KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, Yeni Özgür Politika gazetesindeki yazısında Mısır ve Tunus’taki halk ayaklanmalarına dikkat çekerek, “Ortadoğu'da eski işbirlikçi rejimlerin yıkıldığı ve yerine yeni işbirlikçilerin getirilmeye çalışıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Görüldüğü gibi halklar işbirlikçi baskıcı bir rejimden kurtulurken, başka bir işbirlikçi baskıcı rejimin tuzağına düşmektedir” dedi.
Mustafa Karasu şu değerlendirmelerde bulundu:
Ortadoğu halkları birbiri ardına ayağa kalkıyor. Tunus’ta hükümet devrildiği gibi Mısır’da da devrildi. Mısır’dan sonra başka ülkelerde de halkların ayağa kalkışı bekleniyor.
Ortadoğu’da bu ayağa kalkış aslında gecikmiştir. Mevcut hükümetler uzun yıllardır meşruiyetini kaybetmişti. Dünyadaki gelişmeler ve Ortadoğu halklarının bilinci artık bu hükümetlerin ömrünü sonlandıracak duruma gelmişti. Bu hükümetleri destekleyen ABD ve Avrupa da kendilerine bir yük haline geldiğini görüyordu. Bunlara dayanarak Ortadoğu'da varlığını sürdürmesi riskler taşıyordu. Bu nedenle onlar için de bu hükümetlerin gitmesi yerine yeni işbirlikçilerin yaratılması zorunlu hale gelmişti. Bölge halklarının kontrol edilmesi için yeni karakterde işbirlikçi yönetimler gerekiyordu.
Kapitalist modernite ve onun yaşam tarzı, son iki yüzyılda Ortadoğu'daki sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Pozitivist kapitalist modernite daha baştan Ortadoğu’yla bir kan uyuşmazlığı yaşadı. Modernist, laikçi rejimler Batı'nın ajanı olmaktan öte bir rol oynamadılar. Sosyalist hareketler de, pozitivist kapitalist modernitenin düşünce ve yaşam ufkunu aşamadıklarından alternatif siyasi güç haline gelemediler.
Kapitalizm, endüstriyalizm, ulus-devlet kapitalist modernitenin üç ayağı olarak birçok yerde yeni ve gelişmiş yaşam olarak algılandı. Ortadoğu da bu algının esiri haline getirildi. Kapitalizm dışında kaldığını söyleyenler bile endüstriyalizm ve ulus-devleti kutsadılar. Kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet; sosyal yaşamı da, ekonomik yaşamı da, kültürel dokuyu da bozdu. Siyasal yaşam ise ulus-devletlerin, her türlü iktidar güçlerinin kanlı çatışmaları haline getirildi. İktidarlar, insanlık dışı despotik karakteriyle toplumlara nefes aldırmadı.
Topluma saldırı anlamına gelen kapitalist modernite, Ortadoğu’ya ne kadar girdiyse sorunlar o kadar ağırlaştı. Haklı olarak Ortadoğu'ya acıdan başka bir şey getirmeyen kapitalist moderniteye tepkiler gelişmeye başladı. 1990’lı yıllardan önce muhalefetin bir kısmı sosyalist akımlara eğilim gösteriyordu. Ancak reel sosyalizmin alternatif olamadığının görülmesi muhalefetin ağırlıklı olarak modernizm karşıtı olduğunu iddia eden siyasal İslam’a kaymasıyla sonuçlandı.
Biçim ve dini söylem dışında modernizmin başka bir versiyonu olan bu hareketler modernist, laikçi rejimlere karşı ciddi bir tehdit haline gelmeye başladı. Bu radikal siyasal İslamcı hareketlerin gücünden ayrı olarak modernist laikçi rejimler giderek toplumdan koptular. Ancak dış güçlerin desteğiyle ayakta kalmaya çalıştılar. Özellikle reel sosyalizmin çöküşünden sonra bu işbirlikçi hükümetler, ABD ve Batı için de bedeli ağır olan hükümetler haline geldiler.
Bir taraftan radikal İslamcı tehdidin artması, diğer taraftan modernist laikçi rejimlerin toplum tarafından benimsenmemesi Batı'nın yeni siyasal proje arayışlarına ihtiyaç duymasını beraberinde getirmiştir. Çünkü mevcut laikçi rejimlere dayandığı taktirde Ortadoğu'yu tümden kaybedeceğini görmüştür.
Batı, yaşadığı deneylerden sonra hem toplumdan destek alan rejimlere dayanmak hem de radikal siyasal İslam’ın etkisini kırmak için işbirlikçi ılımlı İslam projesine sarılmıştır. Günümüzde ABD ve Avrupa’nın Ortadoğu'da işbirlikçi ılımlı İslam’a dayanan bir sistem arzuladığı netleşmiştir. Bölgede strateji ve taktiklerini şimdi böyle işbirlikçi rejimler yaratma üzerine kurmuştur. Bu aslında Ortadoğu'yu tümden teslim almanın ilk stratejik adımı olarak görülmektedir. ABD’nin bu stratejisi dikkate alınmadan Ortadoğu'da yaşananlar tüm boyutlarıyla anlaşılamaz.
Tunus ve Mısır’da ilk başta toplum kendiliğinden harekete geçmiştir. Ancak bu olaylar geliştikten sonra bu rejimlerin arkasındaki ABD ve Avrupa’nın mevcut hükümetleri desteklemediği görülmüştür. Bu durum da bu hükümetlerin iradesinin çabuk kırılmasını sağlamıştır.
Belki kendiliğinden gelişse de, kısa sürede ABD ve Avrupa’nın devreye girdiğini görüyoruz. Dolaylı da olsa işbirlikçi ılımlı İslamcıları destekleyen bir yaklaşım göstermektedir. Böylece hem toplumsal desteği olan hükümetler ortaya çıkarılacak, hem de bunlar üzerinden Ortadoğu denetime alınacak.
Ortadoğu'da eski işbirlikçi rejimlerin yıkıldığı ve yerine yeni işbirlikçilerin getirilmeye çalışıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Görüldüğü gibi halklar işbirlikçi baskıcı bir rejimden kurtulurken, başka bir işbirlikçi baskıcı rejimin tuzağına düşmektedir. Özcesi, modernist laikçi işbirlikçiler dikiş tutturamayınca halkın dini duygularını sömüren iktidarlar aracılığıyla Ortadoğu kontrol altına alınmak istenmektedir.
Alternatif, demokratik, özgürlükçü hareketler çıkmadığı müddetçe halklar bu cendere arasında sıkışacaktır. Tahterevalli gibi bir gün biri, diğer gün başkası halkların üzerinde sömürü ve baskıcı bir düzen kuracaklardır. Bu durum da gerçek demokratik ve özgürlükçü güçleri daha da sorumlu kılmaktadır.
Klasik Marksist ve pozitivist yaklaşımlarla Ortadoğu'da alternatif olunamaz. Kapitalist modernist zihniyet ve etkisini taşıyan pratiklerden kurtulmadıkça, halkların desteğini alan bir hareket yaratılamaz. Reel sosyalizm pratiği pozitivist bilimci yaklaşımların en değme dinsel dogmalardan daha fazla toplumları anlama konusunda sorunlu olduğu ortaya çıkmıştır. Sosyalist teori ve dayandığı felsefedeki yanılgılar giderilmeden ne dünyada ne de Ortadoğu'da demokratik sosyalizmin toplumlar içinde etkili kılınması zordur. Hem toplumsallığın hem de sömürücü despot iktidarların tarihsel olarak çok köklü yaşandığı Ortadoğu'da daha da zordur.
Bu gerçeklik, PKK Önderliği'nin savunmalarında geliştirdiği teorik tezlerin önemini daha da arttırmıştır. PKK Önderliği Ortadoğu'da tarihsel toplumu çözümlediği gibi, reel sosyalizmin teori ve pratiğini de tüm boyutlarıyla çözümlemeye tabii tutmuştur. Bu temelde ahlaki-politik toplum ya da komünal demokrat toplum dediği alternatif yaşamın nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu toplumun örgütlenmesinin ve yapılanmasının da demokratik konfederalizm olması gerektiğini göstermiştir. Bu alternatif toplum hem toplumu özgür ve demokratik kılmayı, hem de tarih içinde birikmiş dogmatik düşünce, alışkanlık ve tutumları aşacak bir demokratik kurumlaşmayı öngörmektedir.
Ortadoğu'da yaşananlar PKK Önderliği'nin felsefi, ideolojik, teorik tezlerinin ve demokratik yapılanma gerçeğinin Ortadoğu halklarına gecikmeden taşınmasını gerekli kılmaktadır. Ortadoğu halkları ancak modernist, laikçi ve işbirlikçi siyasal İslamcı rejimler kıskacından böyle kurtulabilir.
PKK Önderliği'nin savunmalarında ortaya koyduğu ahlaki-politik toplum ve bunun pratik örgütlenmesi olan Demokratik Konfederalizm Ortadoğu toplumları içinde geliştirilirse, işte o zaman Ortadoğu her türlü işbirlikçi rejimden kurtularak hakların özgür ve demokratik coğrafyası haline getirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder