Yeni stratejinin tasfiye ve yok etme
stratejisi olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat
Karayılan, ‘’Direnerek başarı kazanma ve zaferi elde etme koşulları
bugün her zamankinden daha fazla vardır. Biz, özgür bir geleceği
yaratmak için direneceğiz“ dedi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türk devleti tarafından
Kürdistan’ın boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldüğünü ve her
tarafta gerillalara yönelik bir saldırının olduğunu söyledi. AKP
öncülüğünde geliştirilen bu savaşa direneceklerini belirten Karayılan,
„Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme
stratejisidir. Fakat biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz.
Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı geliştirdiği bu faşizan
uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı direneceğiz ve kazanacağız.“
dedi.
Son siyasi gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Fırat Haber Ajansı’nın sorularını yanıtladı:
AKP’nin
Öcalan üzerinde uyguladığı tecrit 246. gününe girerken bu tecridi
protesto amaçlı başlatılan açlık grevleri ise devam ediyor. Bu konuda
bir mesajınız olacak mı?
Önderliğimize karşı geliştirilen
ağırlaştırılmış tecrit özünde bir işkence uygulamasıdır. Bu, tüm Kürt
halkına karşı geliştirilmiş bir tecrit ve Kürt halkının özgürlük
mücadelesine karşı alınmış bir tavırdır. Önderliğimiz orada bir irade
mücadelesi ve savaşımı vermektedir.
Taviz almak için her türlü
ahlaki, insani ve hukuki normu çiğneyerek İmralı’da en alçakça
yöntemlerle yapılan uygulamalar, AKP’nin gerçek niyetini ortaya
koymaktadır. İmralı, AKP’nin hukuka ne kadar bağlı olduğunu, demokrasiye
ve Kürt halkına nasıl yaklaştığını açığa vuran en iyi alandır. AKP
rejimi İmralı’daki uygulamalarıyla hem ulusal hem de uluslararası
yasaları çiğnemekte, ahlaki kuralları ayaklar altına almaktadır. Koskoca
bir devlet 8 aydan bu yana her hafta iki kere yalan söylemektedir.
Buna
karşı ülke içinde, cezaevlerinde ve ülke dışında geliştirilen açlık
grevleri tabii ki çok önemli ve anlamlıdır. Basına yansıdığı kadarıyla
cezaevlerindeki açlık grevlerine katılım bini aşmış ve ileride daha da
artacağı belirtiliyor. Yine bir Avrupa başkenti sayılan Strasburg’da
geliştirilen açlık grevinin kararlıca sürdürülmesi de var. Bütün bu
eylemler, Newroz direnişi ile birlikte ele alındığında halkımızın ve
kadrolarımızın Önderlik konusundaki kesin kararlılığını ortaya
koymaktadır. Her alanda Kürt halkının direnişi ve Önderliğine sahip
çıkması giderek gelişecek ve yaygınlık kazanacaktır.
Esas olarak AKP
sömürgeciliği Önder Apo üzerindeki tecridi kanıksatmak istemektedir.
Sanki tecrit bir savaş ilanı değilmiş ve normalmiş gibi davranmakta ve
bunu böyle yansıtmak istemektedir. Biz asla ve asla bunu kabul edemeyiz
ve buna karşı sessiz kalamayız. Hiçbir yurtsever, dürüst ve onurlu Kürt
insanı da Önder Apo’ya karşı İmralı’da uygulanan bu insanlık dışı
yöntemlere karşı sessiz kalmamalıdır. Herkes öncelikle bu insanlık dışı
uygulamalara, bu işkenceye karşı çıkarak, demokratik-ulusal tutumunu
ortaya koymak durumundadır.
Aylardır Önderliğimizden bir haber
alamıyoruz. Bir halk kendi Önderliğine sahip çıkamazsa geleceğine de
sahip çıkamaz ve geleceğini kaybeder. Bu açıdan tüm yurtsever kurum ve
kuruluşlar, yine barıştan yana olan tüm demokratik çevreler, Türk
devletinin İmralı’da geliştirdiği bu alçakça savaş anlayışına karşı
tutum geliştirmeli ve ancak buna karşı mücadele vererek savaşın ve
faşizmin geriletilmesinin mümkün olacağını bilmelidir.
AKP’nin
“yeni stratejisi” Türk basınında yoğunca işlendi. Üzerinde bunca
tartışma yürütülen ve yeni olarak sunulan bu stratejiyi siz nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük
Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme stratejisidir. Şimdi basında birçok
yorumcu bu stratejinin ‘90’lara dönüş olduğunu belirtiyor. Bu, ana
hatlarıyla doğru bir tespittir ama şimdi AKP Hükümeti’nin Kürdistan
Özgürlük Mücadelesi’ne karşı geliştirdiği saldırı daha kapsamlıdır. Yani
‘90’ları aşan düzeyde bir konsept söz konusudur. ‘90’ların her önüne
geleni öldürme gibi yanlışlarını tekrar etmemeye dikkat eden, yeri
geldiğinde yöntemine göre tasfiye edip öldüren ancak daha çok her önüne
geleni tutuklayan veya bir biçimde etkisizleştiren, halkın dini
duygularını ve yoksulluğunu istismar eden, Kürt toplumsal yapısıyla
oynamaya çalışan bir iç ihanet tabakasını oluşturmayı hedefleyen, derin
bir psikolojik savaş eşliğinde yürütülen bir yok etme konsepti
geliştirilmektedir. Kürdistan’da toplumsal dokularla oynamaya, toplumu
tahrip etmeye dönük derinleştirilmiş yöntemlerle sonuç almayı
hedeflemektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında ‘90’lar sürecinden çok daha
kapsamlıdır. Zaten daha kapsamlılaştırdıkları için kendilerince
‘90’ların bir tekrarı değil, bu kez başarı getirecek bir konsept
olduğunu iddia ediyorlar. Bunun nedeni daha kapsamlılaştırılmış
olmasıdır.
İşte “PKK’ye karşı savaş, uzantılarıyla da görüşme yap”
biçimindeki çok çelişkili, uygulaması imkansız bir yaklaşımla sonuç
alınamayacağını AKP’liler kendileri de biliyorlar. Aslında burada bir
çözüm niyeti yoktur, bir tasfiye konsepti vardır; Kürtleri bir bütün
olarak zayıflatma stratejisi sözkonusudur. Herkes bilir ki PKK ile Kürt
halkını birbirinden ayırmak, yine PKK ile çeşitli biçimlerde oluşan Kürt
yapılanmalarını ayrı ele almak mümkün değildir. Yine Kürt siyasetinde
Önder Apo’yu tecrit altına alıp, sorunu çözmeye kalkışmak hiç mümkün
değildir.
Her şeyden önce Önder Apo ağır bir tecrit altında iken
hangi Kürt siyasetçisi ya da devrimcisi gidip de Türk devletiyle
müzakere yapabilir ki? Bunu hiç kimse kabul edemez ve hiç kimse göze
alamaz. Bu mümkün müdür? Bu mümkün değildir. Burada aslında yapılmak
istenen şey Kürt cephesinde parçalanma yaratmaktır. Bu çerçevede, “PKK
ile savaş, BDP ile görüşme yap” aslında PKK ile BDP arasına nifak
tohumlarını ekmeye dönük bir çabadır. Yine, sözüm ona PKK’nin
silahsızlandırılması süreci çerçevesinde Güney Kürdistan liderliği
Barzani’ye rol biçmek, aslında Güney Kürdistan ile PKK arasında çelişki
ve çatışma yaratmaya dönük kurnazca ve sinsice bir politikadır. Ben ne
BDP’nin ne de KDP’nin böyle bir oyuna geleceğini düşünmüyorum.
Burada
esas olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politikasıdır. Hiçbir
yurtsever Kürdistanlı buna alet olamaz. Biz hangi kurumların görüşme ve
müzakere süreciyle mükellef olduğunu şimdiye kadar defalarca ortaya
koyduk. Evet, BDP de bir aktördür ama İmralı’da tecrit varken, gerilla
üzerinde imha savaşı geliştirilirken, BDP’yi aktör olmaktan çıkarma
durumu zaten gerçekleşmiş anlamına gelmektedir. Yani sen Kürtlerin bir
tarafını vuracaksın, diğer tarafını da diyalogda tutacaksın. Bu mümkün
müdür? Bu aslında “bir tarafını vuracağım, teslim olmaya gelenleri de
teslim alacağım” demektir. Bu sinsice politikayı her Kürdün ve her
siyasetçinin kolayca anlayacağı açık ortadadır.
Peki, esas gerçeklik nedir?
Esas
gerçeklik pratikte yürütülenlere bakılırsa görülür. Pratikteki şeyler
nedir? Birincisi, İmralı’da her türlü hukuk ve ahlaki değer yargısını
ayaklar altına alan bir ağırlaştırılmış tecrit ve işkence sistemi
vardır.
Newroz’da şiddeti gündemleştiren, her iki taraftan birer
insanın yaşamını yitirmesine, beş yüz insanımızın yaralanmasına ve
yüzlerce kişinin de tutuklanmasına yol açan o şiddet sürecini dayatan
AKP’nin kendisidir. Bu kararların en üst düzeyde bizzat Erdoğan
tarafından alındığı da açıkça anlaşılmıştır. Newroz’un barış içerisinde
kutlanmasını istemediler. Kürt halkını bu vesileyle deyim yerindeyse
biraz okşama, biraz sindirme ve bastırmayı çıkarlarına daha uygun
gördüler. Çünkü gündemde bir imha konsepti var. Bunun için böyle
yaklaşıyorlar ama halkımızın büyük direnişi onlara gereken cevabı verdi.
Bununla birlikte Newroz’la paralel olarak Cudi’de, Hizan’da,
Dersim’de ve Çelê’de gerillaya dönük gerçekleştirilen saldırılarla
Kürdistan boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldü. Şu anda
Kürdistan’da boydan boya bir savaş vardır ve her tarafta bir
hareketlilik ve güçlerimize karşı saldırı durumu söz konusudur.
Ondan
sonra Kürt siyasetinde en yaşlı, en olgun, en barışçıl, hayatı boyunca
barış için mücadele etmiş, bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözümü için
çaba göstermiş olan bir siyasetçi olan Ahmet Türk’e bizzat devlet
mensuplarının planlı tertiplemesi sonucu ikinci kez, örgütlü bir biçimde
vurulan yumruğu biz unutamayız. Bu yumruk Kürt halkının iradesine
vurulmuş bir yumruktur.
Kürdistan’da bu kadar katliam oldu. Roboskî
Katliamı’nın üzerinden üç ay geçti. Failleri açığa çıkarıldı mı? Hayır.
28 Mart 2006’da Amed merkezinde 13 insanımız şehit düşürülmedi mi?
Edildi. Peki, bunları gerçek kurşunlarla şehit eden polisler hiç
yargılandılar mı? Hayır. Peki, buradaki 13 can, can değil miydi? Kaldı
ki bunların yedisi çocuktu, birisi 78 yaşındaki bir ihtiyardı. Yine Uğur
Kaymaz’ı babasıyla birlikte vuranlar ceza aldılar mı? Hayır. Ceylan
Önkol’u katledenler yargılandı mı? Hayır. Şerzan Kurt’u da polis açıkça
vurdu. Vuran polis ceza aldı mı? Hayır. Bunun gibi onlarca örnek var.
Yani bu devlet, “istediğim vakit Kürtleri öldürürüm, istediğim vakit
izin veririm, istediğim vakit vermem, onların bayram gününü bile ben
tayin ederim, her şeyini ben veririm” diyerek bu tarzda ayrımcı, bu
tarzda efendi-köle ilişkisi temelinde tepeden bakan bir yaklaşımla
Kürtleri idare etmek istiyor. Fakat biz Kürtler artık bunu kabul
edemeyiz ve etmiyoruz. Hiçbir zaman Roboskî Katliamı’nı unutamayız.
Hiçbir zaman AKP’nin Van’da gerçekleştirdiği ayrımcı siyaseti, Van’ı
boşaltmak için yaptığı alçakça uygulamalarını unutamayız. Biz
İmralı’daki işkence sistemini hazmedemeyiz. Mesela en son, bir Kürt
gazetesi olan Özgür Gündem’in bir ay kapatılması var. Bu ne demektir?
Gazetenin iflası sağlamak demektir. O kadar çalışanı var, bir ay boyunca
gazete çıkmazsa ne olur? İflas eder. Geçmişte bu gazetenin onlarca
çalışanının katledildiğini herkes biliyor. Şimdi de tüm çalışanları
içeride olmasına rağmen yayın hakkına son verilmek isteniyor. Yani bu,
‘90’lara dönmenin de ötesinde bir uygulama değil midir?
Açık ki, tüm
topluma dönük kapsamlı bir sindirme hareketi geliştirilerek topyekün
savaşla sonuç almak istemektedirler. AKP Hükümeti uzun bir süreden beri
bunun için hazırlık yapmaktadır. Bunun için hem diplomatik ilişkilerini
yoğunlaştırmış, hem de toplumu da böyle bir sürece hazırlamaya
çalışmaktadır. Bunun için Erdoğan sürekli saldırgan bir üslup
kullanmakta, şovenist duyguları hareketlendirmekte ve toplumu savaşa
hazırlamaktadır. Kısaca topyekün bir saldırı durumu söz konusudur.
Tüm bu gerçeklere karşı sizin yapacağınız şey nedir?
Bizim
her biçimde hedeflendiğimiz bu koşullarda; özellikle ABD ile
predatörler için, daha öldürücü silahların alınması için ittifakların
yapıldığı bugünlerde; işte Güney Kürdistan’a gelerek “biz PKK’ye karşı
kapsamlı bir yok etme hamlesini başlatacağız, gelin siz de katılın”
dedikleri ve bu temelde hazırlık yapmakta oldukları bu süreçte; Cudi’de,
Hizan’da, Dersim’de, Amed’de, Bingöl’de saldırıların başlamış olduğu
bugünlerde; insanlarımızı bu kadar rencide edici saldırıların olduğu bu
aşamada biz PKK olarak ne yapabiliriz? Ne yapmalıyız? Ben soruyorum;
Türkiye’deki bütün dostlara, demokrasiden ve barıştan yana olan bütün
kesimlere soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ve size dönük bu
kadar saldırı gerçekleşmiş olsaydı siz ne yapardınız? Güney
Kürdistan’daki siyasetçilere soruyorum; bizim yerimizde siz olsaydınız
ve sizin çocuklarınıza, yaşlılarınıza, siyasetçilerinize, Önderliğinize
bu denli rencide edici saldırılar gerçekleşmiş olsaydı, yine siz her gün
sizi suikast etmek üzere her türlü yöntemi kullanan ve tüm güçlerinizi
yok etmeyi önüne koyan bir devlet karşısında ne yapardınız? Ben Kuzey
Kürdistan’daki tüm demokratik-siyasi partilere, sivil toplum
kuruluşlarına, sendikalara soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ne
yapardınız?
Açıkça bir saldırı var, bir yok etme saldırısı var. Biz
bu sorunu demokratik yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz.
Buna sonuna kadar var olduğumuzu söyledik ama Ortadoğu’da son bir yılda
yaşanan gelişmelerle birlikte AKP çark etti, bizim barışçıl elimizi
havada bıraktı, onun için İmralı ve Oslo sürecine son vererek, bize
karşı topyekün savaş ilan etti. Bunun karşısında biz ne yapabiliriz?
Açık ki bizim yapacağımız tek şey buna karşı direnmektir. Devrimci Halk
Savaşı stratejisi temelinde Türk sömürgeciliğinin bu saldırılarına karşı
sonuna kadar direnmektir. Kaldı ki, direnerek başarı kazanma ve zaferi
elde etme koşulları da bugün her zamankinden daha fazla vardır. Çünkü
biz Türk devletinin niyetini okuyoruz. Biz aptal değiliz. Ne yapmak
istediğini çok iyi biliyoruz. O açıdan tabii ki gafil avlanmıyoruz;
avlanmayacağız da. Bizim de kendimize göre hazırlıklarımız vardır. Eğer
şimdi Newroz barışçıl geçseydi, barışçıl mesajlara karşı devletin de
yumuşak adımları olsaydı, İmralı’daki tecrit kalksaydı, operasyonlar
olmasaydı bu bahar farklı karşılanabilirdi. Ama ne yapıldı? Newroz
yasaklandı, Newroz’da şiddet oldu, Newroz’a kan bulaştırıldı, İmralı
İşkence Sistemi derinleştirildi, ardından operasyonlar başlatıldı ve
bugün yoldaşlarımız şehit düşüyorlar.
Bir de geniş bir ittifak
konsepti vardır. Herkesle ittifak kurup, bizi yok etme çabası
alabildiğine sürdürülmektedir. Biz de buna karşı tabii ki uyumuş
değiliz. Biz de hazırlığımızı yapıyoruz ve bizim direnerek kazanma
koşullarımız bugün çok daha artmıştır. Dolayısıyla tercihimiz kesin ve
nettir. Tüm halkımız bilmeli, biz sadece gelişen haksız saldırılara
karşı onurumuzu, şerefimizi kurtarmak için direnmek durumunda değiliz.
Evet, onurumuz, şerefimiz, haysiyetimiz için direnmek zorundayız, fakat
biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz. Bu direnişte kazanma,
bu direnişte özgür geleceği yaratma umudu bugün her zamankinden daha
fazla vardır.
Kazanma şansımız bugün her zamankinden daha fazla
artmıştır. İşte yanı başımızda en örgütsüz halklar bile sokaklara
dökülüp, özgürlük istemekte, en katı diktatör devletleri alaşağı
etmektedir. Biz de Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı
geliştirdiği bu faşizan uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı
direneceğiz ve kazanacağız. Kazanmak için doğru öncülük, sağlam
örgütlenme ve kararlı direniş kesin gereklidir. Tüm halkımız ve
dostlarımız bilmeli ki, 30 yıllık gerilla tecrübesine sahip Kürdistan
gerillasına karşı hiçbir ordu başarılı olamaz. Bundan emin olabilirler.
Hele hele son yaşanan bir takım pratiklerden çıkardığı derslerle klasik
gerillayı aşarak modern gerilla performansına ulaşan Kürdistan özgürlük
gerillası karşısında herhangi bir gücün başarılı olması mümkün değildir.
Bu nedenle bir kez daha Kürdistan gerillası ve serhildan hareketi
yenilmezliğini herkese gösterecektir.
Eğer onlar siyasi çözümü ve
barışı tercih etselerdi, biz buna hazırdık ama bunu tercih etmedikleri,
açıkça bizi yok etmek istediklerini ilan ettikleri ve pratikte
uygulamaya geçirdikleri bu aşamada bizim elbette ki büyük bir güçle hem
siyasi alanda serhildan hareketi olarak ve hem de gerilla alanında
sonuna kadar direnerek, yenilmezliğimizi bir kez daha ortaya koyacağımız
ve bu temelde sonuç almaya kilitleneceğimiz açıktır. Burada halkımızın
daha fazla fedakarlık göstermesi, serhildan hareketine daha etkili
katılım göstermesi şarttır. Bu dönemde pasif-edilgen tutum hiçbir şey
kazandırmaz. Herkesin fedakarlık yaparak dirençli bir pozisyon alması
başarı için şarttır.
‘Her şahadetin hesabı sorulacak’
Son yaşanan operasyon ve çatışmalara ilişkin neler söyleye bilirsiniz?
Türk
devleti, halkımızın bu yıl Newroz’da gerçekleştirdiği büyük direniş
karşısında çaresizliğe düşmesinin ardından gerillaya yönelik kapsamlı
bir operasyonel savaş sürecini başlattı. Bu temelde 21 Mart Newroz günü,
Cudi’ye dönük gerçekleştirdiği saldırıda basından öğrendiğimiz
kadarıyla beş arkadaşımızın, yine 24 Mart’ta Hizan’da gerçekleştirilen
ve iki gün süren çatışma sürecinde yine basından öğrendiğimiz kadarıyla
15 değerli kadın yoldaşımızın şahadete ulaşmış olduğunu duymuş
bulunuyoruz. Kahramanlık Haftası’nda yaşanan bu değerli şahadetlerin
Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir hamlenin başladığı bir aşamada
yaşanmış olması, direnişin yükseltilmiş olması çok önemlidir. Bütün bu
şehitleri saygıyla anıyor, ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı
diliyorum.
Bilinmeli ki gelişen yeni süreçte yaşanan her şahadetin
hesabı sorulacaktır. Özellikle özgürlük mücadelemizin tarihinde ilk kez
15 kadın yoldaşın büyük bir direnişle şahadete ulaşması ve yüksek bir
direniş göstermesi tüm Kürdistan kadını ve tüm halkımız için önemli bir
mesajdır. İhanete ve sömürgeci saldırıya karşı dağa çıkmış; onuru,
şerefi, haysiyeti ve namuslu bir yaşam için mücadele saflarında yer
almış olan bu değerli Kürdistan kızlarının şahadeti tüm halkımıza ve
insanlığa önemli bir mesaj sunmaktadır.
DENİZ KENDAL GÜLİSTAN TARA - ANF/BEHDİNAN
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=8063