Tartışılacak düşüncesi olmayanların kişiliği tartışma konusu olur.
Türkiye’de bugün düşünce ya hapiste ya da tehdit altında. Hükümete
bağımlı olan gazeteler de böyle bir ortamda, hiçbir değeri olmayan
görüşleri bir “düşünme ürünü” olarak pazarlıyor.
Bu tür yazarların “düşünerek” ürettiği iddia edilen yazılarında tartışılabilecek tek bir fikre rastlamak mümkün değil. Okumak için harcanan vakte yazık. Üreten ve düşünen insan için vakit değerlidir.
Bilgi ya da kayda değer fikir içermeyen bu yazılar, ayrıca hükümet medyasının toplumsal psikoloji ve insani duygulara zarar veren yayınlarının bir parçası olmanın ötesinde anlam taşımıyor. İnsan aklına yönelik birer saldırı olarak anlam kazanıyor.
Bazı tipler, gazete köşelerinde yazdıkları yazılar ya da kitap sahibi olmalarının kendilerini “düşünce insanı” ve “aydın” yaptığını düşünüyor olmalı. Türkiye’deki mevcut iktidarın entelektüel kapasitesi dikkate alındığında, sözkonusu tiplerin kendilerini “önemli bir fikir üreticisi” olarak görmelerinde şaşırtıcı bir durum yok.
Bu açıdan yazar diye geçinenlerin gazete köşelerinde ya da kitap sayfalarında yazdıkları üzerine yürütebilecek bir tartışmaya ihtiyaç olmadığı gibi, lüzumsuz bir vakit kaybına yol açacak.
Tartışılacak bir düşüncesi olmayanlar, zaten tavırları ile de bunu ortaya koyuyor. Orhan Miroğlu belki bunun son örneği ancak, ne yazık ki sayıları oldukça fazla.
Sayfalarca cevabı hakkedecek bir duruşa sahip değil. ANF’yi suçlarken ve bunun üzerinden de yazar Ahmet Altan’ı vururken, kendisini yeterince ele veriyor.
İnsanoğlunun deneyimler sonucu elde ettiği birikimler, hiçbir hakaret ve suçlama içermeyen eleştiriler karşısında bu kadar agresifleşen, tüm bir konuşması hakaret ve suçlamalardan oluşanların, esasta kendilerini tarif ettiklerini bize anlatıyor. Bu deneyimler aynı zamanda, esas haksız ve yalancı tarafın da bu tür refleksleri gösterenler olduğuna ışık tutuyor.
Tek tek kullandığı ifadeleri yorumlanın ve bunlara cevap vermenin bir anlamı yok. Bu kadar değeri hakketmiyor. Zira söylediklerinde suçlamalar ve hakaretlerin dışında, değerlendirmeye veya doğrulamaya konu olabilecek herhangi bir ifade yok.
Kendisine “yazar”, “aydın”, “gazeteci” sıfatını yakıştıranların sadece bu şekilde gündem olmaları, içler acısı bir durum.
Ortaya çıkan tablo Türkiye’de mevcut rejimin hem bu mesleklere hem de topluma reva gördüğü “düşünsel kapasiteyi” gözler önüne seriyor. Bu sadece utanç verici bir durum. Miroğlu örneği de bir kez daha düşmenin sınırının olmadığını gösteriyor.
ANF
Bu tür yazarların “düşünerek” ürettiği iddia edilen yazılarında tartışılabilecek tek bir fikre rastlamak mümkün değil. Okumak için harcanan vakte yazık. Üreten ve düşünen insan için vakit değerlidir.
Bilgi ya da kayda değer fikir içermeyen bu yazılar, ayrıca hükümet medyasının toplumsal psikoloji ve insani duygulara zarar veren yayınlarının bir parçası olmanın ötesinde anlam taşımıyor. İnsan aklına yönelik birer saldırı olarak anlam kazanıyor.
Bazı tipler, gazete köşelerinde yazdıkları yazılar ya da kitap sahibi olmalarının kendilerini “düşünce insanı” ve “aydın” yaptığını düşünüyor olmalı. Türkiye’deki mevcut iktidarın entelektüel kapasitesi dikkate alındığında, sözkonusu tiplerin kendilerini “önemli bir fikir üreticisi” olarak görmelerinde şaşırtıcı bir durum yok.
Bu açıdan yazar diye geçinenlerin gazete köşelerinde ya da kitap sayfalarında yazdıkları üzerine yürütebilecek bir tartışmaya ihtiyaç olmadığı gibi, lüzumsuz bir vakit kaybına yol açacak.
Tartışılacak bir düşüncesi olmayanlar, zaten tavırları ile de bunu ortaya koyuyor. Orhan Miroğlu belki bunun son örneği ancak, ne yazık ki sayıları oldukça fazla.
Sayfalarca cevabı hakkedecek bir duruşa sahip değil. ANF’yi suçlarken ve bunun üzerinden de yazar Ahmet Altan’ı vururken, kendisini yeterince ele veriyor.
İnsanoğlunun deneyimler sonucu elde ettiği birikimler, hiçbir hakaret ve suçlama içermeyen eleştiriler karşısında bu kadar agresifleşen, tüm bir konuşması hakaret ve suçlamalardan oluşanların, esasta kendilerini tarif ettiklerini bize anlatıyor. Bu deneyimler aynı zamanda, esas haksız ve yalancı tarafın da bu tür refleksleri gösterenler olduğuna ışık tutuyor.
Tek tek kullandığı ifadeleri yorumlanın ve bunlara cevap vermenin bir anlamı yok. Bu kadar değeri hakketmiyor. Zira söylediklerinde suçlamalar ve hakaretlerin dışında, değerlendirmeye veya doğrulamaya konu olabilecek herhangi bir ifade yok.
Kendisine “yazar”, “aydın”, “gazeteci” sıfatını yakıştıranların sadece bu şekilde gündem olmaları, içler acısı bir durum.
Ortaya çıkan tablo Türkiye’de mevcut rejimin hem bu mesleklere hem de topluma reva gördüğü “düşünsel kapasiteyi” gözler önüne seriyor. Bu sadece utanç verici bir durum. Miroğlu örneği de bir kez daha düşmenin sınırının olmadığını gösteriyor.
ANF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder