Sultan Tayyip nihayet Kürt halkına "doğru yolu" gösterdi: "Kandil’e gidin!"
"Emrin baş üstüne sağır ve körler sultanı!"
Ama zaten Kandil Kürtlerin. Şemzînan da, Rojava da Kürtlerin. Amed de, Şırnak da, Çolamêrg de.
"İznin" olursa eğer, Afyon’a ya da Bursa’ya ya da Ankara, İstanbul, İzmir’e gelseler, ne dersin?
Sultan öfkelenir! Titrer, ulur, anırır. Korkusu budur zaten!
Önerim: Efelenmeyle sorun çözülmez. Gerillanın daveti var:
"Özel’i de al, gel, Gediktepe’de buluşalım" diyorlar. Yüreğin ve askerin yeter ise, davete icabet et! Korkma, o topraklarda misafirsin ve Kürtler misafir ettiklerine saygılıdırlar.
***
Yazar Maksim Gorki, bir burjuva (ya da egemenin), kendi şahsında bütün "halkın ölümünü sezdiğine" inanır. Çünkü onun için tek gerçek kendi gerçeğidir. "Marazlı bir kendini beğenme ile mest olduğundan, sarhoş bir insan gibi, yıkıldığını göremez, ayağının altından yerin kaydığını hayal eder."
Sahip olduğu güç nedeniyle her zaman narsisttir, her zaman megaloman. Kendisini çorbanın tuzu olarak görür ve içinde yer almadığı çorbanın tatsız tuzsuz olacağına inanır. Ama gerçekte o, etrafına çirkin kokular salarak bulunduğu alanı kurutan bir asit, toplumsal ilişkilerin bütününü kurutma yeteneği kazanmış bir tuz ruhu’dur.
***
Ve bu tanımın günümüzdeki en tipik örneği Recep Tayyip Erdoğan’dır.
"Kifayetsiz muhteris"dir. Yani büyük idealleri üstlenen ama yeteneksiz bir hırs adamıdır. Zaman zaman Hitler’e, zaman zaman Putin’e benzemeye çalışsa da, çapı buna elvermez. Olsa olsa Çiller’in kullanılmış deneylerinin bir erkek versiyonu olmayı aşamaz. Kullanılmıştır ve başarısızlığı HPG raporlarıyla tescil edilmiştir. Artık belli ki tuz ruhu bile değil ancak tuzun ruhudur.
Silahı, NAZI Propaganda Bakanı Göbbels’den öğrendiği "yalanın gücü", efendisi ABD’nin ve büyük sermayenin desteği ve milliyetçilik kanseriyle biat ruhunu aşamayan büyük çoğunluğun "düşman" kanı üzerinden edinmeye çalıştığı "ulus kimliklenme" ruh halidir.
Din bir araçtır onun için. Dinsel söylem sadece ajitasyon malzemesidir. Ve eşinin kendi ifadesiyle, "Allah’a inanır, ama güvenmez." Onun ahlakında vefa, "mecburiyetten tahammül"; görev, eski mücahitleri yontarak yeni müteahhitler yaratmak; üretim, aile ve yandaş kesesini kabartmak; hizmet, henüz bir ulus kimliğini içselleştirememiş olan Türk’ü daha fazla kan akıtarak daha fazla "kimlik" sahibi yapmaktır.
Irkçı ustası demez mi? "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!"
4+4+4 sistemini eleştiren aileleri "evladına ihanetle", yasal "rapor" hakkını kullananları "evladım geri zekalı diyor" suçlamasıyla yanıtlar. Ve "ben de babayım, biz de çocuklarımızı yaşı gelmeden okula başlattık" diyerek tam da Gorki’nin tanımına uymak için kendi yarım aklını bilimin yerine ikame eder. Ve böyle bir uygulamanın olmadığı dünyanın gözünün içine baka baka "biz bu 66 ayı söylerken rastgele atmadık ki dünyadaki uygulamalar önümüzde" diyebilecek düşkünlükte cesur bir yalancıdır.
***
Sultan söyledi: "Türkiye Suriye'ye müdahalede bulunmalı mı sorumuza halkın cevabı 'yüzde 58 ile evet'" diyormuş. Hatay-Samandağ mitinginde halk kendi manifestosunu sundu: Basının ısrarla ‘bin’ kişi diye verdiği mitingin videolarla da kanıtlanan en az elli bin kişilik kesimi "Esat’a da Erdoğan’a da yallah" çekti zılgıtlarla süslenen "faşizme karşı omuz omuza" sloganıyla.
***
Baki Gül gitti, bölgeyi gezdi, gördü ve Türk karakollarının kışlalarının durumunu yazdı: "200 kişilik bir askeri birlikte bir gece için 98 asker nöbet tutuyor. Termal kameralar çalışıyor. Merkezi istihbarat, ABD desteği, gözetleme kuleleri, ağır silahlar, tanklar, panzerler ve daha birçok olanak ile korunan karakollar ve askerler gerillanın mücadelesi karşısında ağır kayıplar vermeye devam ediyor."
Çünkü o bölgede özgürlüğe sevdalı bir halk ve onun bağrından çıkan özgürlük gerillaları kendi egemenlik alanlarında halklar için her zaman bir tehlikeyi oluşturan çapulcu sürülerine barınma hakkı tanımıyor.
Artık Kürt halkının özgürlüğünü engelleyebilecek hiçbir güç olamaz. Çünkü bu halk "özgürlüğü" bir politik istem olmaktan çıkarıp, bir kültür öğesi, bir yaşam ilkesi etkinliğine kavuşturdu. Ve Kürt halkı buna rağmen Demokratik Özerklik’te ısrar ediyorsa, artık açık kanıtlarıyla da biliyoruz ki bu istem, Birleşik Demokratik Kürdistan’ın oluşum olanaklarının yoksunluğundan değil, PKK geleneğinin barışa tutkunluğundan; hakların eşitlenmiş koşullarda barış içerisinde ve özgür birlikte yaşamı idealine sevdasındandır.
Sürekli uyardım: Eğer PKK, bütün bölge için kalıcı bir barışın ve insanı temel alan bir özgürlüğün en büyük şansı olarak değerlendirilmeyip, insana değil güce ve paraya tapınan sömürgeci saldırılar sürerse, korkum odur ki artık 200 kişilik karakollarda komutanlar dışında herkes nöbette olacaktır.
Ama yine de biliyorum ki korkunun ecele yine de faydası yoktur.
İnsanlığın tek seçeneği var: Ya barış, ya da barış!
XWE METİN AYÇİÇEK
"Emrin baş üstüne sağır ve körler sultanı!"
Ama zaten Kandil Kürtlerin. Şemzînan da, Rojava da Kürtlerin. Amed de, Şırnak da, Çolamêrg de.
"İznin" olursa eğer, Afyon’a ya da Bursa’ya ya da Ankara, İstanbul, İzmir’e gelseler, ne dersin?
Sultan öfkelenir! Titrer, ulur, anırır. Korkusu budur zaten!
Önerim: Efelenmeyle sorun çözülmez. Gerillanın daveti var:
"Özel’i de al, gel, Gediktepe’de buluşalım" diyorlar. Yüreğin ve askerin yeter ise, davete icabet et! Korkma, o topraklarda misafirsin ve Kürtler misafir ettiklerine saygılıdırlar.
***
Yazar Maksim Gorki, bir burjuva (ya da egemenin), kendi şahsında bütün "halkın ölümünü sezdiğine" inanır. Çünkü onun için tek gerçek kendi gerçeğidir. "Marazlı bir kendini beğenme ile mest olduğundan, sarhoş bir insan gibi, yıkıldığını göremez, ayağının altından yerin kaydığını hayal eder."
Sahip olduğu güç nedeniyle her zaman narsisttir, her zaman megaloman. Kendisini çorbanın tuzu olarak görür ve içinde yer almadığı çorbanın tatsız tuzsuz olacağına inanır. Ama gerçekte o, etrafına çirkin kokular salarak bulunduğu alanı kurutan bir asit, toplumsal ilişkilerin bütününü kurutma yeteneği kazanmış bir tuz ruhu’dur.
***
Ve bu tanımın günümüzdeki en tipik örneği Recep Tayyip Erdoğan’dır.
"Kifayetsiz muhteris"dir. Yani büyük idealleri üstlenen ama yeteneksiz bir hırs adamıdır. Zaman zaman Hitler’e, zaman zaman Putin’e benzemeye çalışsa da, çapı buna elvermez. Olsa olsa Çiller’in kullanılmış deneylerinin bir erkek versiyonu olmayı aşamaz. Kullanılmıştır ve başarısızlığı HPG raporlarıyla tescil edilmiştir. Artık belli ki tuz ruhu bile değil ancak tuzun ruhudur.
Silahı, NAZI Propaganda Bakanı Göbbels’den öğrendiği "yalanın gücü", efendisi ABD’nin ve büyük sermayenin desteği ve milliyetçilik kanseriyle biat ruhunu aşamayan büyük çoğunluğun "düşman" kanı üzerinden edinmeye çalıştığı "ulus kimliklenme" ruh halidir.
Din bir araçtır onun için. Dinsel söylem sadece ajitasyon malzemesidir. Ve eşinin kendi ifadesiyle, "Allah’a inanır, ama güvenmez." Onun ahlakında vefa, "mecburiyetten tahammül"; görev, eski mücahitleri yontarak yeni müteahhitler yaratmak; üretim, aile ve yandaş kesesini kabartmak; hizmet, henüz bir ulus kimliğini içselleştirememiş olan Türk’ü daha fazla kan akıtarak daha fazla "kimlik" sahibi yapmaktır.
Irkçı ustası demez mi? "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!"
4+4+4 sistemini eleştiren aileleri "evladına ihanetle", yasal "rapor" hakkını kullananları "evladım geri zekalı diyor" suçlamasıyla yanıtlar. Ve "ben de babayım, biz de çocuklarımızı yaşı gelmeden okula başlattık" diyerek tam da Gorki’nin tanımına uymak için kendi yarım aklını bilimin yerine ikame eder. Ve böyle bir uygulamanın olmadığı dünyanın gözünün içine baka baka "biz bu 66 ayı söylerken rastgele atmadık ki dünyadaki uygulamalar önümüzde" diyebilecek düşkünlükte cesur bir yalancıdır.
***
Sultan söyledi: "Türkiye Suriye'ye müdahalede bulunmalı mı sorumuza halkın cevabı 'yüzde 58 ile evet'" diyormuş. Hatay-Samandağ mitinginde halk kendi manifestosunu sundu: Basının ısrarla ‘bin’ kişi diye verdiği mitingin videolarla da kanıtlanan en az elli bin kişilik kesimi "Esat’a da Erdoğan’a da yallah" çekti zılgıtlarla süslenen "faşizme karşı omuz omuza" sloganıyla.
***
Baki Gül gitti, bölgeyi gezdi, gördü ve Türk karakollarının kışlalarının durumunu yazdı: "200 kişilik bir askeri birlikte bir gece için 98 asker nöbet tutuyor. Termal kameralar çalışıyor. Merkezi istihbarat, ABD desteği, gözetleme kuleleri, ağır silahlar, tanklar, panzerler ve daha birçok olanak ile korunan karakollar ve askerler gerillanın mücadelesi karşısında ağır kayıplar vermeye devam ediyor."
Çünkü o bölgede özgürlüğe sevdalı bir halk ve onun bağrından çıkan özgürlük gerillaları kendi egemenlik alanlarında halklar için her zaman bir tehlikeyi oluşturan çapulcu sürülerine barınma hakkı tanımıyor.
Artık Kürt halkının özgürlüğünü engelleyebilecek hiçbir güç olamaz. Çünkü bu halk "özgürlüğü" bir politik istem olmaktan çıkarıp, bir kültür öğesi, bir yaşam ilkesi etkinliğine kavuşturdu. Ve Kürt halkı buna rağmen Demokratik Özerklik’te ısrar ediyorsa, artık açık kanıtlarıyla da biliyoruz ki bu istem, Birleşik Demokratik Kürdistan’ın oluşum olanaklarının yoksunluğundan değil, PKK geleneğinin barışa tutkunluğundan; hakların eşitlenmiş koşullarda barış içerisinde ve özgür birlikte yaşamı idealine sevdasındandır.
Sürekli uyardım: Eğer PKK, bütün bölge için kalıcı bir barışın ve insanı temel alan bir özgürlüğün en büyük şansı olarak değerlendirilmeyip, insana değil güce ve paraya tapınan sömürgeci saldırılar sürerse, korkum odur ki artık 200 kişilik karakollarda komutanlar dışında herkes nöbette olacaktır.
Ama yine de biliyorum ki korkunun ecele yine de faydası yoktur.
İnsanlığın tek seçeneği var: Ya barış, ya da barış!
XWE METİN AYÇİÇEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder