11 Nisan 2012 Çarşamba

Kürtleri Kim Yönetecek?

Filiz KOÇALİ
Kürtler “haklarımız” diye tartışmaya başladığında, anadilde eğitim yasağı, siyasi baskılar, PKK’nin legal siyasete katılımı ve Öcalan’ın özgürlüğü meselesi derhal rafa kalkıyor ve tartışma “Kürtleri kim yönetecek” konusuna geliyor. Bunu Kürtlerin hakkını hukukunu savunduğunu söyleyenler de yapıyorlar.

Kürtleri bugüne kadar 12 Eylül darbecileri yönetmiş, o darbecilerin anayasası ışığında ANAP, DYP, AKP yönetmiş, o yönetimlerin atadığı valiler canları isteyince trafik lambalarının bile rengini değiştirmiş, imza toplamayı bile yasaklamış, o yönetimlerin içişleri bakanlarının atadığı polis şefleri karakolda ve şimdilerde sokaklarda insanlara akıl almaz işkenceler yapmış, kimsenin gıkı çıkmamış, Kürtleri kimin yönettiği kimsenin umurunda olmamış. Şimdi olur da Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşir, Kürtler de özerk bölgelerde yaşarlarsa, onları kim yönetecek, onun tasası sarmış herkesi.


Efendim bakmışlar KCK sözleşmesine, otoriter bir yönetimi savunuyormuş. KCK Sözleşmesi’nden söz edeceğim ama önce BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Taraf’taki söyleşisine bir göz atalım...


***


Neşe Düzel soruyor:  PKK’ya dönersek... PKK, kendisine yöneteceği bir toprak verilmeden barışa razı olur mu? Yoksa PKK’nın en önemli şartı, kendisine yöneteceği bir bölge, bir nüfus, bir toplum verilmesi mi?


Demirtaş yanıtlıyor: Murat Karayılan KCK yürütme kurulu başkanı olarak bütün örgütü bağlayan bir açıklama yaptı 15 gün önce. “Türkiye’de yönetim anlayışı ademimerkeziyetçi olursa, seçimler de demokratik yapılırsa, kim kazanırsa bölgesel yönetimi o yönetir” dedi.


***


Demek ki neymiş? Kim kazanırsa o yönetecekmiş! İçiniz rahat olsun! Lakin bu kadar da değil. Devamı var. Demokratik toplum diye nitelenen sistemde esas olan, halkın kendi kendisini yönetmesi, kendisiyle ilgili kararlara oy vermenin ötesinde katılabilmesi, hesap sorabilmesi. Sadece siyasetçilerin değil, en küçük bir sokakta bile kurulacak meclislerde yer alan halkın, sivil toplum örgütlerinin, kadınlar, gençler, cemaatler gibi bütün toplumsal kesimlerin, engellilerin, kanarya sevenlerin, kısacası meclis biçiminde örgütlenmiş herkesin kararlarda söz sahibi olabilmesi. Demokratik toplum diye sözü edilen bu.


Şimdi gelelim KCK sözleşmesine... İstanbul’da BDP’lileri tutuklayan savcı bu sözleşmeyi dosyaya koymuş. Bence hayırlı bir iş yapmış. Ne yalan söyleyeyim, ben de böylece bu sözleşmeyi ilk defa derli toplu okuma fırsatı buldum. Daha sonraki yazılarımda yeniden ele alacağım ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim, bu sözleşmeyi “yeni anayasa taslağı” diye önüme getirseler, bir-iki maddesi dışında tek bir itirazım olmazdı. Yani o kadar demokratik.


Herkesin “hizmet”ten anladığı farklı. Kimisi okul açar, dini yayar, aklına yatan iktidarları destekler, bazen kendisini alamaz, bürokrasiyi, emniyeti ele geçirir, daha ileri gider özel yetkili savcıları bile olur. Kimisinin ise “hizmet” anlayışı farklıdır. Daha demokratik bir ülkede yaşamak için, siyasi bir özne olabilmek için, kendi kendisini yönetebilmek için bir mahalle meclisinde yer alır. “Meclisimizi kurduk” diye gazetelere demeç verir, resimleri yayınlanır. Sırf bu yüzden de “illegal bir örgütlenmenin içinde yer aldığı” (maalesef hem illegal hem de otoriter bir örgüt) gerekçesiyle “hizmet” aşkıyla yanan özel yetkili bir savcının karşısında buluverir kendisini. Tanrı Kürdü otoriter bir rejimden korusun!


KCK Sözleşmesini okumak için tıklayın:

http://guncelyorum-canadil.blogspot.fr/2010/10/kckkoma-civaken-kurdistan-sozlesmesi.html

 

Hiç yorum yok: