9 Ağustos 2011 Salı

Karayılan: İran Sınırına HPG Güçleri Yerleşecek!-1

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Amerika’nın hem PKK’nin hem İran’ın zayıflamasını istediği için bu operasyonun içinde olduğunu belirtti. İran’ın yoğun saldırılarını durdurduğunu, PJAK’ında eylemlerini hafiflettiğine dikkat çeken Karayılan ‘’Eğer İran devleti saldırılarını tekrardan başlatmazsa gerilla güçleri de saldırı yapmayacak. Bir daha çatışmanın olmaması için bazı ek tedbirler de alıyoruz. HRK gerillalarını sınır hattından alarak, daha geriye çekmekteyiz. Onun yerine bizzat bizim güçlerimiz HPG güçleri yer alacaklardır’’ dedi.

Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı:

* İran’ın Güney Kürdistan’ı işgal girişimleri ile beraber yaşanan yoğun çatışmalı sürecin biraz durulduğu görülüyor. İran ile çatışmalarda son durum nedir?

- İran devletinin Kandil’e saldırısı ve sınır boyundaki tüm köylerin top atışına tabi tutularak, halkın göçertilmesine yol açan saldırıyı başlatmasının amacı Kandil’i işgal etmekti. Aslında bu plan tüm Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne dönük kapsamlı bir konseptin bir parçası olarak hayata geçirilmiştir. Esas olarak bu konsepti önüne koyan ve bunu ısrarlı bir biçimde pratikleştirmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Onların geçmiş yıllarda İran ile bu konuda oluşturdukları ortaklıklar da vardır. Bu planın amacı Kürtleri güçten düşürmektir. Kandil işgal edilerek ve Kürt Federe Hükümeti’nin de bu işgal sürecine dahil edilmesi ön görülerek hem PKK-PJAK darbelenmiş olacak, hem de sonrasında Kürtler arası bir çatışmaya yol açılarak, Kürtlerin güçlerini tüketmelerine neden olacak bir süreç başlatılmak istenmiştir. Böylece Kürt stratejisi zayıflatılacak ve Kürtlerin bölgenin yeniden dizaynında yer almasını önlenmiş olacaklardı. Esas amaç buna dönüktür. Derin sömürgeci bir politikanın ürünü olan bu amacın gerçekleşmesi için de öncelikle PKK’nin darbelenmesi gerekmekteydi. Dolayısıyla hedef PKK ve PJAK’la bağlantılı olarak tüm Kürtlerdir, Kürt stratejisidir.

Bu plan sadece Türkiye ve İran ile sınırlı olmayan, Irak hükümetinin de dahil olduğu bir plandır. Hatta Kürt Federe Hükümeti de dahil edilmek isteniliyor. Hükümet yetkililerinin plan hakkında bilgileri vardır; katılamayacaklarını söylüyorlar ama ret de etmiyorlar. Daha sonra da pratik aşamaya dahil olmayınca onlar da hedeflendiler. Örneğin bizim alanlarımızla birlikte KDP hakimiyetindeki alanlar da ağırlıklı olarak bombalandı.

‘AMERİKA ÇATIŞMANIN DERİNLEŞMESİNİ İSTİYOR’
* Bu operasyonu Amerikan’ın kısmen desteklediği belirtiliyor. Neden Amerika düşman ülke olarak gördüğü İran’ı destekliyor?

- Evet planın bir diğer ayağı da Amerika’dır. Bazı basın organlarının, hatta İran’ın bir ajansına dayanarak, söyledikleri bazı hususlar vardır. Amerika da bu planı biliyor ve bir biçimde de destek veriyor. Çünkü Amerika hem PKK’nin hem de İran’ın zayıflamasını istiyor. Aynı zamanda Irak sınırları üzerinde çatışmanın olması Irak’ta ABD askerlerinin uzun süre kalmasına dönük bir kamuoyu oluşmasına da hizmet edecektir. Bu açıdan aslında Amerika da böyle bir çatışmaya onay vermiş ve çatışmanın derinleşmesini istemektedir. Kısaca böyle kapsamlı, aslında İran’ı da aşan ve İran’ın bir biçimde içine çekildiği bir saldırı durumu söz konusudur. İran yönetimi bunun ne kadar farkında bilemiyoruz ama Türk devleti ilginç bir taktikle Kürtlerle savaş işini İran’ın üstüne yıktı. Bölgede gelişecek olan İran ile Kürtler arası karşıtlık stratejik olarak Kürtleri de İran’ı da zayıflatacak bir siyasettir.

* İran istediği sonucu alabildi mi?

- Bu saldırı karşısında başta PJAK güçleri olmak üzere Kürdistan özgürlük gerillaları çok ciddi bir direnç gösterdiler ve kahramanca bir direniş sergilediler. Ve İran devleti istediği sonuçları alamadı. Bırakın sonuç almayı, kayıpları daha fazla oldu ve giderek bir tıkanmayı yaşadı. Aslında başarılı olsaydı farklı bazı güçler de bu işgal sürecine dahil olabilirlerdi. Fakat İran’ın zorlandığını gördükleri için söz konusu güçler geride durdular ve İran bir nevi yalnız kaldı. Bunlardan kaynaklı 12-13 gün yoğun olarak süren bu çatışma ve bombalama durumu son bir haftadan bu yana azalmış bulunmaktadır. Saldırı ve çatışma durumları çok seyrek ve tek tek olmaktadır. Şuanda İran devleti yoğun saldırılarını durdurmuş bulunuyor. Umarım İran Devleti’nin saldırılarını durdurmasının altında yatan gerçek, bu konseptin kendisinin çıkarına da hizmet etmeyeceğini görmüş olmasıdır. Saldırıların dozajını azaltmış olmasının başka nedenleri de olabilir veya taktik bir tutum da olabilir. Ama İran devletinin etkin saldırılarını durdurmuş olması bir mesaj da olabilir. Bu nedenle mevcut durumda PJAK güçleri de karşı eylemlerini hafifletmiş bulunmaktadır.

Bu sonucun ortaya çıkması ve İran saldırılarının hafiflemiş olmasında gerilla güçlerinin çok yetkin ve kararlı bir biçimde direnmiş olmasının rolü fazladır. Gerçekten eğer gerillanın kahramanca direnişi ve başarılı bir savunma tutumu olmasaydı durum çok daha farklı olabilirdi. Yine başta kahraman Kandil halkı olmak üzere Xakurke, Xinere, Kelaşin, Haciümran, Piştder ve tüm Qeladize hattındaki geniş bir alanı kapsayan tüm halkımızın bu saldırı karşısında göstermiş olduğu kararlı-yurtsever tutum çok anlamlı olmuştur. Çünkü bu işgal girişimini planlayanların esas hedefi halkın “PJAK ve PKK yüzünden malımız-mülkümüz telef oluyor, insanlarımız ölüp, yaralanıyor” diyerek tepki göstermelerini sağlamaydı. Ama halkımız bırakalım gerillaya tepki göstermeyi, gerillayı daha fazla sahiplenen ve bu saldırıları kınayan kararlı bir tutum sergilemiştir. Bu çok önemli ve değerli bir tutumdur. Yine tüm Güney Kürdistan’daki sivil toplum kuruluşlarından sendikalara, doktorlardan gazetecilere kadar çok geniş bir yelpazedeki meslek gruplarından eski peşmergelere kadar, toplumun çok çeşitli kesimlerinin bu saldırılar karşısında tepkileri yükseldi. Sadece Güney Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında ve Avrupa’da, Kürtlerin İran’ın bu saldırısı karşısında gerillayı sahiplenmesi ve saldırıyı protesto eden çok çeşitli eylemsellikleri oldu. Yurtsever halkımızın başta Güney Kürdistan olmak üzere Kürdistan’ın dört bir yanından ve yurtdışından göstermiş olduğu bu dayanışma takdire şayan bir duruştur. Halkımızın ulusal birlik ruhuyla bu tutumu ortaya koymuş olmasının çatışmaların durmasında büyük rolü vardır. Halkımızın bu kararlı tutumu ve gerillanın direnişi önemli bir sonuç ortaya çıkarmıştır.

‘HRK GERİLLALARI ÇEKİLECEK HPG GÜÇLERİ YERLEŞECEK’


Açıkça şunu söylemek istiyorum; Eğer İran devleti saldırılarını tekrardan başlatmazsa gerilla güçleri de saldırı yapmayacaklardır. Ayrıca bir daha çatışmanın olmaması için biz bazı ek tedbirler de alıyoruz. Şuanda sınır üzerinde mevzilenmiş olan PJAK’a bağlı HRK gerillalarını sınır hattından alarak, daha geriye çekmekteyiz. Onun yerine bizzat bizim güçlerimiz olan HPG güçleri yer alacaklardır. Böylece Kandil alanında ve yine daha değişik alanlarda artık sınır üzerinde PJAK gerillaları olmayacaktır. Bu, İran’ı yeni bir saldırıya tahrik etmemek için tek taraflı olarak alınmış bir tedbirdir ve umarım İran tarafından da dikkate alınacaktır.

* Peki İran saldırılara yeniden başlarsa HPG güçleri de çatışmalara girer mi?

- Gelinen aşamada İran ile çatışma durumu çok kritik bir noktaya gelip dayanmış bulunmaktadır. Çünkü bu aşamadan sonra İran tekrar saldırılarını başlatırsa, artık sadece PJAK değil, biz de PKK olarak devreye girmek durumunda kalacağız. Çünkü artık sınır üzerinde direk PKK güçleri vardır ve biz PKK olarak İran’a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik. İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşmak da istemiyoruz. Neden? Çünkü bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen uluslararası güçlerin amaçlarından birisi de İran’ı kuşatmaktır. Şimdi daha çok Suriye ile uğraşıyorlar. Kendilerince orayı halletseler sıra İran’a gelecektir. Böyle bir aşamada biz Kürtler olarak ayrıca İran’a karşı savaş halinde olmayı pek doğru görmüyoruz. En azından biz tarafsız durmalıyız. Biz, uluslararası güçlerle bölge güçlerinin kendi aralarındaki çatışmalarda Kürtlerin kimsenin askeri olmasını istemiyoruz. Kürtlerin bağımsız tutumu olmalıdır. Kürtler de bu bölgenin temel bir halkıdır ve uluslararası hegemonik güçlerin müdahalelerinin bir gücü olamaz, olmamalıdır da. Bu nedenle biz hareket olarak bu dönemde İran’a karşı kıyasıya bir silahlı savaşımı pek doğru görmüyoruz.

Soruna güncel, şu sınır bu sınır diye bakmıyoruz. Daha stratejik bakıyoruz. Buna göre İran da bu durumu düşünmelidir. Bir kere PKK ile savaşma İran’ın çıkarına değildir. PKK büyük bir güçtür, otuz yıllık tecrübesi olan bir güçtür. Eğer PKK İran’a karşı bir savaş pozisyonuna girerse İran’ın durumu çok kötü olur, bunun çok ağır sonuçlara yol açacağı açıktır.

Şu an için İran ile savaş gibi bir şey gündemimizde değildir. Ama İran mevzilerimize saldırarak, Kürt halkına karşı düşmanca bir tutumu izlerse tabii ki o zaman savaş kararı almak zorunda kalırız. Açıkça söylemeliyim bunun için de hazırlık yapmaktayız. Bu nedenle kritik bir aşamaya gelmiş bulunmaktayız. Artık ya İran ile çok kapsamlı bir savaşa gireceğiz ya da İran bu saldırıları durduracak ve kendi iç sorunu olan başta PJAK olmak üzere Doğu Kürdistan'daki güçlerle kendi sorununu farklı yöntemlerle çözmeyi önüne koyacaktır.

Bu nedenle özellikle bu noktada ifade ettiğimiz hususlar çok önemlidir. Biz, İran devleti bu saldırılarından vazgeçmeli, içeride Kürtlere baskı yapmamalı, onları hedeflememeli, idam etmemeli ve askeri operasyonlar yapmamalıdır, diyoruz. Kürtlerin de İran devletine karşı askeri eylem yapmaması gerektiğini düşünüyoruz. Doğu Kürdistan'daki Kürt örgütleri kendilerini savunma hakkı temelinde daha çok siyasi ve örgütsel çalışmalarını sürdürebilirler. İran’a karşı dıştan gelen saldırılara alet olmamalıdırlar. Ancak gerektiğinde kendi savunmalarını da yapmalıdırlar. Yani silahlı mücadeleden ziyade siyasal mücadele yürütülmelidir. Bizim görüşümüz budur ve biz bunu şimdi söylemiyoruz. Biz bu görüşümüzü üç-dört yıldır sürekli ifade ediyoruz. Ama İran devleti bunu dikkate almıyor. Tüm Kürtleri karşısına alarak, sonuç almayı önüne koymuş bulunuyor. Bu politika yanlıştır. İran bu siyasetle Kürtleri karşısına alırsa kendisi zarar görür. Ama Kürtlerle düşmanlık değil, dostluk geliştirmede herkesin faydası olacaktır.

İRAN’A ÇAĞRI

Biz burada İran devletine çağrı yapıyoruz: “PKK’yi, Kürt halkını hedeflemenizde bir çıkarınız yoktur, sonuç da alamazsınız. Bu Kürtlere dönük büyük bir konsepttir. Sizin bu konseptin bir uygulayıcısı olmanız size bir şey kazandırmayacaktır. Bu çatışmaya son vermelisiniz. Bu çatışmanın sürmesini isteyen Amerika’dır. Çünkü bu saldırılarınız Amerika’nın çıkarına hizmet ediyor. Onlar hem PKK, hem de İran zayıflasın istiyorlar. Bu bir tuzaktır. Tuzağa girilmemelidir. Soruna dar değil, stratejik bir bakış açısı ile yaklaşılmalıdır.”

Eğer İran devleti bizim bu çağrımızı dikkate alır, saldırılarını sonlandırırsa, biz PKK olarak İran’a karşı herhangi bir eylem yapmak durumunda olmayacağız. İran Kürdistan’ındaki Kürt halkının davası ayrı bir tartışma konusudur. Bu İran devletiyle PJAK ve diğer Kürt örgütlerinin bir sorunudur. Biz bu konuda sadece düşüncemizi söyleyebiliriz. Kararı ancak Doğu Kürdistan halkımız ve onu temsil eden örgütler verecektir. Biz tüm Kürdistan parçalarındaki halkımızın haklı ve meşru mücadelesinin doğru yolda olması halinde desteklenmesini bir yurtseverlik ilkesi olarak görüyor ve bunu açıkça belirtiyoruz. Doğu Kürdistan'daki halkımızın mücadelesine bu çerçevede bakıyoruz. Ama her parçada Kürt halkının doğru mücadele yöntemleriyle mücadele etmesi çerçevesinde doğu Kürdistan'daki halkımızın da daha çok kendini savunma temelinde siyasal ve örgütsel yöntemlerle mücadele etmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Nihayetinde bu konuda son olarak söyleyeceğim şudur: Umarım İran devleti bizim bu çağrılarımızı dikkate alır, bizim iyi niyetli duruşumuza anlam biçer. Sorunu dar ele alıp, şu tepe bu tepe sorununa boğmamak gerekiyor. Soruna daha stratejik ve geniş yaklaşmak lazım. Umarım taraflar böyle yaklaşır ve bu çatışma süreci sona erer. Ama yine de belli olmaz, her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Biz çatışmadan değil, barıştan yanayız. Ama çatışmayla, baskıyla halkımıza boyun eğdirmek isteyenlere karşı da sonuna kadar yüksek bir kararlılıkla direneceğimiz açıktır. Biz hareket olarak hiçbir güç karşısında geri adım atmış değiliz. Kendi ilkelerimiz doğrultusunda sonuna kadar kararlı savaşabilme pratiğine sahip bir felsefeden geliyoruz. Bütün çabalarımıza rağmen İran bize yeni bir çatışmayı dayatırsa bizim İran’a karşı da bu tutumu sergileyeceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

SINIR KÖYLERİNE DESTEK İÇİN AVRUPA’DAKİ KÜRTLERE VE KURUMLARA ÇAĞRI

Burada tekrar başta tüm Kandil halkı ve tüm Güney Kürdistan halkı olmak üzere tüm yurtsever halkımızı saygıyla selamlıyorum. Özellikle bu çatışma sürecinde zarar gören tüm köylülere gereken maddi ve manevi desteğin gösterilmesi için ilgili tüm kurumlara çağrı yapıyorum. Yine başta Heyva Sor olmak üzere Avrupa’daki Kürt kurumlarının bu çatışma sürecinde zarar gören yoksul sınır köylerine destek sunmaları için harekete geçmeye çağırıyorum. Bu konuda Avrupa’daki tüm Kürdistan halkını ve kurumlarını katkı sunmaya çağırıyorum. Gerek Kürdistan gerillası, gerekse de halkımız İran’ın bu saldırıları karşısında çok kahramanca ve şerefli bir tutum almıştır; şehit vermiştir ama kararlı duruşu ve tutumu çok anlamlı olmuştur ve bu süreçten geleceğe dönük önemli kazanımlar elde ederek, başarılı çıkmıştır. Bu, geleceğe dönük çok önemli bir duruşu ifade etmiştir. Bugün Kürdistan’da daha fazla bir ulusal birlik ruhu gelişmiştir. Bu çatışma süreci bu ulusal birlik ruhunu daha da pekiştirdi. Umarım bu temelde Kürt halkının iradeleşmesi ve ulusal birliğinin gelişmesi daha da pekişip, güçlenecektir.

AKP SURİYE’YE TESLİM ALMAK İSTİYOR* Tayip Erdoğan “Suriye sorunu bizim bir iç sorunumuzdur” dedi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu bugün Şam’ı ziyaret ediyor. Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edebilir mi?

- Tayip Erdoğan’ın Suriye devletine dönük sarf ettiği sözler gerçekten çok ilginçtir. Suriye devletinin uygulamaları bir tarafa “Suriye bizim bir iç sorunumuzdur” demesi, adeta Suriye’ye müdahale edebileceği sinyalini veren bir tehdit konuşması olmuştur. Buradan Suriye devletine ‘kendi halkına kurşun sıkan bir devlet’ diye suçlama getiren Başbakan Erdoğan’ın kendisi Kürdistan’da “kadın da olsa çocuk da olsa devlet güvenlik kuvvetleri gerekenleri yapacaktır” diyerek, bugüne kadar onlarca sivil Kürt insanının polis eliyle katledilmesine yol açtığını unutmamak gerekiyor. Suriye’de halka karşı bu kadar hassas davranan Tayip Erdoğan neden kendi toprakları içinde polisin Kürt halkına karşı bu kadar öldürme, şiddet ve baskısına dönük bir şey söylemiyor? Bu AKP hükümetinin ve Erdoğan’ın büyük bir çelişkisidir.

Tarih tuhaflıklarla doludur. 1998’de Atilla Ateş’in Suriye’ye dönük tehdit konuşması ardından Süleyman Demirel de mecliste bir tehdit konuşması yapmıştı. Şimdi Erdoğan’ın yaptığı konuşma da Demirel’in konuşmasına benziyor. O zaman da Suriye’ye tehditler savurdular ve Suriye Önderliğimizi kendi ülkesinden çıkardı. ‘Aksi halde müdahale edeceğiz’, demişlerdi. Şimdi, üzerinden on üç yıl geçmiştir. Bu kez de farklı gerekçelerle Suriye tehdit edilmektedir. Burada sonuç çıkarması gerekenlerin sonuç çıkarmaları önemlidir. Durum ne olursa olsun Türkiye’nin kendi sınırları içerisindeki Kürt halkına karşı faşizan uygulamalarını reva görüp, dış ülkelerde halka karşı baskılara dönük bu kadar tavır sahibi olmuş olması büyük bir çelişkidir. Erdoğan bu çelişkiyi aşmadan hiçbir sonuç elde edemez.

Açık ki Erdoğan’ın bu tutumu, Suriye’nin Hama veya başka bir yerinde halka dönük yapılan baskıyı düşünmesinden değildir. AKP hükümeti ABD’nin politikaları doğrultusunda Suriye’yi teslim alma rolünü üstlenmiştir. Bu rolü gereği müdahale edebileceğini belirtmektedir. Sorun sadece Suriye de değildir. AKP hükümeti ılımlı İslam politikası doğrultusunda ABD’nin bölgeyi yeniden biçimlendirmesinde önemli bir rol üstlenmiş ve bu konuda ABD ile anlaşmıştır. Daha bir yıl önce Erdoğan Kaddafi’ye madalya takmış olmasına rağmen şimdi Kaddafi’yi devirmek için her türlü çabayı sergilemektedir. Bu çok planlı bir biçimde yapıldı. Bu plan temelinde önce 30 bini aşkın Türkiyeli işçiyi Libya’dan çıkardılar, sonradan doğrudan Libya’yı hedeflediler. Şimdi de Suriye’yi hedefliyorlar. Tayip Erdoğan’ın Suriye üzerinde bu kadar titremesinin nedeni Suriye’nin orada halka karşı uyguladığı baskıdan çok, ABD ile ortak oluşturdukları projenin hayata geçmesi içindir.

Bu konuda sanki çok halkçı, baskıya ve şiddete karşıymış gibi bir hava yaratılıyor, bu doğru değildir. Aynı Erdoğan Kürdistan’da baskı uygulamaya karar veren kişidir. Ama Suriye üzerinde farklı hesap ve beklentileri var. Bu beklentiler gerçekleşmeyince bu biçimde hiddetlenip, tehdit savuruyorlar. Şimdi sanırım bölge halkları, AKP ve Erdoğan’ın gerçek niyetinin ne olduğunu da anlamış oldular. Hani komşu ülkelerle sıfır problem teorisi vardı? Ahmet Davutoğlu bu stratejinin mimarı değil miydi? O sıfır problem stratejisi altında neler döndü de şimdi bu hale geldi? Açık ki Türkiye’nin başkasına demokrasi dersi vermesi için öncelikle kendisinin demokratik olması, kendisinin sınırları içerisindeki sorunları çözmesi gerekiyor. Bir taraftan Kürt halkına karşı baskı ve şiddet siyaseti yürütülürken, öbür taraftan çıkıp da başkasına nasihat veren politikalar tutmaz.

Haluk Gerger: "Kürtler Kazanacak"

İran’ın hem korkudan hem de Ortadoğu’daki kargaşada kendisine bir alan açmaya çalıştığı için Kürtlere saldırdığını belirten Haluk Gerger, bölgesel ve emperyal güçlerin dahil olduğu bu oyunda kazananın Kürtler olacağını söyledi.

İran’ı Kürtlere saldırtan birinci gerekçenin korku olduğunu dile getiren Gerger, ikinci nedenin ise „bulanık suda avlama“ hesabından kaynaklandığı görüşünde. Baskıcı rejimlere karşı halk isyanlarının bir biri ardına yaşandığı Ortadoğu’da, İran’ın da bu kargaşa içerisinde kendine bir alan açmaya çalıştığını belirten Gerger, Suriye, Filistin, Hizbullah ve Hamas ile ilişkileri bakımından bir hinterlanda sahip olan İran’ın bu ortam içerisinde kendini güvence altına almaya dönük bir plan olduğunu ifade etti. Gerger, İran’ın iç muhalefeti baskı altına almak suretiyle, karşıtlarına karşı hinterlandını oluşturmaya yönelik bu planının aslında hiç de akılcı olmadığını da kaydetti.

‘İran Kürdistan’ı engel  görüyor’

 
Irak’ın güneyinde mezhepsel olarak Şiiliği kullanarak kendisine belli bir etkinlik alanı yaratabilen İran’ın bütün hinterlandına ulaşmak konusunda Güney’i bunun önünde bir set olarak gördüğü için saldırıya giriştiğini vurgulayan Gerger, bu politikayı şu sözlerle yorumladı: „İran, Kürt meselesinin alevlenmesiyle kendine bir Suriye, Türkiye ve Irak hattı da oluşturuyor. Suriye ve İran, ‘Ben Kürtlerle savaşırken, bir taraftan güç harcıyorum ama bir taraftan da güç topluyorum. Çünkü doğal müttefikim olan rejimler kaçınılmaz olarak benimle aynı safa düşecekler’ diye düşünüyor. Hakikaten de böyle. Nitekim Türkiye’nin yeni Kürt siyaseti ile İran’ın bu yeni saldırısının ne kadar örtüştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla bu örtüşme de onların nezdinde, o bulanık suda yeni bir gerici hat, saflaşma oluşturuyor.“

‘Türkiye’nin rolü Truva atı’

 
Bugün Türkiye’ye verilen rolün aslında ABD’nin dahi başından beri istediği rol olan „Truva atı“ olduğunu belirten Gerger, bu rolü de „Yani bölgeyi doğrudan kuşatmadan, bölgeye sızan, dini, tarihsel, kültürel ilişkileri, ekonomik ve coğrafi yakınlığı kullanarak bölge içinde, bölgenin bir parçası olarak Batının stratejik değerlerini ve çıkarlarını temsilcisi olması“ olarak tanımladı. Gerger, yaşanan değişimin „Tetikçilikten Truva atına bir geçiş süreci“ olduğunu söyledi. 

 
‘Acaba Kürtleri avlayabilir miyim?’

 
İran’ın giriştiği „bulanık suda balık avlama“ çabasının Türkiye’de de „Acaba ben de Kürtleri avlayabilir miyim“ şeklinde karşılık bulduğunu dile getiren Gerger, „Ama bir korkusu da var. ‘Ava giderken avlanır mıyım’ diye. Bu yeni strateji değişikliği saldırı planlaması buna dönük. İran, can havliyle iç muhalefeti bastırırken, Türkiye de bir yandan işbirliği yaparak onların altını oyuyor. Ama öte taraftan da onların anti-Kürt gücünden yaralanmaya kalkıyor. Bu Şark kurnazlığı, oryantal tüccarlık Türk egemen sisteminin genlerinde var“ dedi. 

 
„Kaybedilmiş bir davanın restorasyonudur bunlar. Batı müdahale edebilir, kendisine dost yeni bir rejim yaratabilir. Ama 2 şey olmazsa olmazdır Batı için. Birincisi bu bölge pazar, enerji, ekonomi vs. olarak uluslararası kapitalizme eklemlenmelidir. Bu aynı zamanda mutlaka sosyal, ideolojik ve kültürel eklemlenmeyi yani çürümeyi de beraberinde getirmelidir. İkincisi, bunun politik ve stratejik ayağı mutlaka İsrail’e boyun eğmek, ABD’ye dost olarak ortaya çıkmak zorundadır“ diyen Gerger, bu iki temel amaca hizmet edecek yeni müttefikler bulunsa da yeni sorunlar ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğundan yana.

 ‘Kürtler kendi küllerinden doğdu’

 
Gerger, emperyalist küresel güçler ve dikta rejimleri tepişirken, Kürtlerin eziliyor gibi görünebilmesine rağmen, tarihsel olarak kazandığının üzerinde de önemli durdu. Bu noktada Türkiye örneğini veren Gerger, „Türkiye Kürdistan’ında imha ve inkâr diye adlandırılan on yıllardır devam eden bir muazzam şiddet dalgası ile karşı karşıyayız. Daha yedi yaşında ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ dedirtilerek manevi, moral soykırımına uğratılan çocuklar, kirli savaşta öldürülen binlerce genç, hayatları karartılan binlerce aile. Ama ne oluyor. Kürt kimliği, aydınlanması ve bilinci arttı. Kürt sorunu yokken, devletin bütün kademelerinin kabul ettiği bir sorun ortaya çıktı. Acaba 70-80 senelik korkunç şiddet ortamında kim kaybetti, kim kazandı. İlk suni bakışta anlaşılacak Kürtlerin kaybettiğidir ama buradan kendi küllerinden doğan bir bilinç, aydınlanma ve Kürt ulusu var. Buna karşı her anlamda iktidarsızlaşmış, tüm kurumları çürümüş, kendi insanlığını yitirmiş bir Türk kimliği ve devleti var. Kim kazandı, kim kaybetti“ yorumunda bulundu. 

 
Gerger, yine „Olası bir müdahalede Türkiye’de neler olacağı“ konusunda ise açık konuşuyor. „Şiddet ve baskıyı yeniden derinleştirmesi ve yüceltmenin bildiğimiz haliyle Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunun başlangıcı“ olacağını dile getiren Gerger, Kürtlerin uzattığı barış elinin tutularak yeni bir inşa sürecinin başlatılmaması halinde Türkiye’nin intihara sürükleyeceğini kaydetti. İçerisinde bulunacak coğrafyanın çöküşü anlamına gelecek olan bu hataya düşmemek için de kimsenin „Bulanık suda balık avlanmaya kalkmaması“ gerektiğini belirten Gerger, bunun için de mevcut bataklığın bölge halklarınca geliştirilecek elbirliği ile kurutulması gerektiğini ifade etti.


ÖMER ÇELİK-FERHAT ÇELİK

HES Projeleri Wan(Van)’ı Tahrip Edecek

Wan ve ilçelerinde yapılması planlanan 3 baraj ve 32 Hidroelektrik Santrali (HES) ile hem doğa tahrip edilecek, hem de Zîlan Deresi’nin yanı sıra birçok yerleşim yeri sular altında kalacak.

Wan ili ve Şax (Çatak), Mîks (Bahçesaray), Ebex (Çaldıran), Erdîş ve Elbak (Başkale) ilçelerinde derelerin üzerine 3 baraj ve 32 Hidroelektrik Santrali (HES) yapılması planlanıyor. Projelerin hayat bulmasıyla hem tarih ve doğa tahrip edilecek, hem de katliamın yapıldığı Zîlan Deresi başta olmak üzere birçok yerleşim yeri sular altında kalacak. 
 
Nehirlerin akışını durduran, akarsu yataklarında bulunan kültürel mirasları yok eden ve doğayı tahrip eden Hidroelektrik Santrali (HES) ve barajların yapılmasına karşı sesler her geçen gün yükselirken, Wan’da ise var olanlara yeni barajlar ve HES’ler eklenecek. Bölgedeki yurttaşlar yaklaşan tehlike karşısında herhangi bir refleks göstermezken, yeni HES’ler ve barajların, birçok alanı sular altında bırakacağı belirtiliyor. Var olan barajlara ve faaliyette olan HES’lere 3 baraj ve 32 HES eklenecek. Şax’ta 3 baraj, 13 HES, Mîks’de 4, Elbak’da 4, Erdîş’te 5, Ebex’da 1, Payîzava’da (Gürpınar) 1, Westan’da (Gevaş) 1 ve merkez köylerde 3 HES yapılacak.

Bölge halkı üretimden koparılacak 

 
Şax İlçe merkezine 22 kilometre uzaklıkta bulunan Kaçet Köyü’nün Rêzêdêrê Mezrası, Ferxinis (Övecek) Köyü’nün Kirmanis, Aşê Cemîl ve Çaxir mezraları ile Xumar (Dalbastı) Köyü’nün Turreşan Mezrası’nı içine alan ve Guhor Bölgesi’nde yapılmasına karar verilen Çatak Narlı Barajı ve HES projesi, yerleşim yerlerini yok edeceği gibi halkın geçim kaynağı olan tarımı da bitirecek. Yine Şax, Sortkin, Ziril, Sineber, Büyük, Dudan, Bidar, Şeyhdeğirmen ve Alakan dereleri üzerinde yapılacak 15 HES ile barajın, doğal güzelliğiyle bilinen ve fıstık ile ceviz ağaçlarının bulunduğu vadi, sular altında kalacak ve bölge halkı üreticilikten kopacak. Bölgedeki yurttaşlar projenin iptali için yerel mahkemelere başvurmaya hazırlansa da büyük projenin iptal edilme durumunun olmadığı yetkililerce kaydediliyor.

Zîlan Deresi HES’lerle yok edilecek

 
Erdîş İlçesi’ne bağlı olan ve Zîlan Katliamı’nın yapıldığı yer olarak bilinen Zîlan Bölgesi’nde, Germav (Ilıca) Köyü sınırları içinde akan derenin üzerinde yapılacak Ilıca HES’in doğaya verdiği tahribatın dışında, bölge halkının şifa niyetine ziyaret ettiği ve konaklandığı kaplıcayı da olumsuz etkileyeceği belirtiliyor. Bölge halkının bu projenin hayata geçmesi durumunda göç etme durumuyla karşı karşıya kalabileceği gerçeğinin yanı sıra, Zîlan Katliamı’na tanıklık eden bölgenin, yapılacak 3 HES ile yok edileceği ise tartışılacak konular arasında olacak.

Doğa harikası HES’lere teslim edilecek

 
Mîks İlçesi’nin ortasından geçen Miks Çayı’nın üzerine Beşik ve Tüğsüz adıyla 2 HES yapılacak. Türkiye’nin en uzun parkuruna sahip olduğu belirtilen çayda, yaz aylarında rafting yapılırken, alabalığı ile meşhur olan çay, HES’e kurban edilecek. Aynı ilçede geçen Avşar Çayı üzerinde ise Pervari ve Kuruçay olmak üzere toplamda 4 HES yapılacak. 8 ay boyunca karlarla kaplı olan ve yöre halkı tarafından bir ülke olarak tabir edilen Mîks’ün henüz bozulmamış doğası ve birçok güzelliği HES’lere teslim edilecek.
Muradiye Şelalesi tehdit altında Bêgir (Muradiye) İlçesi’nde bulunan ve doğa harikası olarak nitelendirilen Muradiye Şelalesi’nin üst ve alt kısmında yapımı tamamlanan ve yakın bir tarihte faaliyete geçecek olan Ayrancılar HES, daha önce Bêgir Belediyesi tarafından ruhsatsız olduğu gerekçesiyle mühürlenmişti. Buna rağmen şirketin mühürleri sökülerek, çalışmalarına devam etmişti. Belediye, HES hakkında Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığı’na “Mühür Fekki” yaptığı nedeniyle suç duyurusunda bulunmuştu. HES’e vurulan mühürlerin yasal olmayan yollardan sökülmesinin ardından belediye, Muradiye Elektrik Enerji Üretim A.Ş’ye uyarı yazısı gönderip, konunun yargıya taşınacağı uyarısına bulundu. Ancak şirket HES yapımına devam etti ve bu yıl içinde yapımını tamamladı.


NAZAN SALA

Solaklı'da HES Felaketi


Solaklı'da HES felaketi 4Solaklı Vadisi'nde yapım çalışmaları tamamlanarak deneme üretimine geçen Balkondu-1 HES projesinin su iletim tünelleri patladı. Yaklaşık 10 metreye ulaşan su, köy yollarını bozdu, tarla ve bahçeleri alıp götürdü, enerji hatlarını yıkarak heyelana neden oldu. 


Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı Solaklı Vadisi'nin yan kollarından birinde yapım çalışmaları tamamlanarak deneme üretimine geçen Balkondu-1 HES projesinin 3,5 kilometrelik su iletim tünelleri patladı.


Solaklı'da HES felaketi 4HES projesi ile gündeme gelen Solaklı Vadisinin yan kollarından olan Balkondu ve Divren Dereleri üzerinde, Okan Holding'e ait BTA Enerji firması tarafından ormanlık alan içerisinde yapımı tamamlanarak deneme üretimi aşamasına gelen 9,1 megavat kurulu gücündeki Balkondu-1 HES projesinin su iletim tünelleri patladı. Balkondu Deresi üzerindeki regülâtörden, santralin yükleme havuzuna su taşıyan 3,5 metre çapında ve 3,5 kilometre uzunluğundaki su iletim tünellerinin yaklaşık 1,5 kilometresindeki beton kanallar, suyun basıncına dayanamayarak önceki gece geç saatlerde büyük bir gürültüyle patladı. 


Solaklı'da HES felaketi 4
Solaklı'da HES felaketi 4Basınçlı su köyün içerisinde heyelana neden olurken köylüler gece yarısı korku dolu saatler yaşadı. Yaklaşık bir saat süren basınçlı su akışı köyde heyelana neden oldu. Köylülerin ekip biçtiği tarla ve bahçeler büyük hasar gördü. Heyelan nedeniyle köy yolu ulaşıma kapanırken, köyün 3 mahallesinin yolları ile yayla yolu ulaşıma kapandı. Yaklaşık 1,5 kilometrelik mesafede oluşan heyelanlar nedeniyle 4 evin zarar gördüğü, enerji iletim hatları ile trafoların da yıkıldığı kaydedildi.

KÖYLÜLER TEPKİLİ


Uzuntarla (Alifinoz) Köyü sakinleri, büyük bir felaketi can kaybı olmadan atlattıklarını, patlamanın gece yarısı olması nedeniyle şanslı olduklarını belirtti, tepkilerini şöyle dile getirdi:

"Gündüzleri çocuklar ve kadınlar çoğunlukta köyümüzün içerisinde geçen ırmağın kenarında çalışıp serinliyor. Gündüz olmuş olsaydı çok can kaybı verirdik. Ancak, ekili tarla ve bahçelerimiz mahvoldu. Gece çok büyük bir gürültüyle uyandık. Aşağı mahalledeki 3-4 ev oturulamaz halde. Basınçlı su önüne ne bulduysa sürükledi ve mahallenin önünde büyük bir gölet oluşturdu. Yollarımız kapalı. Şimdiye kadar ne gelen oldu ne de giden. Bağımız bahçemiz sular altında kaldı, sele gitti. Şimdi çıkıp bize, 'kusura bakmayın, bir yanlışlık oldu, bir hata oldu' diyecekler. Artık burada hiçbir şey olmaz. Biz bu halde köyümüzde ne yapacağız. Buralarda artık hiçbir şey olmaz. Bu tehlikenin karşısında buralarda kimse durmaz. Yetkililerden bir an önce buralarda önlem almalarını ve derhal bu santrallerdeki çalışmalara son vermelerini istiyoruz."


Olayın hemen ardından Çaykara'ya 18 kilometre uzaklık ve bin 695 metre yükseklikteki Uzuntarla köyüne giderek bölgede incelemelerde bulunan Solaklı Vadisi'ni Yaşatma ve Koruma Derneği kurucularından çevre aktivisti ve belgeselci Murat Sarı, köyde büyük ve ciddi hasarlar meydana geldiğini kaydetti.

Uzuntarla Köyünün adeta bir felaketin eşiğinden döndüğünü anlatan Sarı, köylülerin büyük korkular yaşadığını, suyun oluşturduğu büyük heyelanın etrafta büyük çapta zararlar meydana getirdiğini kaydetti. Sarı, "Gece olmasaydı büyük can kaybı yaşanabilirdi. Tünelden çıkan basınçlı suyun etkisiyle binlerce metre küp toprak yaklaşık 1 kilometrelik alana yayıldı. Patlamanın yaşandığı bölgenin yaklaşık 3 kilometre aşağısında kalabalık bir mahallenin olması ve binlerce metre küp toprak ve taş yığınlarının hemen mahallenin üst tarafında birikmesi mahallelileri sevindirirken, bir yandan da korkulu anlar yaşatarak feryat ettirdi. Uzuntarla köylüleri, yetkililerden derhal santraldeki çalışmalara son verilmesini istediler" diye konuştu.

HES'LER DURDURULMALI


Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Gürkan ise bölgede çok ciddi bir felaketin yaşanmasına ramak kaldığına dikkat çekerek, "Karadeniz'de HES patlaması yaşanıyordu! Ne yazık ki bu patlama gerçeğe döndü. HES'lerin doğal yaşam alanlarımıza verdiği zararların bir başka canlı örneğini daha yaşadık. Can kaybı olmaması sevindirici. Uzuntarla köylülerine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Artık bir an önce, benzeri şekilde felaket ve katliamlar yaşanmadan, HES projeleri durdurulmalı, üretim lisansları ve su kullanım anlaşmaları iptal edilmelidir" dedi.

ARTVİN VE GİRESUN'DA DA PATLAMIŞTI


Daha önce de Artvin'de yapımı tamamlanan ve deneme aşamasına gelen Erenler HES projesinin su iletim kanallarında çökme meydana gelmiş ve bölgede geniş çaplı hasara neden olmuştu. Giresun'da ise yapım çalışması devam eden bir başka HES projesinde inşaat kalıpları çökmüş ve 5 kişi yaralanmıştı.

FİRMANIN BAŞKA PROJELERİ DE VAR


Öte yandan, Balkondu-1 HES projesinin yapımcı firması olan Okan Holdinge bağlı BTA enerji firmasının yine aynı bölgede, Solaklı Vadisi'nin başka bir yan kolu olan Kavlatan Deresi üzerinde, 9,46 megavat kurulu gücünde ve Balkondu-2 adıyla bir başka HES projesi daha bulunuyor.


Balkondu-1 HES projesi için 15 Şubat 2007 tarihinde enerji üretim lisansı alan BTA enerji firması, Trabzon Valiliği'nin oluru ile proje çalışmalarına başlamıştı. BTA enerji firmasının aynı zamanda yine aynı bölgede, Solaklı Vadisi üzerindeki Sarıkaya Köyü sınırları içerisinde, Trabzon Valiliği'nin oluru ile işletmeye açtığı bir de hazır beton ve konkasör tesisleri bulunuyor.


HES projelerinin peş peşe dizildiği bölgede, Solaklı Vadisinin Haldüzen yan kolu üzerinde aynı zamanda dönemin Çevre ve Orman Bakanlığınca tescil edilmiş olan Uzungöl Tabiat Parkı da yer alıyor.


*Fotoğraflar Murat Sarı'ya aittir.

İhsan Eliaçık: "Türkiye'de Derin Din Var"



Araştırmacı Tarhan Erdem'in anket verilerine göre bu yılki Ramazan ayı boyunca oruç tutan sayısı yüzde 60 civarında. Bu rakam neyi gösteriyor? Mikrofonu ilahiyatçı İhsan Eliaçık'a uzatıyoruz. Eliaçık 'Sosyal Adalet' üzerine bina ettiği din anlayışıyla espriyle karışık 'solcu' olarak tanımlanıyor ama o bu tanımları reddediyor ve kendini Kuran'ın izinde bir Müslüman olarak tanımlıyor. Eliaçık, yaşadığımız dini Şaman-İslam sentezi olarak yorumluyor ve bunun adına da "Derin Din" diyor. Peki Derin Din ne demek? Eliaçık'la "Türk Müslümanlığı'nı, ritüelleri, zekatı ve Derin Din tanımını konuştuk...

 

Tarhan Erdem'in yaptığı anketin sonuçlarına göre; halkın yüzde 60'ının oruç tuttuğu iddia ediliyor. Bu veriler önemli mi sizce?
Türk halkının dini davranış biçimleri arasında kurban kesmek ve domuz eti yemeyenlerin sayısı daha çok. Türkiye de "Derin Din" var.

O ne demek?
 
Şöyle; Türkiye'de bir derin, bir de görünür din var. "Derin din"e ben Şaman- İslam Sentezi diyorum. Yani Anadolu kültürü ile İslam kültürü karıştırılarak dipte akan din. Bu rakamlar da onu gösteriyor. Kurban kesmek eski Türklerdeki şaman kültüründe dinin direğidir. Domuz eti yememe geleneği 2 bin yıldır aynıdır, değişmez. Bu nedenle İslamiyet'te de yer aldığı için o geleneği benimsiyor. Faiz yememek, zekat vermek gibi İslam'ın kendine has meseleleri fazla itibar görmüyor. Ama İslamiyet'in Anadolu ve eski şaman kültürüyle ortak olduğu konulara ilgi daha fazla. Bu da görünür dinle dipten akan dinin aynı olmadığını gösteriyor.

'Derin Din'de aslolan nedir peki?
 
Ritüellerdir. Din ruhanidir, ölülerin ve mezarların olduğu yerde din vardır, türbeler çok kıymetlidir. Ramazan ayına girdik, Oruç Baba Türbesi ziyaretçi akınına uğradı. Bu her yıl tekrar eder.

Görünen dinden kastettiğiniz nedir?
 
Türkiye'ye dışarıdan baktığınız zaman camiler görünüyor. İftar vaktinde trafik düğüm oluyor. Sahurda bütün lambalar yanıyor, beş vakit ezan okunuyor. Herkesin nüfus cüzdanında dini İslam yazıyor. Görünen din İslam ama Derin Din, Şaman. Türk insanın dini davranışlarını İslam değil, Şaman kültürü yönlendiriyor. Mesela türbeye gidiyor, kurban kesiyor, domuz eti yemiyor.

İbadet edenlerin sayısında artış görüyor musunuz?
 
Türkiye'de muhafazakar ve dindar oranı artıyor. Ama hangi dinin dindarlığı artıyor?

Dindarın daha dindarlaşması mı, dindar olmayanın dindarlaşması mı, hangisi?
 
İkisi de var. Fakat burada şu soruyu sormak gerekiyor. Hangi din? Artışta olan benim Kuran'da gördüğüm din değil. Türbelere gidenlerin sayısı artıyor.

Mesela İbrahim Tatlıses Oruç Baba Türbesi'nde sağlığına kavuştuğu için Kuran dağıttırmış. Bu dindarlık göstergesi mi?
 
Buna kökten "İslamiyet değil" diyemezsiniz. Fakat İslam'ın kendisi de diyemeyiz.

Peki ne diyeceğiz?
 
Anadolu insanı kendi dindarlığını üretiyor. Kitaptaki dine olduğu gibi uymuyor. İşine ne gelirse onu ön plana çıkarıyor. Ekonomik meseleler, mülkiyet konuları, faiz, zekâta yaklaşmıyor.

Neden dindarlık arttı sizce?
 
Dünyadaki toplumlar böyle aslında. Avrupa da, Amerika da dindarlaşıyor. Kiliselere olan ilgi artıyor. Dinin kökünü kazımak mümkün değil. Ben bunun Türkiye'de diğer ülkelerle paralel seyrettiğini düşünüyorum. Benim dikkatimi çeken kitaptaki dinin yayılmaması. Kuran'ın en baş temel meseleleri yayılması lazım ki "insanlar İslamiyet'e yöneliyor" diyebilelim. Camilere gitmek, namazın ve orucun artması bir dindarlaşma göstergesidir ama bir İslamlaşma göstergesi değildir.

Siz dinden ne anlıyorsunuz?
 
Kuran'da adalet, doğruluk, dürüstlük, komşuya yardım, zekat, dayanışma, paylaşma, infak ileri derecede vurgulanan konulardır. Bana göre dinin direği bunlardır. Eğer bir toplumda bunlar yayılıyorsa ben "İslam yayılıyor" derim. Namaz ya da oruç, kurban yayılıyorsa bu İslam'ın kendisinin değil "ritüellerinin" yayıldığı anlamına gelir.

Oruç, namaz, kurban ve hac gibi ibadetlere indirgenen dinin mimarları kimler?
 
Devletin izlediği din politikası. Şuan da Diyanet İşleri Başkanlığı var. Din işlerine bakan bir kurum bu. Camileri organize etme, oruç, hac, kurban, cenaze törenlerini yapmakla görevlendirilmiş bir kurum. Dine böyle bir rol biçilmiş. Halbuki benim görüşüme göre dinin esas meselesi mülkiyettir. Malın ve nimetlerin paylaşım ve bölüşümüdür. 2 bin yıl önce Hun İmparatorluğu döneminde de din öyle algılanıyordu. Yani din, ölüler, ruhlar ve mezarlar üzerinden algılanıyordu. Hayatın atardamarlarının aktığı yerde anlaşılmıyordu. Şuanda da öyle görünüyor.

Bir sabah kalktığımızda Kuran'ın yeryüzünden çekildiğini görsek, onu kim arardı, kimlere lazım olurdu?
 
Mesela bana olurdu. Çünkü benim hayatım Kuran'la geçiyor. Bir tek cenazeler ve mezarlar arardı. Devleti yönetenler, yargıçlar, bankalar, para ilişkileri, esnaf vb. hayatın esas aktığı yerlerde Kuran'ı soran olmazdı. Çünkü halk Kuran'ı terk etmiş durumda. Ben buna gerçek hayat dini değil tapınak dini diyorum. İslamiyet tapınak dinine dönüşmüştür. Tapınakta icra edilen bir ritüelden ibarettir.

İbadetleri ritüelden ayıran nedir?
 
Benim anladığıma göre namaz camiden çıkınca başlar. Oruç ramazandan sonra başlar. Hac da hacdan döndükten sonra başlar. Ama insanlar bunu öyle bilmezler. Hac Mekke'de, namaz tapınakta, oruçta Ramazan ayında olur ve biter. Görevimizi yerine getiririz, din de bundan ibarettir. Oysa bunlar sadece işin ritüelidir. Namaz kılıyorsun, Allah'ın önünde eğiliyorsun, camiden çıkıyorsun bütün ömrün güçlülerin ve zenginlerin önünde eğilmekle geçiyor. Secdeye varıyorsun, dışarıda burnun havada kibirli kibirli dolaşıyorsun. Kıyamda durmak haksızlığa karşı çıkmadır. Ama hiç bir haksızlığa tek bir kelime bile edemiyorsun. Hac da sıfırlanıyoruz, rütbelerimiz kalmıyor. Safa durma muazzam bir eşitlik gösterisidir. Dünyanın da sorunu bu aslında. Kimse kimseyi kendisiyle eşit görmüyor.

Siz zekât konusunda 40 / 1 oranının yeterli olmadığını söylüyorsunuz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? 

Kuran'ın ilk inen ayetlerinde 6 yıl putlardan bahsedilmiyor. Sebebini çok düşündüm. Mal ve mülk sahiplerine bir karşı çıkış var. Necm suresinin 34. ayetinde 40 / 1 eleştiriliyor. Müşriklerin veriş tarzı olarak kabul ediliyor. Müşrikler de 40/1 zekât veriyorlar zaten. Peygamberimiz bunu değiştirdi. Peygamberimizin eline mal gelse 40'a böler, otuzdokuzunu verir, birini ihtiyacı için alırdı. Müşrikler ise tam tersini yapardı. Birini verip otuzdokuzunu kendilerine alırlardı. Kuran da bu eleştirildi.

Bu uygulama ne zaman değişti?
 
Kuran da 40 / 1 diye bir ibare geçmez. Peygamberimizin ölümünden sonra özellikle müşriklerin zekât anlayışı yayıldı. İnsanların nefsine de bu durum hoş geldi. Bakara Suresi'nin 219. ayeti vermenin nasıl olacağını söylüyor. "Sana ne kadar infak edeceklerini sorarlar. De ki; İhtiyaçtan fazlasını." İhtiyacından fazla bir Müslüman üzerinde mal bulunduramaz. Komşun açken sen ihtiyacından fazla mal ile yaşayamazsın. Geleneksel fıkıh cahiliye döneminin veriş tarzını, Kuran'ın eleştirdiği veriş tarzını zekât fıkhının temeli yapmış. Herkes onu biliyor. Ama işin köküne indiğiniz zaman yok.

İhtiyaç tanımını neye göre yapıyorsunuz?
 
Bugün bir Müslüman'ın şahsi olarak ortalamasından bir evi bir de arabası olabilir. Bunun dışındakiler caiz değildir.

O halde Kuran'da geçen Süleyman Peygamber'in zenginliği nerede duruyor?
 
Süleyman Peygamber'in de şahsi olarak bir evi ve bir bineği dışında variyeti yoktu. O mülke hükmediyordu. O şahsi mal değildir, devlettir. Süleyman'ın mülkü derken devlete hükmetmesi kastedilir. Mülk kelimesi peygamberler için risalet ve egemenlik anlamında kullanılır. Nemrud'a da mülk verilmiştir ona karşı çıkan İbrahim'e de mülk-i azim verilmiştir. Nemrud'daki mal mülk,  iktidar iken İbrahim'deki risalet anlamındadır. Kur'an'da mülk nasıl kullanılıyor açıp okusunlar. Nimet ve hayr kavramları da böyledir.

"Müslüman zenginliği" olgusu nereden geliyor?
 
Aslında bu durum ilk olarak peygamberimizin vefatından sonra başladı. Okun yaydan çıktığı gibi peygamberimizin öğütlerinin dışına çıkıldı. Kitaba ve peygamberin yaşayışına bakmak lazım. Peygamberimiz orta durumun biraz altındadır ama hiç başkasına muhtaç olmamıştır. İmkanı olduğu halde bilerek bu şekilde yaşamıştır. Bunu da ümmetine örnek olsun diye yapmıştır. Mülkiyetsiz ölmüştür. Bundan daha büyük delil mi olur? Bu durum aslında halifeler dönemi sonrasında Ümeyye Oğulları'nın peygamberin kurduğu devleti ele geçirmesiyle başlayan bir süreçtir. Ganimet devletine dönüşmüştür. İki doğru var diyemeyiz. Ebuzer'in mi Muaviye'nin mi hangisinin tavrı ve yaşantısı peygamberin hayatına uyuyor diye bakmalıyız. Bu insanların ictihadına bırakılmış bir şey değildir.

Peki günümüzde bunun ölçüsü nedir?
 
Haram olan kenzdir. Şahsi olarak bir eviniz ve arabanızdan fazlası olmayacak. Bunun dışında fabrikanız, iş yeriniz de olabilir. Ama burada da yanınızda çalıştırdığın emekçilere açlık sınırından aşağı maaş vermeyeceksin. Elde etmiş olduğunuz ürünün yarısı emekçinin olacak.

Dindarlar ramazan eğlenceleri, lüks restoranlarda yenilen iftarlar... Bunlara nasıl bakıyorsunuz?
 
Ben bu tür faaliyetlere iyi bakmıyorum. Çünkü sadece Türkiye'de değil dünyadaki açlığı görüyorsunuz. Bu yıl özellikle Afrika ve Somali açlığın pençesinde. En azından bir Müslüman'ın Ramazan ayında bunu yapmaması lazım. Geçen gün çöp toplayan Afrikalı göçmenlerle iftar yaptık. Günde çöp toplayarak 30 TL para kazanıyorlar. Yani beş çöp toplayıcısı, bir gün çöp toplasa, sadece bir kişi Çırağan Sarayı'nda yemek yiyebiliyor. Bu derin bir çelişkidir.

Buna muhalif bir grup ve çevre var mı?
 
Var tabi, giderek de çoğalıyor. Ramazan ayı boyunca otellerin önünde bu tarz iftarları protesto için sokakta iftarlar edilecek. Ben de onlara katılacağım. Hz. Peygamber eğer çelişkili olan bu tabloyu görseydi Ramazan programlarını iptal eder ve herkesi Somali'ye gitmeye çağırırdı. İnsanlar oruç tutma ritüelini açlığın kendisinden daha önemli zannediyorlar. Halbuki oruç aç kalmaktır. Ama bir de bunun dünyevi yüzü vardır. Bu da yeryüzü açlarıyla birlikte olmaktır. Yani "bir ay açlığın nasıl olduğunu gördün, şimdi 11 ay git ve açları bul" demektir. O yüzden bugün yapılanlar hem israftır hem de Müslüman bütünlüğüne yakışmaz.

Her yıl özellikle ramazan ayında ortaya çıkan yardım kuruluşları var. Bu kuruluşular yardımlaşma hassasiyetini karşılayabiliyor mu?
 
Şuan ki yardım kuruluşlarının eleştirilmesi lazım. Bu kadar büyük organizasyonları tek şahsın yapması elbette zordur. Aracı kurumlar gereklidir. Ancak aracı kurumlarda bir takım aranılacak şartlar olması gerekiyor. Bir yardım kuruluşunun bütün yöneticileri çaycısı da dâhil en geç iki yılda bir değişmelidir.

Neden?
 
Yardım etme faaliyeti bir kamu faaliyetidir. Şahsi mal veya şirket değildir. Milyonlarca insanın teslim ettiği paradan bahsediyoruz. Para, güç insanı bozar, mutlak güç ise mutlak bozar. Hiç kimse kendisine "benden bir şey çıkmaz" demesin. 17 yıl trilyonun döndüğü bir yardım kuruluşunda başkanlık yapamazsınız. Şu anda öyle olanlar var. Sonra alınan para yardım parası. Yardım kuruluşları paranın bir kısmını kendine alıyor. Maaşlar buradan karşılanıyor, yer satın alabiliyor ve reklam masrafları o paradan karşılanıyor. Yasal olarak böyle bir kanun var. Bunun değiştirilmesi lazım. İnfak paraları doğrudan doğruya yoksulun hakkıdır. Bu tür masraflar oraya üye olanların aidatlarıyla karşılanmalıdır. Kuruluşun gelen yardımlardan kendisine pay ayırmaması gerekiyor.

Hayatınızda sadece Kuran'ı mı referans alıyorsunuz, yoksa sosyalist düşünürlerin görüşlerini de dikkate alıyor musunuz?
 
Tabiî ki birçok düşünürü okuyorum. Ama Kuran'da yazılı olana ters hareket edemem. Bana "sosyalist" diyorlar. Geldiğim kök bellidir. Şu ana kadar kendim için hiç solcu tanımı kullanmadım. Sosyalist de komünist de demedim. Ben bu şekilde kendimi ifade etmiyorum. Ben Kuran'ın bize örnek gösterdiği Allah'ın son peygamberinde gördüğümü söylüyorum. Mülk ile olan bütün bilgileri araştırıyorum, karşıma bunlar çıkıyor. Bunları söylediğim zaman da insanlar "sen sosyalist olmuşsun?" diyor.

Siz İslam'ın kapitalizm değil, sosyalizmi barındırdığını söylüyorsunuz...

Sosyalizm akımının geçmişi 200 sene. Ama bundan 500 sene önce yine Kuran vardı. Zaten çağımızdaki sosyalist hareketlerin argümanları dine çok da ters değil.

'Orucunu Kapitalizmle Bozma'

Emek ve Adalet Platformu üyesi bir grup, lüks otellerdeki iftarları protesto etmek amacıyla Beşiktaş'taki 5 yıldızlı bir otelin karşısında mütevazı iftar sofrası kurdu.

Yazarlar İhsan Eliaçık, Murat Menteş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Emine Uçak Erdoğan ve tiyatrocu Ulvi Alacakaptan iftara katılanlar arasındaydı. Ayrıca tiyatrocular, gazeteciler, aktivistler, sokak çocukları ve Afrikalı göçmenler oradaydı.


Grup adına açıklama yapan ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, platform üyesi gençlerin ramazan ayıyla birlikte her Cumartesi günü lüks otellerdeki iftarları protesto edeceklerini söyledi.


İhsan Eliaçık açıklamasına şunları kaydetti: 


'DİN ZENGİN EĞLENCESİNE DÖNÜŞTÜ'

“Kibir kulelerinin dibinde yerlere sofralar sererek oruç açıyoruz. Bu yerlere serdiğimiz kilimler ve açtığımız oruç Hz. İsa’nın yer sofrasına benzer. Hz. Muhammed’in Ehli Suffa’daki yer sofrasına benzer. Memleketimizde din maalesef bir zengin eğlencesine dönmüştür. İftar bir zengin eğlencesi olmuştur. Burada bizler derin çelişkilerin yol açtığı, açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği bir ülkede insanlara bir mesaj vermek için toplanmış bulunmaktayız.


'KILDIKLARI NAMAZ, TUTTUKLARI ORUÇ BOŞTUR'

Somali’de 5 yaşından küçük 29 bin çocuk son 3 ay içerisinde açlıktan öldü. Yeryüzünde 1 milyar 2 yüz milyon aç insan var. Açlık ve yoksulluk Kur’an’ı Kerim’in en temel meselesidir. Yanında asgari ücretle işçi çalıştıranlar kıldıkları namazı gözden geçirmelidirler.
 
Bir ay boyunca herhangi bir açın yüzüne bakmadan lüks otellerde iftar açanlar tuttukları orucu gözden geçirmelidirler. Kur’an’a göre, sultanlar Allah’ın yeryüzünde gölgesi değil; yoksullar ve açlar yeryüzünde Allah’ın yüzüdürler.

Ama ülkemizde öyle bir din anlayışı var ki Kur’an’a Allah’a ve İslam’a açın gözüyle değil, zenginin, varlıklının, servet ve iktidar sahiplerinin gözleriyle bakmaktadırlar. Bu nedenle de ne namazı ne orucu ne de haccı anlamıyorlar. Eğer insanların camide Allah’ın önünde eğiliyor ama hayatta ise servet ve iktidar sahiplerinin önünde eğilmekle ömürleri geçiyor ise o kıldıkları namazlar boştur. Eğer insanlar Ramazan’da oruç tutuyorlar ve aç kalıyorlar; ömürleri boyunca bir tane açla karşılaşmıyorlar ise ve geri kalan 11 ay mal mülk peşinde koşturuyorlar ise kıldıkları namaz boştur. Tuttukları oruç boştur.


AÇLIĞA NEDEN OLANLAR KİM?

Sevgili kardeşlerim. Tam olarak sizlere şunu söylüyorum. Bu açlığa neden olanlar kim? 
 
Yeryüzünde bir milyar iki yüz milyon insan hangi suçundan dolayı açtır. Eğer bugün bir peygamber gelse okuyacağı ayet şu olurdu: “Yeryüzünde bir milyar insan, hangi suçundan dolayı aç?” diye başlardı.

'HIRSIZ, YOKSULUN EMEĞİNİ SÖMÜREN ZENGİNDİR'

Sevgili Kardeşlerim. Soruyorum hırsız kimdir? Hırsız zenginin malını çalan yoksul değildir. Yoksulun emeğini ve alın terini sömüren zengindir. Bu nedenle Hz. Peygamber Mekke’nin fethinde Ebu Sufyan’dan, karısından ve Mekke’nin ileri gelenlerinden hırsızlık yapmayacaklarına dair biat almıştır.  Eğer bugün bizler bu açlığın yoksulluğun nedenini, kökünde neyin yattığını anlamıyorsak, boşuna oruç tutuyoruz demektir.

'ORUÇ EMPERYALİZME KARŞI BİR DİRENİŞTİR'

Bugün dünyayı küresel güçler yönetmektedir. Mesele söz söylemek değil, zamanın sözünü söylemektir. Zamanın sözü: Lehu’l Mülk’tür. Mülk Allah’ındır. Tebbet Yeda Kapitalizm’dir. Kapitalizm’in elleri kolları kırılsın! Bankalar kapatılsın! Faiz haramdır. Faiz en büyük sömürüdür!

Eğer bu oruç bunları size göstermiyorsa boşuna tutuyorsunuz demektir.  Bu nedenle oruç Emperyalizm’e karşı bir direniştir. Kapitalizm’e karşı bir başkaldırıştır. Eğer bunu böyle anlamazsanız tapınak ibadeti yapmış olursunuz.


'İNSANLIĞA AÇIZ'

Öte yandan Conrad Otel önünde toplanan katılımcıların dövizlerini otelin girişine bakacak şekilde koydukları görüldü.

Dövizlerde birbirinden ilginç sloganlar yer aldı:


“Orucunu Kapitalizmle Bozma”, “Conrad’ta Muhteşem İsraf. 80 TL=100 Ekmek Parası”, “İsraf Değil İnsaf”, “Otelde Değil Önünde İftar”, “İftar Menü: 316 TL, Asgari Ücret: 658 TL”, “1 Milyar İnsan Hangi Suçundan Dolayı Aç”, “İnsanlığa Açız”, “Ramazan Festival Değildir- İftar Zengin Eğlencesi Değildir”, “İstanbul İçin Utanç Vakti”, “Ağzınızın Tadını Bozmaya Geldik”

 

Başkentte 'Taşeron' Trafiği


Başbakan Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Genel Değerlendirme Toplantısı’nda Davutoğlu'nun yarınki ziyareti öncesi Suriye'de yaşanan olayların ele alındığı bildirildi.

Toplantının ardından Başbakanlık Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada, “Başbakanlık Merkez Binası’nda bugün saat 12’de Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın katılımlarıyla dış güvenlik konularının ele alındığı genel bir bilgilendirme ve değerlendirme toplantısı yapılmıştır” denildi.

BÜYÜKELÇİ RİCCİARDONE BAŞBAKANLIK'TA

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francus Ricciardone, Başbakanlık Merkez Bina'ya geldi.ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone'nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında, Suriye'deki olayların ele alındığı 'Genel Değerlendirme Toplantısı'nın hemen ardından başbakanlığa gelişi dikkat çekerken; büyükelçinin Başbakan Erdoğan'ın Dış Politika konusundaki danışmanı İbrahim Kalın ile görüştüğü bildirildi.
 
Yaklaşık bir saat süren görüşmeden sonra gazetecilerin Suriye konusunu görüşüp görüşmediklerine ilişkin sorularına Ricciardone, "Genel bir şekilde görüştük. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Biraz follow up (takip) gibi" yanıtını verdi.

CLİNTON'DAN DAVUTOĞLU'NA SURİYE TALİMATLARI

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yarın Şam’a yapacağı “kritik” ziyaret öncesi ABD’li mevkidaşı Hillary Clinton ile bir telefon görüşmesini yaptı. Pazar günü yapıldığı belirtilen görüşmede Clinton’un, Davutoğlu’dan Suriye yönetimine “ordu derhal çekilsin” mesajını iletmesini istediği bildirildi.

ABD Dışişleri Sözcüsü Mark Toner’in verdiği bilgiye göre, Ahmet Davutoğlu Şam ziyareti öncesi Hillary Clinton ile bir telefon görüşmesini yaptı. Toner, Suriye’deki durumunun ele alındığı görüşme sırasında bu ülkedeki şiddet olayları ve Suriye Yönetimince sürdürülen güvenlik operasyonlarının ele alındığını anlattı.

Bu arada, Toner, görüşmede Clinton’un ABD’nin, Suriye ordusunun derhal geri çekilmesi ve olaylar sırasında tutuklananların serbest bırakılması yönündeki pozisyonunu dile getirerek Davutoğlu’dan Şam’daki görüşmeleri sırasında “bu mesajları" güçlü bir biçimde vurgulamasını istediğini kaydetti.

Öte yandan, Mark Toner’in açıklamalarını yansıtan Al Arabya, “ABD’nin Türkiye’den Suriye’ye baskı yapması”nı talep ettiğini vurguladığı haberinde ABD’nin Şam Temsilcisi Robert Ford’un, Pazar günü bir televizyon mükalatında Washington’un, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın üzerindeki baskıyı daha da artırmaya çalışacağını söylediğine de dikkat çekti.

KILIÇDAROĞLU: MAŞA OLMAYALIM

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'a, "Suriye'ye yönelik olası bir askeri operasyona Türkiye'yi sokma" diye seslendi. Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın "Sabrın sonuna geldik" sözleri için, "Bunun arkası askeri müdahaledir. Batılı egemen güçlerin maşası olmayalım" dedi. Hürriyet gazetesine açıklamalarda bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye'ye olası bir müdahalenin batılı egemen güçlerin isteği üzerine olacağını savundu.
CHP lideri, "Başbakan onların Ortadoğu'daki taşeronudur" dedi.

Suriye ile komşuluk ve akrabalık ilişkilerine dikkat çeken Kılıçdaroğlu, Suriye halkının ihaneti unutmayacağını vurguladı.Kılıçdaroğlu, "Birleşmiş Milletler'de Cezayir'in bağımsızlığını tanımadık. Batı lehine oy kullandık. Cezayir unutmadı. Özal gitti özür diledi" diye konuştu. CHP lideri, "Tarihten ders alınması, hataların tekrarlanmaması gerektiğini belirtti.

ABD’nin Ortadoğu Açmazı: PKK



Şu bir gerçek; ABD’nin Ortadoğu’da dizginleyemediği, kontrolüne alamadığı bir güç varsa oda PKK’dir.

Üzerinde en çok tartışılıp konuşulan konulardan biridir Büyük Ortadoğu Projesi… Dünya siyaset arenasında güncel anlamda yaşanan gelişmelerin çoğu bu projenin ana konseptine bağlı olarak gelişmektedir. Namı diğer Yeni Amerika Yüzyılı Projesi…Amerika eski başkanlarından Jimmy Carter` in ulusal güvenlik danışmanı ve stratejiysen Z. Brzezinski tarafından hazırlanan Büyük Satranç Tahtası kitabında bu proje geniş ayrıntılarıyla ele alınmaktadır.


 
Kulağın tersten tutulması misali, siyaset bilimcileri ve stratejisyenler tarafından en çok karmaşıklaştırılıp anlaşılması güç hale getirilen bu konu özü itibari ile dünyaya hâkim olmak istiyorsan Avrasya`ya hâkim olacaksın, Avrasya`ya hâkim olmak için de Ortadoğu’ya hâkim olacaksın. 

Neden Avrasya? Neden Ortadoğu?

Avrasya bölgesi, Batıda Atlas Okyanusu, Doğu da Kuzey Pasifik Okyanusu, Güney de Hint Okyanusu kuzeyde ise; Kuzey buz denizi ve Articla bölgeleri ile çevrilidir. Dünya fiziki haritasının jeopolitik açıdan en kilit noktalarını kapsıyor.
Bu bölgenin ve aynı zamanda Büyük Satranç Tahtası’nın baş aktörleri: ABD, Rusya, Fransa, Almanya, Çin, Japonya, İran ve Türkiye’dir. Tasarı ve senaryo Amerika merkezli olduğu için başrolünü de ABD oynuyor ( tabi perde arkasın da İsrail ve İngiltere vardır.)

Avrasya, jeopolitik acıdan: dünyanın kalbi, sosyo-etnik açıdan: kültürel mozaikliği ifade ediyor. İktisadi açıdan: dünya ekonomisinin can damarını teşkil eden yer altı-yer üstü zenginlik kaynaklarının merkezi konumundadır.
En derin nüanslara kadar hesaplanarak belirlenmiş bir stratejidir. Bu anlamda Avrasya rast gele seçilmemiştir.

Neden böyle bir stratejiye ihtiyaç duyuldu? 

Tarihsel kronolojide uygarlıksal gelişmeleri ifade eden duraklar vardır. Mitolojiler Dine, Din felsefeye, felsefe de yerini bilime bırakır. Tarihsel kronolojinin düşünce tarihi böyle ilerler. Alta doğru üretim biçimi, iktidar ve genel anlamda sistemlerin tümünü kapsayan gelişmeler bu ana duraklara bağlı olarak kendilerini yenilerler.Sömürgecilik tarihi bu anlamda özgün bir konu olarak ele almak mümkün.

İbn-i Haldun Mukaddime adlı eserinde uygarlıkları insana benzetir. Ve uygarlıkların da çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinin olduğunu belirtir. Olgunluk ve yaşlılık, yani uygarlıkların yükseliş ve çöküşlerinin iç içe olduğu vurgulanır. Yükseliş süreçlerini idrak edip kendini yenileyen uygarlıklar çöküşün akıbetini yasamadan ömürlerini uzata bilmeyi başarmışlardır.

Günümüzdeki emperyalist sistemler de,  ihtiyarlık süreçlerini yaşamaktadırlar. Değişik dönemlerde yaşanan krizler bunun bir sonucudur. Konumuzla bağlantılı olan yönüne gelecek olursak emperyalist sistemler içteki tıkanıklığı ve çöküşü aşmak için başvurdukları temel yöntem dışa saldırmaktır. İçte ki tepkinin yönünü dışa vererek bir nebze rahatlamaya çalışıp dış saldırıdaki emellerini gerçekleştirmeye çalışırlar.

Avrasya stratejisi böyle bir ihtiyacın ürünü olarak doğar. Bu stratejinin ilk icraatı olarak ta 11 Eylül Saldırısı(11S) oldu. Yakın tarihimizi sarsan bu saldırı ‘ideolojik temelini İsrail, planlamayı İngiltere, saldırıyı da Amerika merkezli paramiliter-taşeron örgütler’ tarafından yapılmıştır.

Bu stratejinin uygulanabilinmesi için bir gerekçe olmalıydı. Protestan rahip Charles Kingsley, ''sırtlarına ağır bir yük sararken rahat dursunlar diye İncil’i ayfon olarak kullandık'' der. İnsanlığın yumuşak karnı olan terörizmi ( bizzat kendileri uygulayarak ) kullandılar. 1. dünya savaşı Sırp Prensinin öldürülmesi gerekçe gösterildi. Pearl Harbour baskını ABD’nin yenilmiş Japonya`ya karşı atom bombasını kullanmasının gerekçesi olmuştu. 11 Eylül saldırısı Ortadoğu’ya saldırmanın gerekçesi yapıldı. Afganistan Taliban’dan temizlenecek Ladin`i saklandığı ininden çıkarılacak, Afgan kadını burgasından kurtarılacak vb. safsatalar…

Şu bir gerçek ki; yakın tarihimiz de gerçekleşen bu saldırı dünya siyaset dengelerini ciddi şekilde sarsmıştır. John Berger ,'Bir Zamanlar Avrupa’ adlı eserinde ''bir daha asla hiç bir hikâye tek bir hikâyeymiş gibi söylenmeyecektir'' diyordu. Dünya da ki bütün siyasal-politik gelişmelerde 11 Eylül öncesinde söylendiği gibi söylenmeyecektir. Dünyanın farklı yerlerinde görülen politik gelişmeler bunu doğrulamaktadır.  

Neden Ortadoğu?

BOP Batı merkezli bir stratejidir. Ortadoğu tarihten günümüze değin muhalif bir duruş sergilemiştir. Avrasya açısından jeo-politik konumu elzemdir. Dinsel, kültürel, siyasal olarak hep Batı karşıtlığını sergileyen bir gelişim çizgisine sahiptir. Aynı zamanda Batının korkulu rüyası olduğu gibi, zenginlik kaynaklarıyla da Batının iştahını kabartmıştır. Bu anlamda Ortadoğu düşürülmesi gereken kalelerin başında gelmektedir.

Kimi fundemantalist, radikal dinci örgütler ve özellikle de Ortadoğu halkları bir direniş mücadelesi içerisinde olsalar bile BOP stratejisi kademe kademe uygulanmaktadır. Uzun vadede ne tur gelişmelere yol açacağı bilinmez. Köklü geleneklere sahip Ortadoğu halkları kolay kolay teslim olmayacaklardır. Ama kısa vadede kimi noksanlıkları olsa da ciddi gelişmeler yaşandığı da bir gerçektir. Avrasya stratejisinin başarısı bu kalenin düşürülmesinden geçiyor. Bunun için farklı tarihlerde ülkeler işgal ediliyor, yönetim değişikliğine gidiliyor, içten içe ülkeler zayıflatılıyor, kurulu rejimlere yon verilip muhtevaları değiştiriliyor. 

BOP stratejisin de PKK’nin yeri?

Kürtler Ortadoğu’nun en kadim halkları arsında geliyor. Ortadoğu’nun zengin etnik yapısı içerisinde eriyip yok olmadan bin yıllardır kendini ayakta tutan ender halklardandır. Köklü kültürel değerleri, varlığını muhafaza etmede önemli bir faktör olmuştur. PKK hareketiyle bu kültürel değerler ete- kemiğe bürünerek, ideolojik ve siyasal bir güç konumuna gelmiştir.

Şu bir gerçek; ABD’nin Ortadoğu’da dizginleyemediği, kontrolüne alamadığı bir güç varsa oda PKK’dir. Kurulu devletlere saldırıyor, illegal örgütlere sızıp kendi çizgisine çekebiliyor. PKK’nın ideolojik, siyasal, kültürel dokusu ve isleyiş tarzı ABD’nin böyle bir yönelimine zemin sunmamaktadır. Kişiyi denetimine alır veya koparabilir. Ama söz konusu hareketin kendisine yaklaşamamaktadır. İstediği şekilde sızıp yön verememektedir. Sosyalist Hareketler içerisinde nev-i şahsına münhasır bir çizgiye sahip. Kendi orijinliği içerisinde doğup gelişen PKK, emperyalist literatürde dünyanın en tehlikeli terörist örgüt konumundadır. Dünya siyasetinde rol sahibi olan her ülkenin gündeminde mutlaka PKK vardır. Tasfiyesine, dokusuna yönelik illa ki politika sahibidirler. PKK üzerinden özelde Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerine, genelde de Ortadoğu’ya yönelik stratejiler geliştirirler. Özellikle Türkiye’nin 30 yılı aşkındır böyle zayıf kalması, bağımsız bir iç – diş siyaset yürütememesinin altında bu gerçeklik yatmaktadır. ABD için Ortadoğu da var olan bir devletten daha değerli ve anlamlı olan kendisine yakın duran, kendisinin yönlendirdiği bir PKK gerçekliğidir. Nasıl ki 1. Ve 2. Dünya savaşlarında ülkelerin haritaları çizildiyse, Avrasya stratejisiyle ülkeler haritası yeniden çizilmiştir. Çizilmiş bu yeni haritada federal veya bağımsız bir Kürt devleti bulunmaktadır. Kendi denetiminde, PKK öncülüğünde kurulmuş bir Kürt devleti ABD için Afganistan da ki başarısından (?) Irak’ın devrilmesinden kat be kat daha değerli ve önemlidir. ABD, PKK’nin özelde Kürtler, genelde Ortadoğu’da ki gücünün farkındadır. Kürtler üzerinden yapmak istediği politikaları Talabani ve Barzani üzerinden yapamayacağının bilincindedir. PKK’nin mevcut duruşundan onları tercih etmek zorunda kalıyor. PKK’ye olan öfkesi, saldırganlığı ve dünya kamuoyu önünde ‘terör örgütü’ ilan etmesi bundandır. PKK’ ye yapacağı bir saldırıda başarı sağlayamayacağının bilincinde. Yıllardır askeri, diplomatik, istihbarat alanında verdiği destekle PKK’ye saldırttığı ülkelerinde sonuç alamadığını görüyor. PKK bu durumuyla ABD’nin Ortadoğu da ki en büyük açmazı oluyor. Mevcut durumda ki bu açmaz BOP için en büyük tıkanıklık nedeni olmaktadır. PKK'nin bağımsızlıkçı çizgisinden taviz vermeyeceği kesin. BOP’un uygulayıcıları süre gelen politikalarını ne derece de değiştirecekleri süreç gösterecek. Şairin değişiyle; «  Galiptir bu yolda Mağlup  » Her iki durumda da PKK «  Galiptir bu yolda Galip… » 
Baran Qewm