21 Temmuz 2011 Perşembe

Fethullah Gülen Okullarında CIA Ajanları

Anılarını “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” adıyla kitap halinde yayımlayan Osman Nuri Gündeş, Ağca’nın uyarıya rağmen kaçırıldığını, Gülen okullarında CIA ajanlarının öğretmen olarak görev yaptığını, Abdullah Öcalan’ın İtalya’dan itibaren MİT’in kontrolünde olduğunu, ASALA ile savaşacak elemanlar için Çankaya Köşkü’nün altında atış poligonu oluşturulduğunu yazdı…

Önemli ipuçları taşıyor

Osman Nuri Gündeş 85 yaşında bir eski istihbaratçı…
1964-1986 yılları arasında Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışmış.
1977-1984 arası, yani 12 Eylül’e uzanan fırtınalı dönemde ve 12 Eylül sonrasında İstanbul’da MİT Bölge Başkanı olarak görev yapmış.
Tansu Çiller döneminin Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanı olarak tanıyoruz kendisini…
Gündeş, teşkilatın en çok tartışılan isimlerinden biri…
Adı, Hiram Abas-Mehmet Eymür’le çekişmeleri ve yeraltı dünyasıyla ilişkili olduğu iddialarıyla sık sık gündeme gelmişti.
Gündeş, 1950’li yıllardan başlayan anılarını “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı“ adıyla kitaba döktü.
500 sayfalık bu anılarda kendisinden “Başkan“ diye söz eden Gündeş, kitabında 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül döneminin önemli olaylarına yer veriyor; bu arada MİT içindeki hesaplaşmaya da geniş yer ayırıyor.
Cevabı merakla beklenen bazı soruların cevapları yine verilmemiş olsa da, Mumcu, Kışlalı, Aksoy, Üçok gibi birçok cinayet, sadece zikredilip “sır verilmeden” geçilmiş olsa da, yazım ve dizgi hatalarının yanı sıra, Oktar Cerit diye Yılmaz Özdil‘in fotoğrafının basılması gibi hatalar bulunsa da Gündeş‘in anıları önemli ipuçları taşıyor.
Yakın tarihin bir istihbaratçı tanığının sunduğu bu ipuçlarından bazılarını buraya almak istedim.

GÜLEN OKULLARI
‘CIA ajanları öğretmen maskesiyle görev yapıyor’

Gündeş, kitabında Fethullah Gülen hareketini Moon tarikatına benzetiyor.
Amerikalıların Kore’yi işgal ettikten sonra, Güney Kore’yi sömürgeleştirebilmek için Hıristiyan Moon tarikatını kurduklarını, böylece nüfusu Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yaptıkları gibi tarikat aracılığıyla dünyada komünizm karşıtı bir blok oluşturduklarını söylüyor. Gülen‘in de Komünizmle Mücadele Derneği’nden yola çıktığını, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelere öncelik verdiğini hatırlatıyor.
“Sonra CIA, cemaatin faaliyetlerini Rusya’ya yönlendirdi” diyor.
Şu satırlar kitabın “Fethullah Gülen gerçeği“ bölümünden:

Fethullah Gülen gerçeği

“Gülen cemaati tarafından özellikle de Türk cumhuriyetlerinde açılan okullarda diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları ‘İngilizce öğretmeni’ diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye’de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Toplantıda MİT temsilcisi de bulunduğu halde, olay karşısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.”

Öğretmen kılıklı CIA ajanları

“Yer: Ankara’daki Başkent Öğretmen Evi…
Ev sahibi: Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim-Öğretim Genel Müdürlüğü…
Konu: Yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları…
Toplantıya başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor.
Dahası Başbakanlık’tan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler ve yurtdışında okul açmış bazı kimseler de var.
Bu toplantıda Özbekistan’da 18 okul açmış bir şirket sahibi okullardan bahsederken ‘Fethullahçılara ait okullar’ dedi; Türk Milli Eğitimi buna seyirci kaldı. Bu arada okulların müdürü, Amerika’nın Özbekistan’daki bir uygulamasını dile getirdi:
‘ABD, “dostluk köprüsü“ adı altında getirdikleri 70 kişilik öğretmen grubuna diplomatik statü kazandırmış. Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD’li öğretmenlerin çoğu, Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktadır. “İngilizce dil öğretmeni” olarak gözükmekte iseler de esasen Amerikan Gizli Servisi’nin güdümünde görev yaptıkları ve çalıştıkları ülkelerde Pentagon’da üretilen Amerikan politikalarının uygulamasının baş ajanları görevlerini sürdürmektedirler. Onların İngilizce hocalığı sadece maske görevleridir. Örneğin Kırgızistan’da da 60 kadar Amerikalı “öğretmen” vardır.’”

ÖCALAN’IN YAKALANIŞI
‘Apo İtalya’dan itibaren MİT’in kontrolündeydi’

Gündeş anılarında Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş sürecine de değiniyor. Burada tanıklığı yok; ancak “ilk ağızdan öğrendiği“ ilginç bir bilgiye yer veriyor.
İşte o satırlar: “Yunan yetkililer, Şubat 1999’da Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği rezidansından Öcalan’a sığınma sağlanmasıyla ilgili sorumluluğu kabul ettiler. Ama MİT’in bu işte rolünün büyük olduğunu unutmamak gerekir. Başkan’ın ilk ağızdan öğrendiğine göre Öcalan, İtalya’dan itibaren MİT elemanlarının kontrolüne girmiştir.”
“Öte yandan her şeyi iyi hesap eden Pentagon acaba Öcalan’ı Türkiye’nin başına bela etmek için mi teslim etmeyi planlamıştı?”
“Bunu zaman gösterecektir.”

BAY PİPO
Çankaya Köşkü’nün altındaki atış poligonu

Gündeş’in kitabındaki önemli bölümlerden biri de ASALA ile mücadele için istihdam edilen “şahıslar”la ilgili…
12 Eylül döneminde Çankaya Köşkü’nde, Devlet Başkanı Evren‘in damadı Erkan Gürvit’in sorumluluğunda ASALA ile mücadele için MİT’ten bağımsız bir birim oluşturulduğu biliniyordu. Gündeş, bu birime ilişkin ilginç ayrıntılar veriyor. Bu arada burada görevli şahısları angaje edenler arasında “Bay Pipo“ namlı Hiram Abas‘a da ismini vermeden atıf yapıyor. Okuyoruz:

MİT’teki Özkurt

“Bir akşam Atatürk Havaalanı’nda iken, MİT Bölge Başkanlığı havaalanı sorumlusu, telaş içinde Osman Başkan’ı buldu. ‘Özkurt’ adında bir Türk gencinin yurtdışından girişte pasaport polisine takıldığını ve ‘Ben MİT’in Beyrut elemanıyım’ dediğini söyledi.
Başkan, bu meçhul adama Beşiktaş’ta eski Çırağan Oteli’nde yer ayırtıp oraya götürmeleri emrini verdi. Teşkilatın her bölümüyle temas kuruldu; yurtiçi ve yurtdışında takma adla da olsa teşkilatın böyle bir elemanı yoktu.

Kola kapaklarından hedef

“İlk mülakat sonucu alınan ham bilgilere göre bu genç adam hakikaten birileri tarafından ASALA ile mücadele için angaje edilmişti. ‘Özkurt’ adındaki bu genç ve birkaç arkadaşına Çankaya’da eğitim yaptırıldığı, hatta orada bodrum katında geniş bir salonun atış poligonu gibi kullanılmak için hazırlanmış olduğunu, bu uydurma poligonda kendilerine koka kola kapaklarını hedef yapıp tabancayla atış eğitimi yaptırdıklarını anlatmıştı. Kendilerini angaje eden şahısları tarif ediyordu. Aralarında pipolu ve teneke sesli olanı tespit edilmişti:
O, Bay Pipo’ydu.

Gündeş ayrılmak istemiş

“Osman Başkan hemen Ankara’ya gitti ve bunun sakıncalarını anlattı. Ekipler birbirini tanımadan karşılıklı çatışmaya bile girebilirlerdi. Bu, bir skandal yaratabilirdi. Hatta ülkemize çok büyük zararlar verebilirdi. Osman Başkan:
‘Böyle münferit ve sorumsuz hareketlere devam edilecekse beni bu görevden bağışlayınız’ diye samimi bir istekte bulundu.
Bu, sinsi bir hesap işiydi. Güya burada kazanacakları başarı, istifa edip ayrıldıkları teşkilata yeniden dönmek için bir basamak olacaktı.”

Taşeronlar

Bu arada Gündeş, isim ve ayrıntı vermeden Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının ASALA’ya karşı eylemlerde kullanılmaları olayına da değiniyor. MİT içinde istihdam edilen “bir grup taşeron”un Fransa’ya gidip ASALA’ya karşı 40 kadar eylem düzenlediklerini söylüyor.

Abdullah Amca’nın kuşu uçtu

Abdi İpekçi‘nin katili Mehmet Ali Ağca‘nın Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırılışı, aradan 31 yıl geçtiği halde hâlâ tartışılıyor. Hâlâ yeni tanıklıklar ortaya çıkıyor.
Gündeş‘in anılarında da bu konuda önemli bir ayrıntı var. Kitaptaki anlatımdan, MİT’in bir kuşku üzerine Maltepe’de görevli bir astsubayı dinlemeye aldığı anlaşılıyor.
Kitapta ismi verilmeyen bu astsubay, Ağca‘nın kaçırıldığı gece nöbetçi olan Yusuf Hududi…
Hududi’nin bir telefon konuşmasının değerlendirmesinden Ağca’nın hapishaneden kaçırılacağı anlaşılıyor. Sonrasını Gündeş şöyle anlatıyor:
“Telefon görüşmesinin metni ve başkanlık değerlendirmesini içeren bilgi raporu, Bölge Başkan Yardımcısı emekli Albay Cevat tarafından ivedilikle İstanbul Sıkıyönetim Savcısı Hava Hâkim Albay Nevzat Beygo’ya bizzat teslim edildi.”
Gündeş bu uyarı üzerine Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ’un “çok üstün güvenlik önlemleri” aldırdığını söylüyor.
Ancak bir süre sonra Maltepe Askeri Cezaevi’nde aynı astsubaya gelen bir telefon görüşmesinde şu cümleler kaydediliyor:
“Abdullah Amca’nın kuşu yuvadan uçtu; yarın sabah meydana çıkacak.”
MİT, bu konuşmadan “kaçan kuş”un Ağca olduğunu anlıyor.
Nitekim sabah yoklamasında Ağca’nın kaçtığı anlaşılıyor.

Şeytani bir plan yapıyorlar

Akıl alır gibi değil:
MİT, Ağca‘nın kaçırılacağını günler öncesinden bir telefon dinlemesinden öğreniyor. Kimin kaçıracağına kadar bildiriyor.
Ancak yine de kaçırma önlenemiyor.
Kitabı okuduktan sonra Nuri Gündeş‘i aradım.
“Bu nasıl mümkün olabilir? Siz kimi sorumlu tutuyorsunuz” diye sordum.
“Samimi olarak söyleyeyim; ortada bir sorumlu veya hata yok, şeytani bir plan var. Üruğ Paşa çok önlem aldı, ama o kadar güzel bir plan yapılmış ki, engellenemedi” dedi.
“Güzel plan”dan kasıt, orada askerliğini yapan Bünyamin Yılmaz adlı erin Ağca‘ya er üniforması giydirip nöbetçilere parolayı söyleyerek kaçırmasıydı.
Telefonda bahsi geçen “Abdullah Amca“ ise, ülkücülerin avukatıydı.

MİT, ‘kuş’un peşinde

Gündeş sonrasını şöyle anlatıyor:
“Org. Üruğ telefonla Başkan’ı aradı. Çok üzgündü. Ağca’nın cezaevinden kaçtığını söyledi. Bu, onun için bir onur meselesiydi. Mutlaka Ağca’yı bulmak gerektiğini belirtiyordu. MİT merkezine iki hâkim yüzbaşı göndereceğini, bunlarla işbirliği yaparak bu işin mutlaka çözülmesini istiyordu.
“12 Mart döneminde bu kabil faaliyetlerde sorguların Bölge Başkanlığı bünyesinde yapılmasının MİT içinde yarattığı yıpratıcı etkilerden sıyrılabilmek için Üruğ Paşa’dan tensip edildiği takdirde karargâh dışında bir yerde sorgulama yapılması ricasında bulunuldu.
“Paşa hemen emir verdi. Sorgulama 66. Tümen’de yapılacaktı. Konuyu en iyi bilen şube elemanı ile sorgu tekniğine sahip iki memur, iki hâkim yüzbaşı ile 66. Tümen’e gönderildi.”

Askeri başsavcının itirazı

Gündeş, kitapta bu ekibin Bünyamin Yılmaz’ı sorguya aldığını, fakat Yılmaz çözülmeye başladığı sırada 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı Başsavcısı Hâkim Albay Refik Kara’nın sorgu yerine gelip MİT’ten iki kişiyi görünce “Benim hukuk anlayışım MİT ile birlikte sorgu yapılmasına engeldir“ diyerek tepki gösterdiğini anlatıyor.
MİT sorgucularının bu uyarı üzerine odayı terk ettiklerini, bunun da zaman kaybına yol açtığını, Ağca’nın bu arada bölge dışına kaçtığını söylüyor.
Böylece “Ağca muamması”nda söz sırası yeniden dönemin askeri savcılarına geçiyor. 

(Can Dündar / Milliyet)

Hiç yorum yok: