“Savaş tamamen bir başkasının ürettiği değerlere el koymak için geliştirilen baskı eylemidir. Savaşın kökeninde gasp, sömürü ve talan vardır. İnsanların yani toplumların ürettikleri değerleri sömürmek, talan etmek, el koymak yani gasp etmek kadar, değer üreten, emek gücünü, varlığını gasp etme, teslim almayı da ifade ediyor.
Yani savaşın belirgin öne çıkan iki karakteri oluyor: bir, karşıdakini yok etme, imha etme, öldürme, böylece onun değerlerine el koyma, gasp ve talan etme iki; iradesini kırma, teslim alma, böylece haraca bağlama değerlerinin bir kısmını alma, onu sürekli kendine hizmet ettirecek, artı değer üretecek bir konuma getirmeyi ifade ediyor.
Savaşla değer gaspı amaçlandığına göre,
esas olduğuna göre o zaman bunu gerçekleştirebilmek için de başarmak,
kazanmak zorunludur. Bunu neyle yapacaklar? Açık ki gaspı sağlayacak
güçle, örgütle bunu yapacaklardır. Buna ise ordu diyorlar. Yani şiddet
araçlarının kullanımının en örgütlü gücüdür. Devleti ordu etrafında
örgütlenmiş bir kurumlaşma olarak görür isek o zaman ordunun devleti
korumak için örgütlendirildiğini anlamakta zorlanmayız. Hatta orduları
devletlerin en güçlü koruyucu zırhı ve aynı zamanda çekirdeği olarak
tanımlamak daha yerindedir.
Yukarıda ifade ettiğimiz savaş,
ezenlerin tarihten bugüne kadar süregelen ezme, sömürme, talan özcesi
gasp üzerine yürüttükleri savaşlardır. Hangi amaçla olursa olsun imha ve teslimiyet öngören ve baskıyı, sömürüyü, talanı gerçekleştirmeyi hedefleyen, saldırılar karşısında bu zararları azaltmak ya da önlemek için gösterilen tutum, geliştirilen direnç, bunun örgütlü ve eylemli hale getirilmesine biz halkların direniş savaşları diyoruz. Bu karşı direnişe biz meşru savunma duruşu diyoruz ve meşru savunma direnişi olarak tanımlıyoruz.
İnsanların ilk oluşum hallerinde bir sömürü
aygıtı olarak devlet yoktur. İnsanlar özgür toplumlar olarak bir arada
yaşamaktadırlar. Ancak savaşların gelişimi dediğimiz gibi
devletleşmelerle başlar. Bu bağlamda devleti bir iç savaş kurumu olarak
kabul etmek lazım.
İç savaş; devletin topluma yönelttiği savaş,
baskı, sömürü altında tutabilmek, çalıştırabilmek için yarattığı
kurumlaşma, örgütlenme sistemidir. Bu temelde uyguladığı baskı ve
yönelimlerdir.
Dış savaşlar devletin sınırları dışına yönelen
savaşlardır. Devletlerarası savaşlardır. Farklı toplumlara, egemenlik
altına alınamamış topluluklara yöneltilmiş savaşlardır. Kabilelere,
aşiretlere, kavimlere, farklı devletlere yöneltilmiş savaşlardır. Bu da
kendi sınırları dışında var olan devlet ya da toplum güçlerine
yöneltilen savaşlar oluyor.
Yine bunların karşıtı olarak bu tür saldırılara karşı kendini, değerlerini, toplumunu, ülkesini korumayı, savunmayı ifade eden, demokratik komünal toplum gerçeğini, politik ahlaki toplum gerçeğini savunmayı ifade eden direnişlere de meşru savunma direnişleri ya da savaşları diyoruz.
Devletçi
sistem tektir. Savaş olgusu; toplumsal yaşamın bir döneminde, onun
özüyle çelişkili, ters, ona zarar veren, tahrip eden bir olgu olarak
ortaya çıkıp gelişirken, yukarıda birkaç kez ifade ettiğimiz gibi bu
tekelciliğe, tekçiliğe, gaspçılığa ve sömürmeye karşı savunma, güvenlik
konusu tersinden insanın ve bir toplum, topluluk olarak insanlığın var
oluşuyla, yaşamını devam ettirebilmesiyle bağlı olan, böyle bir işlev
gören, dolayısıyla da insan türünün varlığının başından beri gündeme
gelen, gerçekleşen direnişe savunma direnişi diyoruz.
Gerçek buyken orduların ne
kadar kutsal yapılar oldukları her gün zihinlerimize pompalanır. Son
zamanlarda ise kerametleri açığa çıkınca bu kez de gözden kaybederek,
sözde küçülterek, profesyonelleştirerek, paralı hale getirerek bunu
yapmaya çalışıyorlar.
Sivil toplum alanını biraz genişletiyorlar, ama
bunu militarizmi zayıflatarak yapmıyorlar. Militarizmi hacim olarak
zayıflatıyorlar, ama nitelik olarak daha da arttırıp güçlendiriyorlar.
Ona dayanarak sivil toplumun bu kadar büyümesine, genişlemesine izin
veriyorlar. Militarizme, askerliğe böyle yaklaşmak savaşta farklı
yöntemler uygulamayı, artık değer gaspında, sömürüde değişik saldırı
yöntemleri uygulamayı imkân dâhilinde kılıyor. Orduyu
profesyonelleştiriyorlar. Daha iyi, daha teknik vurucu araçlarla
donatıyorlar. Böylece kendilerini, sistemlerini güvence altına
alıyorlar. Buna dayalı olarak polis ve istihbarat gücünü
geliştiriyorlar. Militarizm yanında bir de polis devletini
oluşturuyorlar. Onunla da kendi iktidarlarını güvence altına alıyorlar.
Ondan sonra, gasp, sömürü, talan için yöntem uygulamada zenginliğe
başvuruyorlar. Kendilerini çeşitlendiriyorlar. Böyle bir durum olduktan
sonra artık geçmişte olduğu gibi kaba kuvvetle, zorla orduları sürerek,
çatıştırarak, gasp, sömürü yapmıyorlar. Hileyi, oyunu, aldatmayı öne
çıkarıyorlar.
Özcesi tüm orduyu küçültüyoruz, sivillerin denetimine
koyuyoruz, askeri vesayeti kırıyoruz sözlerin hepsi birer safsatadan
ibarettir. Tersi geçerlidir. Militarizmi toplumun tüm gözeneklerine
sızdırarak adeta zaten ordu devleti olan devleti daha fazla asker ve
polis devleti haline getiriyorlar.
Bunun için de askeri eğitime önem veriyorlar, psikolojik savaşa önem veriyorlar. Kültür emperyalizmini, sömürgeciliği haddinden fazla geliştiriyorlar, post modern kültürü, kültürsüzlüğü ortaya çıkartıyorlar, beyin sömürgeciliğini geliştiriyorlar. Büyük bir beyin yıkama hareketini, eğitimle, kültürel etkinliklerle, televizyonla, filmle, sanatla, mevcut iletişim teknolojisini en ileri düzeyde kullanarak insan beynini, ruhunu, duygularını tam bir bombardımana tutarak militaristleşen devleti daha doğrusu faşizanlaşan bu devleti kamuflaj ediyorlar. Gizliyorlar.”
Kasım Engin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder