28 Ekim 2012 Pazar

Biz Kürtler ‘Akdoğan’ları İyi Tanırız!

Aysel TUĞLUK / Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı

Başbakan’ın başdanışmanı ve AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan, 26 Ekim Cuma günü Star gazetesindeki köşesini, nihayet yüzlerce Kürt tutsağın insani taleplerle Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü için bedenini ölüme yatırdığı açlık grevlerine ayırdı. Yazıyı henüz okumamış olanlara acele tarafından peşinen belirtmekte fayda var. Sanmayın ki Akdoğan insani ve vicdani bir saikle kalemine sarılarak olası üzücü sonuçların önüne geçmek için kaygılanıyor. Sanmayın ki tutsakların hayati tehlikeleri ile dertleniyor. Hani danışmanı olduğu Başbakan Erdoğan çoğu kez yüksek sesle söylüyor ya: “dert, başka deeert!”.

Evet dert başka. Dert, ortada geri dönüşü olmayan üzücü sonuçlara adım adım yaklaştığımız yürek parçalayıcı sorunun çözümü için kolaylaştırıcı olmak değil. Diğerkamlık, karşısındakini anlamak hiç değil. Aksine sütunlara taşınmış olan ön almaya yönelik, apolojist, gerekçe beyanlarıyla bezeli devlet merkezli katı bir savunma anlayışı. Hem de en alasından! Hem de en devletlusundan! Hem de iktidarın ta içinden konuşan bir dille!


Evet Kürtlerin payına düşen yine o zehirli dil. İktidarın kibirli, bahşedici ve buyurgan dili. Acıma hissiyle bakıp merhamet dağıtan efendinin kıyak illüzyonu. Tutsakları devletin emanetleri ve namusu olarak gören o paternalist anti demokratik dil. Hepsinden de öte, “ben devletim”in koskoca haykıran puntolarla ilanı. Ve tabii ki sömürgeciliğin o hiyerarşi taslayan bildik havası. Üst perdeden bakan ve yanıt verme tenezzülünde bulunduğu yanılgısıyla malul o devletlu bakış. Her hak arama mücadelesini demokrasinin doğasına yoran bir normaliteyi değil, iktidara karşı komplo olduğunu zanneden iktidarizm patolojisi.


Biz Kürtler, bu dili çok iyi biliyoruz. Biz Kürtler gözümüzün içine doğru parmak sallayan bu sömürgeci yaklaşımı çok iyi biliyoruz. Biz bu köleleştirici zihniyeti ve onun semptomlarından biri olan bu söylemleri yakından tanıyoruz. Önceleri bu dilin mutlak sahibi Kemalistlerdi, Ergenekonculardı. Şimdilerde ise neo-Kemalist AKP onları koltuğundan edecek ciddi bir yarışmacı. Hatta görünen o ki neo-Kemalist AKP, söz konusu Kürtler ve Kürt sorunu olunca Kemalistlere de rahmet okutmaya niyetli. Ne de olsa AKP de 10 yılını devirmek üzere. E ona da bir 10. Yıl nutku yakışır artık. Zaten Akdoğan bu yetkinliği söz konusu köşe yazısıyla somut bir biçimde göstererek rüştünü ispatlıyor. O mini nutuktan da Kürtlerin payına gökten yine elmalar değil bombalar düşüyor. Zira Akdoğan’ın yazısında devletçi ve dolayısıyla ataerkil bakış her bir harften fışkırıyor, sözcük aralarından çağıl çağıl çağlıyor.


Bu devletlu kibirli dili biz başka yerlerden de hatırlıyoruz. Sayın Yalçın Akdoğan, “muhtar bile olamaz” manşetleri ile “sahte oruç kanlı iftar” manşetlerini atanların aynı zihniyetten olduklarını hatırlatmaya gerek var mı? Yüzlerce tutsağın bedenini ölüme yatırmış olması ve her geçen saniye ölüme daha da yaklaşıyor olmaları Akdoğan’a inandırıcı gelmiyor. Tıpkı söz konusu manşeti atanlar gibi. İnanmak istemiyor. Açıkçası biz de başbakanın başdanışmanının yazdıklarına inanmak istemiyoruz. Çünkü Akdoğan’ın Kürt hareketinin tarihinden ve mücadele geçmişinden bihaber oluşu, cehaletle de açıklanması mümkün görünmediğinden gerçekten can sıkıcı. Kürt hareketine ilişkin en sıradan, ısmarlama ve taraflı bir kitapta bile Kürt hareketinden birçok gencin 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevinde faşizme karşı insanlık onurunu savunmak için gözlerini kırpmadan bedenlerini ateşe verdiklerini, ölüm oruçlarında gencecik yaşamlarına son verdiklerini yazar. “Yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevdiklerini” ifade eden feda kuşağının evlatları, bedenleriyle özgürlük manifestosunun mottosunu yazmışlarken, ardından defalarca kitlesel açlık grevi eylemleri yapılmışken nasıl oluyor da “30 yıldır akledilmeyen bir yöntem”den söz edebiliyor. Pes doğrusu! İlaveten EGM’nin TEM’in hazırlattığı kamu spotu mantığını aşamayan “kandırılmış gençler” retoriğini halen işitiyor olmak, AKP rejiminin siyaset aklının kalibresini ele vermesi açısından gerçekten üzücü. Akdoğan inanmak istemiyor ve anlamıyor. Yüzlerce Kürt tutsağın niçin gözlerini kırpmadan bedenlerini ölüme yatırdıklarını kavrayamıyor. Akdoğan’ın sözleri, Süleyman Demirel’in kendi cumhurbaşkanlığı döneminde söylediği “Türkiye’de aç insan yok” sözlerini anımsatıyor. Maşallah her şey güllük gülistanlık! Ne kadar da benzer değil mi? Demek ki iktidarizm hastalığı zalimleri benzeştiriyor, kendi cenderesine sokup tektipleştiriyor.


KCK adı altındaki operasyonlarla tutuklanan aralarında seçilmiş siyasetçilerin de bulunduğu 10 bin kişiye ne demeli? Ya anadilde savunma ve “o kadar da değil” denilen anadilde eğitim hakkının tanınmıyor oluşu? Ya 450 günü aşkın bir süredir gayrı ciddi gerekçelerle uygulanan evrensel hukuka ve insan haklarına aykırı yoğunlaştırılmış tecrit? Demokratik siyasetin kapısı Kürtlerin mücadele etmeleri için ardına kadar açıktır diyenlere sanırız yeter de artar bile?


Bugün en demokratik bir pasif direnişi bile devlete şantaj olarak algılayan demokratik taleplere alerjen hastalıklı bir bünyeyle karşı karşıyayız. Bugün Kürt inkarcılığı en rijit bir biçimde farklı enstrümanlarla sürdürülmekte. Kürt legal siyasetini bitirmek için 10 bin kişi içeri alınmışken, zamanın ruhundan dem vurarak anlam skalası devşirmeye çalışmak mevcut durumu tahlil edememekle eşdeğerdir. Yalçın Akdoğan unutmamalıdır ki, sıkıyönetim dönemlerinde bile ve hatta 12 Eylül faşizminin o zifiri karanlık günlerinden bile bu kadar çok Kürt siyasetçi tutuklanmamıştı. Üzerlerinden çakı dahi çıkmayan insanlar, sadece siyaset akademilerinde ders verdi ya da ders aldı diye yıllarca cezaevlerine tıkılmamıştı. Bu nasıl bir inkar ve imha yaklaşımıdır? AKP artık karar vermek zorundadır, basit iktidar ve koltuk hesaplarıyla MHP’lileşme sürecini nihayete erdirip anti-demokrasi yolunda uçurumdan intihara mı gidecektir, yoksa köprüden önce son çıkışı kullanıp direksiyonu Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüm için müzakere yoluna mı kıracaktır. Üzerine basa basa ifade etmek gerek, biz Kürtler için açlık grevlerine yönelik tutum tam da söz konusu güzergahı belirleyen trafik tabelası olacaktır.


Bilmem hatırlatmamın gereği var mı? Devletin bekası obsesyonu, her türden siyasi olayda devlet bakiyesine yönelik iktidar muhasebesi yapılması kaygısı demokrasi değil, faşizmdir. Açlık grevi gibi demokratik, şiddete referans vermeyen bir sivil itaatsizlik eylemi için, vicdanlara seslenen samimi bir haykırış için devletin vicdanını(!) öne sürüp lakayt ve hakaret dolu sözcükler sarf etmek nasıl bir çıldırmışlık halidir! Görünen o ki iddia edildiği üzere İdris Naim Şahin kişiliği, AKP yapısındaki bir sapma değil, bilakis bizzat AKP’nin gen haritasını ifade ediyor. İdris Naim Şahin’in Kürt hareketine karşı kullandığı küfür mekanizmasının butonunun kimlerin elinde olduğu şimdi daha da açığa çıkıyor. Kürtlere yönelik küfür söylemlerinin ve zehirli dilin beyninin kimler olduğu belirginleşiyor. Kullanılan kelimelerin ortaklığı bunu ele veriyor.


Yalçın Akdoğan’a diyeceğimiz odur ki, siyasi iktidarın Kürt sorunu yoktur diye başlayıp, bizlere dönük her türlü aşağılama, hakaret ve nefret ve kibir dolu söz ve davranışlarını, ardı arkası kesilmeyen siyasi ve askeri operasyonlarına öyle sessiz, sakin ve naif kalmamız beklenemezdi. Herkes gibi bizim de bir insan onurumuz, siyasi kimliğimiz ve savunulacak güzel hayallerimiz var. Biz bu hayallerde ısrar ediyoruz hepsi bu. Bugün bedenlerini ölüme yatıran tutsaklar da işte bu hayaller için açlık grevindeler.


Başbakanın açıklamalarını bir çözüm  programı gibi  sunmak, “söylenecekler zaten söylendi” demeye getirmek gerçekten de sorunun çözümüne ilişkin hiçbir şey söylememiş olmanın başka bir versiyonudur. “İleri demokrasi” iddiasındaki AKP rejimi, kendi döneminde anadilde eğitim ve savunma hakkı gibi insani taleplerin karşılanmaması nedeniyle cezaevlerindeki birçok tutsağın hayatını kaybettiği bir iktidar olarak tarihe geçmek istemiyorsa, Kürt tutsakların insani taleplerini bir an önce yerine getirmelidir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için ortaya bir proje koymalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve toplumu Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak düzenlemeye daha fazla gecikmesizin karar vermelidir. Kalıcı ve nihai çözüm için bu elzemdir.


Buradan uyarma gereği duyuyorum; bu halk daha fazla ölümü, öldürmeyi kaldıramaz artık. Ya buna son verilir ya da emin olsunlar ki, bu halk bunca ölüm içerisinden özgür ve onurlu bir yaşamı yaratmayı ne pahasına olursa olsun başaracaktır.


Özgür Gündem

Hiç yorum yok: