12 Haziran 2012 Salı

Sofrada Kürtler Yok, Kurtlar Var!

Arka planda yürüyen senaryo sahneleniyor.

Gizli diplomaside kimler neler söyledi, hengi pazarlıklar yapıldı; belki de yıllar sonra açıklanacak.


Bilinen tek şey: Bu senaryonun baş mimarının ABD olduğudur.


Öcalan aylar boyu Avukatlarıyla görüştürülmedi.


Sanki Erdoğan, siyasi gündemin sadece kendisi tarafından tayin edilmesini istedi.


Veya Erdoğan, Öcalan ile dolaylı görüştü.


Ama görünüde okunan şey şu: Erdoğan Başbakanlık hükmünün Öcalan’da değil, kendisinde olmasını buyurdu.


Tüm bu görüşlerin dayandığı gelişmeler şunlar:


Cumhurbaşkanı Gül, Ehmedê Xanî’nin türbesini ziyaret etti;


ABD Kongresi, PKK’ye silahlı mücadeleden vazgeçmesi için çağrıda bulundu;


Atalay, anadilde eğitim için açıklama yapılacağını bildirdi;


Talabani, PKK ile Türkiye arasında arabuluculuk yapacağının sinyalini verdi.


Önemlisi:


Mustafa Kemal’in varisi CHP ile Saidî Nursi’ye akraba AKP Kürt sorununun „çözümü” için biraraya geldiler.


Mutabakat sağlanmış!


Hangi konularda belli değil.


Sadece gazetelere yansıyan tek bilgi var: „iyi şeyler olacak“.


Tüm bu „gelişmelere” yol açan güç Kürtler olmasına rağmen, yukarıdaki gelişmelerin yansıdığı tabloda Kürtler yok. 


Konuştuğum birçok „bilirkişi”, Kürtler’in tüm bu gelişmelerin „uzaktan kumandası” olduğunu belirtiyorlar.

Uzaktan kumanda, Ankara’ya ikibin kilometer uzaktaki „Kandil”dekilerin elinde. Başka bir „uzaktan kumanda“ ise, Ankara’ya binlerce kilometre uzaktaki ABD’ye endeksli.


Ankara’dan kurtulmak için varolan gücün merkezi Diyarbekir.


Baydemir, meslektaşı Bekir Kaya ve arkadaşlarının tutuklamasıyla ilgili:  „Türkiye Cumhuriyeti’nin faşizmin ifadesi“ olduğunu belirtti.


Wan’dan olumlu bir ses ise, Gülşen Orhan’dan geldi: „bu yanlıştan dönün!“


Türkiye’yi tüm bu gelişmelere mecbu eden güç, Kürt halkının tarihe itirazı.


Ve görünen sahnede Kürtler yok.


Kurtlar var.


Güney’de Kürdistan kurulsa, Türk patentli olsun;


Ehmedê Xanî‘nin, „büyük düşünür“ olması Türk Cumhurbaşkanı’nın damgasını taşımalı.


Anadilde eğitim, kolonyal faşizmin „lütfu“.


KCK’liler’e „af“ çıkarılsa, bu AKP’nin „özgürlükçü“ olduğunun ispatı sayılacak.


Diyarbekir’de sökülüp atılan Kürtçe lehvalar, Türk İçişleri Bakanı tarafından resmi törenle yeniden konduğunda, bu AB’ye Türkiye’nin artısı olarak telgraf edilecek.


Öcalan Avukatlarıyla görüştürülecek ve AKP „hukuk şövalyesi“ ilan edilecek.


Sonuçta:


Kürtçe sadece AKP’ye ait dünyada serbest;


Kürtler sadece AKP hükmündeki dünyada özgür;


Kürt mirası, AKP damgasıyla meşruriyete ulaşacak.


Sofrada kurtlar var, Kürtler yok.


Bu başka „yeni dönem“.


Kürtler’in kurtuluşunu getireceğine hiç inanmadığım bir „tekrar“.


Herşeye rağmen, yeni bir dönem başladı: Türkiye Kürtler’den nasıl kurtulacak?


SELİM FERAT
Selimferat@web.de

AKP’nin CHP Girişimine Yaklaşımı

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’ın görüşmesiyle birlikte bazı çevreler Kürt sorununun çözümünde bir umut belirdiğini söylediler. Tabii ki Kürt sorununun çözümü açısından ne kadar siyasi parti bir araya gelse iyidir. Ancak bu bir araya gelişin hangi amaçla olduğu daha da önemlidir. Kürtlerin iradesinin tanınmadığı ve muhatap alınmadığı bir yerde kim herhangi bir çözümden söz edebilir? Kürtlerin siyasi iradesini tanımayan ve taleplerini kabul etmeyen her girişim on yıllardır sürdürülen ezme ve tasfiye politikasından farklı bir şey ifade etmez.

Kürt Özgürlük Hareketi AKP’ye yıllardır çözüm için şans verdi. Her seçim öncesi ateşkes yaptı. AKP hükümetiyle görüşmeleri yıllarca sürdürdü. Buna Erdoğan’ın 2011 seçimleri öncesi verdiği cevap idam tartışmaları oldu. Kürt Halk Önderi’nin sunduğu protokollere olumlu cevap verilmedi. Kürt Halk Önderi bu protokollerle birlikte Meclis bu konuda inisiyatif alsın, benim de çözüm için önüm açılsın, dedi. AKP bu olumlu yaklaşımlara rağmen oyalama ve tasfiye politikasında ısrar etti. 


AKP’nin bir çözüm politikası olmadığı, ezme ve tasfiye etmede ısrar ettiği İmralı’daki tehdit ve şantaj politikası ve Kürt siyasetçilere karşı yürüttüğü saldırı kampanyasıyla onlarca defa netleşmiştir. Zaten tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak söylemleri çözümsüzlüğün teorisidir. AKP Kılıçdaroğlu’nun çağrısıyla bu politikadan vazgeçip bir çözüm politikası ortaya koyacak mıdır, ya da CHP’nin AKP’yi bu politikadan vazgeçirecek bir çözüm projesi var mıdır? Bu görüşmeden bir gün sonra Van’ın tüm belediye başkanları tutuklanıyorsa, tıp öğrencileri bile hiçbir neden yokken tutuklanıyorsa kim AKP ve CHP’nin görüşmesinden umutlu olabilir? Eğer biz Kürtlerin iradesini kırarız, Kürtlere rağmen bu sorunu çözeriz deniliyorsa bu ayrı bir konudur. Kürtlerin iradesini tanımayan hiçbir adımın da çözüm olmayacağı açıktır.


Kürt sorunu Kürtlerin temel haklarının gasp edilmesiyle ve buna karşı Kürtlerin direnişiyle ortaya çıkmış bir sorundur. Ortada bir sorun varsa bunun nedeni Kürtlerin taleplerinin karşılanmamasıdır. Siyasi sorunlar ve savaşlar taleplerle ilgili ortaya çıkar. Talepler konusunda anlaşıldığında en şiddetli savaşlar bile bıçakla kesilmiş gibi kesilir. Devlet, Kürtlerin siyasi taleplerini bastırmak için yüz binlerce asker ve polisi besliyor ve Kürtlere karşı savaş yürütüyor. Kürtler ise siyasi taleplerde bulunduğu için ezilmek isteniyor. Bunun için de ezmek isteyenlere karşı direniyor. Eğer devlet Kürtlerin taleplerini kabul ederse ne bu bastırma politikasına ihtiyaç duyulur ne de Kürtler direnmek zorunda kalır. Dolayısıyla bu sorunda düğüm noktası devletin Kürt halkının taleplerine yaklaşımıdır. Bunun dışındaki her değerlendirme demagojidir ve bu yalın gerçeği örtmeye yöneliktir.


7-8 bin BDP’li tutuklanıyor, dışarıda hiçbir belediye başkanı bırakılmıyor, ama hala Hükümetin bir çözüm politikası olduğundan söz ediliyor! Böyle bir ortamda CHP ve AKP görüşmesinden olumlu şeyler çıkacağı söylemleri insanların aklıyla alay etmektir. AKP’nin bu hukuk faşizmine ve görülmedik düzeyde uyguladığı baskılara karşı çıkmayanların ne demokratik zihniyeti olabilir ne de o ülkede demokratikleşme umudundan söz edilebilir. İlk önce gerekli olan demokratik zihniyettir. Bu olmadan sarf edilen her söz boş seslerden ibaret kalır.


CHP’nin niyeti ve hedefi nedir belli olmuş değildir. Acaba bazı çevreler mi AKP’nin etkisiz kalan tasfiye politikasını güçlendirmek için CHP’yi iteklemişlerdir ya da CHP kendisi mi harekete geçmiştir buna şimdilik bir şey diyemeyiz. Ancak AKP’nin CHP’nin girişimini kendi tasfiye politikasını örten bir şal gibi ele aldığı görülmektedir. Beşir Atalay’ın CHP’nin bu girişiminin terörle mücadelede olumlu sonuçlar yaratmasını bekliyoruz sözleri herhalde düşünülmeden söylenmemiştir. 


Beşir Atalay psikolojik savaş merkezinin sorumlusudur. Son yıllarda PKK nasıl tasfiye edilir konusunda yoğunlaştığı bilinmektedir. Özellikle tasfiye politikası karşısında Kürtleri oyalama görevi yürütmektedir. Tasfiye politikası karşısında Kürtleri direnişsiz bırakma Beşir Atalay ve sorumlu olduğu kurumun temel görevidir. Son olarak görüşmeler oluyor, PKK silah bırakacak demiştir. Hem de savaşın şiddetlendiği ve devlet saldırılarının arttığı bir ortamda. Herhalde bu yalanı atarak Kürtleri bir beklenti içinde tutmayı hedefliyor. Bu sözlerin arkasından Kürtçe öğretim, yani seçmeli Kürtçe ders üzerinde duruyoruz demiştir. Bu seçmeli ders de Kürtlerin önüne atılmak istenen yeni bir kırıntı olmaktadır. Zaten AKP ile CHP Kürt sorununu çözecek adımlar dedikleri konularda eskiden beri aynı fikirdedirler. Her ikisi de Kürtleri yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altında tutacak bir çerçevede zımni olarak anlaşmış durumdadırlar.


PKK yetkilileri “biz hiçbir dış gücün baskısıyla, isteğiyle adım atmayız, bunlar boşuna beklentilerdir” demesine rağmen, Atalay’ın PKK’nin silah bırakması için KDP ve ABD ile ortak çalışıyoruz açıklamaları hiçbir değeri olmayan sözlerdir. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi bu koşullarda direniş dışında bir seçeneğimiz yoktur, olamaz diyerek defalarca açıklama yapmıştır. Kaldı ki AKP askeri ve siyasi saldırılarla savaşı tırmandırmış bulunmaktadır. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının son açıklamaları da AKP’nin bu saldırılarına karşı sonuna kadar direnilecektir biçiminde olmuştur.


AKP hala çözüm için adım atma yerine oyalama ve tasfiye etme politikasında ısrar ediyor. CHP’nin girişimini de bir çözüm için değerlendirme yerine böyle kullanmaya çalışıyor. Bu da, baskıların ve çatışmaların artacağı aylar ve yıllar geçirileceği anlamına gelmektedir.


HÜSEYİN ALİ

Kont Drakula - Faşist Erdoğan

AKP rejimi, tarihe vampir (kan içici) tiplemesiyle geçmiş Kont Drakula (Drecula)’nın korku hayaleti gibi Kürtlerin tepesinde dolanıp, insan avlıyor.

1400’lerde, Romanya’nın Transilvanya (Eflak) bölgesine hükmeden Drakula, yüz yıllar sonra, İrlandalı yazar Bram Stoker tarafından dişleri fırlak vampir tipi olarak geçti, edebiyat tarihine.


Çağımız, kendi çıkarını ülke çıkarı gibi gösteren Drakulalar mezarlığıdır. Ama aslı, bir başka fenomendi. Bir deli, ancak taklitçilerine örnek olacak düzeyde, olağanüstü kurnaz biriydi Drakul’a. Ülke çıkarı deyip, düşmanlarını kazığa geçirtirken zevklenerek seyreden. 


Yaşadığı dönemde, henüz kavmiyet, ulus, halk, millet olma bilinci yok, din birliği geçerli değer yargısıydı. O dönemde de açık göz zalimler, dini masal anlatıcısı dolandırıcılar, bu yoldan servetler topluyor, makamlar ediniyorlardı.


Yemek yerken, insanların kazığa geçirilmesini seyrettiği gravürlere bile geçti.


Öte yandan Kont, kendince Hıristiyan aziziydi. İşkence ve insan kırımına “ileri demokrasi” yerine, “din yolunda ilerlemek için iyilik” adını veriyordu.


 O da annesine düşkün bir evlat, çocuklarını servete boğan bir babaydı. Fakat, başkasının anne ve çocularına ilişkin duygularına yabancıydı.


Bugünkü Kürtlerin yaşadığı kader gibi Tresilvanyalı kadın ve çocuları zindanlarda topluyor, günah işlediğine hükmettiği kadınların memelerini kesiyor, bedenlerini diri diri kazığa geçiriyor, çocukların kesik başlarını kazıkların ucunda teşhir ediyordu.


Tarihin kayıtlarına göre, bir keresinde zindanda akıbetlerini bekleyen çocuklarını kurtarmak için Şatosunun önünde toplanan kadınları (o dönemde henüz biber gazı icat edilmemişti) özel yetiştirilmiş dövücülerle dağıtmayı gereksiz bulmuş, hepsini toplatmış, sonra onları iki gruba ayırmış, bir gurubu kestirip, etlerini çocuklarına yedirmiş, öteki gurubun kesik memelerini çocuklarının başına geçirtmişti.


Öldürttüğü insan kanını içtiğinden tarihe vampir olarak geçen Drakula için, bütün Tresilvanya birer Roboskî manzarasıydı.


Buna rağmen, öldürülmüş çocuklarını yasını tutan anneleri “istismarcı“ sevenlerini de “ölü sevici” ilan etmiyordu.


Drakula’nın ruhu öte yana, AKP rejiminde Kürt köylerinde, şehir ve kasabalarda evler gece yarısı, sabaha karşı basılıyor, kadın ve çocuklar polisler, askerler tarafından tutuklanıp, sorgulanıyor, sonra mahkemeler hukuk varmış gibi yaparak, hepsini cezaevine gönderiyordu.


İki yıldan beri, günde ortalama 20-30 Kürt tutuklanıyor. Bir hesaba göre AKP rejiminin esir sayısı 40 bine ulaştı.


Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, topyekün taarruza “sömürge yönetim tarzı” diyordu.


Hayır, sömürge yönetimlerinin de bir hukuku ve o hukuku yürütenlerin bir ahlakı, insanlıktan utanması vardı. İngiliz sömürge yönetimi, Hintlileri önce toplayıp, sonra gerekçe uydurmayacak kadar dürüsttü.


Bugüne kadar toplama kamplarına karşı sessiz kalan Kürdistan artık, patlamaya hazır barut torbası gibi. Patlamın en gürültülüsü Van’da duyuldu. Anlaşılıyor ki, ok yaydan çıktı. Zalime tepki giderek yayılacağa benziyor.


Rejimin Beşir’i ise sanki zalime başkaldırmamış gibi Kürdistan ulusal direniş hareketini teslime çağırıyor, sanki Kürtler onun arzusuyla isyan etmiş ve isteği üzerine “baş üstüne” demeye amadeymiş gibi “arzumuz bu” diyordu.


Bununla yetinmiyor, Güneylilerin esir kardeşlerini bastırma havasında olduğu yalanını uyduruyor.


Oysa, yeni Kürt gerçeği, Güneyli lider Mesut Barzani, bunlara laf anlatma çabasıyla, aralıksız “Kürtlerin birbirine silah çekme dönemi bitti” diyor. Çünkü o, kardeşinin özgürlüğüne silah doğrultanın asla iflah olmayacağını biliyor…


Lakin gelin de Beşir kafaya anlatın, anlatabilirseniz…


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

TC Patentli Yalana Görkemli Cevap!



Şırnak Uludure'de 19 Mayıs'ta çıkan bir çatışmada 2 arkadaşıyla beraber yaşamını yitiren HPG gerillası Musa Bostan (Welat Garzan), Almanya'nın Stuttgart kentinde, bin Kürdistanlının katıldığı bir etkinlikte anıldı. 


Arena Kültür Evi'nde yapılan anmaya katılan Kürdistanlılar, Musa Bostan'ın ailesine başsağlığı dileklerinde bulundu. Bostan'ın aile üyeleri ve taziyeye katılan Kürdistanlılar, gerilla Musa Bostan'ın 'parti içinde infaz edildi' iddiasını ortaya atan Türk basınına, yalan haber yaptığından dolayı öfkeliydi. Anma etkinliği, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'nde yaşamını yitiren devrimciler adına yapılan saygı duruşuyla başladı. Etkinliğin yapıldığı salon, özgürlük ve demokrasi için yaşamını yitiren gerillaların, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posterleri ve KCK bayrakları ile donatıldı. Anma programını Ozan Kawa Urmiye Kürtçe, Ozan Şeyhmus ise Türkçe sundu. Etkinliğin ilk anından itibaren salonda "Şehit Namirin" sloganları eksilmedi.

'Şehitlerimize layık olmalıyız'

 
Ozan Kawa Urmiye konuşmasında "Şehit ve şehadete yaklaşım Kürt halkı açısından çok büyük bir önem taşıyor. Bizler şehitlerimize layık olmalıyız" dedi. Anmada, 1999'da Almanya'dan PKK'ye katılan HPG gerillası Musa Bostan'ın kendi el yazısıyla yazdığı mektup, yengesi Solmaz Bostan tarafından okundu. Bostan, Avrupa'da yaşayan Kürt ailelere çocuklarını Kürt kültürü ile yetiştirmelerini ve mutlaka onlara Kürtçe öğretmelerini öneriyordu. HPG Anakarargah Komutanlığı'nın Musa Bostan için ailesine gönderdiği başsağlığı mesajı da okundu.

Ailesi Bostan'ı anlattı

 
1975 Elbistan-Çiftlik Köyü doğumlu Musa Bostan, Alevi olduğu için, Kızılbaş Alevi inancına göre dualar okundu. Ardından Musa Bostan'ın kişiliği, Kürt Özgürlük Mücadelesi'ne katılış nedeni, eğitim durumu ve gerilla mücadelesinde ortaya koyduğu duruş konusunda hazırlanan bir sinevizyon gösterimi yapıldı. Bostan'ın yeğeni Maraş yöresinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'ne katılım sağlayıp, yaşamını yitiren gerillaların anılarını sinevizyon eşliğinde anlatırken, agabeyi Garip Bostan, kardeşi ile anılarını  paylaştı.

Hiçbir zulüm karşılıksız kalmaz

 
Türk Başbakanı R.Tayyip Erdoğan'ın Kürt halkının katili olduğunu söyleyen Garip Bostan, kardeşinin ise özgürlük mücadelesi yolunda yaşamını yitirdiğini dile getirdi. Bostan şunları söyledi: "Hiçbir zulüm karşılıksız kalmaz. Bize nasip olmazsa, çocuklarımıza bu zülmün hesabı sormak mutlaka nasip olur." Taziye, Kawa Urmiye'nin "Ey Şehid" adlı marşı okumasıyla son buldu.

Bilinçli bir yalan

 
Kardeşinin naaşını almak için Kandil'e giden Sultan Bostan, Sabah gazetesinde kardeşinin PKK tarafından infaz edildiği yönünde çıkan iddialara sert tepki gösterdi. Yazılanların "bilinçli bir yalan" olduğunu belirten Bostan şöyle konuştu: "Kardeşim, şehit düştüğünde cenazesini getirip defneden arkadaşları 3 günlük bir savaşın yaşandığını belirtiyor. Yaralanması, son konuşmaları konusunda bilgi aldım. Şehit Welat, Maymun tepesi dedikleri bir tepeye saldırı yapan gruptadır. Tepe ele geçiriliyor. Daha sonra hava saldırısında, şarapnel parçasıyla kasığından yaralanıyor. Bir kadın arkadaş, yoğun bir saldırı altındayken O'nun yarasından akan kanı durdurmaya çalışıyor. Aşırı kan kaybından Musa şehadete ulaşıyor. Gerillalar en ufak ayrıntısına kadar bize olanları anlattı. Bizi, kardeşimin olduğu şehitlikteki mezarına götürdüler. Cenazeyi alıp gitme kararının tamamen bize ait olduğunu belirttiler. Çıkarılan bürokratik problemler ve yaz koşullarından ötürü cenazeyi şehitlikte bırakmayı uygun bulduk. Türk basını ölümüzü bile kirli amaçlarına alet ediyor, kullanıyor. Sabah Gazetesi'nin yaptığı bilinçli bir yalandır." 


AZİZ AMED / STUTTGART

Fetullah Gülen Cemaati Eğitim Sendikası Kurdu


Fethullah Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Aktif Eğitimciler Sendikası kuruldu. Sendikanın kuruluşu AKP güdümündeki Memur-Sen’e bağlı Eğitim-Bir-Sen’liler tarafından tepkiyle karşılandı.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre Gülen Cemaatine yakınlığıyla bilinen Aktif Eğitimciler Sendikası, hükümetle kamu emekçileri arasına yapılan toplu sözleşme sürecinin sonlanmasından 14 gün sonra kuruldu.

MUHALİF SENDİKACILAR CEZAEVİNDE

Gülen cemaati, 40 dolayında sendikacının cezaevlerine konulmasındaki KCK operasyonlarının arkasında olmakla suçlanıyor. Polise ve yargıya geniş bir şekilde sızdığı iddia edilen, cemaatin son yıllardaki binlerce gözaltı ve tutuklamada rolü olduğu belirtiliyor.

AKP iktidarı döneminde aralarında sendikaların da olduğu tüm muhalifler hedef olurken, cemaatçi ve iktidar yandaşı grup ve örgütlenmeler ise sınırsız bir hoşgörüden yararlanarak, üye sayılarını bugüne kadar görülmemiş bir düzeye çıkardı.

YANDAŞLARA SINIRSIZ HOŞGÖRÜ

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 5 Haziran günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söylemişti: "Muhalif bütün sendikalar AKP iktidarı ile tasfiye sürecine tabi tutuldu. AKP'nin beslediği sendikalar ise olağanüstü büyüme gösterdi. Mesela Memur-Sen, AKP'nin iktidara geldiği güne kadar 41 bin üyeye sahipti. AKP'den sonraki 9 yılda üye sayısı 515 bine çıktı. Hak-İş, AKP'den önceki 27 yılda 309 bin üye yaptı AKP döneminde ise 500 bine çıktı. Kamu-Sen ve KESK'in ise üye sayısı düştü. AKP'nin sendikaları işyerlerinde yöneticiler eliyle yöneticileri tehdit ediyor. AKP sendikası üyesi olmayanlar fişlendi, coplandı. Sendika binaları basıldı.”

GÜLEN CEMAATİ MUHALİFLERİ FİŞLİYOR, RAPORLAR HAZIRLIYOR

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan da bugün ANF’de yayınlanan mülakatında Gülen cemaatinin faaliyetlerine dikkat çekti: “Gülen’in birçok adamı bölgelerde legal kurumlara sızdırılmış, polis onların verdiği raporları esas alıp izleyerek kim aktif ise, kim oradaki Kürt toplumunu toparlamada rol oynuyorsa, bu belediye başkanı mı, il başkanı mı, mahalle komisyonu başkanı mı, il encümeni mi, her kimse, onları belirleyip tutukluyorsunuz. Bunlar tamamen Fethullahçıların toplum içerisinde oluşturmuş oldukları işbirlikçi ajan yapıların bilgilendirmeleri sonucu polisin takip ederek ve sıradan konuşmaları örgüt konuşmaları gibi gösterip devreye koyduğu tutuklama senaryolarıdır. Burada hukuk diye bir şey yoktur. Sömürgeci savaş hukuku vardır. Zaten Van belediye başkanı ve beraberindekiler operasyondan çok önce cezaevinde yerlerini hazırlamış oldukları açığa çıktı. Tamamen siyasi kararlar sonucu Kürt siyasetçileri tutuklanmaktadır. Bunlarla Kürt siyasetinin çökertilmesi ve bitirilmesi hedeflenmektedir. Siyasetsiz kalmış, öncüsüz kalmış bir toplumu istedikleri gibi yönetmeyi düşünüyorlar. Bu, bir savaştır. Bu, Kürt halkına ve Kürt siyasetine karşı geliştirilmiş bir soykırımdır.”

AKP Yenilgiyi Hazmedemedi



12 Haziran 2011 genel seçimleri üzerinden bir yıl geçti. Askeri ve siyasi operasyonlar ile Kürdistan'ı savaş sahası haline getiren AKP'nin uygulamaları 80'li yılları aratmayacak nitelikte. Seçilmiş Kürt siyasetçilerin neredeyse tamamı tutuklanırken, AKP iç savaş provaları yapıyor. 

2009 yerel seçimlerinde kapatılan DTP'nin elde ettiği seçim zaferinin benzerini tüm baskı ve engellemelere rağmen blok adayları ile sağlayan BDP'nin başarısı devletin hedefi haline geldi. Bu başarı karşısında soykırım operasyonları ile karşılaşan BDP'ye ilk engel seçime 2 aydan az bir süre kala Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) 6 bağımsız milletvekili adayı ile ilgili verdiği veto kararı oldu. İşte siyasi soykırım operasyonlarının bir yıllık bilançosu:
Oruç katledildi: YSK'nin 20 Nisan 2011'de verdiği veto karar  gösteriler ile protesto edildi. Gösteriler sonucu Bismil'de lise öğrencisi Halil İbrahim Oruç polis tarafından öldürüldü. Oruç'u katledenler halen bulunamadı. 


Dicle'nin vekilliği düşürüldü: Seçim sonrası DEP eski Milletvekili Hatip Dicle, Kemal Aktaş, Gülseren Yıldırım, Selma Irmak, İbrahim Ayhan ile Faysal Sarıyıldız ile ilgili mazbata tartışmaları yaşandı. 5 milletvekiline mazbataları verilirken, bu kez de YSK, 22 Haziran'da DEP eski Milletvekili Hatip Dicle'nin milletvekilliği düşürüldü. Dicle'nin vekilliğini düşüren YSK, AKP'nin Diyarbakır'da 6. sıra milletvekili adayı Oya Eronat'a vekilliği verdi. Kararın hemen ertesi günü "Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu" Meclis'e gitmeme kararı aldı. Grup toplantılarını Amed'de sürdüren BDP, 28 Eylül tarihinde düzenlediği basın toplantısı ile 1 Ekim tarihinden itibaren meclise gitme kararı aldı. 


Demokratik Özerklik ilan edildi:
Tam da bunlar yaşanırken, Demokratik Toplum Kongresi, 14 Temmuz 2011 tarihinde Demokratik Özerkliği ilan ettiğini duyurdu. Aynı saatlerde Silvan'da operasyona çıkan askerler ile HPG'liler arasında meydana gelen çatışma 13 asker ile 3 HPG'li ve halen kimlikleri açıklanmayan fakat kontra oldukları öne sürülen 5 kişi yaşamını yitirdi. 


Erdoğan'dan operasyon talimatı: Seçimlerden sonra Başbakan Erdoğan'ın ilk icraatı ise, BDP'ye yönelik operasyon talimatları oldu. Seçim sonrası ilk siyasi soykırım operasyonu BDP'nin Siyaset Akademilerine yönelik gerçekleştirildi. 


Ersanlı ve Zarakolu tutuklandı: 5 Ekim ve 28 Ekim 2011 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 193 kişiden Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi ve BDP Anayasa Komisyonu üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yayıncı Ragıp Zarakolu'nun da aralarında bulunduğu 147 kişi tutuklandı. 


Öcalan'ın avukatları alındı: İstanbul'un ardından Diyarbakır başta olmak üzere birçok ilde de "Siyaset Akademileri"ne yönelik düzenlenen eş zamanlı operasyonlarda yüzü aşkın kişi tutuklandı. İkinci dalga operasyon bu kez 23 Aralık 2011 tarihinde 16 ilde avukatlara yönelik yapıldı. Gözaltına alınan 49'u avukat 88 kişiden 36 avukat tutuklanırken, 36'sı tutuklu 52 kişi hakkında ise dava açıldı. 


Özgür basına darbe girişimi: 2011 yılının sonlarına doğru yapılan ikinci büyük dalga soykırım operasyonunda bu kez hedefe gazeteciler vardı. İstanbul Özel Yetkili 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile DİHA'nın tüm büroları ile Gündem Gazetesi, Demokratik Modernite Dergisi, ANF ve Etik Ajans'ın bürolarına yönelik 49 basın emekçisi gözaltına alındı. 36'sı tutuklu 44 gazeteci hakkında "örgüt üyeliği" ve "örgüt yöneticiliği" iddiaları ile dava açıldı.

 
Roboskî'de katliam yapıldı: Bir taraftan soykırım operasyonları sürürken, bu kez katliam haberi 28 Aralık 2011'de Şırnak'ın Uludere İlçesi'ne bağlı Ortasu (Roboskî) Köyü'nden geldi. Çoğu çocuk 34 köylü savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledildi.


Hak ihlalleri tavan yaptı: İHD Diyarbakır Şubesi'nin hazırladığı "Hak ihlali raporu"nda da son bir yıl içinde yaşanan hak ihlalleri tavan yaptı. 2011 yılı içinde polis ve jandarma, "Keyfi öldürme, silah kullanma yetkisinin ihlali ve dur ihtarına uymadığı" gerekçesi ile 47 kişiyi öldürürken, 86 kişiyi ise yaraladı. Aynı yıl içinde bir yurttaşı katleden korcular 20 yurttaşı ise yaraladı. Biri çocuk 20 yurttaşın faili meçhul cinayete kurban gittiği süreçte saldırı sonucu yaralandı, 13 kişi cezaevinde yaşamını yitirdi. Ayrıca 2 bin 326 eve baskın düzenlendi, 6 bin 306 kişi gözaltına alındı ve 1917 kişi tutuklandı.


2012'nin ilk infazı Amed'de yaşandı:
20 Ocak 2012 tarihinde İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvuran Nesip Kar, 31 Aralık 2011 tarihinde özel timler tarafından evlerine düzenlenen baskında gözaltına alınan kardeşi Mekin Kar ile yanında bulunan arkadaşı Agit Altan'ın gözaltı sırasında infaz edildiğini bildirdi. 


AKP'nin 'işkenceye sıfır' toleransı: İHD Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan ve 2012 yılının ilk 4 ayını kapsayan "Yaşam Hak İhlalleri" raporunda ilk 4 ay içinde 4 sivil polis tarafından öldürüldü. 4 siyasi tutsağın cezaevinde yaşamını yitirdiği bildirilen raporda 2'si çocuk 6 kişinin faili meçhul saldırı sonucu yaşamını yitirdiği 2'si kadın 33 kişinin de yaralandığı bildirildi. Yine ilk 4 ay içinde meydana gelen şüpheli asker ve polis ölümleri kısmında 2'si intihara teşebbüs 9 kişinin yaşamını yitirdiği kaydedildi. Rapora göre, çatışmalı ortam nedeniyle yıl içinde arazi, yayla, mera ve otlak yasağının yaşandığı 2012 yılı içinde operasyonda yaşamını yitiren 18 gerillanın naşının verilmediği 7'sinin naşına yönelik ise fiziki tahribat yapıldığının altı çizildi. 


Anadile ve düşünceye kelepçe: 37 kişinin gözaltında işkence ve kötü muamele gördüğü 4 aylık süre zarfında 109'u çocuk 2 bin 34 kişi  gözaltına alındı. Bunlardan 33'ü çocuk 733 kişi tutuklandı. Bin 198 eve baskın düzenlendi. 629 yayın hakkında toplatma ve yasaklama kararı çıkarıldı. 176 kez anadilde savunmaya yönelik yasak getirildi.


19 belediye başkanı tutuklu: Van'da 7 Haziran tarihinde BDP ve bağlı belediyelere yönelik düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 14 kişiden Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Asrın Hukuk Bürosu avukatı Cüneyt Caniş ve İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınan Başkale Belediye Başkanı İhsan Güler, BDP Muradiye İlçe Başkanı Mehmet Şirin Yıldız, Özalp Belediye Başkanı Murat Durmaz, BDP Başkale eski İlçe Başkanı ve DTK üyesi Derviş Polat, Edremit Belediye Başkanı Abdulkerim Sayan, BDP Çaldıran İlçe Başkanı Metin Adugit, BDP Erciş eski İlçe Başkanı Veli Avcı ile BDP Özalp İlçe Başkanı Yakup Almaç, "Siyasi parti etkinliklerinin çoğulluk ve devamlılık arz eden, örgütsel faaliyetlerde" bulundukları ve buna bağlı "Örgüte üye" oldukları iddiasıyla tutuklandı. Son tutuklamalar ile birlikte BDP'den seçilmiş tutuklu belediye başkan sayısı 19'a yükselmiş oldu.

Adana'da 650 BDP'li cezaevinde

Adana'da 650 yönetici ve çalışanı tutuklu olan BDP 17 Haziran'da olağanüstü kongerye gidiyor.


AKP Hükümeti'nin talimatıyla 2009 yılında başlatılan siyasi soykırım operasyonları kapsamında sadece Adana'da binlerce BDP'li gözaltına alınırken, bunlardan 650'si tutuklandı. BDP Parti Meclisi üyesi Mehdi Aslan, BDP eski Adana İl Başkanı Zeki Karataş, ilçe başkanları Hüseyin Beyaz ve Refik Bayav da hala cezaevinde olan BDP'lilerden. BDP Genel Merkezi, yönetimlerinde oluşan boşlukları aşmak için Adana'da 17 Haziran'da olağanüstü kongreye gidilmesine karar verdi. Kongreye BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın katılacağı bildirildi. 


BDP Adana İl Başkanı Ferdi Sönmez, partilerinin ciddi bir baskı altında olduğuna dikkat çekerek, "Amaç güçsüz ve örgütsüz bırakmak" dedi. Sadece BDP'lilerin değil sendikacıların, emekçilerin, işçilerin ve sivil toplum örgütlerinin her türlü eylem ve çalışmalarının devlet tarafından terörize edildiğine dikkat çeken Sönmez, tüm bu çevrelerle ortak hareket ederek, mücadeleyi yükselteceklerini söyledi. 


Kongreye Newroz ruhuyla hazırlandıklarını vurgulayan Sönmez, şimdiye kadar mahallerde 30'u aşkın halk toplantısı yaptıklarını ve buralardan gelen öneriler doğrultusunda yönetimlerini oluşturacaklarını söyledi.

BDP'den AB'ye protesto

BDP Van Milletvekili ve Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Türk Grubu Üyesi Nazmi Gür, Van'daki tutuklamaları kınamak için 13-14 Haziran'da yapılacak olan toplantıya katılmayacağını açıkladı. 


Nazmi Gür, Türkiye'de yaşananlara sessiz kalan Avrupa Birliği'ni protesto için toplantıya katılmayacağını belirterek, "8 bin arkadaşımız tutuklandı. AKP'nin sınır tanımayan saldırganlığı devam ediyor. AB bunu bilmesine rağmen bu saldırganlığı karşı sessizliği bizim acımızda ciddi bir eleştiri konusudur. Türkiye AB ilişkileri bu hükümet tarafından dondurulmuştur. Bana rağmen Kürt sorununun demokratik çözümünde ciddi bir çaba içinde olan BDP'ye karşı haksız hukuksuz saldırılara karşı AB'ye sesini yükseltmeye çağırıyoruz" dedi. Gür, başta AB olmak üzere duyarlı kesimlere da çağrıda bulunarak AKP'nin gerçek yüzünü artık görmelerini istedi.



METİN İNAN / DİHA/AMED

Tutuklanan Van Belediyesi Başkanı Bekir Kaya'nın Cezaevindeki Hücresi Önceden Hazırlanmış

AKP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi’nin 3 Haziran’da Muş’ta yaptığı açıklama, Van’da BDP’ye yönelik operasyon yapılacağının sinyallerini vermişti. Tanrıverdi açıklamasında, “BDP’li belediye başkanlarına baktığımızda dağa destek vermek anlayışında. Özellikle BDP’li belediyelerin yöneticilerinin, başkan ya da idarecilerinin KCK operasyonlarıyla içeri alındıklarını ve suçlu olarak tutuklandıklarını görüyoruz. Bunların işbaşında görev yaparken kanuna aykırı çalışmalar yaptığını bunlardan anlıyoruz. Dolayısıyla bunlar siyasi bir operasyon değildir. Yargının operasyonudur. Yargı kim suç işlemişse cezasını verecektir. Bu noktada suç işleyenler de kendilerine dikkat etmelidir” diyerek BDP’lileri tehdit etmişti.

Cezaevindeki odalar boşaltıldı

Bu açıklamadan 5 gün sonra BDP’li Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Özalp Belediye Başkanı Murat Durmaz ve Edremit Belediye Başkanı Abdulkerim Sayan’nın da bulunduğu 10 BDP’li tutuklandı. 


Van F Tipi Cezaevi’nden dün gelen bir haber ise operasyonların hükümetin talimatıyla yapıldığını gözler önüne serdi. AKP’li Tanrıverdi’nin konuşmalarından sonra Van F Tipi Cezaevi’ndeki koğuşların tutuklanacak, BDP’liler için boşaltıldığı ortaya çıktı. “Başkanlar bu odalara gelecek” şeklinde söylemlerin cezaevi koğuşlarına kadar yayıldığı tespit edildi. Bu iddialarla operasyonların nasıl yapıldığı ve operasyonun kimler tarafından yönlendirildiği de ortaya çıkarmış oldu. 


DİHA/VAN