26 Kasım 2015 Perşembe

Bayık: Rus Uçağı DAİŞ İçin Düşürüldü


KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, gazetemizin bugünkü sayısında yer alan Kürtçe makalesinde Türk devletinin Rusya uçağını düşürebilmeyi göze alacak kadar çetelere angaje olmasını yazdı.

Türk devletinin DAİŞ, El Nusra ve Ehrar El Şam’ı korumak istediğinin bir daha görüldüğünü belirten Cemil Bayık, Türk devletinin sınır ihlalinden dolayı değil, destekçisi çeteleri vurmasını engellemek için Rus uçağını düşürdüğünü söyledi. Bayık, Türk devletinin böylece desteklediği çeteleri direnmeleri için cesaretlendirdiğini kaydederek, diğer hedeflerini de şöyle açıkladı:

* NATO ile Rusya’yı bir provokasyonla karşı karşıya getirmek.

* ABD ile Rusya’nın DAİŞ’e karşı ortak hareket etmesinin önüne geçmek.

* DAİŞ, El Nusra ve Ehrar El Şam gibi çeteler üzerindeki tazyiki azaltmak.

* ABD ve Rusya’nın yeni Suriye’nin oluşumu için ortak hareket etmesini önleyip ABD’nin kendisine muhtaç olmasını sağlamak.

*  Cerablus planını kabul ettirmek.

Cerablus zırhı, DAİŞ’i korumaktır

ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin “DAİŞ’e tüm kapıları kapattık. 98 km’lik Cerablus sınırı kaldı” şeklindeki açıklamasının, Türkiye’nin DAİŞ’e yardım ettiğinin tercümesi olduğunu ifade eden Bayık, “Bundan daha açık Türkiye-DAİŞ ortaklığını ortaya koyan kanıt olabilir mi?” diye sordu. Türk devletinin, Rojava güçlerinin Cerablus’u almaması için her gün tehditler savurduğunu; Kobanê’ye top atışları yaptığını hatırlatan Bayık, Cerablus’a zırh olmanın DAİŞ’i korumaktan başka anlamı olmadığını vurguladı.

Cerablus saldırı üsüdür

Cerablus’un Kürtler için saldırı tehdidi devam eden bir üs olduğunu belirten Cemil Bayık, 25 Haziran’daki Kobanê Katliamı’nı hatırlattı: “Kobanê kuşatmasında Türk devletinin desteği ile Cerablus ve Girê Sipî’den(Tıl Abyad) saldırılar yapıldı. DAİŞ, 25 Haziran’da bir kolu Cerablus ve bir kolu Türkiye’den olmak üzere üç koldan gelerek Kobanê içine girdi; 300 civarında kadın, çocuk, yaşlı, genç silahsız, savunmasız sivili evleri basarak katletti. Kobanê kuşatması kırılıp DAİŞ yenilgiye uğradıktan sonra Türk devletinin desteği ve teşvikiyle böyle bir insanlık dışı katliam yapıldı. Böyle bir katliam hangi devlet ve topluma yapılsaydı derhal cevap verirdi; bu tehdidin geldiği yeri de ortadan kaldırmaya yönelirdi. YPG, Til Abyad’ı DAİŞ işgalinden kurtardı ama Cerablus’ta varlığını sürdüren DAİŞ, her gün Kobanê’ye saldırılarını sürdürüyor.” 

DAİŞ’in suçlarına da ortak

Kobanê savaşçıları bu insanlık dışı saldırıların üsü olan Cerablus’a yönelir diye Türk devleti “Fırat’ın Batısına geçilirse vururuz” tehdidi yaptığını anımsatan Bayık, böylelikle hem DAİŞ’i koruduğunu hem de 300 sivilin dünyada görülmedik biçimde katledilmesinde suç ortağı olduğunu gösterdiğini kaydetti. 

“Kürtlerin katilleri cezalandırmasını engellemek için kendini siper etmiştir” diyen Bayık, “Sadece bu katliam bile DAİŞ’in bitirilmesi için bir gerekçeyken, Türk devleti bu katliamdan sonra YPG’yi tehdit etmiş, ‘Cerablus’a giremezsiniz’ demiştir” dedi. Bayık, şu soruları sordu:

*  Bundan daha açık DAİŞ destekçiliği olabilir mi? 

* ABD, Fransa ve tüm DAİŞ karşıtı koalisyon bu gerçeği görmüyor mu? 

Katliamlar Avrupa’ya taşınmazdı

DAİŞ’in Kobanê Katliamı’nın ardından YPG ve ittifak içinde olduğu Arap güçlerinin Cerablus’a girmesinin, Rakka’nın kurtarılmasını hızlandırmış olacağını ve belki Paris Katliamı’nın bile yaşanmayacağını yazan Cemil Bayık, şöyle devam etti: “Ancak Türkiye’yi idare etmek ve DAİŞ ile mücadelede engel olmaktan çıkartmak için Türkiye’nin bu tehditlerine tavır alınmadı. Rojava güçlerinin Cerablus ve başka yerlerde DAİŞ’in üzerine gitmesine fırsat verilmedi.”

Cerablus’u kurtarma hakkı

Kuşkusuz bugün de Demokratik Suriye Güçleri’nin Cerablus’u ve Rakka’yı DAİŞ işgalinden kurtarma hakkı olduğunu vurgulayan Bayık, “Eğer DAİŞ’e karşı ortak mücadele veriliyorsa Uluslararası Koalisyon da bu gerçeğe uygun sorumluluk almak zorunda” dedi.

Şimdi de Efrîn’e saldırı

Rakka ve Cerablus üzerinden Kobanê‘ye saldırıldığı gibi şimdi de Efrîn’e saldırıldığını ifade eden Bayık, çeteler koalisyonuna dikkat çekti: “Üstelik Efrîn’a sadece DAİŞ değil, Türk devletinin desteğini esirgemediği El Nusra ve Ehrar El Şam gibi çeteler birlikte saldırıyor.” 

“Peki, bu durumda Efrîn halkının El Nusra, Ehrar El Şam ve DAİŞ’e karşı mücadele etme hakkı yok mudur?” diye soran Cemil Bayık, yazısını şöyle sürdürdü: “Tabii ki vardır. Türkiye dışarıda Bayır Bucak Türkmenleri bahanesiyle çeteleri savunmak isterken, Rojava Kürdistan halkının saldırılara cevap verme hakkı olmaz olur mu?”

Türkiye’ye tutum alınmalı

Uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı pasif kaldığını kaydeden Bayık, hem DAİŞ’e karşı koalisyon kurulduğunu hem de DAİŞ ve diğer çeteleri en fazla destekleyen Türkiye’ye karşı tutum alınmadığığını söyledi. “Başta Paris halkı olmak üzere tüm insanlık bu ne biçim politika demez mi?” diyen Bayık, şunun çok açık olduğunu yazdı: “Türkiye’ye açık tavır alınmadan, mevcut AKP hükümetinden hesap sorulmadan DAİŞ’e karşı tutarlı bir mücadele verilemez ve bu mücadelede istenilen sonuç alınamaz. Kaldı ki AKP hükümeti, DAİŞ ve El Nusra’yı destekleyerek, onların katliamlarının suç ortağı olarak defalarca cezalandırmayı hak etmiştir.”

Kaynak:  http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=48633

19 Kasım 2015 Perşembe

Bayık: Türkiye Engel Olmazsa IŞİD Kısa Sürede Cerablus’tan Atılabilir

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, DAİŞ'i meşrulaştırıp teşvik eden AKP hükümetinin tüm dünyaya şantaj yaptığına dikkat çekerek, Türkiye'ye karşı net tavır alınmasını istedi. DAİŞ belasından kurtulmak isteyen bütün dünyaya seslenen KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, YPG/YPJ'nin öncülük yaptığı QSD'nin DAİŞ'le etkin mücadelesine dikkat çekerek, "QSD kısa sürede DAİŞ'i Cerablus'tan atabilir. Türkiye tarafından destek gelmediği takdirde Rakka da alınır. Uluslararası güçler, Türkiye engelini kaldırsın" dedi.

Türkiye’nin sürekli DAİŞ’le mücadele eden güçleri zayıflatma peşinde olduğunu; şimdi de KDP ile PKK’yi karşı karşıya getirmek istediğini açıklayan Bayık, Türk devletinin gayretini şöyle anlattı: “1 Kasım seçimlerinden sonra Feridun Sinirlioğlu bu nedenle alelacele Hewlêr’e gönderildi. Türkiye, KDP’yi hem Şengal’de PKK ile çatıştırmak istemekte hem de Rojava üzerinden bu yönlü bir çatışma yaratmayı hedeflemekte". 

Bayık, Azadiya Welat ve Yeni Özgür Politika’daki köşe yazısında, DAİŞ'le mücadelede Türkiye bariyerinin aşılması, Türk toplumunda gelişen DAİŞ zihniyeti ve Türk devletinin Kürdistan halkını karşı yürüttüğü çok boyutlu askeri ve siyasi saldırılarını değerlendirdi.

Bayık’ın, ‘AKP dünyaya şantaj yapıyor’ başlıklı yazısı şöyle;
‘’Konya’daki Türk milli maçında olduğu gibi, İstanbul’daki milli maçta da saygı duruşu katliama uğrayanları protesto haline getirildi. Paris katliamının kurbanları yuhalanırken, katiller onure edildi. Saygı duruşu canlı bombaların saygı duruşuna dönüştürüldü. Türkiye şimdi bu noktaya gelmiştir. AKP zihniyetiyle IŞİD zihniyetinin aynı olduğunu bu olaylar açıkça ortaya koymuştur.

‘AKP TÜRKİYE’Yİ SİVİLLERİN KATLEDİLMESİNE SEVİNEN BİR ÜLKE HALİNE GETİRMİŞTİR’

Sivillerin ölümüne bu kadar sevinen bir topluluk görülmüş müdür? AKP hükümeti Türkiye'yi sivillerin toplu katledilmesine sevinen bir ülke haline getirmiştir. Toplumun bu hale getirilmesi kadar korkunç bir şey olamaz. Konya ve İstanbul’da katilleri alkışlayan, katliama uğrayanları ıslıklayan bu duruma kendiliğinden gelinmemiştir. Bu durum AKP hükümetinin eseridir. IŞİD sadece siyasi desteği, maddi imkanları Türkiye'den almıyor; moral desteği de en fazla Türkiye'den almaktadır. Bu açıdan Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadele edeceğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Aynı zihniyette olanlar birbirlerine karşı mücadele edemezler; olsa olsa birbirlerini güçlendirirler.

‘TÜRKİYE TÜM DÜNYA İÇİN TEHLİKELİ BİR POLİTİKA İZLEMEKTEDİR’

Paris katliamı gösterdi ki Türkiye sadece Kürtler ve Ortadoğu halkları için değil, tüm dünya için tehlikeli bir politika izlemektedir. Ankara katliamı nasıl ki AKP ortaklığının sonucu gerçekleştiyse, Paris katliamı da Türkiye'nin politikaları sonucu gerçekleşmiştir. Kim bu gerçeği görmezse kafayı kuma gömer ve IŞİD'e karşı doğru mücadele yürütemez. Artık AKP zihniyeti ve politikası geriletilmeden, kırılmadan IŞİD belasını def etmek mümkün değildir. Kürt halkının özgürlük güçleri IŞİD’e darbe üstüne darbe vuruyor, ama AKP'nin politikaları nedeniyle IŞİD beslenmeye devam ediyor. AKP hükümeti tüm dünyaya şantaj yapıyor. Tarihte AKP gibi dünyaya şantaj yapan başka bir siyasi güç görülmemiştir.

‘TÜRKİYE’DEN DESTEK GELMEDİĞİ TAKDİRDE DAİŞ RAKKA’DAN ATILIR’

Erdoğan ve AKP her zaman “terörün dini ve kimliği olmaz” diyor. Tabii ki IŞİD’in katliamlarını İslam diniyle bağdaştırmak yanlıştır. Hatta IŞİD İslam’ın imajını kirleten karşıt İslam’dır. IŞİD İslam karşıtı ve İslam düşmanıdır. Bu doğrudur. Ama IŞİD’in İslam toplumu ve coğrafyası içinden çıktığı da bir gerçektir. Kuşkusuz sosyal ve tarihsel etkenler vardır. Ancak siyasal olarak IŞİD'i büyüten ve güçlendiren etkenleri görmek önemlidir. Sorunu sadece toplumsal, tarihsel ve kültürel etkenlere bağlamak yanlıştır. Böyle yaklaşmak, IŞİD’in insanlık düşmanı karakterini meşrulaştırmak olur. AKP yandaşı basın böyle yapmaktadır. Sadece IŞİD meşrulaştırılmıyor, IŞİD’i teşvik etmektedirler.

IŞİD’i geriletmek için ilk önce bu siyasi desteği ortadan kaldırmak lazım. Yoksa sosyal ve kültürel tedbirler geç sonuç alır. Bu açıdan Türkiye'nin desteğinin kesilmesi şarttır. Bunun için de AKP'nin politikasına karşı durulması gerekir. IŞİD'e karşı tüm dünya tutum alıyor. Ancak Türkiye'ye karşı tutum almadan IŞİD'e karşı mücadelede sonuç almak mümkün değildir.

IŞİD'e karşı mücadelede en başta da yerinde mücadele etmek önemlidir. Bu açıdan YPG/YPJ ve demokratik Suriye güçlerinin IŞİD’e karşı mücadelesi çok değerlidir. Eğer IŞİD yenilgiye uğratılacaksa toplumsal desteği olan bu güçler yenilgiye uğratacaktır. Yoksa dışarıdan gelen askeri güçlerin IŞİD karşısında sonuç alması zordur. Ya da alınacak sonuçlar geçici olur.

‘IŞİD YENİLGİ SÜRECİNE GİRMİŞTİR’

IŞİD yenilgi sürecine girmiştir. Yeter ki yanlış politika izlenmesin. YPG ve YPJ’nin de içinde olduğu Demokratik Suriye güçleri IŞİD'i yenecek güce sahiptir. Demokratik Suriye güçleri kısa sürede IŞİD’i Cerablus’tan atabilirler. Türkiye tarafından destek gelmediği takdirde Rakka da kısa sürede düşürülür. Suriye genelinde Kürtler, Araplar, Dürziler, Süryaniler, Ermeniler, kadınlar, gençler ve diğer topluluklar IŞİD ve El Nusra’yı Suriye’den rahatlıkla temizlerler. Türkiye engeli ortadan kalktığı an IŞİD’in sonu gelmiş demektir. Bunu tüm dünya bilmelidir. Bu nedenle uluslararası güçler IŞİD’in yenilgiye uğratılmasını istiyorlarsa ilk önce Türkiye'yi bu mücadele önünde engel olmaktan çıkarmaları gerekir.

‘TÜRKİYE KDP’Yİ PKK İLE ÇATIŞTIRMAK İSTİYOR’

Türkiye sürekli IŞİD’le mücadele eden güçleri zayıflatma peşindedir. Şimdi de KDP ile PKK'yi karşı karşıya getirmek istemektedir. 1 Kasım seçimlerinden sonra Feridun Sinirlioğlu bu nedenle alelacele Hewler’e gönderilmiştir. Türkiye KDP'yi hem Şengal’de PKK ile çatıştırmak istemekte, hem de Rojava üzerinden bu yönlü bir çatışma yaratmayı hedeflemektedir. Böylece IŞİD’e karşı mücadele eden güçleri zayıflatıp kendi pozisyonunu güçlendirmeyi düşünmektedir. IŞİD’e karşı en etkili mücadeleyi de HPG/YJA Star ile YPG ve YPJ verdiği için şimdi KDP ile bu güçleri çatıştırarak en büyük müttefiki IŞİD’i rahatlatmak istemektedir. Kürtler üzerinde kültürel soykırımcı sömürgecilik uygulayan devletler her zaman Kürtler arasında ayrılık ve çatışma yaratmışlardır. Ancak Kürtler bilinçlendi. Tarihlerini iyi öğrendiler. Bu nedenle bu defa Türk devletinin bu oyunları boşa çıkarılacaktır.’’

16 Kasım 2015 Pazartesi

HDP'den Seçimlerin İptali İçin YSK'ye Başvuru


HDP, 1 Kasım'daki seçimlerin iptali için YSK'ye başvuru yaptı. Başvuru dilekçesinde, HDP'ye dönük saldırılar, Erdoğan ve Davutoğlu'nun hedef göstermeleri, özgür basının kısıtlanması gibi örneklere yer verildi. Dilekçede, 7 Haziran'da HDP'ye yüksek oy çıkan yerlerde seçime katılım oranının düştüğüne de dikkat çekildi.

Halkların Demokratik Partisi, Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK), 1 Kasım 2015 günü gerçekleştirilen 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinin iptali için başvuruda bulundu.

Başvuru dilekçesinde, şunlar kaydedildi: "Her mahalli, genel ve ara seçimin siyasi partiler ve bağımsız adaylar arasında gerçekleşmesi gerektiğine kuşku yoktur. Ancak 1 Kasım 2015 günü gerçekleştirilen 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinde bu ilkeye aykırı bir dizi iş ve işlem gerçekleşmiştir. Seçimin tarafı olmayan Cumhurbaşkanı ve Seçim Hükümeti eliyle partimizin aleyhine bir kampanya yürütülmüş, bu amaçla kamu kaynakları sınırsızca kullanılmış, basın yayın organları ancak darbe dönemlerinde görülebilecek biçimde zapturapt altına alınmış, seçmenler korkutulup yıldırılarak seçimlere gitmesi engellenmiş, bunun yanında partimize yönelik yüzlerce saldırı nedeniyle partimiz miting ve propaganda yapamaz hale getirilmek istenmiştir. Özetle 1 Kasım 2015 günü gerçekleştirilen 26. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri dürüstlük ilkelerine aykırı gerçekleşmiş, Cumhurbaşkanı ve Seçim Hükümeti büyük bir seçim yolsuzluğuna imza atmıştır. Ayrıca Hükümete/İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyetlerini yürüten vali, kaymakam, jandarma komutanları ile emniyet müdürleri il ve ilçe seçim kurullarını yanlış bilgilerle yönlendirmeye ve etki altına almaya çalışmış, sandıkların birleştirilmesi için bir dizi girişimde bulunmuştur. Ancak Yüksek Seçim Kurulu bu girişime geçit vermemiştir."

'SERBESTLİK VE EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI GERÇEKLEŞTİ'

Seçimlerin “serbestlik” ve “eşitlik” ilkelerine aykırı gerçekleştiğine, dolayısıyla meşru olmadığına, Cumhurbaşkanı ve Seçim Hükümetinin büyük bir seçim yolsuzluğuna imza attığına dikkat çekilen dilekçede "Partimiz bu kapsamda ve tarihe not düşülmesi amacıyla Yüksek Seçim Kurulu’na başvurmaya ve seçimin iptalini istemeye karar vermiştir" denildi.

Dilekçede, dürüstlük ilkelerine aykırılığa dair şu örnekler verildi:

"Basın yayın organlarının zapturapt altına alınması ve yayın ihlalleri,

Cumhurbaşkanının tarafsızlık ilkesine aykırı davranışları ile dürüstlük ilkesinin ihlali,

Partimize yönelik saldırılar ve şiddet eylemleri,

Partimizin yüksek oy aldığı yerleşim yerlerinde seçmenlerin korkutularak oy kullanmalarının engellenmesi."

'MEDYA AMBARGOSU UYGULANDI; KİTLELERE ULAŞAMADIK'

HDP’nin seçim vaatleri, politikalarının medya ambargosu nedeniyle kitlelere ulaşamadığına vurgu yapılan dilekçede, şunlar belirtildi:
"Medyadaki hakim AKP propagandası, seçimlere sanki tek bir parti, AKP katılıyormuş, diğer partiler yokmuş gibi bir algının oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca partimizin seçim çalışmaları, etkinlikleri, yapılan açıklama ve konuşmaları çoğu kez negatif bir dille kamuoyuna yansıtılmıştır. AKP’ye yakın televizyon kanalları, yayınlarında HDP’yi 'terörist' ilan ederek, itibarsızlaştırma, kamuoyunun gözünden düşürme, suçluymuş gibi gösterme temelinde bir anti propaganda yürütmüştür.  Özellikle TRT yayınlarında, özel programlarında HDP’nin seçim bildirgesi ve açıklamaları negatif, suçlayıcı bir dille ele alınmıştır. Eş Genel Başkanlarımızı, partimizin yetkililerini, üyelerini ve bize oy veren seçmenleri hedef gösteren, alenen tahkir eden, küçük düşürücü, dışlayıcı, nefret dili içeren yayınlar yapılmıştır. Sayın Davutoğlu’na tüm kanallardaki canlı yayınlarda partimizin toplam 52 katı fazla yer verilmiştir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın muhtarlar toplantısı, açılış, konferans vb gerçekleştirdiği etkinliklerde yaptığı konuşmalar ise TRT ve özel kanallarda toplam 152 saat canlı olarak yayınlanmıştır. Ayrıca Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu’nun toplam konuşma süresi (462 saat), AKP dışındaki en çok oy alan üç parti liderinin toplam konuşmasının (79 saat) 6 katı oranındadır. Özel TV programlarında Davutoğlu 15 ulusal, 48 yerel programa katılmıştır. TRT, AKP’ye HDP’nin 138 katı oranında süre ayırmıştır."

ÖZGÜR BASINA ERİŞİM ENGELİ

Dilekçede, yine bu süre içerisinde çok sayıda muhalif gazeteci ve muhabirin gözaltına alındığı, haklarında ceza soruşturması başlatıldığı ve ceza davaları açıldığı hatırlatıldı.

Özgür basına müdahaleye de yer verilen dilekçede, "Yine TSK'nin Kuzey Irak'a yönelik operasyonunun ardından ANF, ANHA, DİHA, Özgür Gündem'in de aralarından bulunduğu yüzlerce haber ajansı ve haber sitesine erişim Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın 25 Temmuz 2015 günlü kararıyla engellenmiştir" denildi.

'ERDOĞAN, SEÇMENLERİ AKP'YE YÖNLENDİRDİ'

Erdoğan'ın bir partinin lehine, diğer partilerin aleyhine olacak şekilde taraflı konuşmalar yaptığının da belirtildiği dilekçede, şunlar vurgulandı: "Erdoğan konuşmalarında 'tek parti iktidarı', '13 yıllık istikrar', '2023 hedefleri' gibi vurgularla AKP’yi, AKP’nin politikalarını işaret ederek, seçmen eğilimlerini bu istikamete yönlendirme çalışması yürütmüştür. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan neredeyse katıldığı her toplantıda partimizin aleyhine açıklamalarda bulunmuş, partimizi hedef göstermiş, bir biçimde partimize yönelik şiddet eylemleri ve saldırılar için zemin hazırlamıştır. Anayasaya göre tarafsız olması, siyasi partilere eşit mesafede durması gereken Sayın Cumhurbaşkanının taraflı tutumu seçim sonuçları üzerinde etkili olmuştur."

HDP'YE SALDIRI VE ŞİDDET EYLEMLERİ

Dilekçede, seçim sürecinde HDP'ye yönelik saldırı ve şiddet eylemlerinin düzenlendiğine değinilerek, bunda Erdoğan ve Davutoğlu'nun hedef göstermelerinin etkili olduğu kaydedildi. HDP, şu bilgileri paylaştı: "7 Haziran seçimlerinin ardından 2950 üye veya yöneticimiz partimize yönelik operasyonlarda gözaltına alınırken, bunlardan 630 kişi çıkarıldıkları mahkemelerce tutuklanmıştır. 7 Ekim 2015 tarihinde Mersin milletvekili adayımız İkram Vuran, 8 Ekim 2015 tarihinde Elazığ milletvekili adayımız İbrahim Bingöl,  21 Ekim 2015 tarihinde Van milletvekili adayımız Yeliz Zozan Yıldırım gözaltına alınmıştır. 15 Ekim 2015 tarihinde ise Rize milletvekili adayımız Turgay Köse cumhurbaşkanına hakaret savıyla tutuklanmıştır."

Toplamda 127 kere sldırıya uğrayan HDP, saldırıya uğradıkları kentleri de şöyle sıraladı: "Adana, Antalya, İstanbul, Burdur, Osmaniye, Kırşehir, Kocaeli, Artvin, Sakarya, Balıkesir, Maraş, Eskişehir, Isparta, Mersin, Ordu, Manisa, Bolu, Aksaray, Çorum, Niğde, Kilis, İzmir, Afyon, Bilecik, Bursa, Ankara, Nevşehir, Yalova, Muğla, Edirne, Tekirdağ, Elazığ, Çanakkale, Denizli, Amasya, Düzve, Uşak, Ardahan, Çerkezköy, Hatay, Kars, Bartın, Aydın, Bayburt, Rize, Antep, Samsun, Erzincan, Giresun, Lüleburgaz, Ağrı, Karayazı, Malatya."

'GENEL MERKEZİMİZE SALDIRAN TAHLİYE OLDU'

HDP il ve ilçe binalarına yönelik saldırılarda olayların çoğu kez kolluk gözetiminde gerçekleştiği, söz konusu olayların hiçbirisinde saldırganlara ilişkin gözaltı yahut tutuklamanın söz konusu olmadığı ifade edildi. Dilekçede, "HDP Genel Merkez Binasını kundaklayan saldırganlardan bir tanesi tutuklanmış olup o da olaydan 47 gün sonra görülen davanın ilk duruşmasında tahliye olmuştur. HDP Genel Merkezi’ne yönelik bu saldırı öncesinde binayı korumakla mükellef kolluk görevlileri olayı hiçbir şekilde engellemez iken olaylar esnasında ulaşılan Ankara Valisi ve Emniyet görevlileri de genel merkez binasının yakılmasını önleyici bir tutum sergilememişler, açıkça binanın yakılmasına seyirci kalmışlardır" bilgisine de yer verildi.

'HDP'NİN YÜKSEK OY ALDIĞI YERLERDE KATILIM ORANI DÜŞTÜ'

"Partimize yönelik gerçekleşen yüzlerce saldırının temelinde uygulanan ikili hukuk sistemi söz konusudur" denilen dilekçede, HDP'nin yüksek oy aldığı yerleşim yerlerinde seçmenlerin korkutulup sindirilerek oy kullanmalarının engellendiği de kaydedildi.                 
                                                           
26 ilde seçime katılım oranının azaldığına işaret eden HDP, "Seçime katılım oranı azalan illerden Şırnak hariç tamamında HDP’nin oy oranı da azalmıştır. Katılım oranı düşen 26 ilde HDP’nin 7 Haziran oy oranı % 45’tir. 1 Kasımda ise bu oran %30’a düşmüştür. 26 ilde bir önceki seçime göre sandığa gidemeyen toplam seçmen sayısı 153.135’tir. Kırsal alanlarda ve ilçelerde sandığa gidemeyen seçmen sayısı kent merkezlerine göre çok daha fazla olmuştur. Özellikle HDP oy oranının %80 ve üzeri olduğu ilçelerde seçmenlerin önemli bir kısmı sandığa gidememiş ve seçme hakkını kullanamamıştır" dedi.

Seçime katılım oranının % 1’in üzerinde olduğu 15 ilde HDP’nin 7 Haziran oy oranı ortalamasının % 69 olduğu; bu oranın 1 Kasım’da % 62’ye düştüğü örnek gösterildi. Türkiye’de seçime katılım oranının en fazla azaldığı illerde HDP’nin oy oranının da aynı şekilde azaldığı belirtilirken, "İlk 15 ilde sandığa gidemeyen ve seçme hakkını kullanamayan HDP’li seçmen sayısı 200 binin üzerinde tespit edilmiştir" denildi.

'OYLARIMIZ BAŞKA PARTİLERE YAZILDI'

Dilekçede, şunlar da ifade edildi: "7 Haziran seçiminde HDP 23.912 sandıktan hiç oy alamamışken bu sayı 1 Kasım seçiminde 35.183’e çıkmıştır. 7 Haziran seçimlerinde % 13’ün üzerinde, 1 Kasım seçimlerinde ise % 11’e yakın oy alan bir partinin her 5 sandıktan birinde hiç oy alamaması eşyanın doğasına aykırıdır. Bu durum, grevlilerimizin olmadığı bu sandıklarda partimize verilen oyların bir biçimde başka partilere yazıldığını düşündürmektedir. Üzülerek belirtmek isteriz ki, kuşkuların giderilmesi, bu amaçla her sandık çevresi/alanına kamera yerleştirilmesi isteğimiz de YSK tarafından reddedilmiştir.

Seçim günü yaşanan başkaca hukuksuz durum ise seçmen kayıtlarının silinmiş olmasıdır. Vatandaşlar, ikametgahlarını değiştirmemelerine, hatta 7 Haziran 2015 günü gerçekleşen seçimlerde mevcut ikametgahlarına göre belirlenen yerlerde oylarını kullanabilmiş olmalarına  rağmen seçim günü hiçbir sandığa kayıtlı olmadıklarını görmüş ve bundan ötürü oy kullanamamışlardır. Bir çok seçmen, seçim öncesi YSK’ya ait sorgulama sayfasından oy kullanacağı sandık bilgilerini kontrol etmiş olmasına rağmen seçim günü hiçbir şekilde seçmen kayıtlarının olmadığı bilgisi ile karşı karşıya kalmıştır. Seçmen kayıtları silinen seçmen sayısı yüzbinlerle ifade edilmekte olup bu konuda araştırmalarımız ise halihazırda devam etmektedir.

'BOŞ TUTANAKLAR İMZALATILDI'

Seçim günü yaşanan bir diğer usulsüzlük de boş tutanakların sandık kurulu başkanları tarafından sabahın erken saatlerinde oy kullanma işleminin yeni başladığı sıralarda sandık görevlilerine imzalatılmış olmasıdır. Oy kullanma işlemi bitmezden önce, henüz doldurulmamış olan boş tutanakların sandık görevlilerine imzalattırılmış olması neticesinde sandık kurulu başkanları tutanakları kendi inisiyatiflerine göre doldurabilme olanağı kazanmışlar ve bu doğrultuda hareket etmişlerdir. Nitekim birçok sandıkta oylar, sandık kurulu başkanının tutanakları doldurduğu biçimi ile sayılmış olup bu nedenle boş olarak imzalattırılan tutanaklar  gerçeği yansıtmamaktadır. "

12 Kasım 2015 Perşembe

1 Kasım Türkiye'nin İkinci 12 Eylül'üdür

MUSTAFA KARASU


Türkiye 30 Ekim 2014’te yeni bir şiddetli savaş dönemine girmiştir. MGK 30 Ekim’de oyalama ve aldatma politikasının Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede bir sonuç vermediği değerlendirmesini yapmış, artık bu yol ve yöntemin bırakılıp şiddetli bir savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bastırılması kararı alınmıştır. 

Önder Apo, MGK’da alınan bu kararı görerek Kasım ayının sonunda üç aşamalı bir yol haritası ve müzakere taslağı sunmuştur. Bu taslakla da MGK’da alınan bu savaş kararını boşa çıkartıp AKP Hükümetini müzakere için adım atmaya zorlamıştır. Tayyip Erdoğan ''İç Güvenlik Yasası'' dayatarak gerilim politikası yaratıp seçime iç ve dış güvenlik tehdidi propagandasıyla gitmek isterken, Önder Apo ise Türkiye’yi bir demokratikleştirme programıyla seçime ulaştırmak istemiştir. Önder Apo’nun çabaları sonucu Dolmabahçe Sarayı’nda müzakere taslağı Mutabakatı kamuoyuna sunulmuştur. Böylece bir anda Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü gündem olmuştur. O günün gazeteleri ve televizyon programlarına bakılırsa AKP yandaşı yazarlar ve çevrelerde bu mutabakatı övdükleri, yerlere göklere sığdıramadıkları görülür. Türkiye’nin barışı ve istikrarı için önemli bir adımın atıldığını söylemişlerdir. Çünkü bu yazar çevreler MGK’nın kararından, devletin derinliklerinin savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme programından habersizdiler. Bu nedenle Tayyip Erdoğan “bu mutabakatı tanımıyorum, taraf da yok, masa da yok, izleme heyeti de İmralı’yı meşrulaştırmaktadır” deyince ofsayda düşmüşlerdir. Ancak hiçbir iradeleri olmadığından, yalaka olduklarından hepsi çark ederek Tayyip Erdoğan ve derin devletin önlerine koyduklarını savunmaya başlamışlardır. 

Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını reddetmesinden sonra yapılan ilk işlerden biri, Önder Apo üzerinde 7 aydır süren ağır tecridi uygulamak olmuştur. 

Bir toplum mühendisliği

Tayyip Erdoğan derin güçlerle birlikte 7 Haziran seçim öncesini kontrollü bir savaş dönemi olarak yürütüp seçimden sonra savaşı şiddetlendirmeyi planlamışlarken, seçim ortamı onların istediği gibi geçmemiş, HDP’nin demokratikleşme ve demokratik ulus çizgisi seçim kampanyasını yönlendiren esas etken olmuştur. Tayyip Erdoğan dört yüz milletvekili isterken, aslında muhalefetin etkisiz olduğu bir savaş hükümeti istediğini ortaya koymuştur. Başkanlıkla da bu savaş hükümetinin başbuğu olmayı hedeflemiştir. Ancak HDP’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne dayalı siyasi çizgisi başarılı olunca ve AKP tek başına hükümet olamayınca seçim sonrası güçlü bir savaş hükümeti olma planları suya düşmüştür. 

Seçimden sonra 7 Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi ve bu sonuçların siyasi darbe yapılarak AKP’nin hükümetini sürdürmesi tamamen Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve demokrasi güçlerine karşı alınan savaş kararı gereği olarak gerçekleşmiştir. 7 Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi, 1 Kasım seçim kararının alınması, tamamen Tayyip Erdoğan’ın dört yüz milletvekili istemesinin arkasındaki program ve plan dahilinde gündeme gelmiştir. 1 Kasım seçimi tamamen bir toplum mühendisliğidir. Önceden sonuçları planlanmış ve ayarlanmış bir seçimdir. Kesinlikle adil, eşit ve demokratik bir seçim olmamıştır. 7 Haziran seçimleri Türkiye tarihinde belki de ilk defa kısmi adil ve eşit bir seçim olmuştur. Kuşkusuz 7 Haziran seçim ortamı da adil ve eşit olmamıştır, ancak birçok önceki seçim ve 1 Kasım’la kıyaslandığında göreceli adil ve eşit bir seçim olarak görülebilir. Nitekim bunun da sonuçları reddedilmiştir. Sonuçlarının neden reddedildiğini daha önce defalarca dile getirdiğimizden tekrarlamayacağız. Sadece devletçi ulusa karşı demokratik ulus seçeneğinin güçlü biçimde ortaya çıkmasına karşı darbe yapılmış, bu siyasi çizgiye, yani demokratikleşmeye bir savaş açılmıştır dersek yeterlidir. Kürt sorununda bir çözüm politikası ortaya çıkmadığı müddetçe bu savaş politikası sürecektir. Kuşkusuz bu çizginin sahipleri eski gücünde değildirler, ancak hala iktidarda oldukları için bu savaşı sürdürmektedirler. 

Şu gerçeği herkes görmelidir; AKP yeni bir hegemonik cumhuriyet kurmak istiyor. Bu, aslında eski cumhuriyet anlayışının AKP çizgisinde sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Zaten Tayyip Erdoğan’ın ordu içindeki bir kesimle anlaşması da bu temelde gerçekleşmiştir. İki güç de Kürt düşmanlığında bir cumhuriyet istemektedirler. Şu anda kurdukları ittifak bu temeldedir. Siyasi güç AKP’de olduğu için AKP kendi çizgisinde Kürt düşmanlığını, yani Kürtleri yeni koşullarda soykırıma uğratma temelinde yeni bir cumhuriyet yaratma politikası doğrultusunda sürdürmektedir. Bu çizgi önünde de Kürt halkını ve demokrasi güçlerini engel gördüğü için şiddetli bir savaş başlatmıştır. 

Dayatılan savaş görülmelidir

Kürt halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı şiddetli bir savaş başlatıldığını görmelidirler. “Ya bize teslim olursunuz ya da savaşla ezilirsiniz” seçeneği dayatılmış bulunmaktadır. Bu gerçeği anlamayanlar, AKP Hükümetinin savaş politikasına karşı ne tutum alabilirler, ne de direnebilirler. Erdoğan amacına ulaşmak için bazı kesimlerle ittifak yapsa da, kimilerini de suskun hale getirse de kendini hakim kıldığında bunları da ezip geçecektir. Erdoğan şahsında AKP’de hiçbir siyasi ve ahlaki ilke yoktur. Amaca ulaşmak için her şey mubahtır. Bu nedenle önündeki engelleri ezmeyi bir bir önüne koymuştur. Sıra kendilerine geldiğinde yanlarında duracak kimsenin kalmadığı bir savaşın yürütüldüğünü tüm demokrasi güçleri görmelidir. Bugün bana dokunmuyor diye sessiz kalınmamalıdır. Bugün bu politikaya sessiz kalan herkes bu politikanın bıçağının altına kafasını uzatmış demektir. 

Kürtler ve demokrasi güçleri şiddetli bir savaşla karşı karşıyadır.

 Tayyip Erdoğan, Saray Gladyosu ve AKP Hükümeti 12 Eylül’ün tümden yapamadığını yapmak istemektedirler. Kenan Evren her ne kadar darbe yapmış olsa da, 12 Eylül anayasasını yapmış olsa da, buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi başta olmak üzere, demokrasi güçleri direnmiş, bu nedenle 12 Eylül rejimi tam oturmamıştır. Özellikle PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketi 12 Eylül düzeninin hedefine ulaşmasını engellemiştir. 12 Eylül esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve başta sosyalistleri olmak üzere Türkiye’deki devrimci demokratik hareketi ezerek işbirlikçi, ajanlaşmış İslam’ı içine alan yeni bir cumhuriyet kurmayı hedeflemiş, ama direniş karşısında bu program ve planlama gerçekleşmemiştir. Tayyip Erdoğan 12 Eylül’ü biçimsel olarak biraz liberalize ederek hakim kılmayı hedeflemektedir. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik savaşı kesinlikle böyle görmek gerekir. Böyle görmeyenler AKP karşısında kaybetmeye mahkumdurlar. 

Kürt halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı 12 Eylül 1980 ve 1990’lı yıllardan daha kapsamlı bir savaş açıldığını görmelidirler.  

Bu açıdan Kürdistan halkı, tüm özgürlükçü demokrasi güçleri kendilerini böyle bir savaşa göre örgütlü kılmalı ve tutum almalıdırlar. AKP kesinlikle Kürt halkının varlığına yönelik saldırıya geçmiştir. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini kırarak Kürt’ü bitirmek istemektedir. Bunu anlamamış Kürt bugünden ölmüş olan Kürt’tür. Eğer Kürt ölmemek ve var olmak istiyorsa kesinlikle AKP iktidarına karşı direnmelidir. AKP iktidarına karşı direnme pozisyonu almalıdır. Kürt halkı on yıllardır yürüttüğü mücadelenin bilinci, yarattığı ve bağlı olduğu değerlere dayanarak direnmesini bilmelidir. Kürtler için tam da Direnmek yaşamaktır denilen bir sürece girilmiştir. Yaşamak Direnmekten geçmektedir. Kemal Pir’in Diyarbakır 5 Nolu zindanında söylediği “Yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyorum” ilkesi şimdi her yerde yaşam ve mücadele ilkesi haline getirilmelidir. Çünkü Türkiye’nin ikinci 12 Eylül’ü olan Tayyip Erdoğan şefliğindeki savaş ancak bu ilke ve direnme karakteriyle boşa çıkarılıp yenilgiye uğratılabilir. 

Gün AKP faşizmine karşı direnme günüdür

Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti öyle sıradan bir savaş yürütmemektedirler. Bu savaş Kürt’ü bitirme savaşıdır. Zaman zaman Kürt kardeşlerimiz denilmesi tamamen Kürt’ü bitirmeyi hedefleyen bu politika ve savaş gerçekliğinin üstünü örtmek içindir. Bu nedenle başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt halkı ayağa kalkmalıdır. Gençlik, şehirde, kasabada, mahallede ve dağda direnişe geçmelidir. On binlercesi şehirlerde Kürt’ün iradesini kırma ve bastırma saldırısına karşı direnirken, on binlerce genç de özgürlük dağlarındaki direnişe koşmalıdır. Kürt’ün özgürlük ruhu olan kadınlar AKP faşizmine hiçbir yerde geçit vermemelidirler. Kadınlar, analar çocuklarıyla birlikte kendilerini Kürt’ü bitirme saldırısına siper etmelidirler. Kürt kadınları ve anaları çocuklarının ve Kürt gençlerinin ölümünü önlemek için her yerde sokaklara ve meydanlara çıkmalıdırlar. Direnişin ruhu ve öncüsü olarak, çocuklarının ve gençlerin ölümüne izin vermeyeceklerini tüm dünyaya göstermelidirler. 

Bugün AKP faşizmine karşı direnme günüdür. Hiçbir Kürt ve demokrat kendini kandırmamalıdır. Karşılarında yeni bir 12 Eylül rejimi vardır. Tayyip Erdoğan sivil Evren’dir. Hatta ondan daha acımasız, ondan daha fazla otoriter ve faşist karakterli bir kişidir. Ainesi iştir kişinin lafına bakılmaz. İşleri de günlük ortadır. Zaten Tayyip Erdoğan 2006’da “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız” diyerek ne düzeyde faşist bir lider olduğunu göstermiştir. Tarih Tayyip Erdoğan’ın yüksek sesle ve üzerine basa basa söylediği “kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız” sözünü unutmayacaktır. Bu söz, Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin özetidir. Eğer Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin bir fabrika ayarından söz edilecekse, fabrika ayarları bu sözde bellidir. 

Erdoğan herkesi teslim almak istiyor

Mevcut durumda hiç kimse devekuşu gibi kafasını kuma gömmeden bu gerçekliği görüp ona göre tutum almalıdır. Tayyip Erdoğan herkesi teslim almak, Kürt’ü de bitirmek istiyor. Bunun karşısında yapılacak tek şey, Mazlum Doğan’ın söylediği “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” sözünün gereğini yerine getirmektir. 


Hiç kimse koşulların zorluğunu gerekçe göstermemelidir. Tabii ki AKP’nin bu zihniyet ve amaçtaki saldırıları büyük zorluklar ve sıkıntılar yaşatacaktır. Kürdistan tam bir zindan ve zulüm yeri haline getirilecektir. Zaten bugünden zulmünü arttırmış bulunmaktadır. Bu saldırılar daha da arttırılacaktır. Bu saldırılar karşısında Önder Apo çizgisinde Diyarbakır zindanında 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliğinde somutlaşan “Zor koşullarda direnip başarmanın tarzı“ olan Kürdistan Devriminin Tarzını pratikleştirmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnip başarmak için direnişi yükseltmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnmek ve kazanmak Kürdistan devriminin tarzıdır. Hiç kimse Kürdistan’da kolay başarı aramamalıdır. Kürdistan’da zorluklara katlanmadan kolay başarı aramak kendini kandırmaktır. Kürdistan gerçeği ve düşmanlarını tanımadan özgürlük ve demokrasi mücadelesi verileceğini ve kazançlar elde edileceğini sanmak kendini kandırmaktır. Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşam ancak zorluklara katlanılarak kazanılabilir. Bırakalım özgür ve demokratik yaşamı, Kürt’ün varlığını korumak bile ancak zorluklara karşı direnilerek sağlanabilir. Bu, Kürt’ün varlığın koruma ve özgürlüğünü kazanmanın kanunudur. Bu kanuna göre yaşamamak kendini ölüme yatırmaktır. Kürtler de onlarca yıldır yürüttükleri büyük mücadele ve kazandıkları birikimle kendilerini ölüme yatırmayacaktır; demokratik ve özgür yaşamı kazanacaklardır. Gün, direnme ve kazanma günüdür. 
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA  

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=9268

3 Kasım 2015 Salı

Alenen ve Cebren Gerçekleşen Hırsızlık…1 KASIM SEÇİMLERİ


Siyasi gözlemciler ve anketörler, AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde yaşadığı ciddi oy kaybının, Erdoğan ve AKP’nin yarattığı gerilim politikası ve kutuplaşmadan kaynaklandığını, bunun da siyasi istikrarı bozduğu konusunda hemfikirdi. Bu tespite, 7 Haziran seçimlerinden sonra toplanan, AKP’li yönetici ve vekillerin içinde yer aldığı ve AKP’nin başarısızlığını masaya yatıran 12 kişilik komisyon da aynen katılıyordu. İçinde Ömer Çelik, Efkan Ala, Numan Kurtulmuş, Mahir Ünal ve Ertan Aydın’ın yer aldığı toplantıda, 2011 yılından itibaren AKP’nin gerilim politikasının istikrarı bozduğu, bu durumun da oy kaybına dönüştüğü itiraf ediliyordu. Bu toplantının tutanakları basına yansıdı.

SEÇMENİN CEZALANDIRDIĞI İSTİKRARSIZLIK NASIL İSTİKRARA DÖNÜŞTÜ?

AKP’nin yurtdışı oyları dahil 7 Haziran’da aldığı oy toplamı 18.864.864 iken 1 Kasım seçimlerinde 23.669.933’e ulaştı. AKP, beş aylık süreçte istikrar için hangi pratik politikaları geliştirdi ki 7 Haziran’daki oylarına 4.805.069 oy ilave edebildi?
Bu sorunun yanıtı yoktur.

Erdoğan ve AKP yöneticileri, ''toplumun koalisyondan korktuğunu ve istikrar için AKP’nin oyunu artırdığını'' iddia etse de, seçimden önce hiçbir anketör veya siyasi gözlemci bu iddiayı savunmadı. Aksine, vatandaşın tek parti iktidarı değil koalisyon istediğini ve AKP’yi cezalandırdığını belirttiler.

20 ANKET ŞİRKETİ HEP BİRLİKTE NASIL YANILDI?

Türkiye’de seçim tahminleri ve değişik konularda araştırma yapan yüzlerce anket şirketi mevcut. Bunlardan 15’i ulusal ölçekte araştırma yapabilen; saha hakimiyeti, bilgi, veri ve seçim tahminleri konusunda rüştünü ispatlamış, güvenilirlikleri sağlam ve yanılma payları 1-2 oranını aşmayan şirketlerdir. KONDA, ANDY-AR, METROPOLL, SONAR,ORC,POLLMARK,GEZİCİ bunlardan bilinenleri.

A&G(Adil Gür)’yi bir parantez olarak bekletelim.

Bu anket şirketlerinin tamamı seçime bir gün kalıncaya kadar sahalarda, bilimsel verilerle çalışmalar yürüttüler. Sonuçlarını da kamuoyu ile paylaştılar. Bu şirketlerin tümünün sonuçları birbirini doğrular nitelikteydi, aralarında 1-2 puanlık oynamalar vardı. Tümünün ortak paydalarından biri AKP’nin %40-43 aralığında oy alacağı iken, diğer buluşma noktası HDP’nin %11.30-13.30 aralığında oy alacağı tespitiydi.

ANKET ŞİRKETLERİ Mİ GERÇEĞİ SAKLADI HALK MI ANKETÖRLERİ ALDATTI?

Anket şirketleri daha önceki çalışmalarını hangi sahalarda, hangi grup insanla yapıyor idiyse bu kez de aynı yöntemi izlediler. Seçimlerden iki gün öncesine kadar da 1 Kasım seçimlerinden çıkacak sonuçların 7 Haziran seçimlerinden farklı olmayacağını; ufukta tek başına iktidar değil, koalisyon hükümeti göründüğünü açıkladılar. En son anketi saymazsak eğer AG şirketi de bu sonuçlara ulaşıyordu.

Başbakanlığının ilk döneminden itibaren anketlerle uyuyup anketlerle uyanan Erdoğan, 7 Haziran-1 Kasım aralığında da onlarca anket yaptırdı. Anketlerin hiçbiri AKP’nin tek başına iktidar olacağını söylemiyordu.

Bu gerçeği gören Tayyip Erdoğan, koalisyon fikrine kendisini alıştırmıştı ve şöyle diyordu; “tıpış tıpış Saray’a gelecekler.”

Mehmet Ali Şahin ise 1 Kasım’dan sonraki koalisyon ihtimaline itiraz ediyor, “Üçüncü kez seçime gidilebilir” diyordu.

Anket şirketlerinin tespitleri ve tahminleri doğruydu ve gerçeği yansıtıyordu. Artık seçim gecesi de bu tablo değişmeyecekti.

AKP’NİN ADİL GÜR MARKAJI

AKP oy ve sandık hilesi hazırlıklarına 7 Haziran öncesi başlamıştı. Sandık birleştirme, sandık taşıma, muhalif seçmenlerin adreslerini değiştirme, oy kullanma hakkı olmayan yeni seçmen yazımına ilişkin neredeyse günlük haberler geçiyordu.

Fakat Tayyip Erdoğan da AKP hükümeti de Gezi ve Kobanê direnişlerinden sonra üçüncü bir kalkışmayı kaldıracak güçte değildi. Anket şirketlerinin açıkladıkları birbirinin tekrarı sonuçlar neredeyse kesin gibiydi ve seçimlerde koalisyon dışındaki ihtimal, hile ve seçim yolsuzluğu sayılacak, AKP dışındaki tüm partilerin seçmenleri, zımni bir güç birliği içinde, sokaklara çıkarak sonuçlara itiraz edecekti.

O halde tedbir alınmalı kamuoyu, AKP’nin tek başına iktidar olabileceği fikrine de alışmalıydı. Bunun için güvenilir ve itibar sahibi bir anket şirketine ihtiyaç vardı. AG’nin sahibi Adil Gür, TV programlarında açıktan ve cesaretle söylemese de, zayıf bir ihtimal olarak AKP’nin tek başına gelebileceğinden söz ediyordu. O halde bu fikrini ete kemiğe büründürebilir, bunu bir araştırma ile kamuoyuna açıklayabilirdi.

İstanbul’u ve anket piyasasını bilen gazetecilerin anlatımlarına göre, seçimlere on gün kala AG, AKP’den bir daha anket yapamama riskini de karşılayacak bir meblağ karşılığında en son anketini yaptı.

A&G, AKP’nin %45-47 arasında oy alabileceğini belirtmişti. Ama AKP % 49.5 oy aldı.

AKP’nin 3.500 kişilik bilişimci hile ekibi, Adil Gür’ü de 2.5 puan yanılttı(!)

GEÇERSİZ OYLARDAKİ DÜŞÜŞÜN ANLAMI

Türkiye’de 2009’daki yerel, 2010’daki genel, 2014’teki yerel ve 1 Haziran 2015’teki genel seçimlerinde kullanılan oylar ve geçersiz oylar karşılaştırmasında istikrarlı ve orantılı bir denge söz konusudur. 1 Kasım seçimlerinde bu denge tepe taklak olmuştur.

7 Haziran’da 46.449.924 oy kullanılırken bunlardan 1.330.907 oy geçersiz sayılmıştır. 1 Kasım seçimlerinde hem seçmen sayısı, hem sandığa gidenlerin sayısı arttığı halde geçersiz oylar düşmüş; 47.237.714 kişi oy kullanırken bu oylardan 684.572 oy geçersiz sayılmıştır.

Bunun anlamı şudur; 2009’dan beri istikrarlı bir şekilde süregelen ve belli bir oranı temsil eden okuma yazma bilmeyenler okumayı, kuralına uygun oy kullanmayanlar kuralları, sakarlar becerikli olmayı öğrenmiş, gözleri iyi görmeyenlerin gözleri açılmış, geçersiz oy kullananların %50’si son seçimlerde bilinçlenmiştir(!!!)

7 Haziran seçimlerine göre Urfa, Antep, Van, Ağrı ve Elazığ’da yarı yarıya azalan geçersiz oy sayısı, masa başında AKP hanesine yazılmış istikrar(!) oylarıdır ve AKP hanesine en az 1 milletvekili yazdıracak oranlardır.

Gerçekte olan şudur, Türkiye realitesinde seçmen sayısı arttıkça geçersiz oylar da düşmemekte, artmaktadır. İki seçim arasında, geçersiz oylardaki 646.335 oy, AKP’nin hile ekibi eliyle, bilgi işlem merkezinde AKP’ye yazılmıştır.

SAHTE SEÇMEN KÜTÜKLERİ VE İTHAL SEÇMENLER

Antep’te AKP’nin 7 Haziran’da aldığı oy oranı %47.0 iken 1 Kasım’da % 61.06’ya çıkmış, %14 oranında artmış.

Urfa’da AKP’nin 7 Haziran oyları %46.7, 1 Kasım’da %64.6 ile %18 oranında artmış.

Kilis’te AKP’nin 7 Haziran oyları %49.2, 1 Kasım’da 65.6 oranına yükselerek %16 artmış.

AKP’nin Antep, Urfa ve Kilis’te seçmen sayısını şişirdiği, Suriyeli göçmenlere sahte kimlik ve seçmen kartı düzenlediği, bunlara oy kullandırtacağı aylar öncesinden konuşuluyordu. Nitekim bu illerde AKP oylarındaki büyük artışlar bu iddiaları doğrulamaktadır.  

ANKET ŞİRKETLERİ SEÇİM SONRASINDA NEDEN SUSKUN

15’i aşkın anket şirketinin tahmini tutmadı. Hem de % 7-8-9-10 gibi yanılgı payı ile. Sözü geçen anket sahiplerinin tamamı, anket şirketleri  için %1-2 yanılma payının olağan, bu oranın üstünün ise anket şirketinin güvenilirliğini ortadan kaldıracağını belirtmiştir.

1 Kasım sonuçları ile tanınan anket şirketlerinin yanılgı payı 6’dan 10’a kadar değişmektedir . Kendi anket sonuçlarını savunamıyor, bu büyük sapmanın seçim ve sandık hileleri ile ortaya çıktığını belirtemiyorlar. Hiçbir şey olmamış gibi hep birlikte yanılmış olmanın, güvenilirliği zedelemeyeceğine inanıyorlar.


Peki bütün bunlar bir anda prestiji yükselen Adil Gür’ün arkadaşlık hatırına mı?

Değil, Erdoğan ve AKP korkusundan.

Bu şirketler sadece seçim sonuçları için değil, çoğu hükümetin kontrolündeki alanlarda araştırma yapıyor ve para kazanıyorlar. Dolayısıyla işletme basan, hazetmediği şirketleri kendi mülkiyetine geçiren bu hükümetin hilelerini deşifre etmek arı kovanına çomak sokmak gibi bir şey.

Sessizlik ve “tahmin edemedik, hepimiz yanıldık” sinikliğinin gerçek sebebi, sonuçları doğru tahmine edememiş olmak değil; gerçeği dile getirmenin bedelinin ağır olması ve muhatabın ceberrutluğu.


3 BİN 500 KİŞİLİK HİLE EKİBİ

AKP, 7 Haziran seçimleri öncesinde sandık sonuçlarına ve bilgi toplama merkezine müdahale edebilecek  bir çalışma yürüttü. Bunun için 3 bin 500 kişilik bir grup oluşturuldu. Daha sonra bölgelere göre ekiplere ayrıştırılan bu elemanlar sandık başında birleştirme tutanakları hazırlanırken, il ve ilçe seçim kurullarındaki birleştirmeler ve YSK’da dijital ortam üzerindeki birleştirme aşamalarında devreye girerek sonuçlara müdahale edecekti.
AKP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun yönettiği bu ekibin bir kısmı Ankara’da üstlenirken diğerleri bölgelere gönderildi.

HİLE EKİBİ İÇİNDEKİ ELEMAN KONUŞUYOR

Ekibin içinde yer alan bir eleman bu çalışmayı HDP’lilere duyurdu.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bu ekibin varlığını, 18 Mayıs 2015 günü şu sözlerle basına duyurdu;

“HDP’yi baraj altında bırakmak için kurulan ekibin içinde toplantılara katılan biri bize bunu aktardı; Türkiye genelinde 3 bin 500 kişiden oluşan bir ekip. Başında da Süleyman Soylu var. Bunlar HDP’yi baraj altında bırakacak hile simülasyonları, senaryoları üzerinde çalışma yürütüp, örgütleme yapıyorlar. Süleyman Soylu il il dolaşarak bunların hazırlığını yapıyor. AKP genel merkezinde de ayrıca ekipleri var. Bu bilgiyi veren kişi kimliğini deşifre etmek istemediği için başvuru yapamıyoruz.”

SAVCILIK HİLE EKİBİNİ DEĞİL DEMİRTAŞ'I SORGULUYOR

7 Haziran seçimlerinden önce HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın yaptığı bu açıklamayı suç duyurusu kabul ederek derhal soruşturma başlatması gereken savcılar, hiçbir işlem başlatmadılar.  

Seçimlerden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. Fakat bu hareket hile ve hırsızlık ekibini soruşturmaya yönelik değil, ihbarı yapan Demirtaş’a yönelikti.

Süleyman Soylu’nun şikayeti üzerine Cumhuriyet Başsavcı Vekili Gürhan Aktaş tarafındanTBMM Başkanlığı’na sunulmak üzere Adalet Bakanlığı’na gönderilen 14 Temmuz 2015 tarihli fezlekede, ''Soylu’ya hakaret suçlaması'' nedeniyle Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması isteniyordu.

 7 Haziran 2015 seçimlerinde örgütlendirilen ve ilk deneyimlerini gerçekleştiren AKP’nin hile ve entrika teşkilatı, deneyim kazanmış ve sonuç alıcı çalışmasını 1 Kasım seçimlerinde yapmıştır. Seçim haritası dikkatle incelendiğinde önceki seçimlerde görülmeyen hareketlilikler, izahı zor bir çok tuhaflık görülecektir. Geçersiz oy oranlarındaki düşüş, oy oranları arasındaki küsuratların düzenliliği, bazı bölgelerdeki orantısız seçmen artışı, “Diğerleri” başlığı altındaki oy oranlarının AKP’ye kazandırdıkları, HDP’nin az oyla kaybettiği yerlerde küçük partilerin 100’de yüzlük oy artışları,bu seçimlerdeki hile ve entrikaları göstermektedir.