AHMET KAHRAMAN
İki aya yakın zamandan beri süren şiddetli bir savaşın cephelerinde, Türk ordusu giderek içe kapanıyor, eski çağ kalelerini andıran kışlalara sıkışıyordu.
Bizim gazete önceki gün, Türk Başbakanı Erdoğan’ın bir zamanlar, Türk halkına moral gücü verme tertibinden, şimdi çetecilikten tutuklu olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la, kum torbalarının ardına sinip, poz verdiği mevzilerin, gerillaya geçtiğinin fotoğrafı vardı. Önde gerilla liderleri, arkada bir kaç gün öncesine kadar Türk bayrağının çekili olduğu direkte, Kürdistan bayrağı…
Gerilla karargahı, Beytüşşebap’ta Türk devletinin temsilciliği Kaymakamlığa girildiğini, ancak Kaymakamın yakalanamadığını açıklıyordu. Türk medyası öğleden sonra „kayıp“ Kaymakam’ın bulunduğunu müjdeliyordu. Kaymakam, gerilla şehre girince, bir zırhlı araçla kaçmış, askeri kışlaya sığınmıştı. Kendisi hayatta, sağlığı da yerindeymiş.
Yine gerilla, Türk tarafının Beytüşşebap’taki asker ve polis kaybını 54 olarak veriyor, 22 tanesinin de kimliğini açıklıyordu. Ele geçirilen ve imha edilen silahların yanı sıra bir helikopter düşürülmüş, ikisi de ağır yara almıştı.
Türk basınında, savaşın bu cephesine ilişkin olarak, valinin vaziyeti kurtarma adına „şehri ele geçiremediler“ propagandasından başka tek kelime yoktu.
Oysa, gerillanın açıklamasından anlaşıldığı üzere şehir ele geçirilmiş, Türk ordusu kışla duvarlarının gerisine kadar kovalanıp, orada sıkıştırılmış, kalma planı olmadığı için sonra çekilmişlerdi.
Türk okurun, bütün bunlardan hiç haberi olmadı. Çünkü, basın okurun değil sivil iktidarın, AKP iktidar da askeri gücünün emrindeydi. Generaller, dünyayı, 1920’lerdeki yerinde duruyor sanıyordu. Gazeteler yazmaz, televizyonlar ses vermezse, hezimetten kimsenin haberi olmaz, onlar „Türk’e Türk Propagandası“ tertibinden yüksekten atmaya devam edeceklerdi.
O nedenle, „müflis tüccarın eski defterleri karıştırması“ misali, Atatürk’ün Takriri Sükun sansürüne sığınmış, gerçeği saklama emri vermişlerdi.
Hasan Cemal, dünkü yazısında „iflas etmiş tüccar“ hallerini şöyle yazıyordu:
„PKK konusunda 1990’larda Genelkurmay yönlendirirdi medya dahil her şeyi. Bugün sivil iktidar yapıyor bu işi. Yeni olan galiba bu. Asker sessiz, ‘sivil otorite’nin emrinde. Fakat askeri otoritenin bir noktayı yerli yerine oturttuğunu sanıyorum. Bu da, Ak Parti iktidarının PKK konusunda artık çoktandır ‘askerin yörüngesi’ne oturduğu gerçeğidir.“
Hasan Cemal, basının okuru dolandırıp kandıran dalkavukluğu, kendisinin de yazdığı „Milliyet“ten başlayarak örnekliyordu:
„(Milliyet) Haber manşetin altına doğru çekilmiş, fazla büyütülmeden verilmiş, Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’ın tepkileri eklenmiş haberin spotuna. (...) Sabah’ta Beytüşşebap haberi birinci sayfada neredeyse gözükmüyor, saklanmış sanki. Zaman’la Star da farklı değil. PKK’nın saldırı haberi, birinci sayfanın eteklerine doğru verilmiş. Bugün ise manşetin altına sıkıştırmış. Anlaşılan bu gazeteler, Başbakan Erdoğan’ın ‘medya terör propagandası yapmasın!’ ‘ricası’na uyuyorlar.“
TC böyle geldi, dünden bugüne. Herkes birbirine yalan söyledi. En tumturaklı yalanı kıvıran, başlara baş olmada hep birinci geldi; nimet başlarında bağdaş kurdu. Basın da beslenmeye karşılık gerçeklere örtü oldu.
Türk medyası yazmayınca, asayış mükemmel, savaş yok, iktidarın yalanları sultandı.
Türk medyası, „bordo berelileri“, bugüne kadar elinden geleni ardında bırakmış ve sanki sonunda kum torbalarının gerisine sığınmamış gibi, yeni yok edici olarak gösteriyor, „dişe diş mücadele dönemi başlıyor“ başlığıyla lanse ediyor, övüyordu.
Oysa, „bordo bereliler sahaya iniyor“ başlığı da dalkavuk medyanın iflas etmiş tüccarın başka bir defterini karıştırmasından ibaretti. Yeni gibi gösterilenlerin yeni bir tarafı, niteliği yoktu. Onlar, 1990’larda kurumuş kan rengi bereleriyle, 1990’larda Kürdistan’da „savaştayız“ göstersine çıkmış, kadın ve çocuklara namlu ateşlemiş, savunmasız köyleri yakıp yıkarak, kendilerine yakışan üne kavuşmuşlardı.
Dünyanın ayıplamasından sonra yıkıma ara verdiler ama, oradan hiç ayrılmadılar.
AKP, tek yenilik olarak onları, „profesyonel ordu“ diye, öldürme deneyimli paralı askerlerle takviye etti. Başlarına da hiddetli, şiddetli diye General Galip Mendi’yi getirdi. Başbakanın beyninin yarısı olan Yalçın Akdoğan, Generalin „özellikleri“ nedeniyle bu göreve seçildiğini söylüyordu.
„Özelliği“ne baktım, bütün ötekiler gibi Özel Harp'çıydı. AKP Ergenekonuna devşirme eski Ergenekoncu yani. Vicdanlardaki sabıka dosyası ise Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın kanıyla lekeli. Katil diye suçlanmıştı, Adalı ailesi tarafından. O zamanki komutanı da Hasan Kundakçı’ydı. Türk basını onu, „Kürdistan fatihi“ namıyla „Tamburalı Paşa“ diye parlatmış, sonra kaçakçılık dosyası ve mafya liderleriyle aynı kaptan yerken çekilmiş fotoğraflarıyla de, sureti tarihe geçmişti.
Bu satırların yazıldığı sıralarda, Türk Başbakanı Kürtlere ve temsilcilerine söverek, sövgülerini yalanlarla süsleyerek, kafadarlarına moral veriyordu.
Özgürlüğüne koşan halka küfür ve hakaret çaresizlik, bordo bereli öldürücüler ise denenmiş nafileliktir.
İki aya yakın zamandan beri süren şiddetli bir savaşın cephelerinde, Türk ordusu giderek içe kapanıyor, eski çağ kalelerini andıran kışlalara sıkışıyordu.
Bizim gazete önceki gün, Türk Başbakanı Erdoğan’ın bir zamanlar, Türk halkına moral gücü verme tertibinden, şimdi çetecilikten tutuklu olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la, kum torbalarının ardına sinip, poz verdiği mevzilerin, gerillaya geçtiğinin fotoğrafı vardı. Önde gerilla liderleri, arkada bir kaç gün öncesine kadar Türk bayrağının çekili olduğu direkte, Kürdistan bayrağı…
Gerilla karargahı, Beytüşşebap’ta Türk devletinin temsilciliği Kaymakamlığa girildiğini, ancak Kaymakamın yakalanamadığını açıklıyordu. Türk medyası öğleden sonra „kayıp“ Kaymakam’ın bulunduğunu müjdeliyordu. Kaymakam, gerilla şehre girince, bir zırhlı araçla kaçmış, askeri kışlaya sığınmıştı. Kendisi hayatta, sağlığı da yerindeymiş.
Yine gerilla, Türk tarafının Beytüşşebap’taki asker ve polis kaybını 54 olarak veriyor, 22 tanesinin de kimliğini açıklıyordu. Ele geçirilen ve imha edilen silahların yanı sıra bir helikopter düşürülmüş, ikisi de ağır yara almıştı.
Türk basınında, savaşın bu cephesine ilişkin olarak, valinin vaziyeti kurtarma adına „şehri ele geçiremediler“ propagandasından başka tek kelime yoktu.
Oysa, gerillanın açıklamasından anlaşıldığı üzere şehir ele geçirilmiş, Türk ordusu kışla duvarlarının gerisine kadar kovalanıp, orada sıkıştırılmış, kalma planı olmadığı için sonra çekilmişlerdi.
Türk okurun, bütün bunlardan hiç haberi olmadı. Çünkü, basın okurun değil sivil iktidarın, AKP iktidar da askeri gücünün emrindeydi. Generaller, dünyayı, 1920’lerdeki yerinde duruyor sanıyordu. Gazeteler yazmaz, televizyonlar ses vermezse, hezimetten kimsenin haberi olmaz, onlar „Türk’e Türk Propagandası“ tertibinden yüksekten atmaya devam edeceklerdi.
O nedenle, „müflis tüccarın eski defterleri karıştırması“ misali, Atatürk’ün Takriri Sükun sansürüne sığınmış, gerçeği saklama emri vermişlerdi.
Hasan Cemal, dünkü yazısında „iflas etmiş tüccar“ hallerini şöyle yazıyordu:
„PKK konusunda 1990’larda Genelkurmay yönlendirirdi medya dahil her şeyi. Bugün sivil iktidar yapıyor bu işi. Yeni olan galiba bu. Asker sessiz, ‘sivil otorite’nin emrinde. Fakat askeri otoritenin bir noktayı yerli yerine oturttuğunu sanıyorum. Bu da, Ak Parti iktidarının PKK konusunda artık çoktandır ‘askerin yörüngesi’ne oturduğu gerçeğidir.“
Hasan Cemal, basının okuru dolandırıp kandıran dalkavukluğu, kendisinin de yazdığı „Milliyet“ten başlayarak örnekliyordu:
„(Milliyet) Haber manşetin altına doğru çekilmiş, fazla büyütülmeden verilmiş, Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’ın tepkileri eklenmiş haberin spotuna. (...) Sabah’ta Beytüşşebap haberi birinci sayfada neredeyse gözükmüyor, saklanmış sanki. Zaman’la Star da farklı değil. PKK’nın saldırı haberi, birinci sayfanın eteklerine doğru verilmiş. Bugün ise manşetin altına sıkıştırmış. Anlaşılan bu gazeteler, Başbakan Erdoğan’ın ‘medya terör propagandası yapmasın!’ ‘ricası’na uyuyorlar.“
TC böyle geldi, dünden bugüne. Herkes birbirine yalan söyledi. En tumturaklı yalanı kıvıran, başlara baş olmada hep birinci geldi; nimet başlarında bağdaş kurdu. Basın da beslenmeye karşılık gerçeklere örtü oldu.
Türk medyası yazmayınca, asayış mükemmel, savaş yok, iktidarın yalanları sultandı.
Türk medyası, „bordo berelileri“, bugüne kadar elinden geleni ardında bırakmış ve sanki sonunda kum torbalarının gerisine sığınmamış gibi, yeni yok edici olarak gösteriyor, „dişe diş mücadele dönemi başlıyor“ başlığıyla lanse ediyor, övüyordu.
Oysa, „bordo bereliler sahaya iniyor“ başlığı da dalkavuk medyanın iflas etmiş tüccarın başka bir defterini karıştırmasından ibaretti. Yeni gibi gösterilenlerin yeni bir tarafı, niteliği yoktu. Onlar, 1990’larda kurumuş kan rengi bereleriyle, 1990’larda Kürdistan’da „savaştayız“ göstersine çıkmış, kadın ve çocuklara namlu ateşlemiş, savunmasız köyleri yakıp yıkarak, kendilerine yakışan üne kavuşmuşlardı.
Dünyanın ayıplamasından sonra yıkıma ara verdiler ama, oradan hiç ayrılmadılar.
AKP, tek yenilik olarak onları, „profesyonel ordu“ diye, öldürme deneyimli paralı askerlerle takviye etti. Başlarına da hiddetli, şiddetli diye General Galip Mendi’yi getirdi. Başbakanın beyninin yarısı olan Yalçın Akdoğan, Generalin „özellikleri“ nedeniyle bu göreve seçildiğini söylüyordu.
„Özelliği“ne baktım, bütün ötekiler gibi Özel Harp'çıydı. AKP Ergenekonuna devşirme eski Ergenekoncu yani. Vicdanlardaki sabıka dosyası ise Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın kanıyla lekeli. Katil diye suçlanmıştı, Adalı ailesi tarafından. O zamanki komutanı da Hasan Kundakçı’ydı. Türk basını onu, „Kürdistan fatihi“ namıyla „Tamburalı Paşa“ diye parlatmış, sonra kaçakçılık dosyası ve mafya liderleriyle aynı kaptan yerken çekilmiş fotoğraflarıyla de, sureti tarihe geçmişti.
Bu satırların yazıldığı sıralarda, Türk Başbakanı Kürtlere ve temsilcilerine söverek, sövgülerini yalanlarla süsleyerek, kafadarlarına moral veriyordu.
Özgürlüğüne koşan halka küfür ve hakaret çaresizlik, bordo bereli öldürücüler ise denenmiş nafileliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder