Araştırmacı Tarhan Erdem'in anket verilerine göre bu yılki Ramazan ayı boyunca oruç tutan sayısı yüzde 60 civarında. Bu rakam neyi gösteriyor? Mikrofonu ilahiyatçı İhsan Eliaçık'a uzatıyoruz. Eliaçık 'Sosyal Adalet' üzerine bina ettiği din anlayışıyla espriyle karışık 'solcu' olarak tanımlanıyor ama o bu tanımları reddediyor ve kendini Kuran'ın izinde bir Müslüman olarak tanımlıyor. Eliaçık, yaşadığımız dini Şaman-İslam sentezi olarak yorumluyor ve bunun adına da "Derin Din" diyor. Peki Derin Din ne demek? Eliaçık'la "Türk Müslümanlığı'nı, ritüelleri, zekatı ve Derin Din tanımını konuştuk...
Tarhan Erdem'in yaptığı anketin sonuçlarına göre; halkın yüzde 60'ının oruç tuttuğu iddia ediliyor. Bu veriler önemli mi sizce?
Türk
halkının dini davranış biçimleri arasında kurban kesmek ve domuz eti
yemeyenlerin sayısı daha çok. Türkiye de "Derin Din" var.
O ne demek?
O ne demek?
Şöyle; Türkiye'de bir derin, bir de görünür din var. "Derin din"e ben Şaman- İslam Sentezi diyorum. Yani Anadolu kültürü ile İslam kültürü karıştırılarak dipte akan din. Bu rakamlar da onu gösteriyor. Kurban kesmek eski Türklerdeki şaman kültüründe dinin direğidir. Domuz eti yememe geleneği 2 bin yıldır aynıdır, değişmez. Bu nedenle İslamiyet'te de yer aldığı için o geleneği benimsiyor. Faiz yememek, zekat vermek gibi İslam'ın kendine has meseleleri fazla itibar görmüyor. Ama İslamiyet'in Anadolu ve eski şaman kültürüyle ortak olduğu konulara ilgi daha fazla. Bu da görünür dinle dipten akan dinin aynı olmadığını gösteriyor.
'Derin Din'de aslolan nedir peki?
Ritüellerdir. Din ruhanidir, ölülerin ve mezarların olduğu yerde din vardır, türbeler çok kıymetlidir. Ramazan ayına girdik, Oruç Baba Türbesi ziyaretçi akınına uğradı. Bu her yıl tekrar eder.
Görünen dinden kastettiğiniz nedir?
Türkiye'ye dışarıdan baktığınız zaman camiler görünüyor. İftar vaktinde trafik düğüm oluyor. Sahurda bütün lambalar yanıyor, beş vakit ezan okunuyor. Herkesin nüfus cüzdanında dini İslam yazıyor. Görünen din İslam ama Derin Din, Şaman. Türk insanın dini davranışlarını İslam değil, Şaman kültürü yönlendiriyor. Mesela türbeye gidiyor, kurban kesiyor, domuz eti yemiyor.
İbadet edenlerin sayısında artış görüyor musunuz?
Türkiye'de muhafazakar ve dindar oranı artıyor. Ama hangi dinin dindarlığı artıyor?
Dindarın daha dindarlaşması mı, dindar olmayanın dindarlaşması mı, hangisi?
İkisi de var. Fakat burada şu soruyu sormak gerekiyor. Hangi din? Artışta olan benim Kuran'da gördüğüm din değil. Türbelere gidenlerin sayısı artıyor.
Mesela İbrahim Tatlıses Oruç Baba Türbesi'nde sağlığına kavuştuğu için Kuran dağıttırmış. Bu dindarlık göstergesi mi?
Buna kökten "İslamiyet değil" diyemezsiniz. Fakat İslam'ın kendisi de diyemeyiz.
Peki ne diyeceğiz?
Anadolu insanı kendi dindarlığını üretiyor. Kitaptaki dine olduğu gibi uymuyor. İşine ne gelirse onu ön plana çıkarıyor. Ekonomik meseleler, mülkiyet konuları, faiz, zekâta yaklaşmıyor.
Neden dindarlık arttı sizce?
Dünyadaki toplumlar böyle aslında. Avrupa da, Amerika da dindarlaşıyor. Kiliselere olan ilgi artıyor. Dinin kökünü kazımak mümkün değil. Ben bunun Türkiye'de diğer ülkelerle paralel seyrettiğini düşünüyorum. Benim dikkatimi çeken kitaptaki dinin yayılmaması. Kuran'ın en baş temel meseleleri yayılması lazım ki "insanlar İslamiyet'e yöneliyor" diyebilelim. Camilere gitmek, namazın ve orucun artması bir dindarlaşma göstergesidir ama bir İslamlaşma göstergesi değildir.
Siz dinden ne anlıyorsunuz?
Kuran'da adalet, doğruluk, dürüstlük, komşuya yardım, zekat, dayanışma, paylaşma, infak ileri derecede vurgulanan konulardır. Bana göre dinin direği bunlardır. Eğer bir toplumda bunlar yayılıyorsa ben "İslam yayılıyor" derim. Namaz ya da oruç, kurban yayılıyorsa bu İslam'ın kendisinin değil "ritüellerinin" yayıldığı anlamına gelir.
Oruç, namaz, kurban ve hac gibi ibadetlere indirgenen dinin mimarları kimler?
Devletin izlediği din politikası. Şuan da Diyanet İşleri Başkanlığı var. Din işlerine bakan bir kurum bu. Camileri organize etme, oruç, hac, kurban, cenaze törenlerini yapmakla görevlendirilmiş bir kurum. Dine böyle bir rol biçilmiş. Halbuki benim görüşüme göre dinin esas meselesi mülkiyettir. Malın ve nimetlerin paylaşım ve bölüşümüdür. 2 bin yıl önce Hun İmparatorluğu döneminde de din öyle algılanıyordu. Yani din, ölüler, ruhlar ve mezarlar üzerinden algılanıyordu. Hayatın atardamarlarının aktığı yerde anlaşılmıyordu. Şuanda da öyle görünüyor.
Bir sabah kalktığımızda Kuran'ın yeryüzünden çekildiğini görsek, onu kim arardı, kimlere lazım olurdu?
Mesela bana olurdu. Çünkü benim hayatım Kuran'la geçiyor. Bir tek cenazeler ve mezarlar arardı. Devleti yönetenler, yargıçlar, bankalar, para ilişkileri, esnaf vb. hayatın esas aktığı yerlerde Kuran'ı soran olmazdı. Çünkü halk Kuran'ı terk etmiş durumda. Ben buna gerçek hayat dini değil tapınak dini diyorum. İslamiyet tapınak dinine dönüşmüştür. Tapınakta icra edilen bir ritüelden ibarettir.
İbadetleri ritüelden ayıran nedir?
Benim anladığıma göre namaz camiden çıkınca başlar. Oruç ramazandan sonra başlar. Hac da hacdan döndükten sonra başlar. Ama insanlar bunu öyle bilmezler. Hac Mekke'de, namaz tapınakta, oruçta Ramazan ayında olur ve biter. Görevimizi yerine getiririz, din de bundan ibarettir. Oysa bunlar sadece işin ritüelidir. Namaz kılıyorsun, Allah'ın önünde eğiliyorsun, camiden çıkıyorsun bütün ömrün güçlülerin ve zenginlerin önünde eğilmekle geçiyor. Secdeye varıyorsun, dışarıda burnun havada kibirli kibirli dolaşıyorsun. Kıyamda durmak haksızlığa karşı çıkmadır. Ama hiç bir haksızlığa tek bir kelime bile edemiyorsun. Hac da sıfırlanıyoruz, rütbelerimiz kalmıyor. Safa durma muazzam bir eşitlik gösterisidir. Dünyanın da sorunu bu aslında. Kimse kimseyi kendisiyle eşit görmüyor.
Siz zekât konusunda 40 / 1 oranının yeterli olmadığını söylüyorsunuz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
Kuran'ın
ilk inen ayetlerinde 6 yıl putlardan bahsedilmiyor. Sebebini çok
düşündüm. Mal ve mülk sahiplerine bir karşı çıkış var. Necm suresinin
34. ayetinde 40 / 1 eleştiriliyor. Müşriklerin veriş tarzı olarak kabul
ediliyor. Müşrikler de 40/1 zekât veriyorlar zaten. Peygamberimiz bunu
değiştirdi. Peygamberimizin eline mal gelse 40'a böler, otuzdokuzunu
verir, birini ihtiyacı için alırdı. Müşrikler ise tam tersini yapardı.
Birini verip otuzdokuzunu kendilerine alırlardı. Kuran da bu
eleştirildi.
Bu uygulama ne zaman değişti?
Kuran da 40 / 1 diye bir ibare geçmez. Peygamberimizin ölümünden sonra özellikle müşriklerin zekât anlayışı yayıldı. İnsanların nefsine de bu durum hoş geldi. Bakara Suresi'nin 219. ayeti vermenin nasıl olacağını söylüyor. "Sana ne kadar infak edeceklerini sorarlar. De ki; İhtiyaçtan fazlasını." İhtiyacından fazla bir Müslüman üzerinde mal bulunduramaz. Komşun açken sen ihtiyacından fazla mal ile yaşayamazsın. Geleneksel fıkıh cahiliye döneminin veriş tarzını, Kuran'ın eleştirdiği veriş tarzını zekât fıkhının temeli yapmış. Herkes onu biliyor. Ama işin köküne indiğiniz zaman yok.
İhtiyaç tanımını neye göre yapıyorsunuz?
Bugün bir Müslüman'ın şahsi olarak ortalamasından bir evi bir de arabası olabilir. Bunun dışındakiler caiz değildir.
O halde Kuran'da geçen Süleyman Peygamber'in zenginliği nerede duruyor?
Süleyman Peygamber'in de şahsi olarak bir evi ve bir bineği dışında variyeti yoktu. O mülke hükmediyordu. O şahsi mal değildir, devlettir. Süleyman'ın mülkü derken devlete hükmetmesi kastedilir. Mülk kelimesi peygamberler için risalet ve egemenlik anlamında kullanılır. Nemrud'a da mülk verilmiştir ona karşı çıkan İbrahim'e de mülk-i azim verilmiştir. Nemrud'daki mal mülk, iktidar iken İbrahim'deki risalet anlamındadır. Kur'an'da mülk nasıl kullanılıyor açıp okusunlar. Nimet ve hayr kavramları da böyledir.
"Müslüman zenginliği" olgusu nereden geliyor?
Aslında bu durum ilk olarak peygamberimizin vefatından sonra başladı. Okun yaydan çıktığı gibi peygamberimizin öğütlerinin dışına çıkıldı. Kitaba ve peygamberin yaşayışına bakmak lazım. Peygamberimiz orta durumun biraz altındadır ama hiç başkasına muhtaç olmamıştır. İmkanı olduğu halde bilerek bu şekilde yaşamıştır. Bunu da ümmetine örnek olsun diye yapmıştır. Mülkiyetsiz ölmüştür. Bundan daha büyük delil mi olur? Bu durum aslında halifeler dönemi sonrasında Ümeyye Oğulları'nın peygamberin kurduğu devleti ele geçirmesiyle başlayan bir süreçtir. Ganimet devletine dönüşmüştür. İki doğru var diyemeyiz. Ebuzer'in mi Muaviye'nin mi hangisinin tavrı ve yaşantısı peygamberin hayatına uyuyor diye bakmalıyız. Bu insanların ictihadına bırakılmış bir şey değildir.
Peki günümüzde bunun ölçüsü nedir?
Haram olan kenzdir. Şahsi olarak bir eviniz ve arabanızdan fazlası olmayacak. Bunun dışında fabrikanız, iş yeriniz de olabilir. Ama burada da yanınızda çalıştırdığın emekçilere açlık sınırından aşağı maaş vermeyeceksin. Elde etmiş olduğunuz ürünün yarısı emekçinin olacak.
Dindarlar ramazan eğlenceleri, lüks restoranlarda yenilen iftarlar... Bunlara nasıl bakıyorsunuz?
Ben bu tür faaliyetlere iyi bakmıyorum. Çünkü sadece Türkiye'de değil dünyadaki açlığı görüyorsunuz. Bu yıl özellikle Afrika ve Somali açlığın pençesinde. En azından bir Müslüman'ın Ramazan ayında bunu yapmaması lazım. Geçen gün çöp toplayan Afrikalı göçmenlerle iftar yaptık. Günde çöp toplayarak 30 TL para kazanıyorlar. Yani beş çöp toplayıcısı, bir gün çöp toplasa, sadece bir kişi Çırağan Sarayı'nda yemek yiyebiliyor. Bu derin bir çelişkidir.
Buna muhalif bir grup ve çevre var mı?
Var tabi, giderek de çoğalıyor. Ramazan ayı boyunca otellerin önünde bu tarz iftarları protesto için sokakta iftarlar edilecek. Ben de onlara katılacağım. Hz. Peygamber eğer çelişkili olan bu tabloyu görseydi Ramazan programlarını iptal eder ve herkesi Somali'ye gitmeye çağırırdı. İnsanlar oruç tutma ritüelini açlığın kendisinden daha önemli zannediyorlar. Halbuki oruç aç kalmaktır. Ama bir de bunun dünyevi yüzü vardır. Bu da yeryüzü açlarıyla birlikte olmaktır. Yani "bir ay açlığın nasıl olduğunu gördün, şimdi 11 ay git ve açları bul" demektir. O yüzden bugün yapılanlar hem israftır hem de Müslüman bütünlüğüne yakışmaz.
Her yıl özellikle ramazan ayında ortaya çıkan yardım kuruluşları var. Bu kuruluşular yardımlaşma hassasiyetini karşılayabiliyor mu?
Şuan ki yardım kuruluşlarının eleştirilmesi lazım. Bu kadar büyük organizasyonları tek şahsın yapması elbette zordur. Aracı kurumlar gereklidir. Ancak aracı kurumlarda bir takım aranılacak şartlar olması gerekiyor. Bir yardım kuruluşunun bütün yöneticileri çaycısı da dâhil en geç iki yılda bir değişmelidir.
Neden?
Yardım etme faaliyeti bir kamu faaliyetidir. Şahsi mal veya şirket değildir. Milyonlarca insanın teslim ettiği paradan bahsediyoruz. Para, güç insanı bozar, mutlak güç ise mutlak bozar. Hiç kimse kendisine "benden bir şey çıkmaz" demesin. 17 yıl trilyonun döndüğü bir yardım kuruluşunda başkanlık yapamazsınız. Şu anda öyle olanlar var. Sonra alınan para yardım parası. Yardım kuruluşları paranın bir kısmını kendine alıyor. Maaşlar buradan karşılanıyor, yer satın alabiliyor ve reklam masrafları o paradan karşılanıyor. Yasal olarak böyle bir kanun var. Bunun değiştirilmesi lazım. İnfak paraları doğrudan doğruya yoksulun hakkıdır. Bu tür masraflar oraya üye olanların aidatlarıyla karşılanmalıdır. Kuruluşun gelen yardımlardan kendisine pay ayırmaması gerekiyor.
Hayatınızda sadece Kuran'ı mı referans alıyorsunuz, yoksa sosyalist düşünürlerin görüşlerini de dikkate alıyor musunuz?
Tabiî ki birçok düşünürü okuyorum. Ama Kuran'da yazılı olana ters hareket edemem. Bana "sosyalist" diyorlar. Geldiğim kök bellidir. Şu ana kadar kendim için hiç solcu tanımı kullanmadım. Sosyalist de komünist de demedim. Ben bu şekilde kendimi ifade etmiyorum. Ben Kuran'ın bize örnek gösterdiği Allah'ın son peygamberinde gördüğümü söylüyorum. Mülk ile olan bütün bilgileri araştırıyorum, karşıma bunlar çıkıyor. Bunları söylediğim zaman da insanlar "sen sosyalist olmuşsun?" diyor.
Siz İslam'ın kapitalizm değil, sosyalizmi barındırdığını söylüyorsunuz...
Sosyalizm
akımının geçmişi 200 sene. Ama bundan 500 sene önce yine Kuran vardı.
Zaten çağımızdaki sosyalist hareketlerin argümanları dine çok da ters
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder