29 Ekim 2012 Pazartesi

Türk-İslam Sentezi İslam'a Aykırı Bir Dindir

Sanki, o Kürtlerin yurduna el koymamış, Kürdistan’ın adını, ruhu olan dilini yasaklamamış da, Kürtler olmayan Türkistan’ı ele geçirmiş, dilini, adını da yasaklamış. Türkleri orta malı yapıp ödürmüş, öldüremediklerini rehin almış, esir tutmuş, malları, mülklerinin talanını, götüremediklerini yakıp yıkmayı serbest kılmış gibi diş gıcırdatıyorlar, Kürtlere.

Bunların vicdan anlayışında Kürtler hem var, hem de yoktur. Canlı varlık, hem de vur ha vur edilmesi gereken cansızdır, Kürtler.


Hayata dair hayalleri, acı, sevinç hisleri, kişisel hikayeleri yoktur, onların.


Türk nezdinde bir "mu” kadar değeri yoktur, Kürdün. Asker, polis kılığına girmiş Türk’ün, onu öldürmesi, bağışlanmış bir haktır. Katledilen Kürtlerin toplamı, gerektiğinde birer rakamdır.


Kürtleri öldürülmek için yaratılmış kabul etmeleri, böyle algılayıp, anlamaları normaldir. Çünkü herkes, güçlerinin yettiği her şey ya talan, ya hırsızlığa açık mal, ya da öldürülmeyi hak edendir.


Haklarını teslim etmek gerekiyorsa eğer, Kürtler insandan sayıldığı anlar, haller de vardır. Mesela askerlik çağında, vergi almada, Türkler için diktatör belirleme olan seçim zamanlarında Kürtler birer canlı, hem de "sayın vatandaş"dır.


Öyle bir vatandaş ki, dedelerinden kalma köyünün adı inklar ve yasaktır.


İnkar ve yasak ise onların normallerindendir. Onların normali, evrensel hukukta insanlık suçu, her yasak birer cinayettir. Kürt dili ve kültürü ile köy, dağ, düzlük isimlerinin yasaklanması, bunların üstüne türedi kültürden deyimlerin yapıştırılması tek başına cinayet, her biri ayrı ayrı birer soykırım halkasıdır.


Birbirine geçen yasak ve inkar halkalarıyla bunlar, soykırımcıdır. Soykırımcılık ise iflah olmaz hastalık ve babadan oğula geçen insanlık suçudur.


Yerli halklar Ermeniler, Yunanlılara karşı bu suçlar işlendi. Onlar yok denecek kadar azlar. Malları, mülklerinin adları da yok...


Ama Kürtleri kırmakla bitiremediler. Soylarını kurutamadılar. Hapsetmek, rehin almakla da bastırıp, yenemediler.


Kürtleri yıldırıp, teslim almak için ta başından beri, (başından dediğimiz Türkün tarih sahnesine çıkışı olan TC’dir) ''hakları yok, ödevleri, görevleri var''dır. Kürdün görevi kendini inkar etmek, her türedi, dönek, dömbelek gibi kendi soyuna, kökü, kökenine sövüp, "ben bir Türküm, ırkım uludur" diye Türk ırkçılığına yatmaktır. Aksi halde hakkı kötektir.


AKP ile MHP birbirinin ikizi, parti tabelası altında faaliyet gösteren ırkçı kumpanyalar, çok ortaklı çıkar şirketleriydi. İkilinin temsilcileri, din de bizde pazarında buluşuyor, bayramın ilk günü bir araya geliyordu. Tabii ki, bayram sohbetleri kendilerine yakışanıyla insan kanı üzerinde derileşiyordu. MHP’li "bayram gelmiş neyime gidip Kandil dağlarına Türk bayrağı dikelim" deyince, öteki "onun da zamanı gelecek" diyerek ağzını şapırtadıyordu.


Irkçının dünyası böyle, elbette insan gırtlaklama üzeredir. Yakışır…


Yakışır da kan görme sevdasından, Kandil dağlarının yolunu şose sanıyorlar. Dümdüz gidip, bayraklarını dikeceklerini, kendi zemzemleri at sütünden içki içeceklerini…


Oysa Kandil dağlarının yolları dümdüz değildir. Bir kaç yıl önce, yine orada kımız içme hevesine kapılmış, Oramar dağlarında yerlerde sürünen yenilginin, "ateş etmeyin, emir kulu olarak geldik" ağlama sesleri, hala yankılanıyor.


Ve insanları kendilerine benzetmek için, kirletmedikleri değer kalmadı. Dine de el attılar…


Her türlü otoriteden uzak, yalnızca Tanrısallıkla yüz yüze, onun emrinde olması gereken din, ırkçı rejimde savaş aracıdır. Din adamları, dini kitap ve kelamların rejimin emrinde, maaşlı emir kuludur.


Mehmet Görmez adındaki kişi de, Türk tipi dindarları irşat eden din adamlarının şefi baş memur, yani Diyanet işleri başkanıdır. Maaşını halkın vergilerinden alıyor. (Genelev ve kumarhane gelirlerinden kesilen para da bu verginin içindedir. Bütün din memurları, gerçeği bile bile maaşlarını alıyorlar.)


 Kimin parasıyla ayrı mesele ama, Görmez görevli görüntüsüyle hacı da oldu. Hatta Mekke'de kurulan çadırda dini ayin bile yönetti. Kendisi rejime, rejim ona hayırlı olsun…


 Fakat, düzenlediği ayinde zalimin goygoycusu, Türk ırkçılığının propaganda neferiydi. Din memuru, Faşizme karşı onur savaşı veren Kürtleri suçluyordu.


Besleyen, altına makam süren, gezilere de gönderip dünya nimetlerini tatlandıran efendisine şükran borcunu ödercesine bir dalkavuklukla, başka halkların varlığını yadsıyor, onları açıktan açığa yok sayıyor, "milletimiz” diyordu.


Bilmesek, bizi bile inandıracağı beşuş bir çehreyle, "milletimiz” dediği rejimin mazlumlara el uzattığını söylüyor, ima yoluyla günaha girip, Kürtleri zem ve gıybet ederek, "elimiz, avucumuzdan kayıp, zalim projelerin içinde yer alan”lardan söz ediyor, kendi milletinin başarısını istyordu, Allah'tan.


Kurnaz memura bakın siz, sanki Allah dil kesen, insanları rehin alan, buna karşı çıkan Kürtlerin kanını akıtanları görmüyor, bilmiyormuş gibi!..


Memurun duası zaten kabul değildir. Para karşılığında ve dalkavukluk için dua mı olur, ayrı mesele bunların İslamı, adı üstünde "Türk İslam sentezi"dir. Yalnız İslam'a değil, bütün dinlere aykırı düşen, günah kuyusu ırkçılıktır. İslam bir halkın, ırkın dini değildir ki, Türk-İslam kuyruğu denk düşsün…


Kürtler, bu gerçekten hareketle, bunların rayından çıkarıp saptırdıkları, ırkçılığa kılıf yaptıkları tuhaf, yalnız kendilerine ait yeni dini kabul etmedikleri için, yollarını ayırdılar.


İslam zalimin dini değil, ırkçılığın ise asla…


Yeni Özgür Politika

Hiç yorum yok: