Almanya’daki yaygın medya bir hafta boyunca Suriye’nin düşürdüğü Türk
savaş uçağını haber yaptı. Yaygın medyanın savaş kışkırtıcılığı – ve
NATO toplantısından savaş kararı çıkmamasının yarattığı hayal kırıklığı –
bir yana, okurların çıkan haberlere yaptıkları yorumlar hayli ilginçti.
Büyük bir çoğunluk, "olay, Suriye’ye saldırmak için bir neden yaratma
çabası" yorumunu yapıyordu.
Görüldüğü kadarıyla Avrupa kamuoyu, bunca deneyimden sonra, "savaş nedeni" olarak gösterilmeye çalışılan olaylara şüpheyle bakıyor. Türkiye kamuoyunda da benzer yaklaşımlar mevcut. Peki, kamuoyunda durum böyleyken, Başbakan Erdoğan’ın – bir Alman gazetesinin yazdığı gibi – "oryantal savaş baronu" edasıyla kükremesinin ardında ne yatıyor? Türkiye’yi uçurumun kenarından uçuruma sürükleyecek böylesi bir politikanın getirisi ne olabilir? Mesele sadece Hz. Ali’yi referans göstererek, "haksızlıklar karşısında susmamak" mı?
Öncelikle askerî uzmanların bir görüşünün altını çizmek gerekiyor. Türkiye’nin, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun anlattığı gibi, radar sistemlerini denemek için savaş uçağı kaldırmasına gerek yok. Doğru, düşürülen uçak bir RF-4E Phantom jeti ve genellikle casusluk teknolojisiyle donatılılar. Ancak, ki bölgedeki tüm ülkelerce bu bilinir, bölgenin radar taraması ABD’nin İncirlik Üssü’nde konuşlandırılan "İHA"lar tarafından yapılmakta ve Türkiye’deki çeşitli NATO radarlarınca desteklenmektedir. Bu iş için Phantom’a gerek yoktur.
Kaldı ki, uluslararası hukuku temel alırsak, başka devletlerin hava sahasını ihlal eden askeri uçakların düşürülme riski yüksektir. Her ne kadar olağan durumlarda bu iş diplomatik yollardan halledilse de, olağanüstü bir durum yaşayan Suriye’nin hava sahasını ihlal eden bir uçağın düşürülme olasılığının son derece yüksek olduğunu tahmin etmek için uzman olmaya gerek yok. Her kim böylesi bir durumda kendi uçağını hedef haline getiriyorsa, asıl amacının farklı olduğu suçlamasına maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
Türkiye’nin başına gelen budur. Dahası bir tarafta savaş uçağı düşürülerek, "süper güç" olma imajı çizilmiş, diğer tarafta da müttefiklerince istekleri kulak ardı edilmiştir. AKP Hükümeti, kendi eliyle Suriye politikasını çıkmaza sokmuştur.
Asıp-kesme, kükreme gibi tavırlar, ciddî devlet politikasının değil, yapılan yanlışların, imaj zedelenmesinin ve alınan siyasî yenilginin üstünü örtme çabasının göstergesidir. Erdoğan’ın kükremesinin perde arkasında yatan nedenlerden birisi budur.
Kanımca AKP’ni zorlayan başka nedenler de var: Bir kere Suriye konusunda "camdan böylesine sarkan" ve kendi liderliğinde oluşacak bir "Sünnî Aksi" ile emperyal heveslerini gerçekleştirmek isteyen Türkiye’nin daha fazla bekleyecek zamanı kalmadı. AKP’ni destekleyen sermaye fraksiyonlarının, başta Rusya, İran ve Suriye’de olmak üzere, bölgedeki çıkarları, alan daralmasına uzun süre tahammül edebilmelerini engellemektedir. Zaman ve para sorunu olmayan Batı gibi bekleme lüksüne sahip değiller. Suriye’de çözümsüzlüğün sürmesi, bizzat AKP Hükümetinin geleceğini tehdit etmektedir.
Diğer taraftan, ikincisi, Türkiye’nin iktisadî ve konjonktürel sorunları AKP Hükümetinin hareket alanını daraltmakta. Carî açık, sektörel tüketici kredilerinin pahalılanması, giderek patlamaya hazır hale gelen gayrimenkul balonu, uluslararası rating ajanslarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi, enerjide dışa bağımlılığın artması (bu bağlamda Rusya’nın rolü), Türkiye’nin Mısır’dan sonra dünyanın ikinci büyük gıda ithalatcısı olması ve kronik işsizliğin yarattığı baskı, üstleri pek kolay örtülebilecek meseleler değiller, ama savaş retoriği bu işi üstlenebilir.
Üçüncüsü de, ülkenin çözümsüzlüklerinin ana sorunu olan Kürt Sorunu’dur. Suriye’de Türkiye tarafından bir tampon bölge oluşturulması ve (böylece) "Kandil Dağları"nın işgalinin "yolunun açılacağı" hesapları, birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Erdoğan’ın kükremesinin perde arkasında kanımca bunlar yatıyor. Ama kükremek, savaş naraları atmak, ülkeyi uçurumdan kurtarmaya yetmeyecek. Tarih, sorumlu siyasetin tahmin hatalarının ne fecî sonuçlara yol açtığını gösteren onca örnekle doludur. AKP Hükümetinin Suriye politikaları, tahmin hatalarına dayanmaktadır. Birisi Erdoğan’a, çıkış yolunun Şam’dan değil, "Kürdistan Barışı"ndan geçtiğini hatırlatmalıdır.
Türkiye’deki barış yanlılarının, demokrasi güçlerinin ve emek hareketinin en ivedi görevi bence budur.
Görüldüğü kadarıyla Avrupa kamuoyu, bunca deneyimden sonra, "savaş nedeni" olarak gösterilmeye çalışılan olaylara şüpheyle bakıyor. Türkiye kamuoyunda da benzer yaklaşımlar mevcut. Peki, kamuoyunda durum böyleyken, Başbakan Erdoğan’ın – bir Alman gazetesinin yazdığı gibi – "oryantal savaş baronu" edasıyla kükremesinin ardında ne yatıyor? Türkiye’yi uçurumun kenarından uçuruma sürükleyecek böylesi bir politikanın getirisi ne olabilir? Mesele sadece Hz. Ali’yi referans göstererek, "haksızlıklar karşısında susmamak" mı?
Öncelikle askerî uzmanların bir görüşünün altını çizmek gerekiyor. Türkiye’nin, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun anlattığı gibi, radar sistemlerini denemek için savaş uçağı kaldırmasına gerek yok. Doğru, düşürülen uçak bir RF-4E Phantom jeti ve genellikle casusluk teknolojisiyle donatılılar. Ancak, ki bölgedeki tüm ülkelerce bu bilinir, bölgenin radar taraması ABD’nin İncirlik Üssü’nde konuşlandırılan "İHA"lar tarafından yapılmakta ve Türkiye’deki çeşitli NATO radarlarınca desteklenmektedir. Bu iş için Phantom’a gerek yoktur.
Kaldı ki, uluslararası hukuku temel alırsak, başka devletlerin hava sahasını ihlal eden askeri uçakların düşürülme riski yüksektir. Her ne kadar olağan durumlarda bu iş diplomatik yollardan halledilse de, olağanüstü bir durum yaşayan Suriye’nin hava sahasını ihlal eden bir uçağın düşürülme olasılığının son derece yüksek olduğunu tahmin etmek için uzman olmaya gerek yok. Her kim böylesi bir durumda kendi uçağını hedef haline getiriyorsa, asıl amacının farklı olduğu suçlamasına maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
Türkiye’nin başına gelen budur. Dahası bir tarafta savaş uçağı düşürülerek, "süper güç" olma imajı çizilmiş, diğer tarafta da müttefiklerince istekleri kulak ardı edilmiştir. AKP Hükümeti, kendi eliyle Suriye politikasını çıkmaza sokmuştur.
Asıp-kesme, kükreme gibi tavırlar, ciddî devlet politikasının değil, yapılan yanlışların, imaj zedelenmesinin ve alınan siyasî yenilginin üstünü örtme çabasının göstergesidir. Erdoğan’ın kükremesinin perde arkasında yatan nedenlerden birisi budur.
Kanımca AKP’ni zorlayan başka nedenler de var: Bir kere Suriye konusunda "camdan böylesine sarkan" ve kendi liderliğinde oluşacak bir "Sünnî Aksi" ile emperyal heveslerini gerçekleştirmek isteyen Türkiye’nin daha fazla bekleyecek zamanı kalmadı. AKP’ni destekleyen sermaye fraksiyonlarının, başta Rusya, İran ve Suriye’de olmak üzere, bölgedeki çıkarları, alan daralmasına uzun süre tahammül edebilmelerini engellemektedir. Zaman ve para sorunu olmayan Batı gibi bekleme lüksüne sahip değiller. Suriye’de çözümsüzlüğün sürmesi, bizzat AKP Hükümetinin geleceğini tehdit etmektedir.
Diğer taraftan, ikincisi, Türkiye’nin iktisadî ve konjonktürel sorunları AKP Hükümetinin hareket alanını daraltmakta. Carî açık, sektörel tüketici kredilerinin pahalılanması, giderek patlamaya hazır hale gelen gayrimenkul balonu, uluslararası rating ajanslarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi, enerjide dışa bağımlılığın artması (bu bağlamda Rusya’nın rolü), Türkiye’nin Mısır’dan sonra dünyanın ikinci büyük gıda ithalatcısı olması ve kronik işsizliğin yarattığı baskı, üstleri pek kolay örtülebilecek meseleler değiller, ama savaş retoriği bu işi üstlenebilir.
Üçüncüsü de, ülkenin çözümsüzlüklerinin ana sorunu olan Kürt Sorunu’dur. Suriye’de Türkiye tarafından bir tampon bölge oluşturulması ve (böylece) "Kandil Dağları"nın işgalinin "yolunun açılacağı" hesapları, birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Erdoğan’ın kükremesinin perde arkasında kanımca bunlar yatıyor. Ama kükremek, savaş naraları atmak, ülkeyi uçurumdan kurtarmaya yetmeyecek. Tarih, sorumlu siyasetin tahmin hatalarının ne fecî sonuçlara yol açtığını gösteren onca örnekle doludur. AKP Hükümetinin Suriye politikaları, tahmin hatalarına dayanmaktadır. Birisi Erdoğan’a, çıkış yolunun Şam’dan değil, "Kürdistan Barışı"ndan geçtiğini hatırlatmalıdır.
Türkiye’deki barış yanlılarının, demokrasi güçlerinin ve emek hareketinin en ivedi görevi bence budur.
MURAT ÇAKIR
cakir@rosalux.de