9 Ağustos 2011 Salı

Orduyu Küçültüyoruz Safsatası Üzerine

 

“Savaş tamamen bir başkasının ürettiği değerlere el koymak için geliştirilen baskı eylemidir. Savaşın kökeninde gasp, sömürü ve talan vardır. İnsanların yani toplumların ürettikleri değerleri sömürmek, talan etmek, el koymak yani gasp etmek kadar, değer üreten, emek gücünü, varlığını gasp etme, teslim almayı da ifade ediyor. 
 
Yani savaşın belirgin öne çıkan iki karakteri oluyor: bir, karşıdakini yok etme, imha etme, öldürme, böylece onun değerlerine el koyma, gasp ve talan etme iki; iradesini kırma, teslim alma, böylece haraca bağlama değerlerinin bir kısmını alma, onu sürekli kendine hizmet ettirecek, artı değer üretecek bir konuma getirmeyi ifade ediyor.

Savaşla değer gaspı amaçlandığına göre, esas olduğuna göre o zaman bunu gerçekleştirebilmek için de başarmak, kazanmak zorunludur. Bunu neyle yapacaklar? Açık ki gaspı sağlayacak güçle, örgütle bunu yapacaklardır. Buna ise ordu diyorlar. Yani şiddet araçlarının kullanımının en örgütlü gücüdür. Devleti ordu etrafında örgütlenmiş bir kurumlaşma olarak görür isek o zaman ordunun devleti korumak için örgütlendirildiğini anlamakta zorlanmayız. Hatta orduları devletlerin en güçlü koruyucu zırhı ve aynı zamanda çekirdeği olarak tanımlamak daha yerindedir.
Yukarıda ifade ettiğimiz savaş, ezenlerin tarihten bugüne kadar süregelen ezme, sömürme, talan özcesi gasp üzerine yürüttükleri savaşlardır. 
 
Hangi amaçla olursa olsun imha ve teslimiyet öngören ve baskıyı, sömürüyü, talanı gerçekleştirmeyi hedefleyen, saldırılar karşısında bu zararları azaltmak ya da önlemek için gösterilen tutum, geliştirilen direnç, bunun örgütlü ve eylemli hale getirilmesine biz halkların direniş savaşları diyoruz. Bu karşı direnişe biz meşru savunma duruşu diyoruz ve meşru savunma direnişi olarak tanımlıyoruz. 

 
İnsanların ilk oluşum hallerinde bir sömürü aygıtı olarak devlet yoktur. İnsanlar özgür toplumlar olarak bir arada yaşamaktadırlar. Ancak savaşların gelişimi dediğimiz gibi devletleşmelerle başlar. Bu bağlamda devleti bir iç savaş kurumu olarak kabul etmek lazım.
İç savaş; devletin topluma yönelttiği savaş, baskı, sömürü altında tutabilmek, çalıştırabilmek için yarattığı kurumlaşma, örgütlenme sistemidir. Bu temelde uyguladığı baskı ve yönelimlerdir.
Dış savaşlar devletin sınırları dışına yönelen savaşlardır. Devletlerarası savaşlardır. Farklı toplumlara, egemenlik altına alınamamış topluluklara yöneltilmiş savaşlardır. Kabilelere, aşiretlere, kavimlere, farklı devletlere yöneltilmiş savaşlardır. Bu da kendi sınırları dışında var olan devlet ya da toplum güçlerine yöneltilen savaşlar oluyor. 

Sonuç olarak; İçte veya dışta olsun gasp, sömürü, baskı, talan, yağma amaçlı geliştirilen savaşlara, şiddet olaylarına gasp savaşları adını verebiliriz.
 
Yine bunların karşıtı olarak bu tür saldırılara karşı kendini, değerlerini, toplumunu, ülkesini korumayı, savunmayı ifade eden, demokratik komünal toplum gerçeğini, politik ahlaki toplum gerçeğini savunmayı ifade eden direnişlere de meşru savunma direnişleri ya da savaşları diyoruz.

 
Devletçi sistem tektir. Savaş olgusu; toplumsal yaşamın bir döneminde, onun özüyle çelişkili, ters, ona zarar veren, tahrip eden bir olgu olarak ortaya çıkıp gelişirken, yukarıda birkaç kez ifade ettiğimiz gibi bu tekelciliğe, tekçiliğe, gaspçılığa ve sömürmeye karşı savunma, güvenlik konusu tersinden insanın ve bir toplum, topluluk olarak insanlığın var oluşuyla, yaşamını devam ettirebilmesiyle bağlı olan, böyle bir işlev gören, dolayısıyla da insan türünün varlığının başından beri gündeme gelen, gerçekleşen direnişe savunma direnişi diyoruz. 

Tarih bir anlamda ordu ve devlet olarak kurumlaşan ordu sistemlerinin bütün yerküredeki insanlığı köleleştirmek, denetim altına almak için saldırmasıyla kabile, aşiret topluluklarının da köleleşmemek için bunlara karşı direnmesiyle doludur.
Gerçek buyken orduların ne kadar kutsal yapılar oldukları her gün zihinlerimize pompalanır. Son zamanlarda ise kerametleri açığa çıkınca bu kez de gözden kaybederek, sözde küçülterek, profesyonelleştirerek, paralı hale getirerek bunu yapmaya çalışıyorlar. 

Örneğin orduların küçültülmesinden, modernize edilmesinden ve profesyonelleştirilmesinden söz ediliyor. Bu söylemle “bakın, orduyu azaltıyor, militarizmi daraltıyor, demokrasi getiriyoruz” diyorlar. Hâlbuki daha profesyonel, daha iyi eğitilmiş, daha vurucu silahlarla donatılmış, ateş gücü daha yükseltilmiş hale getiriyorlar. Ama küçülttüklerini, azalttıklarını ve militarizmi zayıflattıklarını, dolayısıyla sivil toplumu büyüttüklerini söylüyorlar. Bunun tam tersi doğru olandır. 
 
Sivil toplum alanını biraz genişletiyorlar, ama bunu militarizmi zayıflatarak yapmıyorlar. Militarizmi hacim olarak zayıflatıyorlar, ama nitelik olarak daha da arttırıp güçlendiriyorlar. Ona dayanarak sivil toplumun bu kadar büyümesine, genişlemesine izin veriyorlar. Militarizme, askerliğe böyle yaklaşmak savaşta farklı yöntemler uygulamayı, artık değer gaspında, sömürüde değişik saldırı yöntemleri uygulamayı imkân dâhilinde kılıyor. Orduyu profesyonelleştiriyorlar. Daha iyi, daha teknik vurucu araçlarla donatıyorlar. Böylece kendilerini, sistemlerini güvence altına alıyorlar. Buna dayalı olarak polis ve istihbarat gücünü geliştiriyorlar. Militarizm yanında bir de polis devletini oluşturuyorlar. Onunla da kendi iktidarlarını güvence altına alıyorlar. Ondan sonra, gasp, sömürü, talan için yöntem uygulamada zenginliğe başvuruyorlar. Kendilerini çeşitlendiriyorlar. Böyle bir durum olduktan sonra artık geçmişte olduğu gibi kaba kuvvetle, zorla orduları sürerek, çatıştırarak, gasp, sömürü yapmıyorlar. Hileyi, oyunu, aldatmayı öne çıkarıyorlar.
Özcesi tüm orduyu küçültüyoruz, sivillerin denetimine koyuyoruz, askeri vesayeti kırıyoruz sözlerin hepsi birer safsatadan ibarettir. Tersi geçerlidir. Militarizmi toplumun tüm gözeneklerine sızdırarak adeta zaten ordu devleti olan devleti daha fazla asker ve polis devleti haline getiriyorlar. 

Bunun için de askeri eğitime önem veriyorlar, psikolojik savaşa önem veriyorlar. Kültür emperyalizmini, sömürgeciliği haddinden fazla geliştiriyorlar, post modern kültürü, kültürsüzlüğü ortaya çıkartıyorlar, beyin sömürgeciliğini geliştiriyorlar. Büyük bir beyin yıkama hareketini, eğitimle, kültürel etkinliklerle, televizyonla, filmle, sanatla, mevcut iletişim teknolojisini en ileri düzeyde kullanarak insan beynini, ruhunu, duygularını tam bir bombardımana tutarak militaristleşen devleti daha doğrusu faşizanlaşan bu devleti kamuflaj ediyorlar. Gizliyorlar.”

Kasım Engin

Hiç yorum yok: