15 Mart 2010 Pazartesi

‘ABD PKK’nin siyasal etkisini görüyor’

”ABD, Türkiye’nin PKK’yi tasfiye politikalarına destek veriyor. Fakat, ABD silahlı ve politik güç tasfiyesinin yöntemleri konusunda Türkiye gibi düşünmüyor. ABD’nin silahlı muhalefetle mücadele konusunda tecrübeleri var. PKK’nin siyasallaşma yönünü gören ABD, bunun mümkün olduğunca yumuşak geçişlerle gerçekleşmesini istiyor. Gerekirse PKK ile dolaylı görüşme yolunun açılması konusunda Türkiye’nin hazır olması gerektiğine inanıyor.” Irak’a müdahaleyle birlikte Türkiye’nin, ABD açısından stratejik öneminin arttığını belirten ABD askeri stratejiler analisti ve Presse Club Editörü Paul McCrhty, bir çok proje ve uygulamanın Türkiye üzerinden yürütüldüğünü ve Türkiye’nin bölgesel ilişkilerinin de ABD’nin politikaları doğrultusunda geliştiğini belirtti. Yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye iç sorunlarına çözüm bulmasını dayattığını belirten McCrhty, Türkiye’nin PKK’yi tasfiye etme çabaları konusunda, ABD’nin de PKK’nin tasfiyesini istediğini, ancak yöntemler konusunda Türkiye’nin yumuşak geçişler ve dolaylı görüşme yollarını açık tutmasından yana olduğuna vurgu yaptı. McCrhty, söyleşimizin devamında sorularımızı şöyle yanıtladı:

Biraz da Türkiye’nin konumunu irdelemenizi isteyeceğim. Zannedersem ABD, Obama ile birlikte Türkiye’ye BOP, YDD, İran ve komşu ülkeler çerçevesinde önemli misyonlar biçti. Türkiye bu projelerin veya ilişkilerin neresinde seyrediyor?
Önemli misyonların verildiği doğrudur; fakat misyon veya verilen rol, SSCB döneminde başlıyor. SSCB’nin dağılmasından sonra ABD doğal olarak Türkiye’ye yeni misyonlar biçti ama misyonun ağırlığı daha çok Körfez Savaşı ve sonrasında arttı ve günümüzde yani Irak’a müdahale ile birlikte Türkiye’ye tam anlamıyla stratejik yaklaşıldı. Birçok proje ve uygulama Türkiye üzerinde yürütülmeye başlandı. Diyebilirim ki Türkiye, ABD için Ortadoğu politikalarında hayati önem taşıyan bir seviyeye yükseldi. ABD için Türkiye ve İsrail iki koltuk değneği rolünü görüyor. Bu nedenle, Türkiye-İsrail ilişkileri günlük politikaların da dışında en parlak dönemini yaşıyor. Türkiye her ne kadar Filistin sorununu, İsrail’e karşı kullansa da bunun esas balayı dışında kamoyuna yönelik bir tepki gösterisi olarak düşünüyorum. BOP ve Arap Birliği’nin en önemli yürütücüsü Türkiye’dir. İran -Türkiye ilişkileri ABD politikaları doğrultusunda ilerliyor. Kafkasya ilişkileri her ne kadar büyük Türkiye projesi olarak isimlendirilse de esasında enerji politikaları üzerinde ilerliyor.

AB ve ABD Türkiye üzerinde uzlaştığı en önemli konu enerji politikasıdır. Enerji akımı için Türkiye’ye mevcut durumda önemli rol ve misyon biçiliyor. Türkiye’nin Kafkasya ve Ortadoğu politikalarının ABD’siz yürümesi mümkün değildir. Bu nedenle Türkiye Ermenistan’la, Yunanistan’la, İran, Irak, Suriye ve İsrail’le ilişkilerinde yeni bir yapılanmaya gitmek zorundaydı. Yeni dengeler, için Türkiye’nin önü olabildiğince açıldı. Zaman zaman Türkiye zikzaklar çizse de müdahalelerle karşılaşıyor. Obama, üst üste yapılan görüşmelerde kırmızı çizgiler, rota ve misyon veya rolleri sık sık hatırlatılıyor Türkiye’ye.

Böylesine önemli bir konuma yükselen bir ülkenin dış ilişkileri kadar içerdeki ilişkileri de düzenlenmek zorundaydı. Kaldı ki bu her iki koşul birbirini tamamlamak zorundadır. İçten sorunları olan veya sorunlarını azamiye indiremeyen bir ülke, dışarıyla başarılı bir bağlantı kuramazdı. Her ikisinin aynı ağırlıkta yoluna devam etmesi gerekiyordu.

Türkiye, BOP’ta Ilımlı İslam modelini temsil ediyor, içeride de böyle olmak zorunda. Yunanistan’la AB çerçevesinde ilişki yürütmek zorunda ve Kıbrıs sorunu başta olmak üzere içeride patrikhane sorununu bir düzeye ulaştırmak zorunda. İçeride tarihsel Ermeni sorununu dışarıda ise sağlıklı Kafkasya sorununu Ermenistan açılımıyla aşmak zorunda. Irak sorununu içerideki Kürtlerle aşmak zorunda. Bu örneklemeleri genişletmek mümkün ama, tüm bunların kökeni siyasal ve ekonomik ya da enerji politikalarıyla besleniyor. Elbetteki yukarıda belirtiğim ilişkiler ağı bugünden yarına gerçekleşecek ilişkiler ağı veya çözülme süreçlerine akmayabilir. Kısa, orta ve uzun vadeli projelerdir bunlar. Ya da ödevlerin özeti bu şekilde verilmiş durumda. Önemli ölçüde ilerlemeler sağlanıyor. İç ve dış müdahaleler iç dinamikler de göz önünde bulundurularak devam ediyor. Önemli bir kaza olmasa -ki buna zayıf bir ihtimal olarak görüyorum- Türkiye, önemli aynı zamanda ihtiyaçları giderebilen bir ülke konumuna yükselebilir. AB sınırı Türkiye’ye dayanacak. ABD için önemli Asya kapısı, Araplar için de laik bir ülke, AB politikalarına en yakın İslam ülkesi vb... Yani Türkiye’ye önemli misyonlar verildi. Bunların herhangi birisinde bir aksama olursa Türkiye kötü sprizlerle karşılaşır. Türkiye bunu biliyor ve ödevlerini yapmak zorunda. Örneğin AKP iktidarı, ABD ve AB’nin ortaklaşa hazırladığı ve mutabık kaldıkları bir iktidar. Kürt sorunu, azınlıklar sorunu, içerideki Ilımlı İslam sorunu, AB Türkiye ilişkilerinde bir düzeyin yakalanması, Türk-Arap ilişkileri gibi konular öyle AKP’nin tek başına bağımsız yürüteceği bir politika değildir.

‘Dengeler Türkiye’yi zorluyor’

Türkiye’nin iç dengeleri ya da iç sorunları çok kaygan bir zeminde bulunuyor. Aynı zamanda Türkiye’nin yapısal sorunları hala gündemdeki yerini koruyor. Ulus devlet yapısıyla gerçekten sizin bahsettiğiniz konuma Türkiye ulaşabilir mi?
Bunun kısa, orta ve uzun vadeli gerçekleşeceğini belirttim. Aynı zamanda Türkiye’nin ulus devlet yapısının devam edip, etmeyeceğini söylemedim ki... Bu ve benzeri sorunların giderilmesi söz konusu vadelerde yer alacaktır. İç dengeler veya dinamikler, ulus devlet yapısı, kaba Kemalizm idelojisi, askerin siyaset iilişkileri ve ordunun siyaset üzerindeki kronik yapısı, Türkiye-AB ilişkileri vs.vs gibi konuların şu an hangi aşamada bulunduğuna bir göz atarsak, Türkiye’nin uzun vadeli nasıl bir yapı içine gireceğini de çözmüş oluruz.

Bence Türkiye’de en önemli sorun askerin siyaset üzerindeki ağırlığıdır. Birçok sorunun çıkış noktası bu ilişkiler ağına takılıyor. Türkiye’de özellikle en son Ecevit koalisyonundan bu yana eski koşullar göz önünde bulundurulursu askerin iki askeri darbe yapması gerekiyordu. “Türkiye artık askeri darbeleri kaldıramaz” söylemine katılmıyorum. Hayır, tam aksine buna izin verilmiyor. Hatta muhtıralar olsa bile bu, mevcut projeler dışında gelişiyor ve kısa bir süre sonra tekrar bir doğrultu veriliyor. Özetlersem, Türkiye mevcut durumuyla bölge özgülünde, ABD ve AB ilişkilerinde içeride ve dışarıda kaldırılabilinecek bir ülke değildir artık. İç ve dış dengelerde değişime zorlanıyor. Bunu ileri veya geri bir adım olarak görebilenler olabilir ama, mevcut durum eskiyi kabul etmiyor; yeni ise tamamen dengeler üzerinde kuruluyor. Türkiye pilot bir bölge olarak ABD ve AB’nin stratejileri içinde yer alıyor. Türkiye kendi iç dinamikleriyle değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilecek bir ülke konumunda uzak.

Türkiye’de en önemli sorunun ordu olduğunu söylediniz. Neden ordu?
Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte ordu kutsandı. Bu, 1923’lerin başında doğal görülebilinirdi. Kutsal ordu yapısı, sivil siyasetin üzerinde yer aldı sivilleşmeye tam anlamıyla geçilmedi. SSCB’nin dağılmasından sonra ordu kendisine, daha doğrusu halkına karşı bir ordu olmaya başladı. “İç tehdit unsurları” üzerinde kutsallığını devam ettirmek istedi. Oysa ordular dış tehditler üzerinde kurgulanır ama Türk ordusu, Cumhuriyet’ten bu yana iç tehdit unsurları olarak sıraladığı, aslında siyaseti ilgilendiren sorunlara karşı kendi görevli gördü. Sürekli sivil alana müdahil oldu ve bu günümüze kadar devam etti. Böylesine kronik bir yapılanmayı, kışlalarına çekmek halkının kutsal gördüğü ordularda gerçekleşmesi oldukça güçtür. AB ve ABD’nin Türkiye’ye yüklediği misyonlar dolayısıyla ordunun siyaset ve halk üzerindeki yerinin gerektiği yerde olması dayatıldı. Mevcut hükümet ve orduya bunun kabul edilmesi koşulu getirildi. Şimdilik gelişmeler, bu yönlü işliyor.

Türkiye’nin iç dengelerinde yola çıkarak söyleşimizi sözü Kürt sorununa getirmek istiyorum. İç dengeleri oldukça zorlayan hatta bir çok soruna kaynaklık eden Kürt sorunun önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceğini merak ediyorum.
Yukarıda bahsettiğim BOP ve YDD için Türkiye’ye biçilen misyonun olmazsa olmazı iç sorunlarını çözerek ya da minimum düzeye çekerek buradan haraketle plan ve projeler içinde yer alması kuşuludur. Obama, Türkiye ziyaretinde açıkça “bu sorunu çöz” dedi. Ordu her zaman olduğu gibi iç kamoyuna için karşıt refleks gösterdi. Sorunun siyasal yolla çözümü konusunda oluşturulan bir konsept önemli ölçüde orduya kabul ettirildi. Ordu zaten buna hazırdı. Bu konsept dahilinde araçlar değiştirilerek PKK’nin gücü mimilize edilerek aşağıya çekilmesi sağlanacaktı. Yöntemin yanlış olduğu görüldü. Çünkü, Kürt sorunu gibi tahrihsel bir sorun PKK’nin gücünün aşağı çekilmesi ve bu yönlü kurgular üzerinden yürütüldü. Kürt sorunun çözümü durumunda PKK’nin de doğal olarak silahlı müceleye son vereceği düşünüldü. Bu yanlışa ikinci bir yanlış daha eklendi. Bu kez de PKK’nin tavsiyesi hedef alındı ve kurgular bu alanda yürütülmek istendi. Siyasal alanda tasviyesi konusunda ordu ve hükümet mutabık oldu. Hükümetin ön gördüğü tavsiye planlarının birinci perdesi ya da ilk aşamısı dirençle karşılandı ve aslında burada da bir geri adım atıldı. PKK’nin öyle kolay kolay tasviye edilmeyeceği biliniyordu. Son olarak PKK’nin çevresini daratmak için PKK’yi besleyen kanallar tıkıtılmak istendi. PKK’nin siyasal alanda tavsiyesi konusunda atılan adımlar, 30 yıldır kaçınılan bir iç savaş yolunu açacağı da aslında biliniyor. En azından bu politikanın devam etmesi durumunda PKK’nin de Türk devletinin de hiç bir müdahaleye güçlerinin yetmeyeceği tespit edildi. Karşılıklı olarak bu sürece gidilmek istenilmiyor. Bu süreç alt-üst oluşlara neden olacaktır ve geri dönüşü mümkün olmayacaktır. Tasarlanan konseptin nasıl aşılacağı konusu hala tartışma nedeni ama mevcut durumun tehlikeye girmemesi için süreç hızını kesti. Yeni hesaplarlarla ve konseptlerle bu sürecin nasıl atlatılacağı dair tartışmalar derin yerlerde devam ediyor.

‘PKK silahlı yöntemle tasfiye edilemez’

Sizce PKK tasfiye edilebilir mi?
Silahlı yöntemlerle tasviye edilemeyeceği kesindir. Bu PKK’nin askeri olarak çok güçlü oyduğu, bundan dolayı tasfiye edilemeyeceği anlamına gelmemeli. Fakat, PKK’nin çıkış nedenleri ve dinamikleri itibarıyla bir silahlı tasfiye yönteminin, iç savaş tehlikesini ve sonrasında yeni PKK’lerin doğmasına vesile olacağı ve sorunu kronikleştireceği biliniyor. Bu nedenle, bir silahlı tasfiye konsepti izlenmez. Silah PKK’nin sadece bir parçasıdır. PKK’nin sosyolijik, politik, siyasal, kültürel yanları kadar tarihsel yanları da güçlüdür. Bunları bir bütünen ortadan kaldırmakla PKK tavsiye edilebilinir. Bu da mümkün görünmüyor. Öyle zannediyorum ki Kürt çocuklarının büyük bir kesimi, PKK komutanlarının ismini almış... PKK ile birlikte insanlar, Kürt keşfini yapmış, yanlış veya doğru ama PKK sistemi bir yaşam biçimine bürünmüş. Ruhsal kopuşlar olsa bile PKK’de tahrilsel kopuşlar mümkün olmuyor. Bir uzlaşı yolu bulunacaktır. PKK’nin de içinde yer aldığı bir çözüm konsepti er veya geç kendisini dayatacaktır. PKK’nin siyaset üzerindeki etkinliğini kırmak için değişik yol ve yöntemler denenecektir. Deneniyor. Bu yöntem hayat bulabilir mi zaman gösterecek ama PKK bölgede ve Türkiye’de önemli bir denklem oldu. PKK’nin siyasal alanda tasfiyesi, Kürt sorununun çözümüne bağlı olarak gerçekleşecektir.

Devletin çözümüne PKK, PKK’nin çözümüne devlet sıcak bakmıyor. Sorun bu moment üzerinde yükseliyor. Bu haliyle ilerlemesi mümkün mü?
PKK silahlı yöntemle bu sorunu hem kendisi hem de devlet için bittiğini belirtiyor. Bu hususta yapılan, denenen tüm yöntemlerin yapıldığını ve sorunun siyaset yoluyla aşılabileceğini açıklıyor. Devlet de aslında bunun doğruluğuna inanıyor. Kaldı ki Türkiye artık “Kürt yoktur” demiyor. Kürtlerin varlığı kabul edilmiş durumda... Sorun Kürtlerin siyasal statülerinin tarifinde yatıyor. Bence bu aynı zamanda çözüm yoluna girildiğini de gösteriyor bize. Artık geriye dönüş yolları kapanmıştır. Geçtiğimiz aylarda görüştüğüm bir Türk diplomat bana PKK’nin Türkiye gerçeklerine göre istemlerinin abartılı olduğunu söylemişti. Ben ise ona, “Yüzyıllık bir sorun, sürekli silahla bastırılmış. PKK’nin güven sorunu var. Önce güven vermelisiniz. Gerisi gelecektir” dedim. PKK yöneticileri de bu hususta beyan açıkladılar. Ben şahsen diplomata da belirttim. Burada da açıklıyorum. Mevcut koşul ve şartlardan yola çıkarsak, günümüz koşullarında en azından PKK’nin yarattığı siyasal konjonktürde PKK’nin siyasal anlamda tasfiyesi mümkün görünmüyor. Kaldı ki PKK’yi bir örgüt, organizasyon olarak görmek ve bunun üzerinden hesaplar yapmak yanılgılı olur. PKK, son on yıldır önemli ölçüde siyasallaşmış ve sistemleşmiştir. Bu ve benzeri haraketleri tasfiye etmek aynı zamanda kaoslara davetiye çıkarmak olur ki, buna Türkiye’nin konumu gereği müsaade edilmez. PKK çözüme en yakın bir örgüttür. Sonuç olarak, Türkiye, PKK’nin siyasal alanda tasfiyesi konusunda farklı yol ve yöntemleri denemeye devam edecektir. Fakat sonuç diğer ülkelerde olduğu gibi karşılıklı görüşmelerle ve güvenle giderilecek. Özellikle Kürt sorununun iç dinamiklerle çözülmesi gerektiğine inanıyorum.

Öcalan da sorunun, ABD veya AB ile çözülemeyeceğini, iç dinamiklerle çözülmesi gerektiğine inanıyor. Buradan yola çıkarsak, Türkiye’nin Kürt sorununa bakış açısı şu an ABD konseptine göre mi şekilleniyor; yoksa Türkiye bunun bir iç sorun olarak kendi dinamikleri içinde mi çözmek ya da çözmemek istiyor?
ABD ve AB açıkça ‘çöz’ diyor. Yöntemler Türkiye’nin sorunu... Elbetteki Öcalan’ın önermesi yerinde bir önermedir. Fakat Öcalan, Türk siyasetinin izlediği Kürt politikasına büyük geliyor. İzlediğim kadarıyla Öcalan’ın etkinliğinin kırılması hedefleniyordu. Bunun mümkün olmadığı görüldü. Dediğim gibi PKK ve Öcalan sistemleşti. Bu tür mücadelelerde, bu sistemlerin yerine daha güçlü sistemler koyamasanız, o sistemlerin etkinliğini kıramazsanız. Uzlaşı politikası veya yöntemleri Kürt sorununun çözümü için de geçerli. Sonuçta Kürt sorunu da uzlaşıyla çözülecek ve önemli bir aşama kaydedecektir. Öcalan önermesini sosyolojik gerçekler üzerinde yapıyor. Kürt sorunu gibi tahrihsel bir sorunun dış güçlerin çözümüyle olsa bile bunun sağlıklı olmayacağını ve sorun üreteceğini biliyor. İki halkın birbirini benimsemesi, haklarına saygı göstermesi, ön yargılarını kırması, her iki halkın da barışa ve kardeşliğe inanması ve burada bir çözümün yükselmesi sorun yaratan değil güç üreten bir konumu da beraberinde getirecektir. Öcalan’ın iç dinamikler demesinin esas nedeni budur.

‘ABD tasfiye politikalarına destek veriyor’

Anladığım kadarıyla şunu söylüyorsunuz: ABD iç dinamikleri göz önünde bulundurarak Kürt sorununun çözümü için AKP hükümeti ve orduya telkinlerde bulundu ama çözüm konusundaki yöntemleri Türkiye’ye bıraktı...
Tam böyle değil. ABD, Türkiye’nin PKK’yi tasfiye politikalarına destek veriyor. Bu desteğin silahlı ve politik yönleri var. Fakat, ABD silahlı ve politik güç tasfiyesinin yöntemleri konusunda Türkiye gibi düşünmüyor. ABD’nin silahlı muhalefetle mücadele konusunda tecrübeleri var. PKK’nin siyallaşma yönünü gören ABD, bunun mümkün olduğunca yumuşak geçişlerle gerçekleşmesini istiyor. Gerekirse PKK ile dolaylı görüşme yolunun açılması kounusunda Türkiye’nin hazır olması gerektiğine inanıyor. Türkiye’nin iç dengeleri buna uygun mudur? Bu hususta zamana ihtiyaç var. İşte bu zaman dilimi içinde AKP iktidar oyunlarıyla kendisine bir konsept hazırladı ve yöntemlerini en azında denemek istiyor. Bunun sonuçlarını yakın bir dönemde göreceğiz. Fakat kaçınılmaz olan şey bir kez daha belirtiyorum, PKK’nin tasfiyesi çok zor görünüyor.

Öcalan, çözüm için PKK’nin en makul insanıdır. Öcalan fırsatı iyi değerlendirilemezse Kürt, Türk ilişkileri uzun yıllara yayılacak bir çözümsüzlüğe vesile olacaktır. PKK’yi içten parçama, siyaseten tasfiye, askeri olarak PKK’yi güçten düşürme, Öcalan’ın Kürtler üzerindeki etkinliğini kırmak gibi birçok yöntem denenmesine rağmen burada istenilen sonuçlara ulaşılamadı. Buradan yola çıkarak, gidilecek adresin rotası elimizde duruyor aslında. Ben sonuç olarak BOP ve YDD çerçevesinde Kürt sorununun ertelenebilecek bir sorun olmaktan çıktığını düşünüyorum. Şu an Türkiye’de yaşanan inişler ve çıkışlar sorunun çözümü için yapılan egrersizlerdir.

Biliyorsunuz Kürtler yalnız Türkiye’de yaşamıyor. Irak’ta bir moment yakandı. Türkiye şu veya bu şekilde sorunu tartışıyor ama İran, Suriye ve Rusya da önemli bir Kürt nufusu var. Suriye’nin iç dengeler vesilesiyle Kürtleri görmezden gelemeyeceğini söylüyorsunuz. İran ve Rusya’daki Kürtler ne olacak?
Suriye ve Rusya’daki Kürtlerin üzerinde PKK’nin önemli bir etkinliği var. Türkiye, PKK ile ne kadar çözüme yakın olursa burada yaşayan Kürtlerin hakları o kadar ön plana çıkıyor. Suriye-Türkiye görüşmelerinde konu gündeme geldi ve daha da gelecek. Gördüğüm kadarıyla Suriye ve Rusya’nın farklı alanlarında yaşayan Kürtler, temsiliyetlerini PKK de görüyor. Bu nedenle PKK, bu ülkelerin bir düğümü. Onun içindir ki Türkiye-Kürt ilişkileri PKK üzerinde geliştirce sorunun çözümü de aynı paralelikte gelişecektir. İran’ı bu ülkelerde ayırıyorum. PKK, İran’daki Kürtler içinde Türkiye’deki 1990’lar sürecini yaşıyor. Çok aktif ve geniş bir kesime hitap ediyor. Öcalan, İran’daki Kürtler arasında önemli ölçüde bir duygu dünyası oluşturmuş. PKK, İran’la sorunu birebir çözemeyeceğini biliyor ama PKK buradaki Kürtleri örgütleyip, İran içinde bir dengeye yükseltmek istiyor. İran’ın iç denklemi içinde Kürtlerin yer alması, güç haline gelmesi, politik ve siyasal olarak gelişmesi doğal olarak İran’ı içeride ve dışarıda zorlayacaktır. PKK bu zorlamayı önemli ölçüde başarmış durumda. ABD İran’ın iç dengelerini çizerken buradaki Kürtleri hesaba katıyor. İran, içeride gelişen Kürtlerin siyasal eğilimlerini biliyor ve kendisinden koparmak istemiyor. Humeyni’nin Kürt için yaptığı vasiyet bu günkü iktidarın çok hoşuna gitmese de İran, Kürtleri ve haklarını görmek zorunda kalacaktır. Aksi takdirde ABD’nin devreye her fırsatta girebileceğini ve İranı zorlayacağını biliyor. Bu sonuç itibarıyla İran PKK’yi dikkatle izliyor.

ALİ ONGAN

Hiç yorum yok: