8 Eylül 2011 Perşembe

Micheal Albert: Katılımcı Ekonomi Alternatif Olabilir

BGST yayınları ile BDP İstanbul Siyaset Akademisi tarafından düzenlenen “Katılımcı Ekonomi ve Demokratik Özerklik” başlıklı panele katılan ABD’li ekonomi bilimcisi ve 68 kuşağı önderlerinden Michael Albert, katılımcı ekonomi ve katılımcı demokrasinin sosyalizme de kapitalizme de alternatif olabileceğini, denemekte yarar olduğunu söyledi.

BDP İl Binası’ndaki konferans salonunda yapılan panelde konuşan Albert, Venezuella deneyimlerinden sosyalist ekonomiye kadar birçok konuda bilgiler verdi. Albert temel argümanın ise dayanışma ve çoğulculuk olması gerektiğinin altını çizdi.

Michael Albert, “Öncelikle başka ülkede konuşurken ABD’den geldiğim için utanıyorum. Çekinmelerine gerek yok bende öyle düşünüyorum. ABD birçok konuda bir numaradır. Nüfusuna oranla en fazla tutukluya sahip, zengin ve fakir arasındaki uçurumda bir numara. En fazla cinayete sebebiyet veren ülkeyiz. Kitle imha silahlarının üretiminde ve kullanımında bir numarayız. Nükleer silah kullanımında tekiz. Gezegendeki en büyük ikiyüzlüyüz” sözleriyle konuşmasına başladı.

Katılımcı ekonominin kapitalizme bir alternatif olduğu kadar sosyalizmde bir alternatif olduğunu vurgulayan Albert konuşmasında şunları söyledi:

“Katılımcı ekonomi beş değer ile başlıyor. Bir ekonomi insanların birbiriyle nasıl etkileşim içerisinde olduğunu etkiler. İhtiyacımız olan birbirimizle dayanışmamızı sağlayacak bir ekonomi. Bir diğer de seçenekler. Bununla ilgili terim nedir homojenleşme tek tipleşme mi istiyoruz yoksa başka bir şey mi. Bunun bir sebebi de sonsuza kadar yaşayacak değiliz ve her şeyi de bilmiyoruz. Sonsuza kadar yayamayacak olduğumuz için başka insanlar içinde bir şeyler yapmaya ihtiyacımız var. Dolaysıyla hata da yapabilir. Hata yapabilirsen seçeneğe ihtiyacımız var ki başkalarının yaptığı şeyleri izleyebilelim. Dayanışma ve seçenek sahibi olmak bu açıdan çok önemli. Üçüncü de eğer biraz daha karmaşık.

Ekonomi bizim sosyal üründen aldığımı payı simgeler. Topluluğun ürettiği devasa bir pasta gibi düşünürsek kim ne kadarlık pasta alacak. Bu gelir dağılımı ile ilgili. Genelde insanlar eşitlik derler ama ben hakkaniyet derim. Ama aslında bu bizi bir yere getirmeyebilir bundan ne kast ettiğimiz önemli. Bu anlamda iktisatçılar çokta alternatif sunmuyorlar. Sizin gelirini yöneten normlara bakmak lazım.''

Alcapon’la yaptığı bir röportajında gazetecinin, “ABD'nin neyi beğeniyorsunuz” sorusunu hatırlatan Albert, “Alcapon verdiği cevapta ABD mükemmel bir ülke çünkü alabileceğinin her şeyi alabiliyorsun, diyor. Bu nedenle aynı akademisyenlerle aynı görüşte. Norm şu pazarlık gücüne göre konumlanıyorsun. Güzün fazlaysa daha fazla gelir sahibisin. Bu haydut ekonomisini haklı bulmak mümkün değil. Bir diğeri sosyalistlerin savunduğu bir norm. Emeğin ve çabanla oluşturduğun ürün kadar almalısın. Buradaki argüman bu kadar üretiyor ve karşılığında bu kadar alıyorsan birileri senin emeğini sömürüyor demektir. Bu adil değil. O yüzden ürettiğin miktara karşılık gelen bir gelirin olmalı” şeklinde konuştu.

Sosyalist normun “ürettiğiniz şeyin eş değerini alırısınız dediğini hatırlatan Albert şunları söyledi:

“Siz hoşlanın veya hoşlanmayın Micheal Jordon kazanmasını istiyor. 20 milyon dolar kazanıyordu. Peki geri kalan değeri kim aldı? Farklı fiziksel özelliklerde insanın aynı koşullar altında farklı üretimde bulunmasını karsısında eşitsiz bir gelir elde etmesini doğru bulmuyorum. Yine farklı olarak aynı şartlara sahip olmakla birlikte farklı özellikte aletlerle aynı şartlarda yapılan üretimde de yine farklı gelir mi verilmedi. Genetik piyangodaki sansınızı ödüllendirilmesi ve gelişmiş aletin ödüllendirilmesini doğru bulmuyorum. Ekonomik olarak sağlam bir şey değil bu.

Diyelim ki sezonluğu 20 milyon dolar ödüyorum. Bu sizin için büyük bir teşvik. Bu teşvik karşısında genetik yapınızı değiştirebilir misiniz? Micheal Jordon olamazsınız. Burada teşvik işe yaramaz. Sizin sahip olduğunuz aletler yada genetik yapınız yada başka şekilde daha fazla urun üretmeniz ekonomik anlamda teşvik değil. Dayanışma ve çeşitlilikten bahsettik şimdi bu acıdan hakkaniyet sunu ödüllendirmektir.

Bu benim etik açıdan beğendiğim bir şey ve bence ekonomik açıdan sağlam. Margaret Teacgher alternatif yok demişti. Ben bir ekonomik alternatif sunuyorum. Teacher doktorun daha fazla maaş alması gerektiğin, savunduğunda, bütün tıp eğitim verdiği acılı sürece dayanak gösteriyordu. Zahmeti ve acıyı ödüllendirmemiz lazım. Aslında iş uzunluğunu, yoğunluğu ve zahmetini ödüllendirmek mantıklı.

Bir diğer konu ekonomi zerindeki söz hakkı. Kapitalist karı önemser onu önemli bulur. Kapitalist işçinin ne durumda olduğunu umursamaz. Yenilenebilir olmayan enerjiyi, çevreyi umursamaz. Kapitalistin başarmak istediği kapitalist değerde bir uygarlık. Bizim verimliğimiz ise eğer katılımcı ekonomi taraftarı isek, ihtiyaçlarını karşılayan ve potansiyelleri geliştiren şeylerdir. Katılımcı sahip olduğunuz olanakları üretmektir. Bunu yaparken de hakkaniyeti dayanışmayı ve kendi öz yönetimi sağlayarak yapar, bunu yaparken de sahip olduğunuz kaynakları israf etmez. Bu değerlerin gerçekleşmesini istiyorsak buna uygun kurumlar ortaya koymak gerekir.

Öz yönetime sahip olacağımızdan bisiklet üretimi yapılan bir yerde yönetimi kim alacak. Hedeflerini ve amaçlarını harekete geçirecek bir kuruma ihtiyaç var ve bir işçi komisyonu kurulacak. İkinci şey ise işin zorlukları ile ilgili kurumlardır. Her yıl onlarca insan kapitalizm yüzünden ölüyor. Yeni bir yönetim sistemine ihtiyacımız var ve bunu savunmamız lazım. Bunu inceleyip, koşulu olduğuna karar verirseniz daha iyi bir fikirle ortaya çıkmalısınız.

Üretim araçlarının ne yapılacağı konusu öz yönetim ve katılımcı planlama ile oluşur. Kim kontrol ediyor derseniz tüketiciler ve işçiler birlikte kontrol ediyor. Artı değer hemen hemen aslında hiçbir şey demek değil. Tüm bunların demokratik özerklik ile ilişkisi şu. Konseyler kurmak ve konseylerin o mahallelerdeki sorunlara çözümler bulması ve harekete geçmeleridir. Bunun kolektif olarak yapılması çok benzer bir şey. Sorunlar da benzerdir eminim ama bu konseyleri oluşturmak ve insanları harekete geçirmek zor oluyordu. Venezuella’da bu zor çünkü bir şey başarabileceklerine dair güvenleri yok. Bir başka problem koordinatör. Bunu istemiyorlar. Herkes değil ama bazıları gerçek anlamda öz yönetim istiyor ama birçoğu bunu engellemeye çalışıyor.''

''Milli Birlik ve Kardeşlik'' Destanı

Kürtleri teslim almak, ırkçı, asimilasyonist politikadan başka planı yok AKP’nin. Kandil’i bol bol bombalıyor/bombaladı/bombalayacak. Kandil ve PKK kamplarının çevresindeki yüzlerce köy bombalanıyor/bombalandı/bombalanacak: İnsansızlaştırılan bir bölge elde etmek istiyor AKP. Türkiye, İran, Irak, ABD ve Kürt Federe Yönetimi’nin işbirliği bu konuda olmasa(ydı) sivillerin ölümüne rağmen dünya bu operasyonlara göz yummazdı. Dünya demek ABD, AB, Rusya, Çin, Kanada ve Japonya demek! Ya da ABD’ye bile tek başına “dünya” diyebilirsiniz. AKP eşittir “devlet” oldu. Devletten nedense ırkçı Türkçülüğün esasları çıkartılamıyor. Hoş, Türkçülüğün esaslarını bir Zaza (Kürt) bulmuştu ya, hakları var! Kendini bu ülkenin sahipleri gören Beyaz Türklerdir(Kürt, Arap, Makedon, Kafkas, Balkan vs.). AKP rejimi, AB yolunda ilerlerken Baasvari bir rejim kurmanın formülünü buldu. Daha fazla özgürlük, demokrasi söylemlerini yeterli bulan AB, 80-100 sene iktidarda kalacak AKP Hanedanı’na evet diyor.

            AKP on yıldır iktidardadır. Zeynel Abidin Bin Ali, Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Hafız/Beşar Esad, Kral Abdullahlar gibi 50-100 sene iktidarda kalmayı istiyorlar. Ve tüm bunları AB tipi demokrasi adına yapacaklar(!) Adı bu rejimin ileri demokrasi de olsa-çok sayıda çakma muhalefet partileriyle de sistem desteklense!-aslında bu rejim bir monarşi, otokrasi veya diktatörlük değil midir? İktidarda olanla muhalefette olanlar da aynı devlet partisidir çünkü: Birden fazla da olsa bu partiler kılık değiştirmiş tek devlet partisidir(ler). Meğer AKP, bürokratik ve askeri vesayeti kıracağım derken, kendi otoriter (Ilımlı İslam’ı yani ABD İslam’ını) rejimini kurmak istiyormuş.

            Rejimin yeni kalemşorlarının, bir ırkı ortadan kaldıracak düzeyde-hiçbir dinde ve mezhepte yer almayacak kadar!-gözleri dönebiliyor. Biz onları-dünya görüşleri, inançları ne olursa olsun!-akil insanlar bilirdik. Hüseyin Gülerce, “Yepyeni bir dönem var. Türkiye bu kez terörün belini kıracak!” diyor. Tercüme edeyim: “Tüm yöntemleri kullanarak PKK’yi (aslında Türkleşmek istemeyen Kürtleri demek istiyor!) yok edin!” Fehmi Koru ise Sri Lanka modeli(ni) öneriyor. Tercümeye gerek yok ama ben yine de edeyim: “PKK’yi ve bu arada tüm Kürtleri fiziki imhaya (soykırıma) uğratın!”

            Ortada yol göstericilerin “kötü” ve aklın vereceği “iyi” düşüncelerin savaşı var. Bu savaşı bu iki düşünce tipi yönlendirecek. Erdoğan’ın (Birinci Yol) yeni konsepti (MGK konseptidir de!) kötü bir arkadaştır: Özel Harekâtçı Polislerle, Jandarma (Ordu) Özel Harekâtçılarla (yani JİTEM’le) eskiye oranla daha inceltilmiş operasyonlar yaparak  [deşifre olmuş (göze çokça batmış) faili meçhule(!) girmeden, tutuklamalarla] inkâr ve imhaya tavan yaptırmak. Bu arada (en kıdemlileri ve kedileri dahi olmayan) eski tüfeklerden işbirlikçi Kürt devşirmek. MGK’de de şu özetleyeceğim cümlelerle vurgulanan bu açılıma(!) Milli Birlik ve Kardeşlik projesi diyebilirsiniz: “Var olan güvenlik ve otoritenin en güçlü şekilde hissettirileceği terörle mücadele yeni strateji ve yöntemlerle daha etkin, kararlı ve sonuç alıcı bir mücadelenin ortaya konulacağı vurgulanmıştır.” Yani kısacası demokratik Kürt siyasal mücadelesi ortadan kaldırılıyor. İkinci Yol: PKK ve Öcalan’ın Türk siyaseti ve akademisyenlerince biraz daha ayrıntılı incelenmesi(dir). Yeni Hükümet uzlaşmacı ve paylaşımcı bir tavır takınarak Kürt Sorunu’nu çözüme yardımcı olması gerekir. Hatta bunu-Kürtlerle mutabakatı beklemeden de-sırf AB’ye girebilmek için tek başına AKP yapmalıdır. Çünkü “Tarih” AKP’ye böyle bir görevi yüklemiştir. Görevini yapmayanı Tarih-her zaman yaptığını yaparak!-tasfiye edecek ve adını dahi anmayacaktır!

Bülent Tekin 

Mümtaz'er Türköne ve Yenilenlerin Onuru

Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, önceki gün bir yazı yazmış. Yazının başlığı, “PKK’den sonra...”

PKK’yi yenilmiş saydığı için yazı doğal olarak “PKK’den sonra” başlığını alıyor. Yazının varlığını yazar arkadaşımız Abdullah Kaya’dan öğrendik. Abdullah Kaya, tescilli Türk faşisti Mümtazer Türköne’ye köşesinde gerekli cevabı vermiş. İsteyen arkadaş Abdullah Kaya’nın köşesinde Mümtazer Türköne’nin yazısını ve bu yazıya verilmiş karşılığı okuyabilir.

Bu Türk faşistinin mesleki kariyerine ilişkin internette arama yaparken, İTÜ Sözlük’te bazı bilgilere rastladım. 12 Eylül öncesi Ülkü Ocakları’nda çalışan ve bu nedenle cezaevi yatan kendileri, Kürde karşı en acımasız savaşı sürdüren Tansu Çiller’in danışmanıymış.

Tansu Çiller’le hatırlanan, meşhur Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan mafya-siyaset-emniyet üçgeni ve özellikle Abdullah Çatlı ve adamlarının devletin pis işlerinde kullanılmasının ne kadar meşru ,etik olduğu ve karşılığında bu adamlara tanınan iltimasların ne olduğu sorularına karşılık söylenmiş olan, " bu memleket için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir " cümlesi esasında profesör doktor ünvanlı pek "değerli hoca” ya aitmiş.

12 Eylül öncesi elemanları çekirdek çıtlatır gibi kolay adam öldüren Ülkü Ocakları’nın bu pek aktif kadrosunun Kürt ve Kürdistan sorununu doğru algılaması için bir neden yok. Böyle bir beklentimiz de yok. Fethullahçı Zaman Gazetesinde, savaş başlamadan PKK’yi yenik saymasının psikolojik nedenleri var. Mümtazer Türköne, 12 Eylül öncesinde Sola ve Kürtlere düşmanlık yapan biri. Gençliği böyle geçmiş. Bask Modeli ile yola çıkıp, memleketi daha sonra ölüm tarlasına çeviren Tansu Çiller’i gaddarlaştıran ekibin içinde Mümtazer Türköne’nin danışman olarak önemli paya sahip olduğu söyleniyor.

Mümtazer Türköne şimdi de AKP’yi destekleyen ve ona danışmanlık yapan ekibin içinde. Türk milliyetçiliği adına PKK’den son 25 yılın rövanşını alacak güya!

Seks kaseti internete düşen MHP Genel Başkan Yardımcısı Recai Yıldırım’a, buluştuğu kadın soruyor:

“Sağ seçmen ne demek Recai?”

Recai cevap veriyor:

“Yuvarlak, gülle, hiç köşesi yok, istediğin yöne yuvarlanan.”

Recai Yıldırım, milliyetçilikle yüksek geçimini sağlayan Mümtazer Türköne’yi tarif ediyor.

“Yuvarlak, gülle, hiç köşesi yok, istediğin yöne yuvarlanan.”

Bu yuvarlak şahıs, şimdiden yenik saydığı PKK için şöyle yazmış:

“....Üç gücün ortak operasyonu, Kandil'in artık PKK-PJAK ikilisi için bir ana üs ve karargâh olmaktan çıkması ile neticelenecek. PKK'lılar için 'çıkılacak bir dağ' kalmayacak. Dolayısıyla PKK bir silahlı örgüt olarak ortadan kalkacak. 27 yıl devam eden bir isyanın sonuna geliyoruz. Söylediğimi tekrarlayayım: Silahlı Kürt Ulusal Hareketi kesin bir yenilgiye uğruyor. “

“...Bir savaş sona eriyor. Doğru olan, yenilenlere onurlarıyla yaşayacakları bir alan bırakmak. Yenilenler Kürt ulusalcıları. Bu alanda nefes alıp vermeye ihtiyaçları var. Kalıcı bir barışın tesisi ve Türkiye'nin entegrasyon dinamiklerinin önünün açılması ancak böyle mümkün olacak. Ve unutmamalıyız: Kürt sorunu devam ediyor. Demokratik açılımın da üzerinden terör gölgesi kalkacağı için daha cesur hamlelerle ilerlemesi gerekiyor.”

Bunlar kendilerine birer doktor, doçent ve profesör ünvanı uydurmuşlar. Devlet kendilerine ait ya... Babalarının çiftliği.... “Ermeniler, Türkleri katletti” adlı bir tez hazırlıyor, doktor ve doçent oluyorlar. “Bir Türkün dünyaya bedel olduğunu” kanıtlayıp, profesörlük kariyerine ulaşıyorlar. Hızını alamayıp, bütün insanların Türklerden türediğini kanıtlayanlara “üstün nişan”lar takıyorlar.

Yenilen PKK’lilere onurlarını kırmayacak bir hayat hazırlığı içinde olan yazarın ismi de pek ulusalcı: Mümtaz’er Türköne....

“Yenilenlere onurlarıyla yaşayacak bir alan” bıramak diyor Mümtaz’er Türköne...

PKK’yi peşinen yenilmiş sayan Türk faşisti uyduruk profesöre biz de şunu söyleyelim:

Bu saatten sonra Türk ırkçılığına yenilmenin Kürtlere kazandıracağı bir onur yoktur. Türk faşizmine yenilenlerin Türk toplumu içinde onurlu bir yaşamları da olamaz.

Bu nedenle PKK yenilmeyecektir. Eğer PKK yenilirse, on kez daha güçlü başka bir PKK doğurmak Kürt halkının işi olacaktır.

bildiricihasan@hotmail.com

Devlet-PKK Müzakerelerinin Tarihi ve Tasfiye Süreçleri

Son bir yıldır özellikle Imralı adasında Sayın Öcalan’la niteliği konusunda herhangi bir bilgimizin olmadığı bazı devlet yetkilileriyle yoğun görüşmelerin yapıldığını biliyoruz. Bunu ilk başta Sayın Öcalan dillendirmişti. Olayın açığa çıkmasıyla birlikte Türk Başbakan’ı Erdoğan da bu görüşmeleri doğrulamıştı.
Uzun süre kamuoyunda merakla beklenen görüşmeler, seçim sürecinin hemen ardından kesintiye uğrayıp Türk hükümetinin Kürt sorununda şiddete yönelmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı.

PKK ile Türk devletinin görüşmelerinin tarihine baktığımızda değişik yıllarda değişik çaplı görüşmelerin yapıldığını ve bu görüşmelerden hemen sonra beraberinde PKK’yi imha etme konseptinin devreye sokulduğunu görmekteyiz.
 
İLK CİDDİ GÖRÜŞME VE ÖZAL’A SUIKAST
 
PKK’yle devlet görüşmesinin ilki Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde meydana geldi. Özal o dönemde sorunu çözmek isteğini Suriye’ye gönderdiği bazı aracılar aracılığıyla Sayın Öcalan’a bildirmişti. Özal’ın sorunu gerçekten de çözmek niyetinde olduğunu, kendisine ve ekibine düzenlenen suikast eylemleriyle anlayabiliyoruz. Özal’ın şaibeli ölümü sonrası ekibinden Eşref Bitlis ve Rıdvan Özden gibi TSK’nin üst komuta kademesinden komutanların öldürülmesi olayın ciddiyetini ortaya koymaktaydı.
 
DEVLETIN ATEŞKES ISTEĞI VE PKK’Yİ İMHA NİYETİ
 
Özal’dan sonra gelişen PKK devlet görüşmeleri, Türk devletinin taktiksel eylemleri olduğu hemen ardından gelişen imha ve tasfiye planlarıyla gün yüzüne çıkmıştır.

Özal’dan sonra sorunun çözümü noktasında belki son ciddi öneri Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan’dan gelmişti. 97’de Erbakan Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam aracılığıyla sorunu çözmek istediğini PKK’ye iletmişti. O dönem Sayın Öcalan da Erbakan’a verilmek üzere bir mektup yazıp Suriye’nin Ankara Büyükelçisi aracılığıyla Erbakan’a iletilmişti. Erbakan’ın, bu konuda TSK’yla yaptığı görüşmeden red cevabı alması sorunun çözümünü tamamen rafa kaldırılmasına yol açmıştı.

            PKK’yle sivillerin görüşmesi TSK tarafından sekteye uğratılmasından sonra belki de ilk kez 97’de Türk Genelkurmay’ı PKK’nin Avrupa sahasıyla direk temasa geçti. Yapılan görüşmede TSK, PKK’nin Avrupa Sorumlusuna bu sorunu çözmek istediklerini ve karşılıklı bir yapı oluşturularak silahların devre dışı bırakmak istediklerini beyan ettiler. PKK tarafından tam bir ateşkes ortamı yaratılmışken, TSK’nin Güneye yönelik düzenlediği sınır ötesi Şafak Hareketiyle aslında PKK’yi imha etmek istediğini ortaya koymuştu.

            Dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın da Kürt işadamı Mehmet Mehmetoğlu aracılığıyla yine Avrupa üzerinden PKK’yle ilişkiler geliştirmeye çalıştığı da biliniyor.
           
            TSK KÜRT SIYASAL HAREKETİNI MARJİNALLEŞTİRMEK İSTEDİ
 
            TSK’nin Kürt hareketini marjinalleştirmeye yönelik eylemlerden birisi de o dönem hızla gelişen Siyasal Kürt Hareketine yönelik kirli planlarıydı.
            O dönem Abdülmelik Fırat şahsında ortaya konulmak istenen marjinalleştirme planı, Sayın Öcalan şahsında boşa çıkarılmıştı. Fırat’ın Şam’da Sayın Öcalan’la yaptığı görüşmede; “TSK’nin kendisinin HADEP’in başına geçmesini istediği ve eğer kendisinin başa geçmesi durumunda TSK’nin Kürt Sorununu çözeceğini” iddiasına karşılık Sayın Öcalan da; “HADEP’in kendileri dışında siyasal bir halk hareketi olduğunu ve buna halkın karar vereceğini” belirterek Fırat’ın şahsında geliştirilmeye çalışılan komployu boşa çıkarmıştı. Bu planları boşa çıkan TSK ve devlet, daha sonra HADEP üzerinde baskıları artırarak yüzlerce kişiyi tutuklama yoluna gitti.
 
TSK’NİN ATEŞKES İSTEĞİ VE 9 EKİM KOMPLOSU

 
Kamuoyuna TSK, PKK’ye ateşkes önerisinde bulundu denilse eminim ki çoğu kişi bu duruma inanmayacaktır. PKK’nin TSK’yla yaptığı savaşta bu bir ilkti. Zaten bu ilkin bedeli de çok ağır olacaktı.

98 yılının başlarında daha öncesinden PKK’nin Avrupa sahasıyla görüşmeler yürüten askeri yetkili direk olarak PKK’nin ateşkes ilan etmesi durumunda TSK’nin ateşkese karşılık vereceğini ve sorunu çözmek istediklerini ilettiler.

9 Ekim komplosundan habersiz, 1 Eylül 1998’de Sayın Öcalan tarafından ateşkes ilan edildi.

Ateşkesten 16 gün sonra dönemin Kara Kuvvetleri komutanı Atilla Ateş Hatay’da yaptığı konuşmada; “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmaması durumunda Suriye’yle bir savaşın başlayacağı” yönündeki açıklaması beraberinde Sayın Öcalan’ın esaretiyle sonuçlanacak 9 Ekim komplosuna zemin hazırlayacaktı.
Devlet bir daha Kürtleri kandırma yoluna gitmişti. Bu kandırmanın bedeli ağır olmakla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni bir mecraya girmesine de yol açtı. Sayın Öcalan barışçıl niyetlerinin göstergesi olarak PKK’yi 99’da sınır dışına çekti. Bu çekilme her ne kadar devlet tarafından olumlu karşılansa da çekilme esnasında yoğunlaştırılan askeri operasyonlarla 500’e yakın gerillanın yaşamını yitirmesine yol açtı. Bu kayıplara rağmen PKK sınır ötesine çekilme pozisyonunu 2004’e kadar korudu.
 
8 YILLIK AKP İKTIDARIYLA OYALANAN KÜRT HAREKETI
 
Gerillanın sınır dışında bulunduğu tarihlerde, 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP iktidarı döneminde de devletle Sayın Öcalan arasında zaman zaman görüşmeler meydana geldi. Değişik tarihlerde Imralı adasında yapılan görüşmeler, Kürt sorununun çözümünde en ufak bir ilerletmeyi sağlamadığı gibi AKP iktidarında da PKK’nin tasfiye edilmeye çalışmasına yönelik eylemler yapılmıştır.

            Sayın Öcalan’ın esaretiyle birlikte sorunun çözümünü kolaylaştırmak adına PKK iki defa isim değişikliğine gitti. PKK, KADEK ve KONGRA GEL adlarını alarak barış sürecine katkı sağlayacağını düşündü.

            AKP’nin herhangi bir adım atmaması üzerine gerillanın sınır dışında bulunduğu bir zamanda, 2004’te, 2. KONGRA GEL kongresi yapıldı. Kongre sonucunda PKK, Kürtlere karşı yürütülen imha konseptine karşılık savaş kararı aldı.

            2004’ten beri AKP iktidarıyla Kürt Hareketi arasında adeta bir hamle savaşı yaşandı. PKK tarafından yapılan hamleler sonucunda, AKP iktidarı değişik zamanlarda Sayın Öcalan’la görüşmek üzere Imralı’ya gönderilen devlet heyetinin yaptığı görüşmeler sonucu PKK tarafından değişik zamanlarda ateşkesler ilan edildi.

Özellikle AKP’nin seçim dönemlerinde yoğunlaştırdığı bu görüşmeleri seçimlerden sonra sekteye uğratması, AKP’nin günü kurtarmaya yönelik bir siyaset izlediği ve özellikle de Kürt Hareketi’nin tasfiye etmeye yöneldiğini göstermiştir.

            Bu bağlamda AKP “Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım” adıyla ortaya koyduğu yeni konseptle Kürt sorununu diyalog yoluyla çözeceğini beyan etti. Sayın Öcalan da barışçıl tutumlarının göstergesi olarak Kandil’den, Mahmur’dan ve Avrupa’dan olmak üzere üç heyetin gelmesinin önünü açtı. Kandil ve Mahmur’dan gelenlere halkın yoğun ilgisini sindiremeyen AKP, Avrupa’dan gelecek heyeti engelledi. Sonrasında da gelen bu iki heyete açılan davalarla süreci sabote etti.

            Son olarak da 2011 seçimlerinden önce Sayın Öcalan tarafından Imralı Adasında devlet yetkilileriyle yoğun bir görüşmenin yaşandığı ifade edilmişti. Devlet yetkilileri tarafından da doğrulanan bu görüşme beraberinde yeni bir tek taraflı ateşkes getirmişti.

            AKP tarafından günü kurtarma ve Kürt hareketini tasfiye etmeye yönelik bu görüşmeler seçimden sonra sekteye uğratılıp Kürtlere karşı topyekün bir savaş karar alındı. Devletin bütün organlarını ele geçiren AKP’nin yıllardır Kürtler üzerinde bu sistemini oturtarak Kürtlere karşı saldırı araçlarını devreye koymaya çalıştığı son süreçte yaşananlarla ortaya çıkmış görünüyor.

            Devletin Kürt hareketine yönelik değişik zamanlarda uyguladığı kandırma ve imha etme konsepti Kürtler tarafından her seferinde boşa çıkarılmıştır. Yıllardır benzer oyunlarla Kürt hareketine yaklaşan devlet, Kürt hareketinin daha da büyümesiyle amacına ulaşamamıştır. Kürt hareketini marjinalleştirmeye yönelik olan bütün bu Ali Cengiz oyunlarıyla devlet her zaman tökezlemiştir.
 
                                                                                                Mekselina LEHENG
 
mekselinaleheng@gmail.com

Ankara Güney Kürdistan İşgal Hareketinin Planlamasının Detaylarını Görüştü


İran İslam Cumhuriyetti ABD’nin kendisine yönelik başlatmış olduğu kuşatma hareketini sınırlarına dayanmadan püskürtme çabası içerisindedir.

İran İslam Cumhuriyetti ABD’nin kendisine yönelik başlatmış olduğu kuşatma hareketini sınırlarına dayanmadan püskürtme çabası içerisindedir. Onun için ilk etapta ABD karşıtı oluşturulabilecek tüm direnç noktaları ve güçleri adım adım harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bir taraftan çemberin daha da daralmaması ve bu kuşatma hareketini bertaraf etmek için direnç noktaları oluştururken diğer ikinci önemli hamlesi ise ABD ekseninde gelişen ittifakları bozarak bölgede ABD’yi yalnızlaştırmaya çalışmaktadır.

Peki, İran İslam cumhuriyetinin ABD karşısında direnç güçleri ve coğrafik alanlar nereler olabilir? Her şeyden önce şimdilik İran için birinci derecede önemli olan Suriye’de ki Esat rejimidir. Bu rejim giderse İran’ın Lübnan, Filistin ayağı darbe alır. Yine Suriye rejiminin gitmesi demek başta Türkiye olmak üzere tüm Sünni Arap ülkeleri İran karşısında ABD’nin yanında yer alması kesinlik kazanır. Ve bölgede esen değişim rüzgârının tüm okları İran’a döner. Bu durum İran’da ki muhalif güçlere de cesaret verir. Aynı zamanda bölgede İran rejimine destek olan Rusya ve Çin gibi uluslar arası Hegemonik güçlerinde desteklerinde zayıflığa yol açabilir. Aynı şekilde İran rejiminin direnç noktaları ciddi darbe alır. Onun için İran ne bahasına olursa olsun Esat rejimini ayakta tutmaya çalışacaktır. İran’ın Esat rejimine gerekli desteği ulaştırmanın iki önemli kapısı vardır. Birincisi Türkiye üzerinden ikincisi ise Güney Kürdistan ve Irak üzerinden yapabilir. Türkiye üzerinde yapabilmesi için Türkiye ile aynı cephede yer alması gerekir. Oysa Güney Kürdistan ve Irak bu noktada İran için daha rahat ve Türkiye’ye göre baskı yapması daha kolaydır.  Güney Kürdistan’ın teslim alınması İran rejimi için oldukça hayati bir önemdedir. Hatta denilebilir ki bu çemberi yarmanın tek yolu gibi görünüyor. Onun için İran Güney Kürdistan’dan kolay kolay vazgeçmeyecektir.  İran’ın Suriye, Lübnan ve Filistin’e kadar rahatlıkla uzanabileceği tek saha konumdadır. Buda ancak Güney Kürdistan’ın İran’a sınır olan dağlık arazisini ele geçirmekle mümkün olabilir. İşte bunun içindir ki İran Kandil’e yönelik operasyonu başlattı. Şimdiye kadar Kandil’e yönelik operasyonda başarılı olmasa da bundan hala vazgeçmiş değildir. İran bir taraftan Kandil’e yönelik operasyon başlatırken diğer taraftan da kendisine bağlı Mukteda el Sadr güçlerini Irak’ta Amerika’ya karşı harekete geçirdi. Şimdiye kadar Bağdat, Basra, Kut v.b Şii kentleri dâhil birçok yerde Amerika askerlerine karşı onlarca eylem gerçekleştirildi. Ve Sadr’ın Mehdi ordusu Amerika’ya karşı resmi savaş ilan etti. Bundan böyle Irak yeniden şiddet sarmalının içine girecektir. Bu şiddet sarmalının içinden İran daha rahat hareket etme imkânını elde edecektir. Diğer taraftan da İran devleti Güney Kürdistan’ın Hewreman alanına Cundul-İslam, El Sünne gibi örgütlerini yerleştirmeye başlamaktadır. Bu tedbir şayet Kandil düşürülmese Güney Kürdistan üzerinde baskı uygulamak için alınmış bir tedbir olarak algılamak gerekir.

İran Güney Kürdistan Yetkililerine Suikast Yapabilir

İran’ın Güney Kürdistan güçleri üzerinde ki baskısı giderek artacaktır. Askeri bir operasyonla bu güçleri teslim alamazsa içerde bazı önemli şahsiyetleri hedef alan suikast girişimlerini de yapabileceğine ihtimal vermek gerekir. Kendi rejimin bekası için bu derecede önemli olan bir sahayı elinde bırakmamak için her türlü yolu denemekte çekinmeyecektir. Güney Kürdistan’da PKK ve PJAK güçlerine karşı aktif bir operasyon için İran’ın ikna edemediği tek güç mevcut konumda KDP gibi görünüyor. KDP ise ABD ve İsrail ile olan ilişkilerinden dolayı esas operasyonun PJAK ve PKK gerillalarına yönelik olmadığını işin özünde Güney Kürdistan ve kendisine yönelik bir operasyon olduğunu iyi bildiği için buna karşı direnç göstermektedir. KDP mevcut konumunu korumak için Güney Kürdistanlı güçler içinde İran ile birlikte hareket etme ihtimali bulunan güçlere karşı tedbirini almaya çalışacaktır. Son dönemde YNK’den arka arkaya gelen istifalar ve gelmesi beklenen daha üst düzeyli istifaların kısmen KDP’nin YNK üzerinde gerçekleştirmiş olduğu operasyon olarak algılamanın çokta yanlış olmayacağı kanısındayım. Şayet ABD KDP’ye operasyondan sonra tekrardan eski konumunu koruyacağı sözü verirse ve bu söz Türkiye tarafından da onaylanırsa KDP’nin operasyona karşı olan bu tavrı değişebilir. Yapılacak operasyona aktif katılmasa da Altan destek verebilir. Bu ihtimalide göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum.

İran’ın B planı Lübnan’da darbedir

Bu plan mevcut durumda İran’ın A planıdır. Şayet tüm bu girişimlere rağmen İran gerekli başarıyı elde edemezse bir B planında olduğunu düşünüyorum. Bununda kendisi için oldukça hayati önemde olan Arap siyaseti üzerinde etkili olan Lübnan ve Filistin sahasıdır. Bu plana göre ise İran Lübnan’da ki Hizbullah’ı harekette geçirerek Lübnan’da bir darbe yaparak iktidarı tümden ele geçirmek olacaktır. Bu plan başarıya ulaşırsa Hizbullah Suriye rejimini ayakta tutmak için tüm imkânlarını seferber edecektir. Aynı şekilde Hamas’ın da Filistin’de harekette geçerek bu bölgenin tümden bir kaos içine girmesi için çaba içinde olacaktır. İran devleti Suriye rejimini ayakta tutmak için elinde ki tüm kozlarını sonuna kadar kullanacaktır. İran’ın en önemli kozu ise Şii hilali’dir. Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak, Yemen ve Lübnan’da ki Şii gücünü harekete geçirecektir.    

İran ve Türkiye Güney Kürdistan’ı işgalde anlaştı

Ama öyle görülüyor ki Türkiye’nin Suriye operasyonundan önce İran ile birlikte Güney Kürdistan’a ortak bir operasyon yapacaklardır. Dün Ankara’da ki diplomasi trafiği karar altına alınmış Güney Kürdistan operasyonun planlama da ki detayları görüşmek için bir araya gelindiğidir. Ankara’da İran’ın Ankara Büyükelçisi Bahman Hosseinpour, daha sonra ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Mehmet Erten ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu ve ardından Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Serdar Kılıç Başbakanlığa gelerek Recep Tayip Erdoğan ile görüşme gerçekleştirdiler. Ayrıca Irak’ın Kürt genelkurmay başkanı Babek Zebari’nin yanı sıra Güney Kürdistan istihbarat yetkilileriyle de bu süreçte önce İstanbul’da daha sonra ise Ankara’da ağırlandığı ve bunlarla da aynı çerçevede bir görüşmenin gerçekleştirildiği bilgisini aldık.

Operasyona hangi güç nasıl destek sunacak

Iraklı ve Kürt yetkililerle yapılan bu görüşmede bu güçlerden yapılacak operasyona sessiz kalınması, sınırların kapatılması, tüm lojistik destek yolların kapatılması ayrıca Türkiye’nin Güney Kürdistan’ın Bamerne, Kani Masi ve Batufa alanlarında 1992’den beri kurmuş olduğu askeri üslerden gerilla güçlerin bulunduğu alanlara tank ve daha ağır silahların taşınmasına izin verilmesi operasyona yönelik gelişebilecek olası halk tepkisini engelleme istenecektir. İran yetkilisi ile yapılan görüşme de ise ortak hareket ve her gücün hangi alana yönelik askeri operasyon yapacağı görüşülürken, ABD yetkilisi ile yapılan görüşme ise operasyon için izin alınırken aynı şekilde operasyonun uluslar arası diplomasi ayağı için destek istenmiştir. Çünkü düşünülen operasyon sadece Güney Kürdistan’ın kırsal kesimi ile sınırlı kalmayacaktır. Operasyon Güney Kürdistan’ın daha içlerinden askeri hareketliliğe ve desteğe göz yumularak yapılacaktır. En son ise Erdoğan’ın ordunun en üst düzeyde ki tüm kuvvet komutanlarını bir araya toplayarak yapmış olduğu toplantı ise Güney Kürdistan haritasını masaya yatırarak operasyonun detayları üzerinde tartıştıkları ve operasyonun hangi kapsamda ve ne tür bir güç ile yapacağı kararı alınmıştır. Bu operasyon planlamasına katılan bölgesel, yerel, uluslar arası güçler ve Türk ordusunun komuta düzeyine bakıldığında planlamanın Tamil Kaplanlarına yönelik yapılan operasyondan esinlendiklerini ve esasta onu örnek aldığı görülecektir.
Operasyonun özel savaş ayağı devreye girmiş

Erdoğan bu operasyonun sonuç alacağından o kadar emin ki operasyonu hiç gizlemeden günler öncesinden kamuoyu ile paylaştı. Şimdiden yapılacak operasyonun özel savaş ve kara propagandasının ayağı olan medyayı harekete geçirdi. Aslında düşünülen operasyon KCK yürütme konsey üyesi Sayın Murat Karayılan’ın İran tarafından tutuklanma haberi ile başlatılmış oldu. Operasyonun özel savaş ayağı askeri operasyondan önce devreye konulması gerekir ki karşıda ki güç içinde panik ve telaşa yol açabilsin. Panik içerisine girmiş bir gücün çok güçlü bir hazırlık yapması düşünülemez. Saldırma yerine aksine tüm algıları içgüdüsel olarak savunmaya çalışacaktır. Buda aslında zihinsel olarak savaşı başlamadan kaybetme anlamına geliyor. Bu özel savaş ve kara propaganda sadece gerilla güçlerine yönelik değil gerilla güçlerinden önce Kürt kamuoyu üzerinde yürütülerek sonuç alınmak istenmektedir. Çünkü çok iyi biliyorlar ki böylesi bir operasyona halk ne pahasına olursa olsun sessiz kalmayacaktır. Onun için Kürt halkı adına siyaset yürütenler Erdoğan ve özel savaş ekibine gerekli cevapları verebilmeli ve öylesi bir durumda halkı kendi başına bırakmamalıdır. Cesaret kırıp teslim almaya yönelik bu tür kara propagandalara pabuç bırakmamak gerekir. Sanki bu güne kadar Erdoğan hükümeti PKK ve Kürt yurtsever demokratik kamuoyuna çok müsamaha gösterdi. Elinde ki tüm kozları sonuna kadar oynamadı. Bunların hepsinin bir özel savaş propagandası ve safsata dışında hiçbir şey olmadığı askeri operasyon yaptıklarında göreceklerdir.