“Evet,
size sesleniyorum, herkesin dilinde, herkesin anladığı dilden. Size
sesleniyorum çünkü durum radikal bir değişim gerektiriyor. Evet,
gerçekten radikal bir değişim. Sizi anladım, herkesi anladım, işsizliği,
gereklilikleri, politikacıyı ve daha fazla özgürlük isteyen herkesi.
Herkesi anladım, ama bugün yaşananlar sadece Tunuslulara özgü değil.”
Bu sözler, 14 Ocak 2011’de devrilen Tunus eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye ait. 24 yıllık iktidarı devrilmeden sadece bir gün önce, 13 Ocak’ta bu konuşmayı yapmıştı. Ama artık çok geçti. 17 Aralık 2010’da genç bir seyyar satıcının bedenini ateşe vermesiyle başlayan ayaklanma, dört hafta sonra baskıcı bir rejimin sonunu getirmişti.
Şubat 2011’de dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, son açıklamasını yapıyordu. Bir daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmayacağı sözünü veren Mübarek, ancak seçimlere kadar görevinde kalacağını, yetkilerini de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Suleyman’a vereceğini söyleyerek eylemcileri yatıştırmaya çalışıyordu.
Bu açıklama, 25 Şubat’tan beri ayakta olan eylemcileri daha da öfkelendirdi. Eylemciler, aralarında devlet televizyonu ve parlamentonun da olduğu resmi binaların denetimini ele geçirmek ve Cumhurbaşkanlığına yürümek istiyordu. Aynı gün askerler de devreye girdi ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hüsnü Mübarek’in istifasını açıkladı. Mübarek bir gün sonra, 11 Şubat’ta başkent Kahire’den kaçarak Şarm El Şeyh’e yerleşti. 2 Haziran 2012’de ise ömür boyu hapse mahkum edildi.
ERDOĞAN ISRAR EDERSE…
Tüm otoriter ve diktatör rejimlerdeki liderleri gibi Erdoğan da, eylemcilerin sessini duymayarak bastırmak istiyor. Başından beri eylemcileri “çapulcu”, “yağmacı”, “terörist” olmakla suçlayan, “dış güçlerle” bağlantılandıran Mersin’deki bir konuşmasında, eylemcilere yeniden “çapulcu” diyerek “Onlar yakarlar, onlar yıkarlar çapulcunun tanımı budur zaten” ifadelerini kullandı. 9 Haziran günü Ankara’daki İskitler mitinginde yaptığı konuşmada ise Gezi Parkı eylemcilerini tehdit etti: “Aynı şekilde devam ederseniz kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorundayım. Sabrın da bir sonu vardır” dedi.
Hükümete karşı birikmiş öfkenin bir patlaması olarak değerlendirilen ve “ekolojik bir kıvılcımla” alevlenen bu olayları doğru okuyamayan Erdoğan iktidarı, yaşananları kendi iktidarına karşı bir komplo olarak değerlendirip bastırabileceğini düşünüyor. Erdoğan’ın talep edilen özgürlükleri tanımak yerine, eylemcileri hedef alan retçi ve baskıcı anlayışını sürdürmesi, tıpkı diğer rejimlerde olduğu gibi kendi sonunu hızlandırmaktan başka işe yaramayacak.
Ülke geneline yayılan bu eylemler Erdoğan hükümetinin başa dönerek üzerini kapatmak istediği, “birkaç ağaç”la halledilebilecek bir sorun değil. Bu bir demokrasi ve özgürlükler meselesi. Bu gerilim bu şekilde tırmandırılmaya ve kutuplaşma derinleştirilmeye çalışılırsa, Bin Ali ve Mubarek gibi, yapılacak son açıklamalar da artık çok geç olabilir.
EKOLOJİK KIVILCIM
Geniş halk kesimlerinin yer aldığı ayaklanmalar veya beklenmedik bir etkiyle ülke geneline yayılan protesto gösterileri, çoğu zaman çıkış noktasını “basit” gibi görünen tepkilerden alıyor. Biriken öfkenin büyüklüğü bazen, olayların nasıl başladığını bile unutturabiliyor.
Ayrıca eylemlerin başlangıç noktasında yer alan “çevreci” duyarlılığı da küçümsememek gerekiyor. Dünyanın bir çok yerinde ekolojik protestolar, büyük sosyal hareketlerin temel gerekçelerinde biri oluyor. Şili’de 2011’deki büyük öğrenci hareketi, Patagonya’daki büyük barajlar projesine karşı Santiago’da yapılan beklenmedik eylemin başarısından destek aldı. Polonya’da kaya gazı çıkarılması teşebbüsüne karşı bir köylü direnişi yapılırken, Çin’de çevreyi kirleten fabrikalara karşı yerel düzeyde gösteriler, toplumsal memnuniyetsizliğin en aktif ifadesi olarak dikkatleri üzerine çekti. Hindistan’da topraksız köylüler hareketi, sanayi tesisleri projeleri ve nükleer santrallere karşı direnişleri de bunlara eklemek gerekiyor. Yine Peru ve Bolivya’da maden ocakları veya parklardan geçen yolara karşı yapılan gösteriler hükümetleri zor durumda bıraktı. Brezilya’da benzer şekilde Belo Monte barajına karşı bir direniş var.
ANF
Bu sözler, 14 Ocak 2011’de devrilen Tunus eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye ait. 24 yıllık iktidarı devrilmeden sadece bir gün önce, 13 Ocak’ta bu konuşmayı yapmıştı. Ama artık çok geçti. 17 Aralık 2010’da genç bir seyyar satıcının bedenini ateşe vermesiyle başlayan ayaklanma, dört hafta sonra baskıcı bir rejimin sonunu getirmişti.
Şubat 2011’de dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, son açıklamasını yapıyordu. Bir daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmayacağı sözünü veren Mübarek, ancak seçimlere kadar görevinde kalacağını, yetkilerini de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Suleyman’a vereceğini söyleyerek eylemcileri yatıştırmaya çalışıyordu.
Bu açıklama, 25 Şubat’tan beri ayakta olan eylemcileri daha da öfkelendirdi. Eylemciler, aralarında devlet televizyonu ve parlamentonun da olduğu resmi binaların denetimini ele geçirmek ve Cumhurbaşkanlığına yürümek istiyordu. Aynı gün askerler de devreye girdi ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hüsnü Mübarek’in istifasını açıkladı. Mübarek bir gün sonra, 11 Şubat’ta başkent Kahire’den kaçarak Şarm El Şeyh’e yerleşti. 2 Haziran 2012’de ise ömür boyu hapse mahkum edildi.
ERDOĞAN ISRAR EDERSE…
Tüm otoriter ve diktatör rejimlerdeki liderleri gibi Erdoğan da, eylemcilerin sessini duymayarak bastırmak istiyor. Başından beri eylemcileri “çapulcu”, “yağmacı”, “terörist” olmakla suçlayan, “dış güçlerle” bağlantılandıran Mersin’deki bir konuşmasında, eylemcilere yeniden “çapulcu” diyerek “Onlar yakarlar, onlar yıkarlar çapulcunun tanımı budur zaten” ifadelerini kullandı. 9 Haziran günü Ankara’daki İskitler mitinginde yaptığı konuşmada ise Gezi Parkı eylemcilerini tehdit etti: “Aynı şekilde devam ederseniz kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorundayım. Sabrın da bir sonu vardır” dedi.
Hükümete karşı birikmiş öfkenin bir patlaması olarak değerlendirilen ve “ekolojik bir kıvılcımla” alevlenen bu olayları doğru okuyamayan Erdoğan iktidarı, yaşananları kendi iktidarına karşı bir komplo olarak değerlendirip bastırabileceğini düşünüyor. Erdoğan’ın talep edilen özgürlükleri tanımak yerine, eylemcileri hedef alan retçi ve baskıcı anlayışını sürdürmesi, tıpkı diğer rejimlerde olduğu gibi kendi sonunu hızlandırmaktan başka işe yaramayacak.
Ülke geneline yayılan bu eylemler Erdoğan hükümetinin başa dönerek üzerini kapatmak istediği, “birkaç ağaç”la halledilebilecek bir sorun değil. Bu bir demokrasi ve özgürlükler meselesi. Bu gerilim bu şekilde tırmandırılmaya ve kutuplaşma derinleştirilmeye çalışılırsa, Bin Ali ve Mubarek gibi, yapılacak son açıklamalar da artık çok geç olabilir.
EKOLOJİK KIVILCIM
Geniş halk kesimlerinin yer aldığı ayaklanmalar veya beklenmedik bir etkiyle ülke geneline yayılan protesto gösterileri, çoğu zaman çıkış noktasını “basit” gibi görünen tepkilerden alıyor. Biriken öfkenin büyüklüğü bazen, olayların nasıl başladığını bile unutturabiliyor.
Ayrıca eylemlerin başlangıç noktasında yer alan “çevreci” duyarlılığı da küçümsememek gerekiyor. Dünyanın bir çok yerinde ekolojik protestolar, büyük sosyal hareketlerin temel gerekçelerinde biri oluyor. Şili’de 2011’deki büyük öğrenci hareketi, Patagonya’daki büyük barajlar projesine karşı Santiago’da yapılan beklenmedik eylemin başarısından destek aldı. Polonya’da kaya gazı çıkarılması teşebbüsüne karşı bir köylü direnişi yapılırken, Çin’de çevreyi kirleten fabrikalara karşı yerel düzeyde gösteriler, toplumsal memnuniyetsizliğin en aktif ifadesi olarak dikkatleri üzerine çekti. Hindistan’da topraksız köylüler hareketi, sanayi tesisleri projeleri ve nükleer santrallere karşı direnişleri de bunlara eklemek gerekiyor. Yine Peru ve Bolivya’da maden ocakları veya parklardan geçen yolara karşı yapılan gösteriler hükümetleri zor durumda bıraktı. Brezilya’da benzer şekilde Belo Monte barajına karşı bir direniş var.
ANF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder