Kısa süre öncesine kadar Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi olan Sarrazin’in aylardan beri bu ülkede bulunan Müslüman göçmenler hakkında söyledikleri ve konu hakkında yazdığı ve yok satan kitap –Almanya’da yayınlanan Türkçe gazeteler dışında- Türk medyasının dikkatini çekmedi. Bunun nedenini Referandum konusunda yoğunlaşmaya bağlamak da mümkündür.
Bu nedenle Sarrazin adını belki de hiç duymamış okura, önce neler olup bittiği hakkında bilgi vermek gerekir.
Sarrazin’e göre Almanya’daki Müslüman göçmenler –bununla Araplar, Kürtler ve Türkler kastediliyor- özellikle uyumsuzdur. Çoğu doğru dürüst Almanca bilmemektedir. Çocuklarının eğitim durumu kötüdür. Çoğu işsizdir ve suç işleme oranları da yüksektir.
Sarrazin, kısaca “aptallar” olarak değerlendirdiği Müslüman göçmenlerdeki bu özelliğin genetik karakter taşıdığını ve aileden geldiğini iddia ediyor.
“Yahudi geni” diye yeni bir terim de icat etti ama gördüğü şiddetli tepki üzerine özür dileyerek sözlerini geri aldı.
“Bu sözler yeni değil, benzerleri daha önce başkaları tarafından da söylenmişti” diyerek Sarrazin’i ciddiye almamak mümkün… Sarrazin’i de başlangıçta küçük neo nazi grupları dışında ciddiye alan olmadı. Ne ki, Sarrazin’in “Almanya Kendini İmha Ediyor” başlıklı kitabı 250 bin basılıp da tükenince, ek olarak yapılan kamuoyu yoklamalarında da Sarrazin’in büyük bir desteğe sahip olduğu görülünce işin rengi değişti.
Sarrazin, Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi…
SPD Berlin yönetimi Sarrazin’i üyelikten çıkarmaya kalkınca, parti içinde dirençle karşılaştı.
Merkez Bankası Yönetim Kurulu, Sarrazin’in görevden alınması için Cumhurbaşkanı’na başvuru yaptı. (Yasaya göre Sarrazin’in görevden alınması başka türlü mümkün değil…)
Yönetim Kurulu’nun bu talebinin toplumda genel bir onayla karşılandığı söylenemez…
Sarrazin’in görüşlerini onaylamayanlar bile, “Birileri varolan sorunlar hakkında artık açıkça konuşmalı” diyerek görevden alınmasına karşı çıktılar.
Sonuçta, Sarrazin, “Merkez Bankası’na zarar vermemek gerekçesiyle” Yönetim Kurulu’ndan istifa etti, ancak görüşlerini savunmaya devam edeceğini de açık olarak belirtti…
SORUN SADECE IRKÇILIK MI?
“Görüldüğü gibi, Almanya toplumunda ırkçılığın geniş bir tabanı var” türünden bir değerlendirme iki nedenle kolaycılık olur.
Birincisi: Neo Nazilerin tipik söyleminin aksine, göçmenler arasında ayrım yapılmaktadır. Sarrazin sık sık Vietnamlıların başarılı göçmenler olduklarını, ikinci kuşakta toplumla bütünleştiklerini, Müslümanların ise üçüncü kuşakta bile bundan uzak olduklarını belirtir.
Sarrazin’de hedef alınan göçmenlerin belirli bir kesimidir: Araplar, Kürtler ve Türkler. Bu kesim içinde de başarılı bütünleşme örnekleri bulunmakla, birlikte oran oldukça azdır.
İkincisi: Göçmenlerle ilgili sorunlar yıllardan beri vardır. Almanya hükümetleri yıllardan beri yüzeysel yöntemlerle bu sorunu çözmeye çalışmışlar, gerçekte ise sorununun birikerek büyümesine yol açmışlardır. Sorun günlük yaşamda artık herkesin görebileceği kadar açıktır.
Çoğunluğu ilkokul mezunu olan çok sayıda işsiz göçmen genci, göçmenlerin toplandığı ve paralel toplum özelliği gösteren mahalleler ve yıllardan beri süren ama somut sonuç vermeyen sözde çözüm uygulamaları…
Fransa’da olduğu gibi Almanya’da da göçmen isyanlarının gerçekleşebileceği, bu tehlikenin potansiyel olarak varlığı görülüyor.
Göçmenlik üzerine tartışmalarda on yıl öncesine göre bile ciddi bir değişme var: On yıl önce, “sorun olan gitsin” mantığı egemendi. Şimdi ise, “bu insanlar burada doğmuşlar ve büyümüşler. Bunlar bu toplumun insanları ama toplumun dışındalar. Bunu ortadan kaldırmak için ne yapmak gerekir?” sorusu var.
Sarrazin’in kitabı göçmenlerle ilgili istatistiklerle dolu ve rakamlardan hareketle doğrudan sonuçlara varıyor. Sarrazin gibi Merkez Bankası’nda görevli bir kişinin rakamların yorumlanmasından sonuç çıkarılırken çok dikkatli olunması gerektiğini bilmemesi mümkün değildir. Kaldı ki, Berlin Yabancılar Polisi bile, kentteki göçmenlerle ilgili bazı rakamların doğru olmadığını açıkladı.
Sarrazin’in gördüğü büyük ilgi, görüşlerinin gerçekten desteklenmesinden çok, toplumda büyük bir yara haline gelmiş göçmenlik sorunu hakkında –yanlış da olsa- açık konuşmasından kaynaklanıyor.
Alman Hükümeti hemen ilk önlemi açıkladı: göçmen kökenli öğretmen sayısı artırılmalıdır.
Doğru yönde de olsa yüzeysel bir önlem…
Yıllardan beri, Alman eğitim sisteminin anadili Almanca olanlara göre şekillendiği ve yapısal olarak göçmenleri dışladığı söylenir, ama aldıran olmaz.
Alman eğitim sisteminde ciddi reform gerekiyor. Tek tük olmaktan öteye gitmeyen göçmen kökenli öğretmen sayısının artırılması, bu büyük reformun bileşenlerinden sadece birisidir.
MELEZ KİMLİKLER…
Yazının ikinci bölümünde sadece Almanya değil bütün Avrupa ülkeleri için geçerli olan daha derindeki büyük soru üzerinde durmaya çalışacağım:
Eski bir belirlemeyle “üçüncü dünya” ülkelerinden gelmiş çok sayıda insan kapitalist metropolleri doldurmuş durumda… Bunlar kendi kültürlerini, kısaca yaşam tarzlarını da birlikte getirdiler. Zaman içinde değiştiler ve içinde yaşadıkları toplumu da –daha fazla- değişmeye zorluyorlar. Bu da dışlamaları ve çatışmaları beraberinde getiriyor.
Okur, Fırat’ın doğusundan batısına göç etmiş ya da etmek zorunda kalmış çok sayıda Kürt’ün de benzer bir sorunla karşılaştığını düşünecektir.
Yaşam tarzlarını da birlikte getirerek ülkenin farklı bölgelerine geldiler ve orada yerleşik olanlar tarafından kabul edilmek istenmiyorlar.
Bunun üzerine 26 yıldır süren savaşı ve yoğun milliyetçi propagandayı da ekleyince, nasıl bir patlayıcı madde birikiminin söz konusu olduğunu anlamak zor olmasa gerektir.