Türk
siyasal iradesiyle Kürt toplumu ve giderek Türk toplumu ile Kürt
toplumu arasındaki ilişkiyi, ezen-ezilen ilişkisi olarak nitelendirmek,
kanaatimizce gerçeğe uygun değildir. Antropolojik referanslarla beslenen
bir milliyetçiliğin Türk siyasal iradesine hakim olduğu yolundaki
iddialar da işin aslını görünür kılamamıştır. Bu
bağlamda, dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın, Osman Yüksel
Serdengeçti gibi bir insana hışımla söyledikleri de manidardır:
“Ulan öküz Anadolulu! Sizin göreviniz sadece çiftçilik yapıp askere gitmektir.”
Bir
Türk olan Serdengeçti, gerçekten de bu ifadelerle karşılaşmıştır ve
buna rağmen gerek Türk toplumunun gerekse de Kürt toplumunun
biçimlendirici dinamiği ezen-ezilen ilişkisi olmamıştır ve dahası bu
topraklardaki meselelerin söz konusu ilişki dolayısıyla
anlamlandırılması vakıaya uygun değildir. Değildir, çünkü bu topraklarda
yaşayan bütün toplumların ana biçimlendirici etkeni, ezilmek
dolayısıyla değil, ezdirmemek dolayısıyla belirginliğini kazanmıştır ve
bu bağlamda özellikle Şeyh Said ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği
kalkışım, çok önemli bir açıklamaları da barındırmaktadır. Bu
topraklarda ortaya çıkan sosyal hareketlenmelerin, örneğin Kürt
milletleşme hareketinin (ki kendi içinde aynı kortekste ve fakat farklı
görünüm ve içeriklerdedir) Türk modernleşme hareketinden devraldığı öze
değgin yönlenmeleri, ezen-ezilen ilişkisi dolayısıyla normal ya da doğal
karşılamak da mümkün değildir. Çünkü ezen-ezilen ilişkisi, bu
topraklarda ana biçimlendirici etken olma katında değildir ve bu
gerçekliğin sebebi de, söz konusu hareketlerin yedeklerinde
tuttuklarıdır. Feodal bir geçmişten gelmiyor oluşumuz dolayısıyla,
ezen-ezilen ilişkisinin belirleyici olabildiği toplumları
oluşturmuyoruz.
Bugün
özellikle Kürt ve Türk bireylerinin kapılmış bulunduğu varsayılan
aşağılık kompleksi -ki ezen ve ezilen ilişkisinin vaki olduğu
toplumların kaderi bundan da ibaret değildir- ve bu varsayımlar
üzerinden yapılan değerlendirmelerin tamamı yanlıştır. İçersinde
bulunduğumuz durumu açıklayabilen nitelikte bulunan(?!) her
değerlendirmenin genel geçer bir kanaat haline getirilmesi de kendi
başına siyasal bir projedir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu
projelerin üretilmesindeki katkısı çok büyüktür. Kürt toplumunda cereyan
eden her vakıayı özellikle bu ilişki üzerinden açıklama eğilimi, her
şeyden önce söz konusu marazın gerçekten cereyanına sebebiyet
vermektedir. Daha da ileri giderek şunu görebilmeliyiz: Kürt toplumu,
direnmeyi hiçbir dönemde elden bırakmadı ve bu sabrın temelinde, Kürt
toplumunun yedeklerinden başka bir şey yer almamaktadır. Roma
İmparatorluğunun içersinde bulunduğu iktisadi buhranı aşmak üzere icat
ettiği Feodal sistem, İspanya da dahi (Katalonya bölgesi hariç olmak
üzere) vaki değildir ve bugün Türkiye’de cari olan iktisadi işleyişin
kapitalizm ile olan benzemezliklerinin temelinde de bu gerçeklik vardır.
Bugün Türkiye’deki iktisadi işleyişi kapitalizmle açıklamak,
kapitalizmin ne olduğu konusunda yaya kaldığımızı göstermekten başka bir
şeyi kanıtlamaz. Türkiye’de kapitalizm (sermaye hakimiyeti) değil, bir
tür talan ekonomisi işlemektedir ve bu işleyiş, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin (özellikle Mustafa Kemal ve Özal’ın tüm girişimlerine
rağmen) tüm çabalarına önlenememiştir. Türkiye’de dış temsilcilikler
dolayısıyla palazlanmış para görmüş ayak takımlarını kapitalist olarak
nitelendirmek, en azından Bill Gates, Henry Ford, Steve Jobs gibi
isimlerin varlığını açıklamada yetersizlikten ve dahası komiklikten
başka bir şeye yol açmaz.
Bugün
Türkiye’de özellikle Anadolu Kaplanları biçiminde gerçekleşmiş olan
sermaye yapılanmalarının altında, Türkiye’nin belli bir aristokratik
geçmişe sahip olmaması gerçeği yer almaktadır. Bu topraklarda yaşayan
insanlar, aslında içersinde bulunduğumuz çağın en önemli
anakronizmlerden birini oluşturmaktadır. Çünkü modern yüzyılın içersine
ve modern kültürün göbeğine uygun olmayan yedeklerle ilerlemenin
imkanını Cumhuriyet dolayısıyla elde etmiştir ve bu gerçekliğin siyasal
irade üzerinde sebebiyet verdiği korku, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki
küresel demokratik değişimlerin bu topraklarda gerçekleştirilmesini
engellemiştir. 27 yıl süren tek parti rejiminin en önemli sebebi, bu
topraklarda yaşayan insanların yedeklerinde tuttuklarına belli bir
alternatifi sunamama riskidir. Yani özellikle bu bağlamda CHP denen
kaynağın transforme edici ve jakoben kimliğinin altında bu gerçeklik
bulunmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi CHP denen kaynağı teşkil
eden gerçeklik altı ok ideolojisi değildir ve dahası altı ok ideolojisi
ve benzerleri, modern dünyada yer alamamanın sebebiyet verdiği bir
bozgundur ve bu topraklardaki temel bozgun, entelektüellerimizin
uğradığı bozgundur. Özellikle Kürt toplumu, sahip olduğu milletleşme
isteminin farkında olan bir toplumdur ve fakat söz konusu istemin
temsilcisi konumunda olmaya kalkışan hiçbir unsur, Kürt toplumunun
yedeğinde sımsıkı bir biçimde tuttuğu unsurlar konusunda
yetkinleşememiştir.
Burjuva
medeniyeti de diyebileceğimiz Batı medeniyeti (civilation), kendi
içindeki dönüşümlerin yarattığı dalgalalanmaları, rest (öteki) dedikleri
(West and Rest) toplumlara birer fundamental ve hatta radikal korteks
kavgası olarak sunma becerisini sömürgecilik hareketleriyle birlikte
elde etmiştir ve bu konuda hayli başarılı olduklarını da görmemiz
gerekiyor. Tüm referanslarını Antropolojik temellere ve bulgulara
dayandıran milliyetçiliğin, özellikle bizim topraklarımızda jakoben ve
despot siyasal iradeler aracılığıyla hiçbir toplumsal harekete
dayanmaksızın yeşillenmesi vakıası, bu topraklarda yaşayan ve yaşanmış
olan toplumsal hiçbir hareketin ezen-ezilen ilişkisi ile
açıklanamayacağını gösterir. Bu gerçeği ifade ederken, bu topraklarda
zulmün olmadığını ifade etmiş olmuyoruz. Bilakis, zulmün kaynağını
belirginleştirmek maksadıyla söz konusu gerçekliği dillendiriyoruz.
Özellikle Türk modernleşme hareketinin, Kürt hareketlerindeki etkilerini
ezen-ezilen ilişkisi üzerinden anlamlandırmak, mümkün değildir ve
dahası, Kürt hareketinin Türk modernleşmesi ve ardıllarıyla çatıştığı
gerçeği, ezen-ezilen ilişkisinin beslendiği zihinsel uzama da aykırıdır.
Ezenin, ezileni kendine benzettiği, benzetebildiği gerçeğinden
haberdarız elbette ki ve fakat bu etken, Kürt toplumunun yedeğinde
tuttuğu unsurların (İslam, toplumsal örgütlenme biçimi vs.) sebebiyet
verdiği baskıyı sindirecek miktarda belirleyici olamaz.
Türk
modernleşme hareketi bu topraklar üzerinde Batı’nın bile isteye
gerçekleştirdiği sistematik politikalardan biridir ve bu bağlamda bu
topraklarda bir biçimde belirginleşmiş olan öncü insanların niyetini
okumak durumunda ve niyetinde değiliz. Ancak bu topraklarda teşkil
edilmiş bulunan her sosyo-politik ortamın, söz konusu toplumun sosyal
bünyesine olan uygunsuzluğunu da gözden kaçırmamamız ve bu uygunsuzluk
dolayısıyla belirginleşen angajmanların metastatik hücreler şeklinde
göründüğünü de görmemiz gerekiyor. Özellikle İran’daki toplumsal
ideolojinin kendi literatürü içersinde anlamlandırabildiği bir ilişki
biçiminin (ezen-ezilen ilişkisi) toplumsal bir dinamik olarak görülmesi
kanaatimizce yanlıştır. Tematik olarak benzerlikler taşıdığı düşünülen
ve zaman zaman göndermelerde bulunulan alinasyon anlayışı, iltihak
etmemiz istenilen insan tipini açıklamakta bile yetersiz kalmaktadır.
Kültür dünyamıza egemen olan kavramlar, olaylara bakışımızı ve onları
gerek görüş gerekse de yorumlayışımızı etkilemektedir. Giderek,
dilimizin biçimlendirici etkisinden ibaret olduğumuzu vurgulamamız bile
mümkündür. Ezen-ezilen ilişkisini, toplumsal yapıların anlaşılmasında
spesifik bir kavram olarak kullanmak, söz konusu toplumsal yapıların
barındırdığı farkları sıfıra indirgememize yol açmaktadır ve bu
tehlikenin en önemli son-ucu, küresel bir arivizmdir. Bugün sosyal
politikalar ve ideolojiler arasındaki farkların tamamı, neredeyse sadece
birkaç alana indirgenmektedir. Örneğin bugün yaşayan ve sahip olduğu
söylenilen hiçbir ideolojinin özellikle teknoloji konusunda hiçbir
ayırıcı vasfı bulunmamakta ve bu farksızlık da hiçbir ideoloji mensubunu
rahatsız etmemektedir. İşte bu kaygısızlık, söz konusu insanların
niyetinin sorgulanır bir hale gelmesini sağlamakta ve handiyse tüm bu
insanları arivizmle suçlamak mümkün olmaktadır. Kanaatimiz odur ki,
toplumsal yapıların keşfi, I. Dünya Savaşı’ndan itibaren etkinlik
kazanan Antroploji’nin ilerleyişi ile birlikte durdurulmuştur ve bu
blokaj, tüm dünyanın belli bir sert standardizasyona tabi tutulmasını
mümkün kılmıştır. Özellikle Kürt ve Türk toplumsal yapılarının keşfi
yolunda atılacak olan adımların içersinde bulunduğumuz süreçte
gerçekleştiğine inanıyoruz. Bu yüzden bugün yaygınlığını elde eden bakış
açılarının tüm geleceğimizi de biçimlendireceğini bilmeliyiz.
Ezen-ezilen ilişkisi, tüm toplumsal yapılarda gerçekleşen birer edimdir
ve fakat söz konusu ilişki, söze konu edilen toplumsal yapının
yedekleriyle asli son-uçlarını edinmektedir ki, bu gerçeklik,
ezen-ezilen ilişkisinin ideolojik ya da toplumsal bir dinamik haline
gelmesini engellemeye yeter.
Franz KAFKA’nın şu ifadesini de konumuzla olan bağlantısını koruyarak hatırlayalım:
“Biz Yahudiler zeytine benzeriz. Yağımızı verebilmemiz için ezilmemiz gerekir.”
rewsen.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder