8 Eylül 2011 Perşembe

Micheal Albert: Katılımcı Ekonomi Alternatif Olabilir

BGST yayınları ile BDP İstanbul Siyaset Akademisi tarafından düzenlenen “Katılımcı Ekonomi ve Demokratik Özerklik” başlıklı panele katılan ABD’li ekonomi bilimcisi ve 68 kuşağı önderlerinden Michael Albert, katılımcı ekonomi ve katılımcı demokrasinin sosyalizme de kapitalizme de alternatif olabileceğini, denemekte yarar olduğunu söyledi.

BDP İl Binası’ndaki konferans salonunda yapılan panelde konuşan Albert, Venezuella deneyimlerinden sosyalist ekonomiye kadar birçok konuda bilgiler verdi. Albert temel argümanın ise dayanışma ve çoğulculuk olması gerektiğinin altını çizdi.

Michael Albert, “Öncelikle başka ülkede konuşurken ABD’den geldiğim için utanıyorum. Çekinmelerine gerek yok bende öyle düşünüyorum. ABD birçok konuda bir numaradır. Nüfusuna oranla en fazla tutukluya sahip, zengin ve fakir arasındaki uçurumda bir numara. En fazla cinayete sebebiyet veren ülkeyiz. Kitle imha silahlarının üretiminde ve kullanımında bir numarayız. Nükleer silah kullanımında tekiz. Gezegendeki en büyük ikiyüzlüyüz” sözleriyle konuşmasına başladı.

Katılımcı ekonominin kapitalizme bir alternatif olduğu kadar sosyalizmde bir alternatif olduğunu vurgulayan Albert konuşmasında şunları söyledi:

“Katılımcı ekonomi beş değer ile başlıyor. Bir ekonomi insanların birbiriyle nasıl etkileşim içerisinde olduğunu etkiler. İhtiyacımız olan birbirimizle dayanışmamızı sağlayacak bir ekonomi. Bir diğer de seçenekler. Bununla ilgili terim nedir homojenleşme tek tipleşme mi istiyoruz yoksa başka bir şey mi. Bunun bir sebebi de sonsuza kadar yaşayacak değiliz ve her şeyi de bilmiyoruz. Sonsuza kadar yayamayacak olduğumuz için başka insanlar içinde bir şeyler yapmaya ihtiyacımız var. Dolaysıyla hata da yapabilir. Hata yapabilirsen seçeneğe ihtiyacımız var ki başkalarının yaptığı şeyleri izleyebilelim. Dayanışma ve seçenek sahibi olmak bu açıdan çok önemli. Üçüncü de eğer biraz daha karmaşık.

Ekonomi bizim sosyal üründen aldığımı payı simgeler. Topluluğun ürettiği devasa bir pasta gibi düşünürsek kim ne kadarlık pasta alacak. Bu gelir dağılımı ile ilgili. Genelde insanlar eşitlik derler ama ben hakkaniyet derim. Ama aslında bu bizi bir yere getirmeyebilir bundan ne kast ettiğimiz önemli. Bu anlamda iktisatçılar çokta alternatif sunmuyorlar. Sizin gelirini yöneten normlara bakmak lazım.''

Alcapon’la yaptığı bir röportajında gazetecinin, “ABD'nin neyi beğeniyorsunuz” sorusunu hatırlatan Albert, “Alcapon verdiği cevapta ABD mükemmel bir ülke çünkü alabileceğinin her şeyi alabiliyorsun, diyor. Bu nedenle aynı akademisyenlerle aynı görüşte. Norm şu pazarlık gücüne göre konumlanıyorsun. Güzün fazlaysa daha fazla gelir sahibisin. Bu haydut ekonomisini haklı bulmak mümkün değil. Bir diğeri sosyalistlerin savunduğu bir norm. Emeğin ve çabanla oluşturduğun ürün kadar almalısın. Buradaki argüman bu kadar üretiyor ve karşılığında bu kadar alıyorsan birileri senin emeğini sömürüyor demektir. Bu adil değil. O yüzden ürettiğin miktara karşılık gelen bir gelirin olmalı” şeklinde konuştu.

Sosyalist normun “ürettiğiniz şeyin eş değerini alırısınız dediğini hatırlatan Albert şunları söyledi:

“Siz hoşlanın veya hoşlanmayın Micheal Jordon kazanmasını istiyor. 20 milyon dolar kazanıyordu. Peki geri kalan değeri kim aldı? Farklı fiziksel özelliklerde insanın aynı koşullar altında farklı üretimde bulunmasını karsısında eşitsiz bir gelir elde etmesini doğru bulmuyorum. Yine farklı olarak aynı şartlara sahip olmakla birlikte farklı özellikte aletlerle aynı şartlarda yapılan üretimde de yine farklı gelir mi verilmedi. Genetik piyangodaki sansınızı ödüllendirilmesi ve gelişmiş aletin ödüllendirilmesini doğru bulmuyorum. Ekonomik olarak sağlam bir şey değil bu.

Diyelim ki sezonluğu 20 milyon dolar ödüyorum. Bu sizin için büyük bir teşvik. Bu teşvik karşısında genetik yapınızı değiştirebilir misiniz? Micheal Jordon olamazsınız. Burada teşvik işe yaramaz. Sizin sahip olduğunuz aletler yada genetik yapınız yada başka şekilde daha fazla urun üretmeniz ekonomik anlamda teşvik değil. Dayanışma ve çeşitlilikten bahsettik şimdi bu acıdan hakkaniyet sunu ödüllendirmektir.

Bu benim etik açıdan beğendiğim bir şey ve bence ekonomik açıdan sağlam. Margaret Teacgher alternatif yok demişti. Ben bir ekonomik alternatif sunuyorum. Teacher doktorun daha fazla maaş alması gerektiğin, savunduğunda, bütün tıp eğitim verdiği acılı sürece dayanak gösteriyordu. Zahmeti ve acıyı ödüllendirmemiz lazım. Aslında iş uzunluğunu, yoğunluğu ve zahmetini ödüllendirmek mantıklı.

Bir diğer konu ekonomi zerindeki söz hakkı. Kapitalist karı önemser onu önemli bulur. Kapitalist işçinin ne durumda olduğunu umursamaz. Yenilenebilir olmayan enerjiyi, çevreyi umursamaz. Kapitalistin başarmak istediği kapitalist değerde bir uygarlık. Bizim verimliğimiz ise eğer katılımcı ekonomi taraftarı isek, ihtiyaçlarını karşılayan ve potansiyelleri geliştiren şeylerdir. Katılımcı sahip olduğunuz olanakları üretmektir. Bunu yaparken de hakkaniyeti dayanışmayı ve kendi öz yönetimi sağlayarak yapar, bunu yaparken de sahip olduğunuz kaynakları israf etmez. Bu değerlerin gerçekleşmesini istiyorsak buna uygun kurumlar ortaya koymak gerekir.

Öz yönetime sahip olacağımızdan bisiklet üretimi yapılan bir yerde yönetimi kim alacak. Hedeflerini ve amaçlarını harekete geçirecek bir kuruma ihtiyaç var ve bir işçi komisyonu kurulacak. İkinci şey ise işin zorlukları ile ilgili kurumlardır. Her yıl onlarca insan kapitalizm yüzünden ölüyor. Yeni bir yönetim sistemine ihtiyacımız var ve bunu savunmamız lazım. Bunu inceleyip, koşulu olduğuna karar verirseniz daha iyi bir fikirle ortaya çıkmalısınız.

Üretim araçlarının ne yapılacağı konusu öz yönetim ve katılımcı planlama ile oluşur. Kim kontrol ediyor derseniz tüketiciler ve işçiler birlikte kontrol ediyor. Artı değer hemen hemen aslında hiçbir şey demek değil. Tüm bunların demokratik özerklik ile ilişkisi şu. Konseyler kurmak ve konseylerin o mahallelerdeki sorunlara çözümler bulması ve harekete geçmeleridir. Bunun kolektif olarak yapılması çok benzer bir şey. Sorunlar da benzerdir eminim ama bu konseyleri oluşturmak ve insanları harekete geçirmek zor oluyordu. Venezuella’da bu zor çünkü bir şey başarabileceklerine dair güvenleri yok. Bir başka problem koordinatör. Bunu istemiyorlar. Herkes değil ama bazıları gerçek anlamda öz yönetim istiyor ama birçoğu bunu engellemeye çalışıyor.''

Hiç yorum yok: