15 Mart 2010 Pazartesi

PKK’yle 30 yılda 300 yıllık gelişme


“PKK ile birlikte, tabandan yoksulların öfkesi yönetime geçmiştir. Mücadelenin çok geniş çapta yığınları kucaklamasının altında yatan realite budur. Bu neden, PKK’nın gittikçe büyüyen ve sadece Kürdistan değil, Ortadoğu çapında siyaset yapabilen bir odağa dönüşmesine neden olmuştur. Bu yüzden son 30 yılda Kürdistan’ın yaşadığı gelişmeler 300 yıllık gelişmelerdir ve değişimlerdir.”


Türkiyeli aydınlar 31. kuruluş yıldönümünde PKK’yi değerlendiriyor - 2
Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarattığı toplumsal etkiyi ve dönüşümü değerlendiren yazar Temel Demirer, Kürt sorununda ziyade Kürdistan sorunu bulunduğunu belirterek, “Kürt sorunu bir toprak sorunudur, bir kimlik sorunudur ve bir halkın kendi kaderini tayin etme sorunudur” dedi. Kürtlerin ve Filistinlilerin benzerliklerine dikkat çeken Demirer, her iki halkında tarih boyunca varlık mücadelesi verdiklerini belirterek, “Eğer bugün Ortadoğu’dan Kürdistan ve Filistin’den bahsediliyorsa, bu iki halkın mücadelesinden kaynaklıdır. Bu iki halkın kesintisiz mücadelesi kendi varlıklarını korumaya yol açmıştır. Bu olmasaydı bu halklar da olmayacaktır” dedi.

‘Sadece Kürdistan’da değil, Ortadoğu’da etkin güç’
Demirer şöyle devam etti: “PKK’ye baktığımız zaman başlangıçta bir yoksul köylü hareketidir. Bu bağlam içerisindeki Kürdistan’daki bütün geleneksel siyasal formlarını başkalaştırmıştır, dönüşüme uğratmıştır. Çünkü Kürdistan’daki önderlikler geleneksel önderliklerdir, bunu küçümsemek için söylemiyorum, bir saptama yapıyorum. Kürdistan’da yönetimdeki elitler aynı zamanda direnişinde başını çekmiştir. PKK ile bu iş değişmiştir. PKK ile birlikte, tabandan yoksulların öfkesi yönetime geçmiştir. Ulusal Kurtuluş Hareketi artık yoksul köylülerin önderliğindeki radikal bir mücadeleye dönüşmüştür. Zaten bunu mücadelenin çok geniş çapta yığınları kucaklamasının altında yatan realite budur. Bu neden PKK’nın gittikçe gelişen büyüyen ve sadece Kürdistan değil, gittikçe Ortadoğu çapında siyaset yapabilen bir odağa dönüşmesine neden olmuştur. Bu yüzden son 30 yılda Kürdistan’ın yaşadığı gelişmeler 300 yıllık gelişmelerdir ve değişimlerdir. Bu değişimlerde başat rolün PKK’nın oynadığını inkar etmek akıl karı değil. Bu değişim arkasında yoksul köylülere dayanan özgürlük mücadelesi veren PKK gerçeği yaratmaktadır.”

‘Türkiye solu Kemalizmi aşamadı’
Kürtlerin sosyalist hareketle ilişkilerini değerlendiren ve daha çok sosyalistleri eleştiren Demirer şöyle konuştu: “Kürtlerin bugün ki haliyle Türkiye’li sosyalistlerin desteğine ihtiyaçları yok. Türk sosyalist hareketinin Kürtlere destek sunması ancak kendi ülkelerindeki sınıf mücadelesiyle mümkün değildir. Önce Türkiye’deki sosyalistlerin sosyalist gibi politika yaparak güçlenmesi gerekiyor. Türkiyeli sosyalistlerin iki çeşit sorunu vardır. Birincisi Kemalizm konusunda gerektiği gibi net tavır koymamasıdır. İkincisi ise Türkiyeli sosyalistler iktidar mücadelesini unutmuşlar. Türkiyeli sosyalistlerin bağımsız bir çizgiye ihtiyaç vardır. Bugün AKP’den utanmadan demokrasi bekleyen sosyalistler vardır. Türkiye’de “aman ülkemiz bölünmesin” diye 29 Ekim tarihinde kutlama bildirisi çıkaran komünistler vardır. Bu utanmazlıktır. Bu iki utanmazlıktan kurtulmalıyız. Benim PKK’nin benimsemediğim birçok tarafı vardır. Ama bugün sosyalistlerin durumu bizzat kendilerinden kaynaklanmaktadır. Biz sosyalist gibi olsak bu hale düşmezdik. Bunu yaptığımız zaman, Kürtlerle ve PKK ile daha devrimci bir ilişki yaratabiliriz. Bunu yapamamamız bizim basiretsizliğimizden kaynaklanıyor. Önce bu basiretsizliği hal etmemiz gerekiyor. Kendimizi düzeltmeden başkalarını eleştirerek yol alamayız. Bugün eleştirinin odağında yer alan Türkiye sosyalist hareketidir.”

‘PKK, militan ve kitlesel bir kadın gücü açığa çıkardı’
Yazar Sibel Özbudun da PKK’nin yoksul kır kesimine dayanan bir ayarlanma olduğunu belirterek, “Bu bile başlı başına Kürt tarihinin yeniden yazılmasını gerektirir. Son Kürt hareketi aynı zamanda modernleşmeci bir hareket. Köylü karakterli olmasına rağmen bir Kürt kentleşmesini ön gören bir hareket” şeklinde konuştu. Özbudun, PKK konusundaki değerlendirmelerini sürdüren Özbudun, “Yoksulluğa dayanan ve tabana yayılan örgütlenmelerini yarattı. Bu ilk kez diğer Kürt ayaklanmalarına nazaran geri dönüşsüz bir yaklaşımı yarattı. Bu hareketin temel özelliği, tabana dayanması ve kendi kurumlarını yaratmasıdır. Emin olun ki bu kurumlar kalıcı olacaktır. Bunu Kürt kardeşlerimin taleplerinden ve kararlılığından görüyoruz” dedi.

‘Kitleselleşme ve bilinç gelişmi eşdeğerde oldu’
Özellikle PKK ve Kürt hareketiyle birlikte Kürt kadınlarında da önemli değişimler yaşandığına işaret eden Özbudun şöyle konuştu: “Türkiye’de Kürt olmak bir zaten problem, Kürt ve kadın olmak iki yönlü bir problem. Gerçekten Kürt kadınları son 30 yıllık süreçte en acılı dönemi yaşadı. Aynı zamanda Kürt kadınları bu süreçten güçlenerek çıktı. Hem militan hem de kitlesel bir kadın hareketinin Kürtler arasında yükselmekte olduğunu görmek gerçekten sevindiricidir. Kadın olmanın üstelikte Kürt kadını olmanın devlet açısından bütün aşağılayıcılığını yaşadılar ya da yaşatıldılar. Türkiye Cumhuriyeti devleti, modernleşmekte ve kentlileşmekte olan Kürt mücadelesinin karşısına feodal kurumlarla dikildi. Eskiden Kürt sorunu feodalite yada gericilik sorunu olarak tanımlanırdı. İşte şu feodaliteyi kaldıralım sorun çözülecek gibi bir hava var. Ama devlet Kürt hareketini bastırmak için feodaliteyi, örneğin koruculuk kurumunu kırsal gericiliği canlandırdı. Örneğin İslam’i Kürt hareketinin karşısına dikti. Bu doğrudan kadınları hedef aldı. Kürt kadınları hem son dönemlerde yaşadıkları yoğun sıkıştırılmış toplumsal dönüşümü, yani hem devletin doğrudan hedefi olmadan hem de dolaylı olarak bu kırsal gericiliğin bedelini ödemek zorunda kaldılar. Ama ulaştıkları kitlesellik, ulaştıkları toplumsal bilinç düzeyi ve kararlılık gerçekten imrenilecek bir durumdur.”

‘Kürt ulusal mücadelesinde PKK sıçrama noktasıdır’
Son dönemler Kürt sorunun çözümüne ilişkin başlatılan ‘Kürt açılım’ ve ‘Demokratik açılım’ tartışmalarına deginen Aydın Çubukçu, Nazım Alpman, Mustafa Yalçıner ve Mustafa Kaçaroğlu ise 30 yıllık süreçte gelinen aşamada PKK’nin sorunun açığa çıkarılması ve çözümün kaçınılmaz olarak Türkiye’nin gündemien sokulmasınadaki önemine dikkat çekti. Kürt Ulusal Mücadelesi’nin yüzyıllara dayanan geçmişine vurgu yapan Aydın Çubukçu ise PKK öncesindeki isyanların ve siyasi oluşumların belli bir farklılık gösterdiğine ve bu anlamda PKK’nin bir sıçrama noktası olduğuna dikkat çekti. Modern anlamda sınıflar mücadelesinin kavramıyla yetişmiş kadrolar tarafından yürütülen sınıfsal ve ulusal mücadele olmasından dolayı PKK’nin bu sıçramasının her bakımdan bir nitelik sıçraması olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Çubukçu; “Her ne kadar mücadele sınıfsal bir tabana oturtmasa da esas olarak toplumsal yapının derin bir analizine ve gözlemlenmesine dayanan bir ulusal mücadeledir. O nedenle her şeyden önce PKK’nin yarattığı hareket bu noktada tarihteki diğer direnişlerden ayrılır” dedi. Çubukçu sözlerini şöyle sürdürdü: İkincisi de PKK mücadele yöntemleri açısından son derece önemli bir farklılık göstermektedir. Silahlı mücadele ile siyasi mücadeleyi birleştiren ve bu ikisi arasında genel olarak toplumsal duyarlılıkları gözeten bir bağlantı kurmayı başaran bir çizgi izlemiştir. Dolayısı ile bu iki özellik, yani modern bir toplum bakış açısına sahip olmak ve silahlı mücadele ile siyasi mücadeleyi birleştirebilmiş olmak PKK’nin geçmişteki mücadelelerden daha farklı bir nitelik göstermesini sağlamıştır.

‘AKP zorunlu olduğu için açılıma imza attı’
‘Yakın zamana kadar Kürt halkının varlığı asla kabul edilmezken PKK bunu bir gerçeklik olarak ortaya koyan bir çizgi izlemiştir’ diyen Çubukçu; Türkiye’nin en katı ve ırkçı çevrelerinin bile neticede Kürt halkının varlığını kabul etmek zorunda kaldıklarını, Kürt gerçekliğinden bahsetmenin her siyasi hareketin, egemen sınıf partilerinin bile bu gerçeklikten söz etmesinin kaçınılmaz olarak görülmesine bağladı. Çubukçu; “Bu yalnızca oy kaygısıyla olan bir şey değil, bir siyaseti yürütmenin temeli olarak, gerçekliği ifade etmesi dolayısıyla da zorunlu olarak görülüyor” dedi.

‘PKK’nin çıkışını Kürtler hayretle karşılamadı’
Çubukçu PKK’nin çıkışına yönelik Türk ve Kürt solundaki tepkileri ile şöyle özetledi: 84 yılı şu bakımlardan ilginç. 12 Eylül sonrasında belli bir darbe yönetimi kendisini geriye çekmeye yöneldiği bir zamandır. Ancak özellikle Kürt illerinde 12 Eylül batıda yaşandığından daha katmerli bir biçimde yaşanıyordu. Ağır baskılar, katliamlar, tüm olanların simgesi haline gelen Diyarbakır cezaevi gibi Kürt kamuoyunda ve Kürt halet-i ruhiyesinde darbeye karşı batıda olduğundan daha fazla-farklı bir tepki doğurmuştur. Bu yıllardır süren baskılara ek bir durum olarak değerlendirildiğinde, Kürtler arasında ‘siyasetin başka araçlarla yürütülmesi gerektiği’ fikrine yatkın bir ortamın doğduğunu söyleyebiliriz. PKK bu tespiti yaptı ve bu durumu gerilla eylemleri ile değerlendirdi. Öyle sanıyorum ki bu hiç de Kürt halkı açısından bulutsuz gökte çakan şimşek anlamına gelmiyor. Belki batıdakilere göre hiç beklenmedik bir anda ve özellikle her şeyin bittiğinin düşünüldüğü bir zamanda PKK’nin bu çıkışı, sanıyorum Kürtlere yabancı gelmedi ve beklenmedik bir durum olarak görülmedi. Bu nedenle 84 çıkışı kısa zamanlı, dar bir grup eylemi olarak algılanmak yerine, birikmiş bir öfkenin patlaması olarak kendisini gösterdi. Ancak batıda şaşkınlık uzun süre devam etti.

‘12 Eylül Kürt hareketiyle Türkiye solunun birliğini önledi’
Öte yandan Türkiye solunun 12 Eylülden sonra herhangi bir biçimde, herhangi bir siyasi strateji etrafında hareket gösterebilme yeteneğini kaybetmiş olduğunu öne süren Çubukçu, bu durumun Kürt ve Türk hareketinin ortaklaşmasını da olanaksız hale getirdiğini, Türkiye solundan kimi hareketlerin kendi varlıklarını ortaya koymak, faaliyet göstermek yerine, doğrudan doğruya Kürt mücadelesinin destekçisi şeklinde kendini varetmeye çalışmasının ise Kürtlere belki de çok az bir fayda sağlarken, Türkiye’de sosyalist hareketin ayağa kalkmasına hiçbir biçimde hizmet etmediğini ifade etti. “Bu gün eğer Kürtler için bir nefes alma ihtimali görüyorsak bu elbette Türkiye’nin Kürt olmayanları açısından da nefes alma imkânı olacaktır. Ve eğer idrak edebilirlerse diğer halklar bunu Kürtlere borçlu olduklarını düşüneceklerdir” diyen Çubukçu, Kürt halkının ve Türkiye işçi ve emekçi kitlelerin ortak hareket edecekleri zeminleri yaratmanın yolunun, temsilciler yada kendilerini temsilci ilan etmiş kimselerle yapılacak görüşmelerden geçmediğini de vurguladı.

‘Faşizmin ağır baskılarına karşı Kürt hareketi direnmiştir’
Kürt hareketinin örgütlülüğü halkla buluşturmasının bu günkü süreci açıkladığını söyleyen Mustafa Yalçıner, Türkiye solunun harekete yapacağı katkının ancak işçi-emekçi eksenli bir çalışmada buluşmakla olacağına vurgu yapıyor. Yalçıner’in Kürt hareketine yönelik değerlendirmelerinden alıntılar şöyle: “Türkiye de dahil olmak üzere, her halk katmanının mutlaka bir örgütlü mücadeleyi gerektirdiği çok kesindir. Örneğin son yıllarda işçi sınıfının bu şansı elinden kaçırdığını söylemek mümkündür. Ama Kürtleri ele aldığımızda (onlar) örgütlenmeyi, hem de oldukça zor koşullarda başarmışlardır. Türkiye’de sosyalistlerle Kürt ulusal hareketi, neredeyse benzer koşullarda başlamıştır. İlk adımlar 80 öncesinde neredeyse birlikte atılmıştır. Ancak 12 Eylül faşizmi sosyalist hareketi çok ciddi bir biçimde darbelemiş, ancak faşizmin Kürt ulusal örgütlenmesinin üzerinde de ciddi darbeleri olmasına karşın Kürt ulusal örgütlenmesi sürekliliğini sağlamayı başarmıştır.”

‘PKK’yi halk sahiplendi’
Yalçıner solun PKK’ye bakışı ve milliyetçiliğin tırmandırılmasına ilişkin ise şu tespitlerde bulundu: “PKK tarafından bakıldığında halkla çok ciddi bir ilişki vardır, halk bakımından bakıldığında halkın sahiplenmesi vardır. Bu zaten neredeyse 30 yıldır süren bir mücadele. Bunu en son Habur’da da gördük. Bunca zorluklara rağmen mücadelenin hala sürmesinin de açıklaması budur. Başlangıçta herkesin hatırındadır, üç beş baldırı çıplak denildi ama Kürtler de dahil olmak üzere bu güne kadar gelen diğer hareketler bastırıldı ama son Kürt isyanı ise bastırılamıyor. Neden? Bu önemli bir şeydir. Örgütlülük müthiş bir güçtür. Cephe gerisi vardır, Türkiye’nin elinin uzanamayacağı yerlerde karargâh kurmuştur. İşte bence 30 yıllık mücadelenin açıklaması burada, halkla olan ilişki de halkın örgütlenmesinde yatmaktadır. Eskiden Kürdün K’si bile tanınmazken gelinen nokta bile bunu bize gösteriyor. Türkiye solunun Kürtlere yaklaşımına bakarsak, CHP gibilerini, yani kendi politikalarından dolayı destek vermek istemeyenler bir yana, diğerleri elinden geleni yapmıştır. Ama şunu da unutmamalıyız ki milliyetçilik Türkiye’de ‘solcuyum’ diyenlerin üzerinde çok büyük etkisi olan bir durumdur.”

‘Kürt hareketi 12 Eylül’e teslim olmadı’
Kürt özgürlük hareketinin bugünlere geliş sürecine bakıldığında cunta dönemi yıllarında Türkiye devrimci hareketinin ağır baskı koşulları altında bulunmakla birlikte cuntadan sonra ki dönemde de cuntaya karşı ortak devrimci bir cephe kurulamadığı için çok çabuk dağıldığını hatırlatan Mustafa Kaçaroğlu, bu süreçte Türkiye devrimci hareketinin örgütsel olarak büyük darbeler aldığını kaydetti. Böyle bir ortamdan kendi kimliğini koruma amacıyla mücadele taleplerini öne sürerek sağlıklı ve teslim olmadan çıkan siyasetin Kürt özgürlük hareketi olduğunu aktaran Kaçaroğlu, “Kürt hareketinin böyle bir süreçten daha canlı ve diri çıkmasında, kitlelerle temasının daha sıcak oluşmasındaki en önemli şey; o günün somut koşullarını doğru değerlendirerek kimlik mücadelesini doğru bir şekilde hayata geçiren, cuntaya karşı etkili bir direnişin ortaya konmasında aramak gerektiğine” işaret etti.

‘Türkiye solunun şovenizmi desteği engelliyor’
Kaçaroğlu; “Yüzyıllık bir sürede asimilasyon politikalarına karşı kimlik mücadelesi, demokratik talepler ve özellikle de o coğrafyada oligarşinin baskısının yanında farklı baskılara uğramış kadın kimliğinin özgürleşmesi, bu mücadelenin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi ve halkın taleplerinin doğru bir şekilde teslimiyete karşı bir direniş potasında kendisini ortaya koymasıyla mümkün olmuştur” dedi. Türkiye sosyalist hareketinin esas olarak sosyal şovenizmden malul bir hareket olduğunu da dile getiren Kaçaroğlu, ulusların kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde, Türkiye solunun zayıf enternasyonal tutumunun, giderek daha güçlendiğinin görülebileceğini söyledi. Türkiye solunun Kürt hareketiyle aynı zeminde ortak bir mücadele sürdürmek açısından enerji harcandığını, ancak yeterli desteğin sunulduğunu söyleyemediğini de belirten Kaçaroğlu, “Sosyalist hareketler üzerindeki sosyal şoven anlayışın halen etkinliğini sürdürüyor olmasının bunda önemli bir etken olduğunu görüyorum. Sosyal şovenizm dediğimiz olguyu genel olarak Kemalizm’e ve ideolojik olarak Türkiye toplumundaki hegemonyanın Türkiye solundaki yansıması olarak görmek gerekir” dedi. Kemalizm’in Türkiye sosyalist hareketinde ağır travmalar yaratan etkilerinin halen değişik düzeylerde sürdüğüne işaret eden Kaçaroğlu: “90’lar itibariyle boyutları ve gücü daha da netleşen Kürt hareketi, Kemalizm’in etkisi ile sosyal şovenizm zemininde bulunan sol hareketlerin çizgisini, anlayışını değiştirmede olumlu bir katkıda bulunmuştur” dedi.

‘Kazanımların gerekçesi mücadeledir’
Dünyanın her yerindeki halkların haklarını alabilmek için uzun bir mücadele süreci yaşadığına dikkat çeken Nazım Alpman ise İspanya’da BASK’ın, İrlanda’da IRA’nın örgütlenmesini örnek verdiği konuşmasında, şu an kimi ulusal hakları elde etmiş olan bu halklara da bakıldığında, hiç kimsenin onlara ‘çok zulüm ve baskı uyguluyoruz, biraz bunu gevşetelim’ niyetiyle yaklaşmadığının görüleceğini vurguladı. Alpman, Türkiye’de yakın dönemde demokratik açılımla birlikte görülen değişimlerin de böyle değerlendirilebileceğini söylerken, kökeninde aslında aynı anlayışın mevcut olduğu iddiasında bulundu.

‘Oğlum dağa giderse kendimi cumhurbaşkanı gibi hissederim’
PKK’nin ortaya çıktığı Güneydoğu Anadolu bölgesinde, tanımlandığının aksine Kürt halkından kopuk olarak ortaya çıkmadığını aktaran Alpman, o dönemde bölgede çalışan bir müteahhit ile yaptığı röportajı şöyle aktardı: ‘Bölgedeki nüfus artışının ideolojik temeli var mı?’ diye sormuştum. Ben ‘yok’ diyeceğini beklerken, aldığım cevap şu oldu. ‘Tamamen ideolojik’. Ben devlet müteahhidiyim. Sıfır model Mercedes’e biniyorum ama bu zenginliğimle babama sizin beş kanallı televizyonunuzdan bir hiçbir şey anlatamıyorum. Ne yapayım ben o zaman bu zenginliği. Bizim dilimiz olmazsa olmaz. Örneğin televizyonlarda Hint programları var Türkiye’de kaç tane Hintli var ki.’ Bir oğlunun olduğunu söyleyen müteahhide; ‘Peki oğlun dağa gitmek isterse ne yaparsın?’ diye sordum. Beklediğim yanıt, ‘Bizim bir tek çocuğumuz var. Yurt dışında okuturuz’du. Ancak müteahhidin yanıtı beni bir kez daha şaşkınlığa düşürdü. Müteahhit sorumu aynen şöyle yanıtladı; ‘Ben oğluma dağa çık demem, ama kendisi gelir bana ‘baba ben dağa gitmek istiyorum’ derse kendimi bu ülkenin cumhurbaşkanı olmuş kadar şerefli addederim. Kürt halkı ve PKK gerillaları arasındaki bağın ‘yapay mı, gerçek mi’ olduğu sorusunun yanıtının, bu örnekten gayet açık bir biçimde anlaşılabileceğini belirten Alpman, aksi takdirde hiçbir hareketin başarıya ulaşamayacağını da sözlerine ekledi.

GÜNEŞ ÜNSAL/ÖMER ÇELİK/ KENAN KIRKAYA-DİHA

Hiç yorum yok: