30 Mart 2012 Cuma

Dinci Faşizm ve Türk Aydının Vicdanı (1)

Hürriyet gazetesi, Türk dinci rejiminin, atalarından müdevir Kürdistan’ı fetih hamlesini, „bahar opersyonu başladı“ başlığıyla haber veriyordu. Kürdistan’ın dağları bombalar altında inliyor, kar altından başını gösteren „gulsosin“lara zehir serpiliyordu. Dincisi, Kemalistiyle „kardeş“ Türk halkının vicdanı ölü, merhamet duyguları sağırdı.

Yirmi yıl önce, adını koyduğum, özgürlüğün çığlığı duyulsun diye uğrunda tastamam 76 can verilen, son faşist dalgada onlarca emektarı tutuklanan Özgür Gümdem gazetesi, bir kere daha kapatıldı. Dinci faşizmin vicdanı olan medyada, haber bile değil, özgür sesin boğulması. Onlar düşmüş, çürümüş vicdanlarını kiralığa çıkarmış 4 (yazıyla dört) fukara Kürt’ün gırlağına basıp, „Kürtler çok özgür“ diye bağırtıyor, onurunu arayan Kürtlere küfrettiriyorlar.

Ne yapayım ben? En iyisi, güncel yaraların acısını bir yana bırakıp, belki yararı olur düşüncesiyle, insani olan her şeye düşman, Kürtlere kinle ruhu zehirlenmiş bu ırkçı rejimin fotoğrafını çizmek.
 Kısadan söze başlamak gerekiyora, AKP rejimi, Amerika Birleşik Devletleri-Suudi Arabistan’ın, ortak yapımı „Yeni Ortadoğu Projesi“nin ilk meyvesi, Afganistan yanılgısının rövanşıdır. 

Ortadoğu’da, yıllar yılı „İslami terörle“ anılan, Mısır’da Başkan Enver Sedat’ı öldürecek kadar, nihai amaca ilerleyen, Afganistan’da iktidar olan „Müslüman Kardeşler“ ideolojisinin, Amerikan çıkarlarına uygun şekilde ehlileştirilmiş, Suudilere göbeğiyle bağlı iktidar modeli…

(Türk medyasında, zaman zaman zuhur eden, „hazineye kaynağı belirsiz milyarlarca dolar aktı“ başlıklı haberler, bu açıdan manidardır.)

Afganistan’daki „Taliban“ (Talebeler) hareketi, Amerikan-Suudi ortak projesiydi. Bin Ladin Suudlere çok yakını bir aileden, silahlar Amerika’dan, parasal güç Suudilerden.

630 sayfalık Kuran’da, dinden siyasete güç aktarımına dair, tek kelam yok, fakat TC dahil, Ortadoğu’daki tekmil diktatörlük kendi dinini kuruyor, dini çarpıtıp güç almaya bakıyorlardı. Onun için, tek İslam yok, rejime gören değişen din vardı.

Müslüman Kardeşlerin türevi olan Afgan Talibanlar da, ele geçirdikleri devlete kendi din anlayışlarının damgasını vurdular. Ancak, söz dinlemeyip, Amerikan kolasını yasaklayacak, „faiz haramdır“ diyerek bankacılığın canına okuyacak, yeraltı zenginliklerini Amerikalılardan esirgeyecek kadar ileri gittiler. Alkolü, sinema ve televizyonu günah sayıp, Amerikan sanayinin bu dallarını budadılar.

Washington, yanılgının öfkesiyle dişlerini sıkıp, manzarayı seyrederken, Taliban ikinci bir atakla, Suudi Arabistan’daki gibi kadını peçeleyip, eve kapattılar. AKP iktidarının da yaptığı gibi telefon en başta, bütün haberleşmeleri dinlemeye aldılar. Amerika, iktidara getirdiği çocukları karşısında fena halde yanılmıştı. Onları al aşağı etmenin çaresini arıyordu.

Derken Talibanlar, yine Suudilerde olduğu gibi „heykel puttur“ diyerek ortaya çıktılar. Dahası, antik Buda heykelini havaya uçurdular. Böylece, Amerika’ya „demokrasi ve insan haklarını kurtarma“ gerekçesi sağladılar.

Amerika’nın işgal hareketiyle kendi çocuklarını iktidardan indirmesi malum. Fakat sonrası problemdi. Kovboy artık yanılmak istemiyor, atını sağlam kazığa bağlamak istiyordu. Bu amaçla, hizmette kusur etmeyecek yeni kadrolar arayışına girdi. Suudilerin önerisiyle İslami terörün odağı olarak gördüğü Müslüman Kardeşler ile temas kuruldu. Pazarlıkta anlaşmaya varılınca, „Arap Baharı“ düğmesine basıldı.

TC’deki İslamcılar, Müslüman Kardeşlerin bir versiyonu, ama başındaki Necmettin Erbakan bir Mason olan Suudi Petrol Bakanı Zeki Yamani’nin yüzüne karşı Masonlara kürfedecek kadar abuk, sabuk bir adamdı. Batı diye diye Amerikan düşmanlığını dalgalandıran, faize çatarak bankacılığa kılıç çeken, NATO’ya söven, dolayısıyla adam olacağa benzemeyen…

Fakat, darbelenmeye rağmen, tabanı yadsınmayacak ölçüde yükselişteydi. O halde Erbakan’ın altı oyularak, kadroları yana çekilmeliydi. Erbakan’ın birinci yardımcısı Abdullah Gül, Suudi Bankalarından birinin eski memuruydu. Araştırma sürerken, bugünkü AKP’yi doğuran kadrolar keşfedildi.

El yordamıyla temaslardan sonra, AKP’nın dış ilişkiler yetkilisi Cüneyt Zapsu, Amerikalılara güven veren, „bizi halının altına süpüreceğinize kullanın“ sözünü söyledi. Sonra, yarı iktidar günlerinde (Erdoğan yasaklıyken) denemeler başladı. Güven vericiydiler. İktidar için, emre amadeydiler. Amerika, TC’de aranan „iyi çocukları“ bulmuştu.

İcraatlarında da, şimdilik göze batan fazla bir şey yoktu. Kars’ta bir heykel yıkmış, ama Afganistan’daki gibi kadının peçelenip, günah ağacı misali gözden ırak tutulması zorunlu değildi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan eşlerinin kişiliğinde türban, yeni Türk sosyetesinde gönüllü statü simgesiydi. Şekilde görüldüğü gibi, iktidar ortağı Fethullah Gülen kumpanyası, kendi bankasını kurmuş ve artık faiz de haram değildi.

AKP, Amerikan güzellemesiyle „İslamda model demokrasi“ ilan edildi. Recep Erdoğan, İslam ülkelerini Amerika’ya bağlılık olan „Yeni Ortadoğu Projesi“nin başkan yardımcısı payesiyle, diyar diyar dolaşıp, malını pazarlayan çığırtkan misali, „İslami terör yoktur“ diyerek Müslüman Kardeşlerin yeni yüzünü aydınlattı. Sonra Arap Baharı başladı.

Recep Erdoğan, Amerika’nın sevmediği İslamik rejimlere saldırırken, içeride Kürtleri sindirme adına polis devleti çarkı üstünde, terör düzenini kurumlaştırıyor, ama hizmette kusur olmadığı sürece, mubahtı.

Irak işgalinde cephe açma firesi mi? Bunun suçu, şark kurnazlığının derin sularında, generallere yüklendi. Amerika’dan aldığı destekle eşine selama durmayan, „biat“ etmekte zorlanan, generalleri, „ordunun demokrasi üzerindeki vesayetinin kaldırma“ adı altında tırpanlayıp, hepsini hapishaneye doldurdu.Oysa vesayet falan kalkmamıştı. Generallerin Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla yönetime ortak olması, sermaye kesiminde OYAK’ın haksız rekabeti, ordu harcamalarının denetim dışı kalması yerli yerinde duruyordu.

 (Konuya, kaldığımız yerden devam edeceğiz)

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: