20 Eylül 2011 Salı

Siyasal Tahliller ve Gerçeklikler

Türk siyasal iradesiyle Kürt toplumu ve giderek Türk toplumu ile Kürt toplumu arasındaki ilişkiyi, ezen-ezilen ilişkisi olarak nitelendirmek, kanaatimizce gerçeğe uygun değildir. Antropolojik referanslarla beslenen bir milliyetçiliğin Türk siyasal iradesine hakim olduğu yolundaki iddialar da işin aslını görünür kılamamıştır. Bu bağlamda, dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın, Osman Yüksel Serdengeçti gibi bir insana hışımla söyledikleri de manidardır:
 
“Ulan öküz Anadolulu! Sizin göreviniz sadece çiftçilik yapıp askere gitmektir.”

Bir Türk olan Serdengeçti, gerçekten de bu ifadelerle karşılaşmıştır ve buna rağmen gerek Türk toplumunun gerekse de Kürt toplumunun biçimlendirici dinamiği ezen-ezilen ilişkisi olmamıştır ve dahası bu topraklardaki meselelerin söz konusu ilişki dolayısıyla anlamlandırılması vakıaya uygun değildir. Değildir, çünkü bu topraklarda yaşayan bütün toplumların ana biçimlendirici etkeni, ezilmek dolayısıyla değil, ezdirmemek dolayısıyla belirginliğini kazanmıştır ve bu bağlamda özellikle Şeyh Said ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği kalkışım, çok önemli bir açıklamaları da barındırmaktadır. Bu topraklarda ortaya çıkan sosyal hareketlenmelerin, örneğin Kürt milletleşme hareketinin (ki kendi içinde aynı kortekste ve fakat farklı görünüm ve içeriklerdedir) Türk modernleşme hareketinden devraldığı öze değgin yönlenmeleri, ezen-ezilen ilişkisi dolayısıyla normal ya da doğal karşılamak da mümkün değildir. Çünkü ezen-ezilen ilişkisi, bu topraklarda ana biçimlendirici etken olma katında değildir ve bu gerçekliğin sebebi de, söz konusu hareketlerin yedeklerinde tuttuklarıdır. Feodal bir geçmişten gelmiyor oluşumuz dolayısıyla, ezen-ezilen ilişkisinin belirleyici olabildiği toplumları oluşturmuyoruz.
 
Bugün özellikle Kürt ve Türk bireylerinin kapılmış bulunduğu varsayılan aşağılık kompleksi -ki ezen ve ezilen ilişkisinin vaki olduğu toplumların kaderi bundan da ibaret değildir- ve bu varsayımlar üzerinden yapılan değerlendirmelerin tamamı yanlıştır. İçersinde bulunduğumuz durumu açıklayabilen nitelikte bulunan(?!) her değerlendirmenin genel geçer bir kanaat haline getirilmesi de kendi başına siyasal bir projedir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu projelerin üretilmesindeki katkısı çok büyüktür. Kürt toplumunda cereyan eden her vakıayı özellikle bu ilişki üzerinden açıklama eğilimi, her şeyden önce söz konusu marazın gerçekten cereyanına sebebiyet vermektedir. Daha da ileri giderek şunu görebilmeliyiz: Kürt toplumu, direnmeyi hiçbir dönemde elden bırakmadı ve bu sabrın temelinde, Kürt toplumunun yedeklerinden başka bir şey yer almamaktadır. Roma İmparatorluğunun içersinde bulunduğu iktisadi buhranı aşmak üzere icat ettiği Feodal sistem, İspanya da dahi (Katalonya bölgesi hariç olmak üzere) vaki değildir ve bugün Türkiye’de cari olan iktisadi işleyişin kapitalizm ile olan benzemezliklerinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Bugün Türkiye’deki iktisadi işleyişi kapitalizmle açıklamak, kapitalizmin ne olduğu konusunda yaya kaldığımızı göstermekten başka bir şeyi kanıtlamaz. Türkiye’de kapitalizm (sermaye hakimiyeti) değil, bir tür talan ekonomisi işlemektedir ve bu işleyiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin (özellikle Mustafa Kemal ve Özal’ın tüm girişimlerine rağmen) tüm çabalarına önlenememiştir. Türkiye’de dış temsilcilikler dolayısıyla palazlanmış para görmüş ayak takımlarını kapitalist olarak nitelendirmek, en azından Bill Gates, Henry Ford, Steve Jobs gibi isimlerin varlığını açıklamada yetersizlikten ve dahası komiklikten başka bir şeye yol açmaz.

Bugün Türkiye’de özellikle Anadolu Kaplanları biçiminde gerçekleşmiş olan sermaye yapılanmalarının altında, Türkiye’nin belli bir aristokratik geçmişe sahip olmaması gerçeği yer almaktadır. Bu topraklarda yaşayan insanlar, aslında içersinde bulunduğumuz çağın en önemli anakronizmlerden birini oluşturmaktadır. Çünkü modern yüzyılın içersine ve modern kültürün göbeğine uygun olmayan yedeklerle ilerlemenin imkanını Cumhuriyet dolayısıyla elde etmiştir ve bu gerçekliğin siyasal irade üzerinde sebebiyet verdiği korku, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki küresel demokratik değişimlerin bu topraklarda gerçekleştirilmesini engellemiştir. 27 yıl süren tek parti rejiminin en önemli sebebi, bu topraklarda yaşayan insanların yedeklerinde tuttuklarına belli bir alternatifi sunamama riskidir. Yani özellikle bu bağlamda CHP denen kaynağın transforme edici ve jakoben kimliğinin altında bu gerçeklik bulunmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi CHP denen kaynağı teşkil eden gerçeklik altı ok ideolojisi değildir ve dahası altı ok ideolojisi ve benzerleri, modern dünyada yer alamamanın sebebiyet verdiği bir bozgundur ve bu topraklardaki temel bozgun, entelektüellerimizin uğradığı bozgundur. Özellikle Kürt toplumu, sahip olduğu milletleşme isteminin farkında olan bir toplumdur ve fakat söz konusu istemin temsilcisi konumunda olmaya kalkışan hiçbir unsur, Kürt toplumunun yedeğinde sımsıkı bir biçimde tuttuğu unsurlar konusunda yetkinleşememiştir.

Burjuva medeniyeti de diyebileceğimiz Batı medeniyeti (civilation), kendi içindeki dönüşümlerin yarattığı dalgalalanmaları, rest (öteki) dedikleri (West and Rest) toplumlara birer fundamental ve hatta radikal korteks kavgası olarak sunma becerisini sömürgecilik hareketleriyle birlikte elde etmiştir ve bu konuda hayli başarılı olduklarını da görmemiz gerekiyor. Tüm referanslarını Antropolojik temellere ve bulgulara dayandıran milliyetçiliğin, özellikle bizim topraklarımızda jakoben ve despot siyasal iradeler aracılığıyla hiçbir toplumsal harekete dayanmaksızın yeşillenmesi vakıası, bu topraklarda yaşayan ve yaşanmış olan toplumsal hiçbir hareketin ezen-ezilen ilişkisi ile açıklanamayacağını gösterir. Bu gerçeği ifade ederken, bu topraklarda zulmün olmadığını ifade etmiş olmuyoruz. Bilakis, zulmün kaynağını belirginleştirmek maksadıyla söz konusu gerçekliği dillendiriyoruz. Özellikle Türk modernleşme hareketinin, Kürt hareketlerindeki etkilerini ezen-ezilen ilişkisi üzerinden anlamlandırmak, mümkün değildir ve dahası, Kürt hareketinin Türk modernleşmesi ve ardıllarıyla çatıştığı gerçeği, ezen-ezilen ilişkisinin beslendiği zihinsel uzama da aykırıdır. Ezenin, ezileni kendine benzettiği, benzetebildiği gerçeğinden haberdarız elbette ki ve fakat bu etken, Kürt toplumunun yedeğinde tuttuğu unsurların (İslam, toplumsal örgütlenme biçimi vs.) sebebiyet verdiği baskıyı sindirecek miktarda belirleyici olamaz.

Türk modernleşme hareketi bu topraklar üzerinde Batı’nın bile isteye gerçekleştirdiği sistematik politikalardan biridir ve bu bağlamda bu topraklarda bir biçimde belirginleşmiş olan öncü insanların niyetini okumak durumunda ve niyetinde değiliz. Ancak bu topraklarda teşkil edilmiş bulunan her sosyo-politik ortamın, söz konusu toplumun sosyal bünyesine olan  uygunsuzluğunu da gözden kaçırmamamız ve bu uygunsuzluk dolayısıyla belirginleşen angajmanların metastatik hücreler şeklinde göründüğünü de görmemiz gerekiyor. Özellikle İran’daki toplumsal ideolojinin kendi literatürü içersinde anlamlandırabildiği bir ilişki biçiminin (ezen-ezilen ilişkisi) toplumsal bir dinamik olarak görülmesi kanaatimizce yanlıştır. Tematik olarak benzerlikler taşıdığı düşünülen ve zaman zaman göndermelerde bulunulan alinasyon anlayışı, iltihak etmemiz istenilen insan tipini açıklamakta bile yetersiz kalmaktadır. Kültür dünyamıza egemen olan kavramlar, olaylara bakışımızı ve onları gerek görüş gerekse de yorumlayışımızı etkilemektedir. Giderek, dilimizin biçimlendirici etkisinden ibaret olduğumuzu vurgulamamız bile mümkündür. Ezen-ezilen ilişkisini, toplumsal yapıların anlaşılmasında spesifik bir kavram olarak kullanmak, söz konusu toplumsal yapıların barındırdığı farkları sıfıra indirgememize yol açmaktadır ve bu tehlikenin en önemli son-ucu, küresel bir arivizmdir. Bugün sosyal politikalar ve ideolojiler arasındaki farkların tamamı, neredeyse sadece birkaç alana indirgenmektedir. Örneğin bugün yaşayan ve sahip olduğu söylenilen hiçbir ideolojinin özellikle teknoloji konusunda hiçbir ayırıcı vasfı bulunmamakta ve bu farksızlık da hiçbir ideoloji mensubunu rahatsız etmemektedir. İşte bu kaygısızlık, söz konusu insanların niyetinin sorgulanır bir hale gelmesini sağlamakta ve handiyse tüm bu insanları arivizmle suçlamak mümkün olmaktadır. Kanaatimiz odur ki, toplumsal yapıların keşfi, I. Dünya Savaşı’ndan itibaren etkinlik kazanan Antroploji’nin ilerleyişi ile birlikte durdurulmuştur ve bu blokaj, tüm dünyanın belli bir sert standardizasyona tabi tutulmasını mümkün kılmıştır. Özellikle Kürt ve Türk toplumsal yapılarının keşfi yolunda atılacak olan adımların içersinde bulunduğumuz süreçte gerçekleştiğine inanıyoruz. Bu yüzden bugün yaygınlığını elde eden bakış açılarının tüm geleceğimizi de biçimlendireceğini bilmeliyiz. Ezen-ezilen ilişkisi, tüm toplumsal yapılarda gerçekleşen birer edimdir ve fakat söz konusu ilişki, söze konu edilen toplumsal yapının yedekleriyle asli son-uçlarını edinmektedir ki, bu gerçeklik, ezen-ezilen ilişkisinin ideolojik ya da toplumsal bir dinamik haline gelmesini engellemeye yeter.

Franz KAFKA’nın şu ifadesini de konumuzla olan bağlantısını koruyarak hatırlayalım:

“Biz Yahudiler zeytine benzeriz. Yağımızı verebilmemiz için ezilmemiz gerekir.”

rewsen.com

Hiç yorum yok: