tartışıyorlar. Daha örgütsel, stratejik ve programatik bir örgütselliğe ihtiyaç olduğu kesinlik kazanmış durumda. Hatta YDG-H’ın Rojava’daki YPG-YPJ gibi Kuzey Kürdistan’ın öz savunma örgütü olarak ordulaşmasından bile bahsediliyor. Bunlar şehir savaşında da daha çetin bir süreç yaşanacağının işaretleri oluyor. Şimdiden hem KCK yetkililerinden hem de YDG-H öncülerinden YDG-H’a katılım çağırıları yapılmaya başlandı. YDG-H’ı büyütme hedefi AKP saldırı dalgasının artarak devam edeceğinin görülmesinden de ileri geliyor.

AKP PLANI ‘SÜRECİ YUMUŞATMA’

2016 yılında neler olacağına dair kimi bilgiler de sonbahara kadar PKK’yi, yine bu temelde öz yönetim direnişlerini geriletmeyi önüne koyan AKP’nin kışın süreci yumuşatmak isteyeceği yönünde. AKP’nin böyle bir taktiği masaya yatırdığını ifade eden kimi kaynaklar, 2016 kışında da müzakereler ekseninde kimi oyalayıcı politikalarla Rojava’da yaşanacak gelişmelerin bekleneceğini belirtiyor. Yani 2016 kışından sonra uluslararası konjonktürün Kürtlerin ve PKK’nin aleyhine AKP’nin ise lehine dönmesi beklenecek. Bu arada Türkiye Rojava alanına yüklenerek dış politikasını iyileştirip bu duruma uygun hale getirecek. Yine bu yumuşama durumundan faydalanılarak yeni anayasa ve başkanlık konusunda kazanımlar elde edilecek. AKP’nin planı bu.

PKK’nin bu planı ön görerek temkinli davranacağını beklemek en akıllıca olanı olur. Nitekim HPG yetkilileri hem Öcalan’ın özgürlüğü, hem öz yönetimlerin kabulü hem de sürecin anayasal güvenceye alınması konusunda oldukça somut sonuçlar olmadığı müddetçe gerillanın ileriye yönelik askeri hamlesini kimsenin durduramayacağını belirtiyor. Bu yüzden gerilla da müzakereyi eskisi gibi kabul etmeyeceğinin işaretlerini veriyor.

ROJAVA’DAKİ KAZANIMLAR DÖRT PARÇAYI ETKİLEMEYE DEVAM EDECEK

Tabi bir de 2016 yılında Rojava alanındaki gelişmeler tıpkı 2015 gibi Türkiye'yi etkilemeye devam edecek. Rojava’da YPG ve YPJ öncülüğünde direnen Kürtlerin bu direnişini sürdüreceği görülüyor. Böylelikle Kürtler sadece kendi toraklarını özgürleştirmekle yetinmeyip Demokratik Suriye Hedefiyle yeni oluşacak Suriye’de rol ve söz sahibi olmak isteyecek.

Aslında böylelikle Kantonların demokratik geleceği ve savunulması garanti altına alınmış olacak. Bu yüzden YPG ve YPJ her zeminde DAİŞ’e karşı savaşını sürdürecek. Ayrıca Rojava'da Kürt kazanımlarının artmasında pek de zorlanılmayacak. Sonuç olarak Afrin de Kobanê kantonu ile birleşecek. Nitekim Rusya’nın bu konuda Kürtlere stratejik ortaklık teklif ettiği biliniyor. Bunun karşısında ABD de sahada bu ortağından mahrum kalmak istemeyecek. Türkiye’nin hassasiyetlerinin herhangi bir değerinin kalmayacağı bir süreç kollanıyor gibi gözüküyor. Yine Rojava alanında yaşanan askeri ve siyasi başarıların 2016 yılında uluslararası zeminde bir statüye dönüşmesi için Kürtlerin mücadelesi artacak. Bu konuda da gelişmelerin yaşanmasını beklemek gerekiyor. Bu hususta yaşanacak gelişmeler ise Kuzey Kürdistan’daki öz yönetim ilanları temelindeki statü arayışının yeni bir boyut kazanmasına yol açacaktır. Yani 2016 yılında da Rojava alanındaki başarılar başta Kuzey Kürdistan olmak üzere her dört parçaya olumlu etkide bulunmayı sürdürecek.

Sonuç olarak; 2015 yılı gericiliğe karşı direnen halkların yılı oldu yani Kürtlerin yılı oldu. Sadece Kürtlerin değil dostlarının, Kürdistan’da ve Türkiye’de direnenlerin, özgürlük ve demokrasi adına mücadele edenlerin her zaman kazanacağı ortaya çıktı. PKK’nin ve Kürt halkının ve onun direnişçi bütün güçlerinin bu yıldan çıkardığı sonuç bu. 2016 yılının da 2015 yılından çıkan bu sonuçla geçeceği Kürt halkının kazanmak için direnişi ve mücadeleyi büyüteceği şimdiden söylenebilir. Her ne kadar sancılı geçse de, bedeli olsa da Rojava’dan Kuzey Kürdistan’a taşan umut 2016 yılını demokrasinin yılı Kürt halkının yılı yapacak.

Kaynak: http://anfturkce.net/guncel/yilin-savas-bilancosu-ve-akp-fiyaskosu

Fırat’ın Batısı ve Cenevre Müzakereleri…

Cahit Mervan

Ana gövdesini YPG-YPJ’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri(QSD)nin beklenen hamlesi başladı.  QSD savaşçıları Türkiye cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve başbakan Ahmet Davutoğlu’nun  ‘bizim için kırmızı çizgidir’ dedikleri Fırat’ın batısına geçtiler. İlk önce Teşrin Barajı’nı aldılar. Onlarca köyü özgürleştirdiler. Şimdi ise Teşrin şehrini özgürleştirmek için çabalıyorlar.

QSD güçlerinin bu hamlesi stratejik öneme sahip. Planlandığı gibi hamle başarıya ulaşırsa- ki ulaşacağı görünüyor-IŞİD’ın Rakka-Musul can damarından sonra Rakka-Cerablus can damarı da kesilmiş olacak.  Artık ABD ve Rusya’nın ısrarla Türkiye’den ’güvenliği sağla’ dediği 98 kilometrelik sınırın temizlenmesi ve güvence altına alınması gündeme gelecek.

Yani fiili olarak QSD’nin başlattığı son hamlenin varacağı nokta; Cerablus’un IŞİD’ten temizlenmesi, IŞİD’in ve diğer radikal İslamcı örgütlerin egemen olduğu 98 kilometrelik Suriye-Türkiye sınırının güvenliğinin sağlanması olacak.

İkinci önemli nokta ise, ciddi manada kuşatma ve imha tehdidi altında olan Efrîn Kantonu’na Fırat’ın batısından açılacak olan koridorla ulaşılmış olacak.

QSD’NİN HAMLESİ SİYASİ SÜRECİ ETKİLEYECEK GÜÇTE

QSD‘nin başlattığı son hamle dünya medyası tarafında da ilgi ile izleniyor.  Özellikle Teşrin Barajı’nın alınması ve bölgenin IŞİD’ten temizlenmesi Kürtlerin ve müttefiklerinin başarısı olarak kaydediliyor.

Bu hamlenin aynı zamanda Suriye iç savaşına çözüm bulmak için uluslararası faaliyetlerin yoğunlaştığı bir döneme denk gelmesi de oldukça önemli.  18 Aralık’ta New York’ta bir araya gelen Suriye’nin Dostları Grubu kalıcı barış ve çözüm için bir yol haritası üzerin de anlaştılar. Aslında bu toplantı Viyana görüşmelerinin bir devamıydı.  Bu grubun öncülüğünü ise ABD ve Rusya yapmakta. Bu nedenle Suriye Dostluk Grubu’nun toplantısında benimsenen görüşler çok geçmeden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı.

25 Ocak 2016’da ise İsviçre’nin Cenevre kentinde müzakereler başlayacak. Doğrusu bu müzakerelerde masanın etrafında kimlerin yer alacağı ‘sır’ gibi saklanmakta. ABD ve Rusya’nın bu konuda anlaştıkları söyleniyor.

EN GÜÇLÜ PARTNER: DEMOKRATİK SURİYE MECLİSİ

Ancak kimlerin yer almayacağı üç aşağı beş yukarı biliniyor. Örneğin IŞİD, El nursa gibi örgütlerin yer alması mümkün görünmüyor. Suudi Arabistan’ın öncülüğünde, Türkiye ve Katar’ında desteklediği ‘’Sünni Muhalefet’’ ise oluşmuş değil. Oluşanında temsil etme sorunu var. Kaldı ki bu koalisyon içinde yer alan İslam Ordusu adlı örgütünün lider ve yönetici kadrolarının geçtiğimiz günlerde yapılan bir hava saldırısında öldürülmesi iyice bu ‘cepheyi’  zayıflattı.

Şuan ‘’Suriye muhalefetini’ en güçlü temsil edecek grubunun QSD’nin siyasi temsilcisi olan ve geçtiğimiz ay Rojava Kürdistanı’nın Derik kentinde kuruluşunu ilan eden Demokratik Suriye Meclisi olduğu kesin. Demokratik Suriye Meclisi bu manada soruna çözüm arayanlar için en güçlü partner durumunda. Ancak Kürtlerin içinde yer aldığı bu meclise en güçlü itirazda Suudi Arabistan, Türkiye, Katar gibi bölge devletlerinden gelmekte.  Bu güçler daha çok Sünni-Selefist güçlerin masada ağırlıklı olarak yer almasını istiyor. 

Başlayacak Cenevre müzakere masasında kimin yer alacağına ilişkin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran gibi devletlerin tutumu önemli olmakla birlikte, belirleyici değil. Hatta Türkiye bu konuda eli en zayıf olan taraf durumunda. Burada ABD ve Rusya’nın tavrı belirleyici olacak.

ABD İÇİN SINAV

QSD sahada ABD ve koalisyon güçleriyle ciddi manada işbirliğine sahip. ABD’nin QSD’ye silah ve mühimmat yardımı yaptığı, istihbarat paylaştığı, operasyonlarına hava desteği sunduğu biliniyor. Hatta ABD’li yetkililer Hol operasyonu ile birlikte, yani en az 450 kilometrelik alanın IŞİD’ten temizlenmesine yol açan askeri hamleden sonra QSD için ’rüştünü ispatlayan güç tanımı’ yapmalarını hatırlatmak gerekir.

Bütün bu ‘olumlu’ durumun Cenevre müzakere masasına yansıyıp-yansımayacağı ABD açısından da bir sınav niteliğinde. Başlayacak olan Cenevre müzakereleri bir anlamda ABD’nin Rojava’ya, YPG-YPJ güçlerine, dolayısıyla sahada ciddi başarı elde den QSD’ye bakışının da bir ölçüsü olacak. ABD’nin meseleye ne kadar taktiksel baktığı, ne kadar orta vadede kalıcı bir çözüm peşinde koştuğu anlaşılmış olacak.  

RUSYA, QSD’DEN RAHATSIZ DEĞİL

Rusya’nın da QSD’den ciddi rahatsızlık duyduğu ve ya hoşnut olmadığını gösteren en küçük bir emare dahi söz konusu değil. Aksine Rusya, seküler-demokratik bir gücün varlığını önemsemekte.  Bu gücün daha çok Şam rejimi ile birlikte hareket etmesi için çaba göstermekte. Bu da Rusya’nın Suriye politikası açısından anlaşılır bir durumdur.

Bu nedenle de Viyana ve daha sonraki New York toplantılarının öncü iki gücü ABD ve Rusya, QSD’nin siyasi temsilcisi Demokratik Suriye Meclisi’nin kurulacak müzakere masasında yer almalarından yana bir tavır içinde olacaklarını beklemek aşırı bir iyimserlik olmasa gerek. 

ABD VE RUSYA KÜRT ÇİZGİSİNE GELDİ

Aslında abartısız olarak şu söylenebilinir: ABD ve Rusya, başından beri Kürtlerin önerdiği ‘üçüncü yol’ çözüm formülüne gelmiş bulunmaktalar.  O da ne baskıcı bir Şam rejimi, nede tekçiliğe dayan Arap Sünni-selefist bir çözüm.  Bunun yerine Suriye’nin siyasi sınırlarının korunduğu, bütün etnik ve inanç gruplarının eşitliği temelinde, demokratik, federal bir Suriye’nin yapılandırılması.

Bu nedenle QSD’nin Fırat’ın batısına yönelik başlattığı son hamlenin kurulacak olan Cenevre müzakere masasına şimdiden etki yaptığını söylemek mümkün.  Müzakere masasının kurulmasına daha bir ay var.  Bu zamana kadar Cerablus’un IŞİD’ten alınması Türkiye’nin kırmız çizgilerini de anlamsız kılacak.  QSD’nin başarısı bu anlamda müzakerelerin önünü açacak. Türkiye’nin Kürt karşıtlığı esasında kurmak istediği blokajı da yıkmış olacak.

Dikkat edilirse Türkiye ve onun desteklediği ‘Suriye muhalefeti’ ve Şam yönetimi en çok Kürtlerin müzakere masasında yer almasına karşı çıkıyor.  Şam yönetimi görünen o ki yol açtığı o kadar yıkımdan ders çıkarmış değil. Hala eski Suriye’nin hayalini kuruyor.  Türkiye’de ortaya çıkan Rojava Kürdistanı gerçeğini kabullenmek istemiyor. O da tıpkı Şam rejimi gibi eskinin parametrelerin üzerinden hesap yapıyor. Olmayan ‘kırmız çizgileri’ varmış kabul ediyor.

Birbirleriyle düşmanlık içinde olan Ankara ve Şam rejimlerinin Kürtler ve onların hakları söz konusu olduğunda aynı anlayışta buluşmuş olmaları aslında tarihin bir cilvesi değil. Sömürgeciliğin bir tezahürüdür.

Elbette ki Kürtlerin, Demokratik Suriye Meclisi’nin ana bileşeni olarak ve kendi kimlikleriyle başlayacak olan Cenevre müzakerelerinde yer almaları gerekiyor.  Bunun için Kürtlerin Suriye’nin demokratik-seküler güçleriyle birlikte hareket etmesi, güç dengelerini gözeterek politikalarını belirlemeleri son derece önemlidir. Sahada karşılığı olmayan, istihbarat örgütlerinin birer uzantısı ve maaşlı adamları gibi hareket eden ‘Suriye Muhalefeti’ gibi öz itibariyle Sünni-selefist ve bölge gericiliğinin kılıcı olan güçlerle ilişki içinde olmamaları da doğru bir tutumdur. Bu güçlerin ipiyle kuyuya inmek Kürtler için kelimenin gerçek anlamında intihardan başka bir sonuca yol açmaz.  Bunu isteyen ve dayatan Kürtler var.

PDK YANLIŞ YOLDAN DÖNMELİ

Özellikle PDK’(KDP-Barzani)'nin Suudi Arabistan ve Türkiye eksenli Sünni cepheye Kürtleri ekletme çabası son derece tehlikelidir. Ortadoğu’da Kürtleri mezhep ateşinin içine atmaktır. Kürtlerin buradan çıkış yapması mümkün değildir. Rojavalı bazı gruplar ve şahsiyetler geçmişte bu hataya düştüler. Ancak bireye ve sahada karşılığı olmayan ‘’Kürt’’ temsiliyetinin bir işe yaramadığı görüldü.   
     
Bu nedenle yapılacak şey çok açıktır: dünya ile barışık, demokratik ve çoğulcu, federal bir Suriye isteyen güçlerle ortak hareket etmek, askeri alanda olduğu kadar, siyasi ve diplomatik alanda da kalıcı sonuçlar elde etmek için iç barışı ve birliği güçlendirmektir. Bu manada PDK eksenli ENSK adlı grubunun Rojava’yı istikrasızlaştırma politikası yol değildir. Bu yol çıkmaz bir yoldur. 

Bütün Kürtlere zarar vermektedir. Bu politika bizzat ENSK’yi de daha marjinal bir konuma itmektedir.  Bu grubun yapacağı en doğru şey bir an önce bu yanlış politikadan vazgeçmek, Suriye Demokratik Meclisi’nde yer almaktır.  PDK yönetimi de Rojava’yı dıştalayan, kriminalize eden tutumlardan vazgeçmeli, ortaya çıkan iradeye saygılı olmalıdır. 

Unutmamak gerekir ki tarih ne naz, ne kapris kaldırır. Ne de her zaman toplumların önüne özgürlüklerini elde etmek için fırsatlar sunar.

Kaynak: http://anfturkce.net/guncel/firat-in-batisi-ve-cenevre-muzakereleri-cahit-mervan