21 Ekim 2011 Cuma

İsrail'in Gazze'ye Yaptığını Türkiye Kürtlere Yapıyor

Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Udo Steinbach, sınır ötesi kara harekatıyla ilgili Türkiye ile Irak arasında ikili bir anlaşmanın olup olamadığından kuşkulu olduğunu belirterek, "İsrail'in Gazze'ye yaptığını şimdi Türkiye Kürt bölgesine yapıyor" dedi. Steinbach, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın son yıllarda başka politik hedeflere öncelik vermesi sonucu Kürt sorunun çözümünde ilerleme kaydedilmediğini belirterek iç savaş uyarısında bulundu.

Almanya’nın tanınmış Ortadoğu Uzmanı Prof. Dr. Udo Steinbach, Kürt sorununda artan çatışmalar ile Türkiye’nin sınır ötesi harekatını Deutsche Welle Radyosuna değerlendirdi. Türkiye’nin Kürt sorununa kendi içinde çözüm bulamazsa, artan çatışmanın iç savaşa dönüşme perspektifinin olduğunu uyarısında bulunan Steinbach şunları kaydetti:

‘KARA HAREKATI ULUSLARARASI HUKUKLA BAĞDAŞMIYOR’


"Türk askerinin orada –Kürt bölgesinde- tampon bölge oluşturması ya da uzun süre orada kalması uluslararası hukuk açısından mümkün değil. Böyle bir girişim uluslararası hukukun ve Irak'ın egemenliğinin açıkça çiğnenmesi anlamına gelir. Siyasi açıdan askeri operasyonun belirli bir gerekçesi olsa da uluslararası hukukla bağdaşmıyor. Eğer Irak'ın merkezi yönetimi bu konuda onay vermiş olsaydı belki o zaman uluslararası meşruiyet kazanılmış olurdu. Böyle bir onay verildiğine dair hiçbir bilgi yok ortada.

‘ANLAŞMA OLUP OLMADIĞINDAN KUŞKULUYUM’


Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde Irak'la yaptığı ikili bir anlaşmanın olup olmadığını bilmiyoruz. Benim bu konuda kuşkularım var. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun kısa süre önce Irak'ın Kürt Dışişleri Bakanı Zebari ile görüşmesinde açıkça uyarıda bulunduğu söyleniyor. İkincisi Bölgesel Kürt Yönetimi ile TBMM'nin buna onay vermesi gerekir. Üçüncüsü Türk hükümeti kendi siyasi duruşuna da ters bir tavır almış oluyor. Türkiye şimdiye kadar Kuzey Irak'taki Kürt varlığını bir şekilde kabul etti ama siyasi yönetim olarak tanımaya yanaşmadı. Eğer şimdi merkezi Irak yönetiminin onayını almadan bölgesel Kürt yönetimiyle anlaştıysa bu da Türkiye'nin Kürt yönetiminin siyasi olarak statüsünü yükselttiği anlamına gelir.

‘İSRAİL’İN GAZZE’YE YAPTIĞINI TÜRKİYE KÜRT BÖLGESİNE YAPIYOR’

Kara harekâtı siyasi ve insani açıdan anlaşılabilir bir durum olsa da egemen bir ülkenin toprağı söz konusu olduğu için uluslararası hukuk açısından geçerliliği olmayan bir argüman. Nitekim 2008'de İsrail, Hamas'ın topraklarına roketlerle saldırdığı gerekçesini kullanarak Gazze'ye girdiğinde de uluslararası toplum ve Türkiye başbakanı bu girişimin kabul edilemez olduğunu vurgulamışlardı. Şimdi benzer şeyi Türk hükümeti Irak'ın Kürt bölgesinde yapıyor.
‘KONU BM’YE GİDERSE TÜRKİYE’NİN İTİBARI ZEDELENİR’


Komşularının tepki göstereceğini pek sanmıyorum. Belki protesto açıklamaları yaparlar. Irak'ın verebileceği en büyük tepki konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne götürmek olabilir. Orada Türkiye politikalarının eleştirilmesi hatta kınanması gündeme gelebilir. Bunun da Türkiye'nin itibarı açısından önemli yansımaları olabilir. Türkiye böyle bir şeyi istemez. Kaldı ki Türkiye Arap dünyasında örnek bir ülke olarak algılanmakta. Komu BM gündemine gelirse Türkiye'nin Orta Doğu'daki itibarı yara almış olur."

‘MÜCADELENİN İÇ SAVAŞA DÖNÜŞMESİ PERSPEKTİFİ VAR’


Temmuz başında iki buçuk haftalığına Türkiye’nin güneydoğusuna gitmiştim. Bu bölgede Türk askerin varlığı büyük ölçüde belli oluyordu. Her an patlamaya hazır bir atmosfer fark ediliyordu. Kürt politikalarında değişim olduğunu ilerlemeler olduğunu yadsımıyorum. Ama son yıllarda Türkiye başbakanı başka politik hedeflere öncelik verdi ve bu nedenle Kürt sorunun çözümünde ilerleme kaydedilmedi. Eğer Türkiye kendi içinde bu soruna çözüm bulamazsa tırmanışa geçen bu çözümsüz mücadelenin iç savaşa dönüşmesi perspektifi de var.

ANF NEWS AGENCY

FARC'tan Kolombia Ordusuna Darbe


Kolombiya'nın güneybatısında, FARC gerillalarının düzenlediği bir eylem sonucunda en az 9 askerin öldüğü bildirildi.

Kolombiyalı yetkililerin yaptıkları açıklamaya göre ülkenin okyanus kıyısındaki Tumao şehrinde Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) tarafından düzenlenen saldırıda bir askeri devriye pusuya düşürüldü.

Narino eyaleti valisi Antonio Navarro, Associated Press haber ajansına yaptığı açıklamada, havan topuyla düzenlenen saldırıda en az 3 askerin yaralandığını belirtti.
Dün geceki saldırının geçen yıl polis konvoyuna düzenlenen ve 14 polis memurunun öldürülmesinden sonraki en büyük saldırı olduğu kaydedildi.

'Çukurca Onların Anısı İçindi'

HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri (Yücel Halis)
HPG Askeri Konsey Üyesi Çiçek Kıçi


KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rüstem Cudi (Rüstem Osman)
 
KCK Yürütme Konseyi, 10 Ekim tarihinde Xakurke ve Xinere alanlarına yönelik olarak Türk ordusu tarafından düzenlenen hava saldırısında KCK Konsey üyesi Rüstem Cudi, HPG Askeri Konsey Üyeleri Çiçek Kıçi ile Alişer Koçgiri’nin de aralarında olduğu 7 gerillanın hayatını kaybettiğini duyurdu. KCK, 81 askerin öldüğü Çukurca eyleminin yaşamını yitiren HPG komutanlarının anısı için gerçekleştirildiğini duyurdu.

Konuyla ilgili olarak bugün yazılı bir açıklama yayınlayan KCK Yürütme Konseyi, Türk ordusunun saldırısında hayatını kaybeden gerilla komutanlarının KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rüstem Cudi (Rüstem Osman), HPG Askeri Konsey Üyesi Çiçek Kıçi (Guhar Çekirge), HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri (Yücel Halis) ve HPG militanları Nazlıcan, Eşref, Roj Amara ve Dr. Amara olarak açıkladı.

KCK açıklamasında ayrıca 8 Ekim günü Kato Marinus’ta yaşanan çatışmada Konsey eski üyesi Baz Mordem ve Bager Tatvan’ın kaybına da değinildi.

KCK yaptığı yazılı açıklamada şunlar belirti: “Bu değerli öncü konumundaki arkadaşlarımızın şahadeti bizler için ciddi bir kayıp ve acı verici bir olaydır. Bu değerli komutan ve savaşçı arkadaşlarımızın şahadetinden dolayı başta aileleri olmak üzere tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyoruz. Onların anısını, Özgürlük Mücadelesini yükselterek yaşatacağımız sözünü tüm kamuoyun önünde veriyoruz.”

MİSİLLEME EYLEMİ

HPG’nin gerçekleştirdiği ve en az 81 askerin öldüğü “Şehit Çiçek Harekatı” ile Kürt hareketinin yitirdiği militanlarının anılarına nasıl sahip çıktığını gösterdiğini ifade eden KCK, HPG yönetiminin kayıplarının ilanını misilleme eyleminin ardından yapılmasını kararlaştırdığını duyurdu.

Açıklamada “Kürdistan halkının öz evlatları olan HPG komuta ve savaşçısının bu fedai ruhu ve performansı olduğu müddetçe hiç kimse Kürt halkının iradesini yok sayamaz ve istediği gibi saldırı yapamaz. Bu büyük devrimci eylemde şahadete ulaşan 7 HPG savaşçısının direnişi ve kahramanlığı büyük bir gerçeği ifade etmiş ve bu yiğitlerin şahsında büyük bir başarıya imza atılmıştır” denildi.

KCK açıklamasında devamla şunlar belirtildi: “Tüm Türkiye halkı ve kamuoyu bilmeli ki, her iki taraftan yaşanan tüm bu kayıpların tek sorumlusu çözüm aşamasına gelmiş olan Kürt sorununda şiddet, katliam ve tasfiyeden vazgeçmeyen AKP hükümetidir. Katliam amaçlı karadan ve havadan geliştirdiği askeri operasyonlarla birlikte, Önderliğimiz üzerinde hiçbir ahlaki anlayış ve hukukta yeri olmayan tecridin yanı sıra, halkımız üzerinde sınırsız bir baskı ile, teslim olmayı reddeden-onurlu duruşu esas alan tüm Kürt siyasetçilerini tutuklayan AKP hükümetinin topyekun savaş kararı bu kayıplara yol açtığı gibi, bu şiddet siyasetinden vazgeçmemesi halinde kayıpların daha da artacağı da açıktır. Kan dökerek sonuç almak isteyen, anaların gözyaşlarına yol açan bizzat Başbakan olmasına rağmen, çok pişkin bir biçimde başkalarını bununla suçlaması, gerçeklerin ters yüz edilmesinden başka bir şey değildir. “İntikamımız büyük olacaktır” diyenler bilmeli ki, Kürt halkı ve onun özgürlük hareketi kendini savunabilecek ve sömürgeci saldırılara gereken cevabı verebilecek güçtedir. Artık eskisi gibi Kürt halkını tek taraflı olarak katlede ede teslim alarak başkalaşıma uğratma zamanı geçmiştir.

KÜRT HALKINI ÖZGÜRLÜK DİRENİŞİ GELİŞECEK

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı 1990’ların tasfiye konseptini aşan düzeyde faşist uygulamalar ve ilan edilmemiş Olağanüstü Hal durumu ile savaşı derinleştirmek isteyen sömürgeci AKP sistemine karşı Kürt halkının özgürlük direnişi gelişecek ve daha da yükselecektir. Sömürgeci-ırkçı bir zihniyetle, empati yapmaktan uzak, özgürlük savaşçılarının ve Kürt halkının katlini reva gören, böylece halkımızı iradesizleştirerek köleleştirmek isteyen bu sömürgeci saldırıya karşı halkımız; Rüstemlerin, Çiçeklerin ve Alişerlerin çizgisindeki direnişi daha da yükselterek başarıyı kesinleştirecektir.

DİRENİŞ MESAJIDIR

Her biri 25 yıla yakın bir zamandır ülkenin çeşitli alanlarında-değişik mücadele zeminlerinde bulunmuş olan, mücadelede değişik roller oynamış ve görevler almış, emekler vermiş, mücadelenin çeşitli aşamalarında kahramanlıklar sergilemiş, kendilerini bu alanda kanıtlamış olan siyasi ve askeri konsey üyelerimiz Rüstem Cudi, Çiçek Kıçi ve Alişer Koçgiri arkadaşlar ile başta Baz arkadaş olmak üzere diğer şehitlerimiz gibi yaşamının tümünü halkının özgürlüğüne adamış olan devrimin büyük emekçilerinin şahadeti tüm Kürdistan halkı, gençliği ve hareketimizin tüm kadroları için bir direniş mesajıdır. Onlar yaşamları boyunca yüksek bir kararlılıkla bu mücadelede yer alarak eylem ve yaşamlarıyla her zaman yolumuzu aydınlatacak örnek pratiğe sahip Apocu hareketin yılmaz militanları konumuna yükselmiş değerlerdir.

KÜRDİSTAN HALKINA ÇAĞRI

Mücadelemiz, tarihinin en önemli bir aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bu süreçte kendini dayatan siyasal çözüme gelmeyen ordu gücüne ve arkasındaki uluslararası güçlere güvenerek şiddetle mücadelemizi bastırmayı önüne koyan sömürgeci AKP hükümeti bugün sadece Özgürlük Hareketi’ne değil, tüm yurtsever halkımıza karşı özel savaş yöntemlerini uygulayarak ve siz değerli halkımızı polis terörüyle sindirerek sonuç almak istemektedir. Bu cani zihniyet halkımızın öz evlatlarını katletmek için her türlü saldırı biçimini geliştirmektedir. Buna karşı meşru misilleme hakkı kullanıldığında ise bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakan hareketimizi ve halkımızı tehdit etmekte, faşist paramiliter güçlerini halkımıza karşı kışkırtmakta ve linç girişimleriyle sonuç almak istemektedirler. Amaç halkımızı korkutmak ve sindirmektir. Buna karşı tüm yurtsever Kürdistan halkı bulunduğu her yerde her düzeyde iç örgütlenmesini geliştirerek öz savunmasını güçlendirmeli ve toplumsal Serhildan hareketini daha da yükselterek gereken cevabı vermelidir. AKP’nin resmen ilan ettiği sömürgeciliğin topyekun savaşına karşı topyekun yurtseverlik direnişini yükseltmeye ve özgürlüğü kazanmaya çağırıyoruz.

Sömürgeci Türk devleti, sadece Kuzey Kürdistan’ı değil, diğer parçaları da tehdit ve şantajla etkisiz kılmaya, Kürt yurtseverliğini parçalamaya çalışmaktadır. Bu amaçla Güney Kürdistan üzerinde kurduğu baskıyı bizzat askerini de harekete geçirerek daha da ileri düzeye getirmeyi hedeflemiş bulunmaktadır. Biz burada açıkça şunu belirtmek istiyoruz: Türk devletinin Güney Kürdistan’daki hiçbir operasyonu başarılı olamayacak ve girdiği her yer batakhaneye dönüşecektir. Bunun farkında olan Başbakan, Güney Kürdistan siyaseti üzerinde durarak sonuç almaya çalışmaktadır. Tarihin bu önemli aşamasında Kürt siyaseti büyük bir imtihanla karşı karşıyadır. Eğer Kürt siyaseti sömürgeci güçlerin baskıları karşısında geri adım atmayıp ulusal birliği güçlendirme yönünde tavır sahibi olursa bu önemli tarihi halkada sömürgecilerin yenilgiye uğraması ve Kürt halkının özgürlüğe kavuşması mümkündür. Hiç kimsenin Türk sömürgeciliğine umut ve cesaret vermemesi önemlidir. Bu konuda başta Federal Kürdistan Bölge Liderliği olmak üzere tüm Güney Kürdistan siyasetçilerinin rolü ulusal duruşun gelişmesi açısından çok önemlidir. Özellikle yurtsever-fedakar Güney Kürdistan halkının olumlu tutumunun ulusal birliğe ve direnişe güç katacağı kesindir.

Yaşadığımız çağda 20 milyonluk bir halka anadilde eğitim hakkını bile vermeyen, hiçbir statü tanımayan, farklı bir biçimde asimilasyonu dayatan ve barışçıl çözüm imkanlarına rağmen devlet terörüyle sonuç almak isteyen Türk sömürgeciliği, halkımızın haklı davasını terörizm gibi göstererek tüm dünyayı kendisiyle beraber Kürt halkını bastırmaya çağırmaktadır. Uluslararası ve bölgesel güçleri Türk devletinin gerçekleri çarpıtan bu gerçeğini görmeye ve geliştirdiği şiddet politikasını değil, Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümün gelişmesini desteklemeye, bu konuda insani görevlerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.

GENÇLİĞE ÇAĞRI


Mücadele tarihimizde yaşanan tüm büyük şahadet halkaları yeni bir hamleye dönüşerek büyük gelişmelere yol açan direnişler olmuşlardır. Şimdi de Rüstemlerin, Çiçeklerin, Alişerlerin ve yurtsever gençlik önderi Bazların şahsında yaşanan yeni şahadetlerin zafer hamlesine dönüşmesi temel bir görev durumundadır. Bu değerlerimize sahip çıkmak, bu kahraman öncü militanların yoldaşı olmaya layık olmak, ancak ve ancak Apocu çizgide devrimci hamlenin yılmaz bir kadrosu olmak ve mücadeleyi başarıya taşırarak anılarını zaferde yaşatmakla mümkün olacaktır. Hareketimizin bütün komuta, kadro ve savaşçılarını, tüm değerli sempatizanlarını, mücadelenin her alanında kahraman şehitlerimizin anısını yaşatmaya, gerillada ve serhildanda mücadeleye tüm gücüyle katılmaya, Kürdistan gençliğini gerilla saflarına katılarak kahraman şehitlerimizin anılarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Muş, Çukurca, Siirt ve Mardin'de Gerilla Eylemleri



HPG, gerillanın Muş, Çukurca, Siirt ve Mardin’deki eylemlerinde 5 askerin vurulduğunu, bir dağ geyiği aracının işlevsiz bırakıldığını ve Mardin’de bir zırhlı aracın tahrip edildiğini belirtti.

HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM) yaptığı açıklamada 17-20 Ekim tarihleri arasında yaşanan bazı gerilla eylemleri ve askeri operasyonlara ilişkin bilgi verdi.

ÇUKURCA’DA EYLEM VE BOMBARDIMAN

Açıklamaya göre 20 Ekim günü saat 08.00 sularında Çukurca’nın Hênê Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından indirmeler yapıldı. Aynı gün saat 17.00 sularında bu tepeye yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirildi. Eylem sonucunda ölü ve yaralı asker sayısının netleştirilemediği belirtildi.

Yine 20 Ekim günü gündüz saatlerinde Çukurca’nın Hênê Tepesine yönelik Türk ordusuna ait 4 kobra tipi helikopterin bombalamada buluğunu bildiren HPG-BİM, “Gerillalarımızın karşılık vermesi sonucunda 1 kobra tipi helikopter darbelenerek alandan uzaklaşmak zorunda kalmıştır” dedi.

MUŞ’TA KONVOYA SALDIRI: 5 ASKER VURULDU


Muş’ta askeri bir konvoya saldırı düzenlendiğini belirten HPG-BİM, bu eyleme ilişkin şunları ifade etti: “20 Ekim günü saat 07.30 sularında Muş ile Bitlis’in Norşin ilçeleri arasında düşmanın 3 araçlık bir konvoyuna yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda bir dağ geyiği aracı gerillalarımız tarafından imha edilirken 5 düşman askeri ise vurulmuştur.

Eylem ardından alana giriş çıkışlar düşman tarafından kesilirken, asker cenazeler halk tarafından kaldırılmıştır. Gerillalarımız tarafından gerçekleştirilen eylem sonrasında işgalci TC ordusu Xıvyon ile Kotni alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.”


DAĞ GEYİĞİ İŞLEVSİZ BIRAKILDI


HPG-BİM, 19 Ekim günü saat 20.30 sularında Siirt’in Baykan ilçesinde karakol ve belediye parkı arasında bulunan bir dağ geyiğine yönelik gerillaların eylem düzenlediğini belirterek, “Gerçekleştirilen eylem sonucunda dağ geyiği aracı işlevsiz kalırken düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir” diye belirtti.

MARDİN’DE ZIRHLI ARACA EYLEM

18 Ekim günü saat 15.00 sularında Mardin’in Ömerli ile Yeşilli ilçeleri arasında devlet güçlerine ait zırhlı araca yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirildiğini kaydeden HPG-BİM, Eylem sonucunda zırhlı araç tahrip olduğunu ifade ederek, “Düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir” bilgisini verdi.

HPG-BİM, 17 Ekim gününden beri de Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Şabaniyê ve Bazitnê köyleri ile Kanalê alanlarında Türk ordusuna ait gizli birliklerin pusulama faaliyetlerinde bulunduğunu belirtti.

GABAR’DA OPERASYON VE BOMBARDIMAN


HPG-BİM, Gabar’daki askeri operasyon konusunda da şu bilgileri verdi: “18 Ekim günü Şırnak’ın Gabar alanına bağlı Komanda Tepesi, Şehit Özgür Tepesi, TRT sırtları ile Kela Şêx Abdurrahman alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait gizli birlikler tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 18 Ekim günü saat 07.30 sularında operasyona çıkan düşman askerleri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilmemiştir. Eylem ardından işgalci TC ordusu tarafından Gabar’ın geneline yönelik olarak havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Ayrıca aynı gün saat 15.00’e kadar Gabar’ın Karnê, Başrep ve Geli alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait kobra tipi helikopterler tarafında bombardıman yapılmıştır.”

DERSİM’DE PUSULAMA

HPG-BİM ayrıca bir süreden beri Dersim’in Gömemiş, Kortan, Vankök ile Vankök köprüsüne yönelik olarak Türk ordusuna ait gizli birlikler tarafından özel harekat polislerinde katılımıyla pusulamalar yapıldığını ve halen devam ettiğini belirtti.

ANF NEWS AGENCY

Siirt’te Çatışma: 1 Asker Öldü, 3'ü Yaralandı

Siirt'in Pervari ilçesi Herekol dağında çıkan çatışmada 1 asker ölürken, 3 askerin de yaralandığı bildirildi.

Siirt'in Pervari ilçesinde Doğanköy Jandarma Karakol Komutanlığına bağlı askerlerin Herekol Dağı'nda düzenledikleri operasyon sırasında çatışma çıktı. Çatışmada 1 asker ölürken 3 asker de yaralandı. Yaralı asker Siirt Devlet Hastanesi’ne kaldırılırken, bölgede çatışmanın yer yer devam ettiği bildirildi.

Onbaşı Gazetecilerin Mumu Yatsıya Kalmadan Söndü!





Baki Gül


YER ANKARA:

AÇIKLAMAYI YAPAN: TÜRK GENELKURMAY BAŞKANLIĞI

KONU: SINIR ÖTESİ KARA HAREKATI


AÇIKLAMA: Yurt içinde ve sınır ötesinde (Irak kuzeyinde) toplam beş ayrı bölgede komando, Jandarma Özel Harekât (JÖH) ve Özel Kuvvetlerden oluşan toplam 22 tabur ile geniş kapsamlı hava destekli kara operasyonlarının icrasına başlanmıştır.

Bu açıklama üzerine TÜRK MEDYASI DAHA DA İÇLERE KADAR GİRDİ!!!!

Genelkurmayın bu açıklamasını son dakika olarak ekranlarına taşıdı Türk televizyonları. Muhabirler heyecanlı seslerle askerin sınırı nasıl geçtiğini anlattı.

Emekli askerler, strateji uzmanları, Fetullah Gülen'in komiserleri, "Pkk uzmanı" yazarlar, AKP'liler, CHP'Liler, MHP'liler kanal kanal dolaşıp sınır ötesi operasyonun yorumlarını yaptılar.

Sabah oldu; gazeteler tam evlere şenlik başlıklarla çıktılar.

Akşam : Havadan karadan Kuzey Irak

Cumhuriyet : 22 taburla kara harekâtı

Habertürk : Katiller çemberde

Milliyet : Kamplara kuşatma

Radikal : Kuzey Irak'a 5 noktada operasyon

Star : Sonuç alınana kadar

Şok : Gazanız übarek olsun!

Taraf : Yirmi altıncı operasyon

Türkiye : Bu defa bitecek

Vatan :Kuzey Irak'ta amansız takip

Yeni Çağ : Bitirmeden dönmeyin

Yeni Şafak : Harekat başladı netice ...

Zaman : Kuzey Irak'a özel harekat

Türk gazeteleri A'dan Z'ye kadar bütün gazeteler manşetlerinde amansız takip yapmış, gerilla kamplarını kuşatmış, Kandil'e kadar gidip "temizlik harekatı" bile yapmışlardı. "Bitirmeden dönmeyin" diye nasihat edenler bile vardı. Cengiz Çandar gibi yazarlar olmayan operasyonun sonuçlarını analiz etmiş PKK'yi siyasal olarak da bitirmişlerdi.

Sonra gerilla alanlarında olan muhabirler, sınır hattındaki yerel kaynaklar, Güney Kürdistan'daki gazeteciler ve HPG yetkilileri ile konuştuk. Onların açıklamaları oldukça kısa ve netti: "Durum hiç de Türk genelkurmay başkanlığının ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı gibi değil."

Gerilla kaynakları, "Burada olağanüstü bir hareketlilik yok, arkadaşlar nöbette. Savaş uçakları dün gece çok gezdi. Sabah Zagroslara bombardıman oldu ama kara harekatı yok. Askerlerin mevzilerini izliyoruz. Onlar kendi karakollarında" dediler.

Sınırın sıfır noktasındaki muhabirlere sorduk. "Zagros ve Hakurke bölgesinden askeri hareketlilik var ama karakol içinde" dediler. Yani sınır ötesine bir milim bile geçen asker yoktu. Kandil'deki muhabir arkadaşımız Halit Ermiş'e sorduk. O da aynı bilgileri verdi. Gerilla ile görüştüğünü, her şeyin normal olduğunu rutin hale gelen hava saldırıları ve keşif uçaklarından söz etti.

Güney Kürdistan'daki gazetecilere sorduk. Hewler'den Abdullah Ramazan; bütün sınır hattındaki kaynaklarını, Federe hükümete yakın kaynaklardan ve peşmergelerden aldığı bilgiler de de böylesi bir durum yoktu. Yüksekova, Çukurca ve çevresindeki yerel kaynaklardan soruşturduk. Böylesi bir bilgi yok. Sonra Türk genelkurmayı bir açıklama daha yaptı.

TARİH: 21 Ekim 2011

YER: ANKARA

AÇIKLAMAYI YAPAN: TÜRK GENELKURMAY BAŞKANLIĞI

KONU: SINIR ÖTESİ KARA HAREKATI

AÇIKLAMA: "20 Ekim 2011 tarihinde yapılan açıklamada, yurt içinde ve yurt dışında beş ayrı noktada 22 tabur ile operasyonların devam ettiği belirtilmiştir. Medya organlarında, bu açıklamamızın yanlış yorumlanarak, yapılan operasyonların tamamının yurt dışına yönelik olduğuna dair yazı ve yorumlara yer verildiği görülmüştür."

Genelkurmay Başkanlığı, sınır içi ve sınır ötesinde 22 taburla operasyon başlattıkları yönünde dün yaptıkları açıklamanın medya tarafından yanlış anlaşıldığını savunarak, operasyonun büyük bölümünün yurt içinde yapıldığını söyledi.

Türk medyası, genelkurmayı ve hükümetleri içine düştükleri bu durum yeni değil. 30 yıldır tekrar ediliyor. Tek fark AKP’nin bunu daha da acemice yapması. Tabii ki dün Recep Tayyip Erdoğan'ın medya patronları ile yaptığı görüşmenin ardından, gazetelerin birbirleri ile yarışırak verdiğği sınır ötesi hava destekli kara operasyonunun başladığı haberlerinin bütün basında yer alması tabii ki dikkat çekici! Sanırım Tayyip Erdoğan’ı paşa yapmak için tarihte olmayan 1. ve 2. İnönü savaşlarının üçüncüsünü yapmak istediler.

ANF NEWS AGENCY

Tüm Operasyon Haberleri Yalan!!!





 
Genelkurmay Başkanlığı, sınır içi ve sınır ötesinde 22 taburla operasyon başlattıkları yönünde dün yaptıkları açıklamanın medya tarafından yanlış anlaşıldığını savunarak, operasyonun büyük bölümünün “yurt içinde” yapıldığını söyledi.

Açıklamada şunlar belirtildi: "20 Ekim 2011 tarihinde yapılan açıklamada, yurt içinde ve yurt dışında beş ayrı noktada 22 tabur ile operasyonların devam ettiği belirtilmiştir. Medya organlarında, bu açıklamamızın yanlış yorumlanarak, yapılan operasyonların tamamının yurt dışına yönelik olduğuna dair yazı ve yorumlara yer verildiği görülmüştür.

2. Kara ve hava operasyonlarının büyük bir bölümü yurt içinde, ağırlıklı olarak Çukurca bölgesinde sürdürülürken Irak Kuzeyinde, sınır ötesinde birkaç noktada kara ve hava harekatına devam edilmektedir."


Genelkurmay’ın dünkü açıklaması ise şöyleydi: “Yurt içinde ve sınır ötesinde (Irak kuzeyinde) toplam beş ayrı bölgede komando, Jandarma Özel Harekât (JÖH) ve Özel Kuvvetlerden oluşan toplam 22 tabur ile geniş kapsamlı hava destekli kara operasyonlarının icrasına başlanmıştır.”

SINIRÖTESİNE GEÇİLMEDİ

Sınırötesi kara harekatı yerel kaynaklarca da doğrulanmadı. Yerel kaynaklar, sınırın sıfır noktasında bulunan Şırnak'ı Uludere İlçesi'ne bağlı Roboskê, Yekmal, Bilêcan köyleri ile Hakkari'nin Çukurca İlçesi'ne bağlı Guzareşê ve Tîyarê köylerinde dünden beri yoğun bir hareketliliğin yaşandığını ve askeri sevkıyatın yapıldığını, ancak sınırın geçilmediğini bildirdi.

Gerillanın Çukurca Devrimci Operasyonu Türk Ekonomisini Altüst Etti


HABERTÜRK-Suriye ile yaşanan gerilimlerin ardından Türkiye'nin savaşa gireceği dedikodusunu yayan yabancılar yerli oyunculara sağ gösterip sol vurdu.

Yerli oyuncuların döviz
piyasasını takip etmesini bir fırsat olarak değerlendiren yabancı yatırımcılar dövizde hareket gerçekleştirmeyip borsa ve tahvil piyasasında yüksek oranda satış yaptı. Piyasadan gelen bilgiler sadece bir tahvilde 350 milyon TL, toplamda ise tahvil piyasasında 500 milyon liralık satış gerçekleştiği yönünde. Özellikle büyük banka hisselerinde yabancı, ordinolarıyla ciddi satışlar gerçekleştirildiği iddia ediliyor.Dolar ve euronun TL karşısında düşmesi ve borsalarda yüzde 3'ün üzerinde bir düşüş yaşandı. İşte borsalardaki sert düşüşün sebepleri...
Ekonomist Figen Özavcı, bugün
piyasalardaki sert düşüşünü hem Merkez Bankası'nın borç verme faiz oranının yükseltilmesine hem de terör saldırılarından ötürü piyasaların tedirginlik yaşadığını vurguladı. Avrupa piyasalarında, 23 Ekim'de Brüksel'de gerçekleştirilecek olan AB Zirvesiyle ilgili bugün gelen haberleri arasında borç krizine çözüm yaratmayacak bir paketin ortaya çıkacağı söylentileri Avrupa piyasalarını olumsuz etkilediği düşünülüyor. İMKB'de ise dün ikinci seanstan itibaren negatif bir ayrışmanın olduğunu belirten Özavcı, bunun sebeplerini terör olaylarından dolayı Kuzey Irak'a operasyon düzenlenmesinin dünya basınında geniş yankı uyandırmasına ve Merkez Bankası'nın bugün aldığı faiz kararında etkin olduğuna bağlı olabileceğini söyledi.
MERKEZ BANKASINDA ENFLASYON ENDİŞELERİ HAKİM

Merkez Bankası bugün borç verme faiz oranını yüzde 9'dan yüzde 12'ye çıkarttı. Yaklaşık 3 aydır yoğun şekilde para politkası araçlarını kullanan Merkez Bankası, Eylül ayında büyüme endişesi yaşarken, Ekim ayında MB para politikalarında enflasyon endişesi yaşadığı düşünülüyor.
Döviz
piyasasında Merkez Bankasının bir piyasa oyuncusu kadar aktif olduğunu belirten Özavcı, MB'nin piyasalara güven vermesi gereken bir noktada durması gerektiğini vurgularken uyguladığı para politikalarıyla piyasaya güven vermediğinin altını çizdi. Özavcı, "Merkez bankası ihalesine katılım olmadığını, piyasa oyuncularının merkez bankasının ihalesine katılmadığını, ihaleden sonra piyasadan döviz alımı gerçekleştirdiğini söylüyorlar. İhaleye kadar biz düşük bir döviz kuru görüyoruz, ihaleden sonra mutlaka yükselen bir döviz kuruyla karşı karşıya kalıyoruz." şeklinde ifade ederek böyle bir durumda Merkez Bankası'nın dolara müdahalesinin başarısız olduğu yönünde yorumların oluştuğunu belirtti.

BONO'DA TERS HAREKET!


Bugün borç verme faiz oranlarının artmasıyla dövizdeki yükseliş kesilirken bono piyasalarında yükseliş yaşandı. Yüzde 9 ile 5 oranında yükseliş görülen bono piyasalarında, yüzde 10'luk hacimli bir hareketle karşı karşıya kalındı.  Bugünkü harekette ki hacimlilik bononun satıldığını gösteriyor. Özavcı Merkez Bankası piyasalarının güven vermedğini ve döviz piyasalarında aktif bir oyuncu gibi davrandığını belirtirken, TL zorunlu karşılık indirimlerini yapmasını hata olarak değerlendirdi ve borç vermede ki yükseltmenin buna bağlı olabileceğine dikkat çekti. Merkez Bankası'nın likitleri daraltmak isterken aldığı kararın bono piyasalarında ters etki yarattığı yönünde. Merkez Bankası'nın kararı ile   bugün döviz tarafı sakinleştirken bono tarafında ters harekete sebep olduğu gözlendi. Piyasalarda bir tedirginlik söz konusu.
DOLARI FRENLEYEN KARAR


YF Menkul Değerler Araştırma Müdür Yardımcısı Hakan Tezcan, piyasalarda bu kadar hızlı bir çekilmenin kaynaklarını anlamlandırmaya çalıştıklarını belirtti. Tezcan, kara harekatının başladığı haberiyle bir siyasi riskin arttığını ve Merkez Bankası'nın uzun zamandır dövize müdahalesinin sonuç vermediğinin görülmesi piyasaları etkilediğini söylüyor.
Merkez Bankası'nın aldığı borç verme faizi oranının artması, doların yükselişini bir parça frenledi. Tezcan, "Burada eğer bir kalıcılık görülmesi durumunda ise belki yeniden risk alma iştahının artabileceğini düşünüyoruz. Doların uzun süredir bu hızlı yükselişinden, döviz sepetinin 2.20'lerin üzerine yerleşmesinden duyulan korku eğer bir şekilde önlenebilirse bu noktada yeni alıcıları davet edebilir diye tahmin ediyoruz" dedi.

Piyasaların geldiği seviyeler itibariyle endeks 57 bin seviyelerinin üzerindey

ken, şu anda 56 binlerin altına indiğini görebiliyoruz.
Türkiye'nin tavsiyesini arttıran raporların seviyesinin altında olmamıza bağlı olarak Tezcan, "Döviz tarafında bir kontrol sağlanmışsa eğer bunun İMKB'ye olumlu yansımaları olabileceğini tahmin ediyoruz" ifadesinde bulundu.

Vefasızdan Dost Olmaz

ya-sev-ye-terketCumhuriyetin kurulması sonrasından günümüze kurucu iradenin otoritesi ile bütün parti ve sosyal gruplar belli bir ideoloji etrafında kümelendiler. Adeta bu ideolojik noktaya hapis oldular.
Devletin bütün kurumları egemen ırkçı ideoloji ile donatıldı, tüm kurallar toplumu bu ideolojik merkeze yönlendirecek şekilde hazırlandı.

Cumhuriyetin kurulması öncesi ve sonrasında egemen güçlerce dayatılan ideoloji toplumla uyuşmadı ve derin çelişkiler meydana getirdi.

Bazı kesimlerce Baas'çılık olarak da dile getirilen ırkçı/ulusalcı ideolojiyi toplumun her kesimine hakim/egemen kılmak amacıyla çok çeşitli araçlar kullanılmış/kullanılıyor.

Devlet ideolojisine uymayan sosyal yapıların, farklı dil ve kültürlerin yok edilmesi amacıyla derin ve en ince ayrıntısına varana dek her şey planlanmıştı, zamanla alt yapıları hazırlanarak yürürlüğe konulmuştu.

Bu planlamanın en belirgin olanı 1925 yılı şark ıslahat kanunudur. Bu kanun uygulama başlamadan 13 yıl önce çıkarılmıştı. Her türlü politika bu kanunu uygulamaya konulacak şekilde yapılmıştı. Kanunun kısaca amacı, belli bölgedeki Kürtleri ve diğer farklı sosyal ve kültürel toplulukları coğrafyaları dışına sürmek, özellikle Kürt halkının nüfus yoğunluğunu seyrelterek diğer bölgelerden getirilecek nüfus içinde eritip resmi ideolojiyi egemen kılmaktı. Bu amaç için geliştirilen politika ve uygulamalar 1947 yılına kadar bütün şiddetiyle devam etmişti. Öncelikli olarak zor araçları kullanılmıştı ve katliamlarla imha etme yolu seçilmişti. Militarist şiddet baskı ve zor dayatması ile bazı bölgelerde halk ayaklanmaları meydana getirilmişti. Ayaklandırılan halkın üzerine düzenli ve büyük ordular sürülmüş/gönderilmiş topyekun ortadan kaldırma/imha uygulanmıştı.

Geriye kalanlar da yaşadıkları coğrafya dışına sürgün edilmişti.

Bu vahşi uygulamalar ülkemizdeki diğer farklılıklara da aksatılmadan uygulanmıştı. Coğrafya adeta insan mezbahasına çevrilmişti. Bunlar ırkçı rejimin planlı ve belgeli uygulamaları olup evrensel hukukta suç teşkil eden politikalardı.
Ardından şiddet politikaları ile birlikte eğitim/asimilasyon politikası devreye sokuldu. Irkçı/ulusalcı ideolojik eğitim anlayışı katı bir şekilde uygulanmış/sürdürülüyor.

Binlerce yıl ve doğal süreçlerden geçip gelişen dil ve kültürler yasaklanmış, yasaklara direnenler en katı bir biçimde cezalandırılıyor.

Bu katı ve diktatörlüklerde bile rastlanmayan uygulamaların ardından sözde demokratik düzene geçildi. Halkların söz sahibi olmadığı, seçilmesi istenenlerin de Milli Güvenlik Kurulu kararlarını uygulamaktan başka yolu olmayan bir demokratik düzen oluşturuldu.

Bu ülkede hem dindarlara ve hem de solculara bu baskı ve şiddet politikası uygulandı/yaşatıldı. Dini felsefe ve sol felsefe ırkçı/ulusalcı ideolojiye çalışır/hizmet eder duruma getirildi. Geçmişte katliamlar sürerken ve bugün katliamlar devam ederken de bu sosyal ve siyasal gruplar egemen ırkçı ideolojiye hizmet eder duruma getirildiler.

Egemen ırkçı ideoloji varlığını şiddete ve baskıya dayalı olarak bugünlere getirirken geriye acı ve yoksulluk, yerinden yurdundan söküp sürdüğü milyonlar bıraktı.

Irkçı/ulusalcı ideolojik diktatöryal egemenlik, günümüz dengeleri içinde konjöktürel olarak tasfiye sürecindedir. Bu sadece ülkemizle sınırlı bir değişim de değildir. Dünyanın egemen sisteminin dayattığı bir değişim sürecidir. Ülkemizde, global vahşi kapitalizme ve değişime direnen ırkçı/ulusalcı ideoloji temsilcilerin tasfiye süreci son dönemlerde iktidar beliyle daha da hızlandırıldı.

Bunlar doğal gelişmeler, bugünkü iktidar olmazsa başka iktidarla da bu süreç devam edecekti.

Bu gelişmeler yaşanırken, ırkçı/ulusalcı ideoloji toplum yaşamından sökülüp atılması ve yerine evrensel değerlerin konulması beklenmektedir.

İktidar bunu sağlayabiliyor mu?

Kurumların mevzuatları, kuralları evrensel mevzuat ve kurallara kavuşturulması yegane beklentidir. Ülkemiz halkları ve global kapitalizm bu değişimi beklemekte, bunun için iktidarı zorlamaktadır.

Bu beklenti karşısında iktidar ise eski ile yeni arasında sıkışmış, git-gel yaşamaktadır. Avrupa Birliği mevzuatları uyum yasalarının çıkmaza girmesi sıkışma durumuna en belirgin örnektir.

Çoğu kere iktidar ; ''Avrupa Birliği bizi anlamıyor, görevlerimizi yapıyoruz, buna rağmen bizi oyalıyor. Bu durum devam ettiği taktirde onları bırakır, Ankara kriterleri der ve yolumuza öyle devam ederiz.'' demektedirler. Ankara kriterleri cumhuriyetle birlikte günümüze kadar zaten uygulandı. Bugün halklarımızın yaşadığı acılar, isyanlar Ankara kriterleri denilen ırkçı uygulamalardan dolayıdır/kaynaklanmaktadır.

Avrupa Birliği veya evrensel uyum yasalarından kaçış, Ankara kriteri ırkçı, tekçi yasalarını devam ettirme arayışı olabilir. İktidar her vesile ile tekçiliği sahiplenerek halkları tehdit etmesi, farklı düşünen muhalefeti çeşitli araçlarla baskı altına alması buna yöneliktir.

Bu zihniyet ve uygulamalar günümüzdeki toplum gerçeği ile uyuşmuyor. Böyle devam ederse halklar arası çelişkiler büyür ve daha da derinleşir.

Ankara kriterleri Saddam'la, Esad'la ve Bağdat Paktı, Cento Paktı ile bir dönem yürümüştü. O zamanlar keskin/zıt iki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk. Irkçı rejimler her iki kutup tarafından kullanılıyordu.

Varşova ve Nato paktları arasında paylaşılmış Dünya geride kaldı. Şimdi global vahşi kapitalizm tek egemen güçtür. Bu yer küre üzerinde ekonomik değeri bulunan her türlü kaynağa kolayca sahip olmak isteyen devasa bir güçtür. Bu gücün envanterinde ırkçı/ulusalcı rejimlere yer yoktur. Bu devasa egemen gücün anlayışına göre hiçbir kaynak millileştirilemez. Bu günkü savaşlar; Afganistan, Irak, Mısır, Libya, Tunus, Suriye v.s. global kapitalist anlayışı yüzde yüz egemen kılma çerçevesinde sürmektedir.

Ülkemizde milli kaynakların bu güçlere devredilmesi ülkemize şiddetle yöneliminden kurumuştur, Sadam rejimi, Esad rejimi ve kuzey Afrika rejimleri gibi bir çok ırkçı/ulusalcı rejim günümüzü algılayamadı, bedelini savaşlarla ağır ödeyerek yok edildi.

global vahşi kapitalizm için egemen ırkçı ideoloji değişmediği sürece potansiyel tehdit algılaması sürüp gidecektir. Bu ırkçı yapı sırf bu nedenle de değişmek zorundadır. Kaldı ki ülke halkları bu ırkçı rejimi ret etmekte, varlıkları için çağ dışı ve tehdit, tehlike olarak görmektedir. Bugünkü koşullarda ırkçı rejimin varlığını devam ettirmesi amacıyla halklara zor ve şiddet dayatması daha büyük ve vahim sonuçları doğurabilir.

İktidar bu rejimi devam ettirerek kendi felsefesine pay çıkarmaya çalışıyor olabilir. Bir nevi güç odağı, ekonomik, sosyal ve siyasal güç odağı, statüko haline gelip bölgesel rol üstlenmek istiyor. Tıpkı Osmanlı dönemi gibi kıtalar arası güç haline gelmek için politika üretmeye çalışıyor.

Ülkemizin bölgesel güç olması her yurttaşın istediği bir husustur. Bunu yaparken doğru politikalar yürütülebilir.
Ülke halkları ırkçı baskılara maruz bırakılarak, bütün değerleri ile birlikte yok sayılarak bölgesel güç olma hayali bile kurulamaz.

Kürt halkının durumu bugünkü koşullarda çok daha farklıdır. Kürtler bulundukları ülkelerde kurumsal örgütlü güce kavuşmuşlardır. İran'da, Irak'ta, Suriye'de ve ülkemizde artık baskılanmış, sindirilmiş Kürtler yoktur. Kürt halkı dipdiri ve örgütlü bir toplum meydana getirmiştir. Ortadoğu bölgesinde bölgesel güç olmayı arzulayan Devletler Kürt halkını ve onların demokratik taleplerini hesaba katmadan bu politikasında başarılı olamaz.

İktidarın yürüttüğü politikalar bu anlayışa hizmet etmiyor. İktidarın yürüttüğü politikalar Kürtleri döverek felsefesini benimsetme, yedeğine alma, uslandırma politikası izliyor. Çok tehlikeli bir politika, vahşi bir politika ve sonuçları ülkemize, birliğimize onarılmaz zararlar verebilir.

Kürt halk nüfus bakımından, coğrafya bakımından, kaynaklar bakımından ve aralarındaki birlik bakımından bölgenin gücü durumundadır. Görünürde baskılanmış bazı durumlar olabilir. Ancak evrensel değerlere inanmış ve bunlara bağlı bir halkı eski alışkanlıklarla, imha ve inkar politikaları ile yönetme isteği akıl karı değildir.

Kürt halkı bugün bile geleceğin hakim bölge gücü durumundadır. Bölge halkları ile birlikte demokratik ulus, demokratik uygarlık politikasını şiar edinmiş bir halka, ırkçı ideolojik egemenlik dayatıp yönetmek ve bölgesel güç odağı olmayı hesaplamak büyük bir çelişkidir.

İktidar bunu anlamak istemiyor, Kürtleri kendi güdük felsefesine doğru dönüştürebileceğini umuyor. İktidarın felsefesini derinlemesine açmayı gerekli görmüyorum. Ancak Kürt halkından böyle bir dönüşümü beklemek/sağlamak imkansız/olanaksız olduğunu düşünüyorum. Özellikle bugün kullanıldığı gibi zor ve baskı ile böyle bir işe kalkışmak halkların geleceğini zehirlemekten başka bir işe yaramayabilir.

Kürt halk gerçeği böyle görünüyor, Kürt halkı ve bölge ile ilgili politikası bulunanlar bölgedeki bütün Kürtleri görmek ve hesaba katmak zorundadır. İktidar bunu eski, tarihteki hali ile görüyor, Paktlar döneminde, yok etme üzerine kurulan politikalarla sonuç alacağını sanıyor, umuyor. Bunun ülkemiz açısından tehlikeli bir politika olduğuna inanıyorum. İtici ve bölücü bir politika, sonuçları da ağır ve tehlikeli olabilir.

Kürt halkı ile ilgili politika birleştirici olmalıdır. Ülkemiz ve bölgemiz dikkate alınarak reel politikalar üretilmelidir. Kürt halkının genel durumunu yeniden dikkate alınması, hak ve hukukuna saygı gösterilmesi, taleplerinin karşılanması, bölgesel olarak ortaklaşma politikası yürütülmelidir. Kürt halkı ile ortaklaşma, dünyanın neresinde olursa olsun ülkemizin bütünlüklü olarak Kürt halkı ile ortaklaşması için çaba ve politika yürütülmelidir.

Bölgemizdeki ülkeler, kim olursa olsun, Kürt halkını ve temel haklarını dışlayanlar, Bölgedeki ekonomik, kültürel ve siyasi gücünü kayıp etmeye mahkum olacaktır.

Özellikle sol ve sosyal demokratlar ırkçı ideolojiden kopmak mecburiyetindedirler. Demokratik halk kongresi çatısı altında toplanan her kesimin birinci ilan edeceği husus bu olmalıdır. Tarihten günümüze bu ideolojiye hizmet edip bugün özeleştiri vermeden, evrensel değerlere vurgu yapmadan, anadolu köylüsüne, işçisine, emekçisine karşı günah çıkarmadan doğru çizgi yakalamamış sayılırlar.

Bugün yapılanların biraz salon solculuğu olduğunu hepimiz biliyoruz. Halka gitseler, kimse onları tanımaz, veya az sayıda tanıdıkları çıkar. Halk adına halksız siyaset budur. Böyle bir siyaset, siyasetin önünü tıkamaktan başka bir işe yaramayabilir. Geçmişte buna benzer hamleler oldu, yaşandı. Sonuç ortada, felsefesi ortada, güçler içindeki yeri belli, vahşi kapitalizm egemenliğine giden yolu bunların hataları döşedi. Halklarımız değerlerini kayıp etmemek için yılana sarıldı. Şimdi halkımıza karşı vefa zamanı, vefasızdan dost olamaz.

Bugünkü konjöktürde itici ve bölücü politikalar ülkemiz menfaatine değildir.

Nevzat Kızılban

Heronlarla Katırların Savaşı

katrirPKK'li gerillaların Çukurca'daki askeri birliklere yönelik saldırılarını Türk basının ve onun köşe yazarlarının nasıl ele aldığını anlamak için bu yazıyı yazmadan önce kısa bir basın turu yaptım. Çoğu okunmaya değmez yazıların ortak teması önceki yazılarının aynısıydı. Türklerin ordusu saldıraya uğramıştı. Nasıl olurdu bu? Heron, insansız uçaklar, istihbaratlar, uydu araçları falan saldırı öncesinin hazırlıklarını nasıl bildirmezdi?

En çok Ahmet Altan'ın yazısını merak ediyordum. Önceki Türk Genelkurmay heyetini emekliye sevk edilip, Kimyasal Necdet'i ordunun başına geçirildikten sonra Ahmet Altan soruyordu:

"PKK eskisi gibi karakol basabiliyor mu? Karakolların yakınına kadar katırlarla ağır silahlar taşıyabiliyor mu?"

Demek Ahmet Altan'ın yeni ve şeffaf ordusunun da sırması çabuk döküldü. Resmi rakamlara göre 24 Türkiyeli evladın hayatını kaybettiği PKK gerillarının Çukurca saldırısından sonra Ahmet Altan şöyle yazmış:

"PKK sekiz noktaya birden hücum ediyor, büyük zayiat verdiriyor ve az bir kayıpla geri çekiliyor.

Bugün haberlerimizde göreceksiniz, bu saldırı için üç gün boyunca katırlarla bölgeye ağır silahlar taşımışlar.

Bu, nasıl oluyor da onca Heron'a, insansız hava araçlarına, uydulara, bilmem nelere rağmen fark edilemiyor?

Böyle büyük bir saldırının ciddi bir planlama aşamasından geçmiş olması lazım, nasıl oluyor da istihbarat bunu haber alamıyor?

Ciddi bir askerî zaaf olduğu çok açık ve çok kesin."

Ahmet Altan böyle yazmış. İnsansız uçaklarla ve heronlarla bize kafayı yedirtecek bu adam.

Heronlar belki katırları görümüyordur.

Olamaz mı?

Katır, atla eşeğin çiftleştirilmesinden elde edilen aykırı bir hayvandır. Büyüklüğünü attan, gücünü eşekten alır. Dünyada şimdiye kadar çok nadir olarak katırın doğurduğu görülüp duyulmuşsa da, katır kısır ve aykırı bir hayvandır. Tabii katır elde etmek zor iştir. İyi katır, atın dişisi, eşeğin erkeğinden elde edilir. Dişi atın boyu yüksek, erkek eşeğin boyu kısadır. Çiftleşme sırasında erkek eşeğin daha yüksek bir yere çıkarılması gerekiyor. Tersi de mümkündür. Yani erkek at ile dişi eşek çiftleştirilebilir. Bu durumda dişi eşek kendi büyüklüğünde ata benzeyen bir yaratık doğrurur, ama bu yaratık çocuklara sevimli görünmenin dışında kimsenin işine yaramaz.

Heronlar her şeyi görmek zorunda mıdır?

Kürdistan katırlarının en sert yamaçları tırmanma özellikleri var. PKK'nin 1984 yılındaki Eruh-Şemdinli baskınından sonraki ilk halk tutuklamalarıyla Ceyhan Cezaevin'de tanıştık. Gerillalara yardım etmekten dolayı Şemdinli'de tutuklanmış yaşlı bir amca bizim koğuşa verilmişti. Havalandırmada tek başına kederli dolaşıp duruyordu. Derdini kimseye anlatmıyordu. En son bana anlattı:

"Yeğenim," dedi. "Benim derdim çok büyüktür. Bak hanım yalnız kaldı, çocuklar yalnız kaldı, onlar başlarının çaresine bakarlar. Lakin yakalanmadan az önce dört katırımı dağa saldım. Bu dert beni öldürür.

Gerillalara haber salsanız katırları o dağdan alamazlar mı?"
Baktım Kürdün hayatında katırın yeri çok önemli.

Ahmet Altan, İsrailli ve Amerikalı heronların bizim özbe öz yerli katırları ihbar etmesini istiyor. Ne kadar ayıp bir istek.

Türk köşe yazarlarında her türlü meslek var. Büyük kayıplı PKK saldırılarından sonra hepsi güvenlikçi kesiliyor. Onlar sayesinde heron uzmanı olup çıktık.

Bunların içinde Türk ordusunun Kürdistan"daki konumlanışını sorgulayan tek kişi yok.

Daha önce de Türk ordusunun ve polisinin Kürdistan'daki konumunu bir çok kez yazdık. Bıkmadan bir kez daha yazalım:

Türk ordusu ve polisi, Kürt öldürmek ve tutuklamak;

Dil yasaklamak;

Köy boşaltmak, ev yıkmak, yuva dağıtmak;

13 yaşındaki kız çocuklarına devlet erkanı olarak topluca tecavüz etmek;

Çocuk gövdelere 13 kurşun sıkmak;

Ülke adı yasaklamak;

Korkutmak ve göçertmek için Kürdistan'dadır.

Bu ordu 25 sene içerisinde en az dört milyon Kürdü topraklarından söküp atmıştır.

Sökülüp atılan ailelerin çocukları Türk metropollerinde perişandır. Sokak çocuğudur. Çocuk yaşta fahişedir. Tinercidir. İnkarcıdır. Çok azı iyi bir hayat sürmektedir.

Türk ordusu Kürdün canına kıymak için Kürdistan'dadır. Kürdistan halkının can güvenliği yoksa, bunu yapan Türk ordusunun Kürdistan'da elbette can güvenliği olmayacaktır.

Türk ordusunun ve polisinin Kürdistan'daki konumlanış biçim ele alınmadan, Kürt sorunun "K"si bile tartışmaya açılamaz.

Türk ordusunun ve devletinin bütün yeni bilgilerini anında alan Ahmet Altan bir zahmet sorsun bakalım.

Heronlar, PKK'li gerillaların ağır silahlarını askeri birliklerin yakınına kadar taşıyan katırları gerçekten tespit edemiyormuş mu?

bildiricihasan@hotmail.com

Ölen Asker Sayısı Gizleniyor mu?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, HPG’nin Çukurca'daki askeri birimlere yönelik eş zamanlı eyleminin ardından gazete ve televizyonların patron ve genel yayın yönetmenleri ile bir araya gelmesinin perde arkası yavaş yavaş aralanıyor.
İnternet siteleri ve sosyal medyada yayılan iddiaya göre HPG’nin Çukurca’da gerçekleştirdiği eylemde 87 asker öldü. Sonhaber, Focushaber gibi internet siteleri iddiayı AKP Van milletvekiline dayandırdı.

Bugün çok sayıda haber sitesinin geçtiği haber şöyle: ''AKP'nin bir Van Milletvekili'nin telefon konuşmasına tanık olduğunu anlatan Sakarya’lı bir işadamı, ‘AKP’li milletvekilinin karşısındaki bir şahısla konuşurken 33 saatlik çatışmada 87 şehit olduğunu ve halk infialinden korkulduğu için sayının özellikle ajanslara tam yansıtılmadığını işittiğini” belirtti.

Duyduklarını, Anadolu Ajansı başta olmak üzere CİHAN'a ve DHA'ya da anlattığını söyleyen işadamının, söz konusu AKP'li Milletvekili'nin adını da verdiği halde bu ajansların Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda haberi kullanmadıkları kaydedildi.
Dün Kanal 7'de bir
programa telefonla katılan bir asker annesi Çukurca'da askerlik yapan oğlu ile yaptığı telefon konuşmasında oğlunun, "Televizyonlarda söylemiyorlar ama 50-60 yaralı var 19 dediklerine bakma" sözleri dikkat çekmişti. Öte yandan, dün de Çukurca'daki mayın patlamasındaki 1 askerin daha öldüğünün açıklanması, "Ölü sayısını saklıyorlar. Zamana mı yayıyorlar” sorularının sorulmasına neden oldu.

Bu arada bazı internet sitelerinde kullanılan, ”26 kişilik şehit listesinde olmayan ve ailelerine bilgi verilen 44 şehidin yanında 6 askerimizin de ağır yaralı olarak açıklandığı ve aslında şehit olduğu öğrenildi” ifadeleri de ölü asker sayısının gizlendiği yönündeki şüpheleri güçlendirdi.

AKP’nin Yanlışı

Baki GÜL
Dün ve önceki gün Dersim, Bitlis, Doğubeyazıt, Çukurca ve Yüksekova’da HPG eylemleri oldu. HPG eylemlerinin kapsamı ve etkisi 1990’lı yıllardan daha büyük. Memleketin cumhurbaşkanı bile Bölge’ye gizli gizli gidiyor. Polis ve asker karakollardan çıkamıyor. HPG il ve ilçe merkezlerine asker ve polis hedeflerine yöneliyor. Yani savaş ve çatışmanın etkisi artık sadece Kürt illerinde değil, Türkiye’nin bütününü doğrudan etkiliyor. AKP ve Türk medyasındaki ağırlıklı kesim bu gerçeği gizlemeye kalkıyor. Bunun için Bitlis’te trafik kazasında ölen sivilleri kullanıyor. Çukurca ve Yüksekova’daki onlarca asker ve polis kayıplarını gizliyor. Devlet yetkililerinin “intikam ve çatışmayı derinleştiren” açıklamalarına yer vererek toplumu iyice geriyor. Oysa durum AKP’nin anladığı gibi değil. Gidişat daha da ağır bir hal alabilir. Hele kara harekatına girişmesi Türk ordusu için büyük bir yıkım, AKP için de tarihi bir hezimet anlamına gelir.

Peki, Tayyip Erdoğan kendisinden niye bu kadar emin? Halbuki Kürt meselesinde, olmuş olanlardan yani geçmişten çıkarmıyor. Olacak olanları da kestiremiyor. Sadece “an”ın iktidar hazzını yaşıyor. Çukurca, Gever, Dersim, Bitlis ve daha birçok bölgedeki çatışma da gösteriyor ki durum AKP için çok kötü. Kısacası Erdoğan’ın etrafındaki danışmanları, cemaat ulakları ve yeminli Kürt düşmanlarının aklı ile Kürt sorununu askeri çatışmalarının içine çekti.


Tayyip Erdoğan 2009 yılındaki yerel seçimlerde olduğu gibi 12 Haziran 2011 seçimlerinin sonuçlarını da doğru okuyamadı. KCK yetkililerinin açıklamalarını, İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çözüm için önerilerini, BDP’nin çözüm çırpınışlarını AKP iktidarı görmezden geldi. AKP, medyayı da kendisine göre ayarlayarak olup-biteni gizleme ya da iktidarın istediği gibi verilmesini istedi. Ama gerçek, özellikle Kürt sorununun gerçeği iktidarın sunmak istediği gibi değil. Birilerinin Tayyip Erdoğan’a bunu iyi bir şekilde anlatması gerekiyor.


Öcalan üzerinde tecrit ağırlaştırılarak başka Kürt temsillerine yol açmak; siyasi operasyonlarla BDP’yi tasfiye etmek, HPG üzerine askeri imha operasyonları ile giderek Kürt sorununu çözmek mümkün değildir.


Durum böyleyken AKP iktidarının bileşenlerinden Gülen cemaati, polis gücü ve tatlı su liberalleri Kürt sorununu Ergenekon sorunu ile özdeşleştiriyor. Onlara göre meselenin özeti şöyle: “AKP demokrasi getirecek, Ergenekon ve askerler engeldi ama operasyonlarla onlar etkisizleşti. Şimdi de PKK, AKP’nin demokrasisi önünde engelliyor. Bunun için de PKK’nin ve BDP’nin de Ergenekoncular gibi tasfiye edilmesi gerek.” İşte asıl sorun bu tespitten başlıyor. Zaman, Sabah ve Taraf gazetesindeki iktidarın tatlı su liberalleri bu tezi işliyor. Erdoğan da gaza gelmiş bu konuda atıp tutuyor. Ancak durum hiç de öyle değil. Ergenekon’dan tutuklalananlar PKK’ye karşı savaşta yenilen askeri komutanlar. Bölge’de kirli savaşı uygulayanlardan oluşuyor. Belki bir bölümü de AKP ile iktidar paylaşımı kavgası yürüttükleri için içeridedir. Ama işin özü Bölge’de yaşanan savaştaki başarısızlıkları ile askerler siyaset sahnesinden çakilmiştir. PKK ve Kürt siyasal hareketi ise varoluşu ve kendisini ortaya koyduğu karakteri nedeni ile Ergenekon gibi oluşumlarla bir tutulamaz. Aksine Ergenekon ekibi ile AKP arasında varoluşsal bir bağ ve benzerlik vardır. İkisi de Türk devlet iktidarının sahibidirler. PKK ise bu iktidar bloklarına karşı Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri için mücadele eden bir yapılanmadır. Dolayısıyla AKP’nin psikolojik savaş konsepti gereği yapılan bu benzetmeler yaşanan çatışmaların nedeni konusunu belirsiz kılmayı hedeflemektedir.


Doğru olan, can kayıplarının daha fazla yaşanmaması için bu sorunu “1 haftada çözebilirim” diyen ve bunun gücüne ve potansiyeline sahip olan Abdullah Öcalan ile görüşmelerin devam ettirilmesidir. BDP’lilere yönelik tutuklama furyasının sona erdirilmesidir. Askeri operasyonların siyasal çözüme katkı olarak durdurulmasıdır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dünkü açıklamasında halkı katliamla tehdit ederek şunları söyledi: “Bu saldırıların intikamı çok büyük olacaktır ve misliyle alınacaktır. Silahla bir yere varılmayacağını eninde sonunda göreceklerdir. Bunlara yataklık edenler de derslerini çıkartmalı ve neticelerine katlanmaları gerekir.” Devletin başındaki kişi bu sözleri söylerse memlekette “iyi şeyler” olabilir mi? Başbakan’ın sorumsuz, ırkçı açıklamaları ile çözüme gidilebilir mi? Ya da HPG eylemlerinden sonra görevdeyken başarısız olmuş emekli askerleri konuşturup, hariçten gazel okuyan yayın yönetmenlerin attıkları manşetleri ile bu sorun çö-zül-mez!..