8 Eylül 2011 Perşembe

Rifat Bali: Kürtler İçin 6-7 Eylül Tehlikesi Var

Milliyetçiliğin sürekli kaşındırılması nedeniyle Kürtler ve azınlıklar için 6-7 eylül tehlikesi bulunduğunu söyleyen yazar, tarihçi ve araştırmacı Rifat Bali dikkat çekici değerlendirmeler yaptı:

- Yahudi Siyonizm’e inanmayacak, Boşnak Boşnaklığını unutacak, Kürt ise Kürtlüğünü unutacak. Bu tek dil tek ırk kapsamında bir yurttaşlık yaratma projesiydi.

- Nefret söylemi yaygınlaştı. Yahudi, Ermeni ve Kürtlere karşı yapılırsa suç değil. Türk’e yapılırsa suç olarak görülüyor.

- Mübadele bir yerde Rum ve Ermeniler kurtulmaktı.

- Tek parti dönemindeki Yahudiler İspanyolca konuştukları için asimilasyon baskısı altındaydı. Kürtlere ise Türkçe konuşma baskısı var.

- Ermeniler gördüğümüz kadar son derece AKP yanlısı bir görünümü var. Yahudiler ilkin AKP yanlısı gibiydiler. Bugün artık öyle değil.

- Kürtler için her yerde bence bir muhafazakar hayat tarzının yaygınlaşması gibi bir dayatma var.

Azınlıklar, antisemitizm ve özellikle Yahudiler konusunda yaptığı araştırmalarla önemli referanslar oluşturan Araştırmacı yazar Rifat Bali, Osmanlı dönemine nazaran cumhuriyet döneminde azınlıkların daha kötü hak ve özgürlüklerle yaşamak durumunda bırakıldığına belirtti.

‘’1960’tan bu yana toplumun yapısı değişti. Türkiye nüfusu yukarı çıktıkça, daha da milliyetçileşti, daha da İslamlaştı’’ diyen Balı sorularımızı yanıtladı.

* Osmanlı dönemi azınlık algısı, uygulanan politikalardaki azınlık etkisi ile cumhuriyet Türkiyesi azınlık refleksi arasında nasıl bir değişim eğrisi var sizce? Fark ve benzerlikleri konuşmak gerekirse hangi zeminler dile gelebilir?

- Azınlıkların Osmanlı dönemindeki hali ile cumhuriyet dönemi arasındaki halleri bambaşka. Çünkü iki ayrı toplum düzeni ve iki ayrı rejimden bahsediyoruz. Osmanlı’da şeriat, yani İslam dini hakim unsur. Gayrı Müslimler de Müslümanların zimmetine kaydolmuş, korunması gereken, kitap sahibi kimselerdi. Yani modern zamanla ikinci sınıf vatandaş. Ama o zaman ikinci sınıf düzeni yoktu ve bu yaşam böyle sürüyordu.

Azınlıklar derken, ben Türkiye’de anlaşılan klasik anlamda azınlıklar, yani dini azınlıklardan bahsediyorum. Etnik unsurlar yok içinde. Azınlıklar yerlerini biliyordu, sınırları belliydi, yapabilecekleri belliydi. Herkes yerini bildiğinden de memnundu. Cumhuriyetin projesi ise hepimizin bildiği gibi eşitlik ve yurttaşlık projesiydi. İnsanların sosyal konumunu yükseltmek, özellikle gayrı Müslimleri de Müslümanlarla eşit ilan etmekti. Ve öyle oldu. Herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu bir projeydi. Ama bildiğimiz gibi, özellikle gayrı Müslimler açısından bu proje yürürlüğe giremedi.

‘MÜBADELE RUM VE ERMENİLERDEN KURTULAMAKTI’

* Bahsettiğiniz şey itibariyle Osmanlı’da azınlıklara karşı bir güven söz konusu değil mi? Bu durum cumhuriyet döneminde nasıl bir değişime uğradı ve sebep ne? Güvensizlik devam ediyor mu bu gün?

- Birçok sebep var tabi. Birincisi, siz 1923’te cumhuriyeti ilan ettiğinizde bilgisayarda düğmeye basar gibi hafızayı yok etmiyorsunuz. Bilgisayarda bile yok ettiğinizi geri getirebiliyorsunuz. Olan şey aynen buydu. Mustafa Kemal yapmak istediği yeni bir toplum yaratmak, hafızayı silmekti. Ama olmadı. Çünkü bu insanlar Osmanlıdan gelen insanlardı. Toplum değişmemişti. Dolayısıyla hem toplum, sadece devlet değil, gayrı Müslimlere o gözle bakmaya devam etti. Hiçbir zaman Müslümanlarla eşit olarak, onları kabul etmedi. Çünkü onların gözünde hakim unsur hala İslamdı.

İkincisi, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşananların, İzmir’in işgali sırasında yaşananların, İstanbul’un işgali sırasında gayrı Müslimlerin bir kısmının itilaf kuvvetleriyle işbirliği yapmış olması toplum içinde büyük bir tepki yarattı. Cumhuriyetin kurulmasından sonra zaten, kuruluşa kadar olan müzakerelerden açıkça belli ki, kurucular artık gayrı Müslimlere güvenmiyordu, bunlar bize kurtuluş savaşında, özellikle Rum ve Ermeniler bize ihanet ettiler ve bunlardan kurtulursak iyi olur. Mübadele de bir yerde buydu. Dolayısıyla güvenmiyordu.

Üçüncü sebep; cumhuriyetin kurucu projelerinden biri de dediğim gibi halen İslam ve Müslümanlar hakim unsur olduğuna göre bu memleket için ‘kan dökenlerin’ bunu bedelini almaları gerekiyordu. Bunun bedelini ekonomik olarak almaları gerekiyordu. Madem biz kan döktük, siz gayrı Müslimler bir şey yapmadınız ve bir kısmınız işbirliğinde bulundunuz ve dolayısıyla bir kenara çekilin. Ekonomiye biz hakim olmalıyız. Ama bu olmadı. Bir günden ötekine bir mütteşebbüs, tüccar sanayici sınıfı yaratamıyorsunuz. Ve hala 23’ten sonra görüyoruz, zaten varis vergisinin sebebi bu, 40’lı yıllara kadar gayrı Müslimler ekonomide hakim durumdalar. Bu da ayrıca bir şey yaratıyordu, hem toplum, hem devlette. Hem öfke, hem kıskançlık. Fakat bu yaratılmasına rağmen bir şekilde gayrı Müslimler ve de 42’ye kadar bunlar hem anayasal anlamda eşit gözükseler bile fiiliyatta böyle değil. Her türlü ayrımcılığa uğradılar. Ama bunu kabullendiler, hayal kırıklığı yaşasalar bile. Bu düzen böyle devam edecek deyip işlerine baktılar. 42’deki varlık vergisine gelene kadar. Çünkü o zaman her şeylerini kaybettiler ve büyük bir hayal kırıklığı oldu. Her şey kırıldı.

‘YURTTAŞLIK YARATMA PROJESİ’

* Osmanlı dönemine baktığımızda Türkler ile diğer azınlıkların, etnik yapanların çok fazla problemi olmuyor. Daha çok gayrı Müslimlerle ilgili bir takım gelişmeler yaşanıyor. Ancak cumhuriyetle birlikte gayrı Müslimler sorun olmaktan çıkıyor bu kez etnik azınlıklarla sorunlar başlıyor. Değişen neydi?

- Orada yine cumhuriyetin yurttaşlık projesi kapsamında tek dil, tek ırk var. Yahudi Siyonizm’e inanmayacak, Boşnak Boşnaklığını unutacak, Kürt ise Kürtlüğünü unutacak. Bu bir yurttaşlık yaratma projesiydi ve bu bir günden diğerine uygulanmak istedi. Dolayısıyla o yurttaşlık projesi içinde bu etnik yapıları eritip, ABD’de olduğu gibi eritme kazanı içine sokup yeni bir insan kimliği yaratmak istediler. Ama ABD’deki fark, o yeni kimlik yaratıldı ve alt kimliklere hiçbir itiraz olmadı. Herkes kendi kimliğini teşhir edip gurur da yapabiliyordu. Türkiye’de bu olmadı.

* Sanırım bu aşamadan sonra aynı zamanda ‘devletin azınlığı’ yani devletin Ermeni’si, devletin Yahudi’si gibi bir fark da ortaya çıktı. Neye tekabül ediyor bu durum?

- Bir kere devlet gözünde 3 azınlık arasında, Rum, Ermeni ve Yahudiler arasında; Süryanileri koyamıyoruz çünkü konumları daha tuhaf, bu üç azınlık arasında devletin azınlığı, yani devlete sadık ve yakın gördüğü azınlık Yahudilerdi. Bunun sebebi de gayet basit, tarihsel sebepler. Kurtuluş savaşı, İstanbul’un işgali sırasında her ne kadar bazı Yahudiler münferit şekilde işbirliğinde bulunmuşlarsa da bu genel değildi. Tam tersine Yahudilerin çoğunluğunun Kemalistlerin yanında yer alması söz konusu. Osmanlı’nın son hahambaşısının Kemalistler lehine Avrupa’ya gidip bugünkü tabirle lobicilik yapıp, yani Mustafa Kemalin yanına çekmeye çalıştığını görüyoruz Avrupa devletlerini. Bu çizgi bu güne kadar devam etti.

Dolayısıyla her 3 azınlık arasında en az problem yaratan, Türklerle arasında kan problemi olmayan, bir şekilde kan sorunu olmaya azınlık Yahudiler olduğu için, o en yakın azınlık olarak görülüyor. Bugün de hala öyledir. O her bir cemaatin içinde münferit kişiler olarak devletin Yahudi’si, devletin Rum’u, ya da Ermeni’si oldu. Bugün de vardır. Bu da şu anlama gelir; bir şekilde, her bir cemaat homojen, herkesin aynı şeyi papağan gibi tekrarladığı bir toplum değildi. Onun için de aykırı sesler olabilir. Devletin o cemaatte davranışlarla hiç mutabık olmayan insanlar olabilir. Onların içinde bir takım insanlar devletin seslendirdiği azınlık anlayışına uygun davranan, Türkiye Cumhuriyeti’ne çok sadığız, problemimiz olmadı gibi seslendiren insanlar çıktı. Ve o insanlar belki hiçbir şeyi temsil etmiyordu. Hiçbir tabanı yoktu. Ama devlet açısından onun sanki bir tabanı var ve bir topluluğu temsil eder gibi kabul görmüştür.

‘NEFRET SÖYLEMİ YAYGINLAŞTI’

* Bu durum toplumsal yaşamda da yansımasını buldu sanırım. Mahalleye yansıması da buna göre oldu. Bir yere kadar mesela ‘Pis Rum’, ‘Pis Yahudi’ yaftası dolaşıyordu. Ancak cumhuriyette değişen tabloyla birlikte mahallede ‘Pis Kürt’ ve ‘Pis Ermeni’ ruhu dolaşmaya başladı. Bu da dünden bugüne olacak bir iş değil, neler söyleyebilirsiniz?

- Yani bir kere toplumun çok da aydınlanmış bir toplum olmadığını kabul etmemiz lazım. Bu o insanların kabahati değil devletin onları eğitmemesiyle ilgili veya fırsat eşitliği vermemesi. Günümüze bakarsak, popüler kültür her şeye hakim oldu. İnsanların bir şey okuduğu yok. Özellikle basından besleniyor. Basınının hali felaket. Her ne kadar son zamanlarda siyaseten doğrulur adına düzgün işler yapalım diyorlarsa da yapılan zarar orda. İnsanlar oradan besleniyor. Milliyetçilik her tarafa hakim. ‘Pis Ermeni’ dediğinde, Asala cinayetleri tekrarlanır. Ayrıca o insanların, Hrant Dink veya bir takım toplumlarda bazı insanların öne çıkıp dertlerini anlatıp, bu toplumsal yanlış algıyı düzeltmeye çalışması da bence hiçbir yere varmıyor. Marjinal bir şey kalıyor. 73 milyondan kaç kişi etkileniyor ki. Mümkün değil. Çünkü devletin de ayrıca burada büyük kabahati var. Nefret söylemi, Yahudi, Ermeni ve Kürtlere karşı yapılırsa suç değil. Her şeyi söyleyebilirsin. Türkiye’de ifade özgürlüğü başka şekilde anlaşılırsa yani Türklüğü tahkire giren şeylere de nefret suçlaması yapıyorsan öbürlerine de yapmalısın. Yoksa her şeyi serbest bırak. Dolayısıyla nefret söylemi yaygınlaştı ve her şey bu yolla ilerliyor.

* Cumhuriyetin ya Kemalizm’in azınlıklara biçtiği paye nedir ve bugün azınlıklar bu payenin ne kadarından yararlanabiliyor? Kendilerine yasalarla tanınan hakların ne kadarına sahipler mesela?

- Yani cumhuriyetin 23’ten bu yana azınlıklara atfettiği hiçbir şey yok. En azından 23 ile 46 arası hiçbir şey. 46 sonrası çok partili demokraside birden azınlıkları hatırladılar. Çünkü İstanbul bağlamında azınlıklar milletvekili seçilmesinde tayin edici bir öneme sahiptiler. Bu güne kayılsa oransal olarak bir güçleri var. Listelere koyuyorlar o zaman. Aşırı sağdan sola kadar, Kemalistlere kadar. Bu 60’a kadar sürüyor. Ondan sonra defterden silindiler. 60’tan bu yana toplumun yapısı da değişti. Türkiye nüfusu yukarı çıktı, daha da milliyetçileşti, daha da İslamlaştı, o zaman azınlıklar çok da bir parti için bir liste başına konulacak bir ağırlık teşkil etmemeye başladı. Bugün aynı algı geçerli. Bir azınlık mensubunu milletvekili göstereceklerse muhalif olmaması gerekir. Dolayısıyla sıfırdır. Bugün devletle toplum nezdindeki ağırlıkları sıfırdır. Sadece Türkiye’nin tanıtımı açısından bir figürdür. O kadar.

* Bu basından alınan ezberci mantığa gelmişken; son yıllarda Kürtlerle Yahudiler ya da PKK ile Yahudiler arasında bir bağ oluşturmaya çalışıldığını görüyoruz. Yine güneydeki Kürtlerle Yahudiler arasında bir bağ oluşturulduğu ortada. Neler söylemek istersiniz, var mı sizinle bir akrabalığımız?

- Bunu kim başlattı, neden başlattı meçhul. Ben anlayamadım. Yalçın Küçük bunlardan biri ama o tek yoktu. Nokta gibi o dönemin önemli dergileri işte Güneydoğuda arazi alıyorlar gibi sanki tek merkezden birileri bir İsrail aleyhtarı propagandaya başladılar. Neden yaptılar bilmiyorum. Kaldı ki İsrail ile bir husumet de yoktu. Belli değil. Bazı insanlar böyle dezenformasyon yayıp kamuoyu yaratmaya çalışıyorlar ve biraz da başarılı oluyorlar. Bazıları da bundan ekonomik rant elde ediyor. Yani Yalçın Küçük gibilerinin o pespaye eserleri kendilerine büyük para getiriyor. Manevi olarak da bir figür olarak kabul görüyorlar. Kürt Yahudiler olabilir. Ama bu bir akraba ırk durumu yaratmıyor. O tartışma bunun üzerinden yapılmıyordu zaten. Tamamen siyasi maksatlı dezenformasyon maksatlı, yok Barzani Yahudi idi falan. Hürriyet bunu manşet yapıyor. Saçma sapan şeyler. Üzerine kafa yormayan insanlar bunu kabul ediyor. Hala da öyle.

‘TÜRKİYE’DE 18 BİN YAHUDİ KALDI’

* Şu anda Yahudilerin Türkiye’deki konumları nedir. Cemaat olarak, buradaki pozisyonları azınlık olarak sürüyor mu?

- Türkiye’de bugün 18 bin civarında kaldı. Hepsi o kadar. 16 bini İstanbul gerisi de İzmir’de yaşıyor. Bu insanlar en fazla cumhuriyetin ilk yıllarında en fazla Türkleşmeyi isteyenler olduğu için, madem eşitlik yaratıyorsunuz ve karşılığında Türkleşmemizi istiyorsunuz biz varız dediler ama bu olmadı. Dolayısıyla en azından söylem bazında en Türkperver gözüken azınlık odur. Büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardır. Bugün de hala öyledir. Özellikle bu Mavi Marmara sonrasında yaşanan gelişmeler ve başbakanın söylemleri onlarda büyük hayal kırıklığı yaşattı. Güvenlik diye büyük bir tedirginlik ve kaygı var. Sinagog basıldı vs. güvenlik en büyük kaygılarıdır. En önde gelen kaygı budur. Çünkü bu problemler hep İslami kesimden geldi. Dolayısıyla kendi hallerinde, bir yandan da açılmak istiyorlar. Toplumdaki bu kadar yanlış anlamaları düzeltmeye çalışıyorlar.

Açılım girişimleri var falan. Bu ne kadar açılmamız gerektiriyor onu düşünüyorlar. Çok basit örneği işte, Yahudi kültür günü yapıyorlar. Sinagogları gezin görün işte biz de uzun kulaklı insan değiliz gibi. Bu sene iptal edildi. Çünkü Mavi Marmara durumundan dolayı endişe ettiler. Biraz açılıyorlar sonra her an bir problem yaşanıyor ve kapanıyorlar. Dolaysıyla dikkat ederseniz bugün basında en az bahsedilen en az işlenenler Yahudilerdir. Bir sebebi buydu, diğer sebebi Yahudiler arasında başka önemli figürlerin çıkmamasıdır. Yahudilerin devlete çok yakın bir söylem sürdürmüş olmalarının da bir etkisidir. Bu kafalarda öyle kaldı. Yahudiler halen devlete yakın durmak istemelerinden dolayı, o da şundan kaynaklı, ne yapsak ne etsek, topluma açılsak bile faydası yok. Bizim devletle iyi geçinmemiz lazım diyorlar. Bütün bu sebeplerden dolayı var olan ama yok kabul edilen bir toplumdur.

* Asimilasyon meselesi aslında biraz da Kürtleri ilgilendiriyor. Devletin Yahudi ya da Ermenilere uyguladığı asimilasyon politikaları ile Kürtlere uygulanan asimilasyon arasındaki benzerlik ve farklar nelerdir?

- Bir kere devletin gerek azınlıklara; gerek dini gerek etnik azınlıklara karşı yaklaşımı aynı. Etnik ve dini azınlıklar arasında çok fark var. Kürtler, Aleviler demokratik olarak çok daha önemli. Yahudiler hiç önemli değil. Bir zaman önemliydiler, ekonomik hakimiyetleri nedeniyle bu da. Ben tek parti dönemini bilirim. O dönemdeki asimilasyon baskısı önemli ölçüde sadece Yahudilere karşıydı. Çünkü doğru Türkçe konuşmadıkları için. Kürtlere yapılan asimilasyon çok daha başka. Orada Türkçe konuşma baskısı var ama Yahudilere olan baskının kendine mahsus sebepleri var. Yani Kürtlere neden Kürtçe anadilini konuşuyorsun diye baskı var, Yahudilerin ana dili o tarihte İspanyolcaydı. İbranice değildi her ne kadar İbranice milli dil olsa da. İspanyolcayı da konuştular ama Türkler açısından İspanyolca Yahudileri kovan bir memleketin dili ve Türkiye’de yaşayan Yahudiler nankördürler çünkü bu dili hala konuşuyorlardır şeklinde anlaşılıyor. Dolayısıyla benzer bir asimilasyon yok.

* Başbakan bir konuşmasında, “Yahudi vatandaşım nasıl para kazanmasını bilir” demişti. Bu söylemi sadece siz başka bir şekilde yorumladınız? Başbakan ne demek istedi sizce?

- Evet bir tek ben başka yorumladım, çünkü öyle yorumlanması gerekir. Yoksa dik kafalı birisi olduğumdan değil. İnsanlar da pozitif yaklaşıp, yani Yahudiler hakkında iyi şeyler söyleyip, Yahudiler medyaya hakimler, güç onlarda demek hiç iyi niyetli bir yaklaşım değil. Pozitif anlamda peşin yargılardır. Bir çok insan o tarihte bunu büyük bir zevkle kabul etti yanlış.

‘HİÇBİR ŞEY YAPILMADI, YAPILMAYACAK’

* Bugün azınlık olarak kabul edilen gruplar arasında sistem sadece Kürtler üzerinden bir tartışma ve sorun yumağının içinde. Yoğunluklu olarak Kürtlerin tartışılıyor olmasının diğer azınlıklar üzerinde olumsuz bir etkisi var mı?

- Yok bence, tam aksine Kürt meselesi nedeniyle 90’lı yılların başında insan haklarına duyarlı sol gruplar falan bir şekilde azınlıkları keşfetmiş oldu. Bu çok kültürlülük modasından dolayı da keşfettiler. Engel değil ama şunu anlamak lazım, yani ne kadar çok bahsederseniz edin basında, neticede ben hiçbir şekilde bu gruplar lehine bir sosyal baskı yarattığına inanmıyorum Ankara nazarında. Ankara bu sorunları halletmek isterse eder. Baskı dışarıdan gelecek olan baskıdır. ABD, AB vs. bu baskıdan kastım ikaz ediliyor olması Ankara’nın. Onu da isterse yapar. Ben Yahudiler özelinde yaptığım araştırmaların tamamında bunu gördüm. Ama hiçbir şey yapılmadı yapılmayacak. Bugün zurnanın son deliği azınlıklar, özellikle Yahudiler. Milletvekili seçilecek güçleri yok. Hiçbir şeyleri yok, bir güçleri yok, sadece figür var. Sanki, Osmanlı’ya döndük ve devletin koruması altında yaşasınlar, güvenliklerine bir helal gelmesin gibi bir algı var.

* Şu an devletin azınlıklara tanıdığı sınır nereye kadardır? Azınlık olarak kabul var ama hakların kullanımı konusundaki sınır nereye kadar?

- Devleti ne yaparsan rahatsız edersin, sürekli Türkiye aleyhinde, sen öyle konuşmasa bile algılandığı biçiminde, yani itirazlarda bulunmak. Bunu özellikle dışarıda yapmak. Belli başlı politik figürler için sürekli tenkit yapmak. İslami kesimi sürekli tenkit etmek falan rahatsız eder. Bir mesajı devamlı tekrar edersen bu onları rahatsız ediyor.

* Şu anda devletin en büyük sorun olarak gördüğü alan olarak Kürt sorununa baktığımızda, aslında orada da değişen bir şey yok ama Kürtler için şu an, Osmanlı dönemi Yahudilerine denk gelecek bir burjuva ve ekonomik güç olarak bir tehlike arzı var mı devlete?

- Kürtlerin sosyal yapılarını incelemedim. Ne kadarı ticaretle, sanayi ile ilgili ve etkili, güçleri nedir onlara bakmak lazım. Onların Kürt milliyetçiliğiyle olan ilişkileri nedir buna bakmak lazım. Devlet bunu mutlaka yapmıştır. Ben araştırmadığım için bilemem. Bir takım fikirleri vardır devletin. Ama öyle bir şey varsa, ki geçmişte hep söylendi. Ermeniler için de böyle bir şey vardı. Asala’ya yardım edenler falan gibi. Ya da Kıbrıs buhranı sırasında Yunan milliyetçilerine para yardımında bulunan Rum iş adamları gibi bir sürü yafta dolaşıyordu. Bunların ne kadarı doğru bilemem ama bunlara bakarak devlet önlem alıyor.

‘ERMENİLER AKP YANLISI’

* İslam referanslı bir anlayışın iktidarda olması, medyanın el değiştirmesi, güç dengelerinin değişmesi gibi İslami sağlamlaşma azınlıklar için şu andan itibaren şu an ne ifade ediyor?

- Bir kere Rumlardan bahsedemeyiz. Ermenilerden ve Yahudilerden bahsedebiliriz. Ermeniler gördüğümüz kadar son derece AKP yanlısı bir görünüm var. Çünkü büyük bir özgürlük havarisi olarak görüyorlar. Yahudiler ise ilkin AKP yanlısı gibiydiler. Bugün hiç de artık öyle olduğunu göstermiyor. Geçen zaman bunu gösteriyor. AKP iktidara gelene kadar zaten ekonomide gayrı Müslimlerin ağırlıkları azalmaya başlamıştı. 80 sonrasında bambaşka bir iktidar çıktı. Dolayısıyla mevcudiyeti korumakla meşguller. Ama tabi devletle iş yapanlar, ihale koşturanların durumu başkadır. Onlar iktidarda kim olursa olsun iyi geçinmeye çalışırlar. İktidarda komünist parti olsa ona da uyarlar. Çünkü bir ideolojisi yoktur. Diğer etnik gruplar, onlar da her biri kendi başının çaresine bakmak zorunda. Ellerinde maddi güç olmadığından bir şey yapabileceklerini sanmıyorum. Nemalanamayacak in azından. Öyle olsa kısa sürede bir sermaye oluşturur ve denge oluşturabilir. Ama şimdi yok.

* Türkiye’de etnik kökenler için neler öngörüyorsunuz?

- Kürtler için her yerde bence bir muhafazakar hayat tarzının yaygınlaşması gibi bir dayatma var. Buna ayak uydurmak gibi bir sorunla karşı karşıya. Bu gayrı Müslimler için çok sorun değil çünkü kimse onlara dokunmuyor. Asıl problem Müslüman olan, laik olan yada o şekilde yaşayana ayak uyduramayanlarda yani.

* Erdoğan bir ara 150 bin Ermeni’yi gönderebilecekleri tehdidinde bulundu. Bu ise etnik yapıları için nelerin beklendiği konusunda bir kaygıya neden olmalı mı?

- Orada iç içe geçmiş birkaç sorun var. Bir kere bahsettiği kaçak çalışan Ermenistan uyruklular. Birinci sorun kaçak işçilere göz yumuyorsun. Bu yanlış. Sen kendi Türk insanı işsizken sen kaçak işçilere göz yumuyorsun. Bunu utanmadan söylüyorsun ve üstüne de utanmadan onları mülteci gibi kullanıp koz olarak kullanıyorsun. Yollasaydın ya bugüne kadar, madem yasaya aykırıydı. Ermeni meselesinde devletin söylemine uygun bir şey söyleyin yoksa aba altından sopa gösteririz gibisinden laflar söylendi. Yoksa bu yabancı işçilere yönelik ama asla tasvip edilmeyecek bir durum. Sen dersen ki kanunsuz çalışanları sınır dışı edeceğiz kimse bir şey demez. Ama bunu genel bir koz olarak kullanırsan herkes karşı çıkar.

6-7 EYLÜL HERKES İÇİN HALA GEÇERLİ

* Hatay Dörtyol, Bursa ve Çanakkale ve başka illerde Kürtlere karşı aynen 6-7 eylül provası yapıldı. Böyle bir tehlike var mı?

- Her şeyin tehlikesi var, siz kitleleri sürekli tahrik ederseniz, nefret söylemini sürekli yaygınlaştırıp yaygınlaştırırsanız böyle bir tehlike sürekli var. Çünkü bir süre sonra hakim olmayabilirsiniz. Evet Kürtler için böyle bir tehlike var ama bütün azınlıklar için geçerli. Yahudilerin bundan endişe etmesi, Mavi Marmara’dan sonraki durum itibariyle geçerli. Bu endişe herkeste var. Hrant Dink cinayetinin de, benim şahsi kanaatim bir takım insanların göz yummasıyla, devlet katında bir cinayet olduğu ortada. Öyle değilse bile çok daha vahim. Sokakta birisinin kafasına esip bu ‘pis Ermeni’yi öldüreyim demesi gibi. Bu çok daha vahim. Çünkü sokaktaki insan oturup, ben bu adamı öldüreyim diyor. Bu da sürekli göz yumulmasından.

* Şu an itibariyle sistemin sahiplerinin el değiştirmiş olması, yeni anlayışın hakimiyeti, uzun vadede Türkiye’yi nereye götürüyor, azınlıklar konusunda…

- Türkiye’de dini azınlıklar diye bir mesele yok. Onların sorunu bitmiştir. Çünkü onlar var olduklarını hissettiremiyor bile.

Rifat Bali Kimdir?

1948 yılında İstanbul'da doğdu. Fransızca tedrisat yapan Saint Michel ve Saint Benoit okullarında orta ve lise eğitimi aldı. 1970 ila 1995 yılları arasında bir özel şirkette yönetici olarak çalıştı. 2001 yılında Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Ecole Pratique des Hautes Etudes'den mezun oldu. 1996 yılından bu yana, başta Yahudiler olmak üzere, gayri Müslim azınlıklar, antisemitizm, komplo teorileri, Türk toplumunun kültürel ve sosyal değişimi, Dönmeler konularında araştırma ve yayın yapmakta. Halihazırda Ecole Pratique des Hautes Etudes, Sorbonne (Paris) bünyesinde kurulu Centre Alberto Benveniste pour les Etudes et la Culture Sépharades'a bağlı araştırmacıdır. Osmanlı-Türk Sefarad Kültürü Araştırma Merkezi üyesidir. İngilizce, Fransızca ve Ladino bilmektedir.

Hiç yorum yok: