Türkiye 30 Ekim 2014’te yeni bir şiddetli savaş dönemine
girmiştir. MGK 30 Ekim’de oyalama ve aldatma politikasının Kürt Özgürlük
Hareketi’ni tasfiye etmede bir sonuç vermediği değerlendirmesini
yapmış, artık bu yol ve yöntemin bırakılıp şiddetli bir savaşla Kürt
halkının özgürlük mücadelesinin bastırılması kararı alınmıştır.
Önder
Apo, MGK’da alınan bu kararı görerek Kasım ayının sonunda üç aşamalı
bir yol haritası ve müzakere taslağı sunmuştur. Bu taslakla da MGK’da
alınan bu savaş kararını boşa çıkartıp AKP Hükümetini müzakere için adım
atmaya zorlamıştır. Tayyip Erdoğan ''İç Güvenlik Yasası'' dayatarak gerilim
politikası yaratıp seçime iç ve dış güvenlik tehdidi propagandasıyla
gitmek isterken, Önder Apo ise Türkiye’yi bir demokratikleştirme
programıyla seçime ulaştırmak istemiştir. Önder Apo’nun çabaları sonucu
Dolmabahçe Sarayı’nda müzakere taslağı Mutabakatı kamuoyuna sunulmuştur.
Böylece bir anda Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü
gündem olmuştur. O günün gazeteleri ve televizyon programlarına
bakılırsa AKP yandaşı yazarlar ve çevrelerde bu mutabakatı övdükleri,
yerlere göklere sığdıramadıkları görülür. Türkiye’nin barışı ve
istikrarı için önemli bir adımın atıldığını söylemişlerdir. Çünkü bu
yazar çevreler MGK’nın kararından, devletin derinliklerinin savaşla Kürt
halkının özgürlük mücadelesini ezme programından habersizdiler. Bu
nedenle Tayyip Erdoğan “bu mutabakatı tanımıyorum, taraf da yok, masa da
yok, izleme heyeti de İmralı’yı meşrulaştırmaktadır” deyince ofsayda
düşmüşlerdir. Ancak hiçbir iradeleri olmadığından, yalaka olduklarından
hepsi çark ederek Tayyip Erdoğan ve derin devletin önlerine koyduklarını
savunmaya başlamışlardır.
Tayyip
Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını reddetmesinden sonra yapılan ilk
işlerden biri, Önder Apo üzerinde 7 aydır süren ağır tecridi uygulamak
olmuştur.
Bir toplum mühendisliği
Tayyip
Erdoğan derin güçlerle birlikte 7 Haziran seçim öncesini kontrollü bir
savaş dönemi olarak yürütüp seçimden sonra savaşı şiddetlendirmeyi
planlamışlarken, seçim ortamı onların istediği gibi geçmemiş, HDP’nin
demokratikleşme ve demokratik ulus çizgisi seçim kampanyasını
yönlendiren esas etken olmuştur. Tayyip Erdoğan dört yüz milletvekili
isterken, aslında muhalefetin etkisiz olduğu bir savaş hükümeti
istediğini ortaya koymuştur. Başkanlıkla da bu savaş hükümetinin başbuğu
olmayı hedeflemiştir. Ancak HDP’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun
çözümüne dayalı siyasi çizgisi başarılı olunca ve AKP tek başına hükümet
olamayınca seçim sonrası güçlü bir savaş hükümeti olma planları suya
düşmüştür.
Seçimden sonra 7
Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi ve bu sonuçların siyasi darbe
yapılarak AKP’nin hükümetini sürdürmesi tamamen Kürt Özgürlük
Hareketi’ne ve demokrasi güçlerine karşı alınan savaş kararı gereği
olarak gerçekleşmiştir. 7 Haziran seçim sonuçlarının reddedilmesi, 1
Kasım seçim kararının alınması, tamamen Tayyip Erdoğan’ın dört yüz
milletvekili istemesinin arkasındaki program ve plan dahilinde gündeme
gelmiştir. 1 Kasım seçimi tamamen bir toplum mühendisliğidir. Önceden
sonuçları planlanmış ve ayarlanmış bir seçimdir. Kesinlikle adil, eşit
ve demokratik bir seçim olmamıştır. 7 Haziran seçimleri Türkiye
tarihinde belki de ilk defa kısmi adil ve eşit bir seçim olmuştur.
Kuşkusuz 7 Haziran seçim ortamı da adil ve eşit olmamıştır, ancak birçok
önceki seçim ve 1 Kasım’la kıyaslandığında göreceli adil ve eşit bir
seçim olarak görülebilir. Nitekim bunun da sonuçları reddedilmiştir.
Sonuçlarının neden reddedildiğini daha önce defalarca dile
getirdiğimizden tekrarlamayacağız. Sadece devletçi ulusa karşı
demokratik ulus seçeneğinin güçlü biçimde ortaya çıkmasına karşı darbe
yapılmış, bu siyasi çizgiye, yani demokratikleşmeye bir savaş açılmıştır
dersek yeterlidir. Kürt sorununda bir çözüm politikası ortaya çıkmadığı
müddetçe bu savaş politikası sürecektir. Kuşkusuz bu çizginin sahipleri
eski gücünde değildirler, ancak hala iktidarda oldukları için bu savaşı
sürdürmektedirler.
Şu gerçeği herkes
görmelidir; AKP yeni bir hegemonik cumhuriyet kurmak istiyor. Bu,
aslında eski cumhuriyet anlayışının AKP çizgisinde sürdürülmesi anlamına
gelmektedir. Zaten Tayyip Erdoğan’ın ordu içindeki bir kesimle
anlaşması da bu temelde gerçekleşmiştir. İki güç de Kürt düşmanlığında
bir cumhuriyet istemektedirler. Şu anda kurdukları ittifak bu
temeldedir. Siyasi güç AKP’de olduğu için AKP kendi çizgisinde Kürt
düşmanlığını, yani Kürtleri yeni koşullarda soykırıma uğratma temelinde
yeni bir cumhuriyet yaratma politikası doğrultusunda sürdürmektedir. Bu
çizgi önünde de Kürt halkını ve demokrasi güçlerini engel gördüğü için
şiddetli bir savaş başlatmıştır.
Dayatılan savaş görülmelidir
Kürt
halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı şiddetli bir savaş
başlatıldığını görmelidirler. “Ya bize teslim olursunuz ya da savaşla
ezilirsiniz” seçeneği dayatılmış bulunmaktadır. Bu gerçeği anlamayanlar,
AKP Hükümetinin savaş politikasına karşı ne tutum alabilirler, ne de
direnebilirler. Erdoğan amacına ulaşmak için bazı kesimlerle ittifak
yapsa da, kimilerini de suskun hale getirse de kendini hakim kıldığında
bunları da ezip geçecektir. Erdoğan şahsında AKP’de hiçbir siyasi ve
ahlaki ilke yoktur. Amaca ulaşmak için her şey mubahtır. Bu nedenle
önündeki engelleri ezmeyi bir bir önüne koymuştur. Sıra kendilerine
geldiğinde yanlarında duracak kimsenin kalmadığı bir savaşın
yürütüldüğünü tüm demokrasi güçleri görmelidir. Bugün bana dokunmuyor
diye sessiz kalınmamalıdır. Bugün bu politikaya sessiz kalan herkes bu
politikanın bıçağının altına kafasını uzatmış demektir.
Kürtler
ve demokrasi güçleri şiddetli bir savaşla karşı karşıyadır.
Tayyip
Erdoğan, Saray Gladyosu ve AKP Hükümeti 12 Eylül’ün tümden yapamadığını
yapmak istemektedirler. Kenan Evren her ne kadar darbe yapmış olsa da,
12 Eylül anayasasını yapmış olsa da, buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi
başta olmak üzere, demokrasi güçleri direnmiş, bu nedenle 12 Eylül
rejimi tam oturmamıştır. Özellikle PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük
Hareketi 12 Eylül düzeninin hedefine ulaşmasını engellemiştir. 12 Eylül
esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve başta sosyalistleri olmak üzere
Türkiye’deki devrimci demokratik hareketi ezerek işbirlikçi, ajanlaşmış
İslam’ı içine alan yeni bir cumhuriyet kurmayı hedeflemiş, ama direniş
karşısında bu program ve planlama gerçekleşmemiştir. Tayyip Erdoğan 12
Eylül’ü biçimsel olarak biraz liberalize ederek hakim kılmayı
hedeflemektedir. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik savaşı
kesinlikle böyle görmek gerekir. Böyle görmeyenler AKP karşısında
kaybetmeye mahkumdurlar.
Kürt
halkı ve demokrasi güçleri kendilerine karşı 12 Eylül 1980 ve 1990’lı
yıllardan daha kapsamlı bir savaş açıldığını görmelidirler.
Bu açıdan
Kürdistan halkı, tüm özgürlükçü demokrasi güçleri kendilerini böyle bir
savaşa göre örgütlü kılmalı ve tutum almalıdırlar. AKP kesinlikle Kürt
halkının varlığına yönelik saldırıya geçmiştir. Kürt halkının Özgürlük
Mücadelesini kırarak Kürt’ü bitirmek istemektedir. Bunu anlamamış Kürt
bugünden ölmüş olan Kürt’tür. Eğer Kürt ölmemek ve var olmak istiyorsa
kesinlikle AKP iktidarına karşı direnmelidir. AKP iktidarına karşı
direnme pozisyonu almalıdır. Kürt halkı on yıllardır yürüttüğü
mücadelenin bilinci, yarattığı ve bağlı olduğu değerlere dayanarak
direnmesini bilmelidir. Kürtler için tam da Direnmek yaşamaktır denilen
bir sürece girilmiştir. Yaşamak Direnmekten geçmektedir. Kemal Pir’in
Diyarbakır 5 Nolu zindanında söylediği “Yaşamı uğrunda ölecek kadar
seviyorum” ilkesi şimdi her yerde yaşam ve mücadele ilkesi haline
getirilmelidir. Çünkü Türkiye’nin ikinci 12 Eylül’ü olan Tayyip Erdoğan
şefliğindeki savaş ancak bu ilke ve direnme karakteriyle boşa çıkarılıp
yenilgiye uğratılabilir.
Gün AKP faşizmine karşı direnme günüdür
Tayyip
Erdoğan ve AKP Hükümeti öyle sıradan bir savaş yürütmemektedirler. Bu
savaş Kürt’ü bitirme savaşıdır. Zaman zaman Kürt kardeşlerimiz denilmesi
tamamen Kürt’ü bitirmeyi hedefleyen bu politika ve savaş gerçekliğinin
üstünü örtmek içindir. Bu nedenle başta gençler ve kadınlar olmak üzere
tüm Kürt halkı ayağa kalkmalıdır. Gençlik, şehirde, kasabada, mahallede
ve dağda direnişe geçmelidir. On binlercesi şehirlerde Kürt’ün iradesini
kırma ve bastırma saldırısına karşı direnirken, on binlerce genç de
özgürlük dağlarındaki direnişe koşmalıdır. Kürt’ün özgürlük ruhu olan
kadınlar AKP faşizmine hiçbir yerde geçit vermemelidirler. Kadınlar,
analar çocuklarıyla birlikte kendilerini Kürt’ü bitirme saldırısına
siper etmelidirler. Kürt kadınları ve anaları çocuklarının ve Kürt
gençlerinin ölümünü önlemek için her yerde sokaklara ve meydanlara
çıkmalıdırlar. Direnişin ruhu ve öncüsü olarak, çocuklarının ve
gençlerin ölümüne izin vermeyeceklerini tüm dünyaya göstermelidirler.
Bugün
AKP faşizmine karşı direnme günüdür. Hiçbir Kürt ve demokrat kendini
kandırmamalıdır. Karşılarında yeni bir 12 Eylül rejimi vardır. Tayyip
Erdoğan sivil Evren’dir. Hatta ondan daha acımasız, ondan daha fazla
otoriter ve faşist karakterli bir kişidir. Ainesi iştir kişinin lafına
bakılmaz. İşleri de günlük ortadır. Zaten Tayyip Erdoğan 2006’da “Kadın
da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız” diyerek ne düzeyde faşist bir
lider olduğunu göstermiştir. Tarih Tayyip Erdoğan’ın yüksek sesle ve
üzerine basa basa söylediği “kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini
yapacağız” sözünü unutmayacaktır. Bu söz, Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin
özetidir. Eğer Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin bir fabrika ayarından söz
edilecekse, fabrika ayarları bu sözde bellidir.
Erdoğan herkesi teslim almak istiyor
Mevcut
durumda hiç kimse devekuşu gibi kafasını kuma gömmeden bu gerçekliği
görüp ona göre tutum almalıdır. Tayyip Erdoğan herkesi teslim almak,
Kürt’ü de bitirmek istiyor. Bunun karşısında yapılacak tek şey, Mazlum
Doğan’ın söylediği “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” sözünün
gereğini yerine getirmektir.
Hiç kimse koşulların zorluğunu
gerekçe göstermemelidir. Tabii ki AKP’nin bu zihniyet ve amaçtaki
saldırıları büyük zorluklar ve sıkıntılar yaşatacaktır. Kürdistan tam
bir zindan ve zulüm yeri haline getirilecektir. Zaten bugünden zulmünü
arttırmış bulunmaktadır. Bu saldırılar daha da arttırılacaktır. Bu
saldırılar karşısında Önder Apo çizgisinde Diyarbakır zindanında 14
Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliğinde somutlaşan “Zor koşullarda
direnip başarmanın tarzı“ olan Kürdistan Devriminin Tarzını
pratikleştirmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnip başarmak için
direnişi yükseltmek gerekmektedir. Zor koşullarda direnmek ve kazanmak
Kürdistan devriminin tarzıdır. Hiç kimse Kürdistan’da kolay başarı
aramamalıdır. Kürdistan’da zorluklara katlanmadan kolay başarı aramak
kendini kandırmaktır. Kürdistan gerçeği ve düşmanlarını tanımadan
özgürlük ve demokrasi mücadelesi verileceğini ve kazançlar elde
edileceğini sanmak kendini kandırmaktır. Kürdistan’da özgür ve
demokratik yaşam ancak zorluklara katlanılarak kazanılabilir. Bırakalım
özgür ve demokratik yaşamı, Kürt’ün varlığını korumak bile ancak
zorluklara karşı direnilerek sağlanabilir. Bu, Kürt’ün varlığın koruma
ve özgürlüğünü kazanmanın kanunudur. Bu kanuna göre yaşamamak kendini
ölüme yatırmaktır. Kürtler de onlarca yıldır yürüttükleri büyük mücadele
ve kazandıkları birikimle kendilerini ölüme yatırmayacaktır; demokratik
ve özgür yaşamı kazanacaklardır. Gün, direnme ve kazanma günüdür.
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=9268
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder